• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti İle İlişkiler

BÖLÜM 3: ÇÖKÜŞ YÜZYILINDA MANGITLARIN İKTİDARI…

3.1. Emir Haydar

3.1.5. Osmanlı Devleti İle İlişkiler

Dönemin en büyük İslam devleti konumundaki Osmanlı Devleti ile Emir Haydar, babası Şah Murad gibi dönem dönem yazışmıştır. Bu yazışmalar genel itibariyle, bölgedeki gelişmelerden Osmanlı idaresini haberdar etmek, diğer hanlıklar nezdinde meşruiyetini ve nüfuzunu artırmak için menşur talepleri ve emirlikte bazı ihtiyaçların giderilmesi için İstanbul’dan gönderilmesi rica edilen malzeme isteklerinden oluşmaktadır.

Emir Haydar’ın Osmanlı Sarayı ile ilk temasa geçişi hem babasının vefat ettiğini ve onun yerine kendisinin tahta geçtiğini ilan etmek, hem de Osmanlı Devleti’ne sadakat ve bağlılığını bildirmek maksadıyla 1801 yılında Divanbeyi Muhammed ile Korucubaşı Mirza Muhammed Yusuf Bey’den oluşan bir elçilik heyeti aracılığı ile olmuştur (BOA, HAT. 175/7619). Ancak elçilik heyeti yolda eşkıya taarruzuna uğramış ve Korucubaşı heyetten geri kalmıştır. Bunun üzerine “müraselat-ı cedide” ile yani yeni mektuplar ile tekrar yola çıkan Korucubaşı Mirza Muhammed Yusuf İstanbul’a ulaşmıştır (BOA, HAT. 4/124).

Yeni Buhara Emirinin Padişaha yazdığı mektubun özü şu şekildedir:

“1797 tarihinde Buhara Emiri ve Mâverâünnehr hâkimi olduk. Burada kudretimiz nispetinde Müslüman ahalinin asayiş ve rahatını adalet üzere temine çalışıyoruz... Aramızdaki dostluğun devam etmesi için Divanbeyi İş Muhammed Yusuf’u Sultanların en büyüğünün huzuruna gönderiyoruz”.

Padişah cevap olarak Buhara Emirine şunları yazmıştır:

“Tarafımıza gönderdiğiniz mektuplar ve hediyeler elçiniz vasıtasıyla bizlere ulaştı. Atanız olan Maveraünnehr hâkiminin vefatlarına üzüldük. Bu üzüntümüz

sizlerin başa geçmeniz ile hafiflemiştir... İzhar ettiğimiz dostluğun devamını dileriz” (Saray, 1994: 32).

Buhara emiri, ayrıca, Rusya ile sınırı bulunduğunu belirterek Osmanlı padişahından ne şekilde bir siyaset takip etmesi gerektiğini de sormuştu. Bununla ilgili olarak verilen cevapta şu ifadelere yer verilmiştir:

“Buhara hâkimi Rusya Devleti ile ne şekilde muamele eylemesini sorarak Devlet-i AlDevlet-iyye’ye Devlet-iltDevlet-ica etmDevlet-iştDevlet-ir. Adı geçen hâkDevlet-im Rusya Devlet-ile hem-hudut olmasının yanı sıra İslam Camiası cihetine mensuptur. Rusya Devleti ise Devlet-i Aliyye’nin müttefiki olduğu için ismi geçen hâkim hakkında komşuluk ve hürmetin gereğinin yapılmasını Devlet-i Aliye, Rusya Devleti’nden iltimas eder şeklinde bir hüküm çıkmayacak şekilde Rusya elçisine dostane ve nazikâne bir şekilde maksadın ifade edilmesi gerekir.” (BOA, HAT. 175/7616; Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, Belge No: 46, s. 103–104).

Bundan başka emirin “Türkistan ve Turan-ı Zemin Padişahlığı” payesini talep etmesi de Osmanlı Sarayı’nda kabul görmemiş, bu isteğin Emir “Haydar’ın İslam camiası cihetine ve Cengiziyye sülalesine yeni baştan üstünlük kurmak” anlamına geleceği belirtilerek onun uygunsuz bir hareketinde Osmanlı Devleti’nin kendisine sahip çıkması hasebiyle şanına leke düşebileceği vurgulanmıştır.

Buhara emiri tarafından gönderilen çeşitli hediyelere karşılık olarak da “iki adet at, bir adet bargir takımı ve Osmanlı ülkesi kumaşlarından tertip edilmiş bir bohça” hazırlanması hususu padişaha arz edilmiştir. Bu arada Buhara’dan çıkalı uzun bir zaman olan ve uzaklık sebebiyle de hayli masrafa girmiş bulunan elçi, yol masraflarının karşılanması için Rusya tüccarlarından borç istemek zorunda kalmıştı. Ancak Osmanlı ülkesine gelmiş bir elçinin yabancı devletler tebaasından borç isteyerek geri dönmesi uygun olmayacağından kendisine para verilip verilmemesi hususu da Sadaret tarafından padişaha sorulmuştur. Padişah III. Selim’in, hazırlanan bu sadaret telhisi üzerine kendi hattı ile yazdığı not, Osmanlı Devleti’nin de içine düştüğü sıkıntılı durumu göstermesi bakımından mühimdir. Osmanlı Padişahı hattında; “Hediye tertip olunsun ve elçiye harçlık verilsin. Gerçi şan-ı devlettir; lakin bilmem nereden verilecek” demiştir (BOA, HAT. 175/7616; Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, Belge No: 46, s. 103–104).

Başka devletler arasında usul olmadığı halde, yabancı devlet elçilerinin Osmanlı sınırına girdikleri andan itibaren dönüşlerine kadar her türlü masrafı büyüklük ve misafirperverlik eseri olarak Osmanlı yönetimi tarafından karşılanmaktaydı. Bu çerçevede Buhara elçisi hizmetinde istihdam olunan aşçı, hükkam ve saraydar aylıkları ile odun, saman gibi ihtiyaçları ile diğer muhtelif masrafları için gerekli 150 kuruşluk meblağın verilmesi uygun bulunmuştur (Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, Belge No: 49, s. 106).

Buhara emirinin padişaha musadakat-namesini arz etmek üzere Kırım’dan gemi25 ile gelmiş olan elçinin yine geldiği taraftan geri dönmesi için Rus elçisi vasıtasıyla bir de gemi temin ettirilmiştir. Ayrıca cevaben gönderilecek olan name-i hümayun merasimle elçiye teslim edilmiştir (BOA, HAT. 175/7618; Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, Belge No: 47, s. 105).

Buhara Emiri Haydar, hem ülke içinde, hem de komşularıyla ilişkilerinde güçlü bir konum elde etmek için tekrar İstanbul’a 1813 yılında Mirza Muhammed Yusuf Bey’i elçi olarak göndermiş ve şu mektubu saraya sunmuştur:

“Bir müddet evvel Mâverâünnehr ahalisi kıtlık ve yokluk gibi musibetlere uğramıştır. Bu yüzden halk başka yerlere göç etmiştir. Onlarla birlikte ulema da gittiğinden fıkıh kitapları yok olmuştur. Hanlığımızda baştan beri dinî tedrisatın ve ilmin yayılmasına çalışılmıştır. Yukarıdaki olaylardan sonra Hindistan’dan bazı fıkıh kitapları getirilmiş ise de bunlar ihtiyaca kâfi gelmediği gibi ihtilaf ve tartışmaya da sebep olmuştur. Büyük hukuk âlimi kişilerin yazdığı eserlerden meydana gelen aşağıdaki listeyi sizlere gönderiyoruz. Eğer hepsini göndermek mümkün değil ise de hiç olmazsa ahalinin işlerinin halledilebilmesi için birkaç nüsha kitabın gönderilmesi hassaten rica olunur.

Mâverâünnehr, Kazgan, Deşt-i Kıpçak, Harezm, Merv-i Şah Cihan ve Duğlab cihetleri, Belh ve Bedehşan memleketleri bütün dolaylarıyla birlikte bizlerin mülkü olduğu, bütün bu memleketlerin hâkimlerinin eskiden beri Buhara hanı tarafından tayin ve azl edildiği ve hâlâ da böyle olduğu; fakat Kazgan ve Harezm eyaletleri hâkimlerinin bazen itaatten çıktıkları bilindiğinden, bu dailerinin Devlet-i Aliyye’nizin itaatkâr bir tabii olduğu dikkate alınarak ona adları geçen iki eyaletin kendisinin mülkünden olduğunu gösteren bir menşur’un verilmesini istirham etmekteyim” (Saray, 1994: 33).

25 Buhara elçisini İstanbul’a getiren ve yolda hasar görerek tersanede tamir edilen Rus fırkateyni masrafı da tersane hesabına kaydedilmiştir (BOA, HAT. 114/4582).

Fakat Buhara elçisi kısa bir süre sonra İstanbul’da vefat edince elçinin eşyaları paraya çevrilerek Buhara’ya gönderilmiştir. Bu arada Buhara emirine gönderilmek üzere bir name hazırlanmış ve namede Kazgan ve Harezm hâkimiyetini tasdik konusuna değinilmeyerek sadece elçinin vefatından duyulan üzüntü belirtilmiş ve daha önce istenen 32 cilt kitabın Bağdat Valisi Vezir Davut Paşa vasıtasıyla yola çıkarıldığı ifade edilmiştir (Saray, 1994: 34).

Emir Haydar, 1816’da Mirza Muhammed Fazıl isminde yeni bir elçisini daha İstanbul’a yollamıştır. Muhtemelen daha önceki mektubunun cevabını almadan gönderdiği bu elçisine cevaben onun komşu devletler üzerinde hâkimiyet kurma amacıyla talep ettiği menşura yine hiç değinilmemiş, sadece istemiş olduğu kitaplardan 35 tanesini daha hazırlatıp hediye olarak sefire takdim edildiği bildirilmiştir.

Buhara hükümdarı 1819 yılında Hacı Muhammed Şerif isimli başka bir elçisini göndererek Osmanlı padişahının kendisine menşur vermesi için farklı bir yöntem izlemiş ve babası gibi bir ilki gerçekleştirerek İstanbul’a “biat” etmek istediğini bildirmiştir. Emir Haydar’ın bu kararı Osmanlı yönetimini oldukça meşgul etmiştir. Mesele uzun uzadıya Encümen-i Şura’da görüşülmesine rağmen kati bir karara varılamamıştır. Ve nihayet padişah II. Mahmut sadaret takriri üzerine kararını şu şekilde yazmıştır:

“Benim vezirim... Şahın istidası zannıma göre etrafında olan düşmanlarından huzursuz olup yardım istemek için olmak gerek. Kabulü takdirinde bazı gaileler açacaktır. Kabul edilmemesine şeriat cevaz verdiğine göre biat maddesinden sarf-ı nazar olunarak takrirde beyan ettiğin üzere cevap yazılsın” (Belgelerle Osmanlı Türkistan İlişkileri, 2004: 21).

Belgeden de anlaşılacağı üzere, onun bu teklifi Osmanlı sarayında kabul görmemiş ve reddedilmiştir.