• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4: İŞGALE GİDEN SÜREÇTE BUHARA EMİRLİĞİ

4.3. Eğitim

Eğitim alanında Buhara ortaçağ İslam dünyasında seçkin bir yere sahipti. Şehir pek çok öğrenciyi sadece Orta Asya’nın diğer şehirlerinden değil, İdil bölgesi, kuzeybatı Hindistan, Afganistan ve diğer ülkelerden de çekiyordu (Müminov, 1976: 130).

XVIII. yüzyılın başında Ebu’l-Feyz Han’ın (1711–1747) tahta çıktığı dönemde ülkede merkezî bir yönetimden söz etmek artık imkânsızlaşmış, istikrarsızlık had safhaya çıkmıştır. Bu ortamdan eğitim kurumları da nasibini almış ve Semerkand medreseleri ahıra, Buhara medreseleri yolcular için barınağa dönüşmüştür (Adhami, 2006: 69). Mangıtlar iktidarı döneminde Emir Danyal’ın iktidarı ele almasıyla birlikte çıkan isyan ve kargaşa ortamında medreseler terk edilmiş, buralar ahır ve depo olarak kullanılmıştır (Daniş, 1967: 27).

Şah Murad döneminde merkezî yönetimin güçlendirilmesi konusunda verilen çaba etkisini göstermiş ve emirlikte huzur ve sükûnet hâkim olmuştur. Bu hükümdar medreselere de özel bir önem vermiş ve bu kurumların canlandırılması için bir planı uygulamaya koymuştur. Buna göre imkânı olan öğrenciler medresede kaldıkları odaları (hücre) yenileyebilirlerse bu odaların tasarrufu onlara ait olacak, mezun olmaları durumunda ise kaldıkları odaları istedikleri başka öğrencilere satabileceklerdi. Bu girişim öğrenci odalarının özelleşmesi sonucu doğurmuş ve okullar kısa sürede harap durumlarından kurtulmuşlardır (Adhami, 2006: 72).

Böylece emirlikte eğitim büyük gelişme kaydetmiş ve medreselerde 30.000’den fazla öğrenci eğitim almaya başlamıştır (İvanov, 1958: 107). Şah Murad’ın kendisi de öğretmendir. Burhaneddin el-Marginani’nin (ö. 593/1197) Hidaye adlı hukuk alanındaki eserini, Hanefi-Maturidi akaidinin temel kitaplarından Ebü’l-Yüsr Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin Pezdevi’nin (ö. 1100) eserini (Kitâbü

Usûli’d-Dîn), meşhur Endülüslü âlim Eş-Şatibi’nin (ö. 1194) tefsirini okutmuştur. (Kügelgen,

2002: 350).

Emir Haydar ise 400 veya 500 öğrenciye medreselerde bizzat kendisi ders vermiştir (Buharayi, 1377: 73). Özellikle hükümdarlığının ilk yıllarında o her gün ortalama sekiz saat öğrencilerine ders anlatarak öğretmenlik yapmıştır. Ancak onun eğitimle meşgul olması kabile liderleri arasında merkezî yönetimin bir zafiyeti olarak algılanmış ve bu yüzden emirlikte çeşitli isyanlar ortaya çıkmıştır.

Bu iki hükümdarın himayesinde pek çok büyük din bilgininin eserleri çoğaltılmış ve onlara şerhler yazılmıştır. Üstelik Şah Murad ve Emir Haydar dünyevi bilim dallarında çalışanları cesaretlendirmişler ve eserleri çoğaltmalarına yardımcı olmuşlardır. Mesela mimari, sulama ve devlet idaresi için gerekli olan cebir ve geometri bunlar arasında sayılabilir. Bazı eserler bizzat kendileri tarafından yazılmıştır; mesela Şah Murad çocuk hastalıkları üzerine bir kitap yazdığı gibi, “Feteva-yı ehli Buhara” ismi verilen Hanefi mezhebinin bütün fetvalarının toplanıp derlendiği bir eser de kaleme almıştır. İngiliz seyyah ve diplomat John Malcolm, kitabında Şah Murad’ın “pek çok risale” yazdığını ve en iyi eserinin “Aynu’l-Hikme” olduğunu söylemektedir (Malcolm, 1829: 161). Emir Haydar’ın ise Cuma merasimleri hakkında bir kitabı mevcuttur. (Kügelgen, 2002: 100). Şah Murad ve Emir Haydar dönemlerinde, ayrıca halk için mektepler, camiler ve medreseler inşa edilmiştir.

XIX. yüzyılın ilk yarısında mekteplere (ilkokul) baktığımızda başkent Buhara başta olmak üzere diğer şehirlerde, hatta köylerde de bu okulların yaygın bir şekilde var olduğunu görmekteyiz. Başkentte neredeyse her sokakta bir mektep bulunmaktadır. Bu okullarda erkeklerin yanı sıra kızlar da okutulmaktaydı.

Ne var ki, XIX. yüzyılın ilk yarısına ait medreselerin durumu belirgin bir biçimde durgunluk arz ediyordu. Yazmadan çok okumaya önem veriliyor, ağırlıklı olarak din ilimleri okutulduğu gibi metot olarak da ezber tercih ediliyordu. Öğrencilerin her dersten ayrı bir not alması söz konusu olmayıp, müderrisin öğrenciyi yeterli görmesi temel belirleyici unsurdu.8

Bu dönemde medreselerde okutulan dersler konusunda vakayinamelerimizde hemem hemen hiç veri bulunmasa da özellikle N. Khanikoff’un eserinde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

En meşhurları Kükeltaş, Miri Arab, Mirza Ulug Beg, Zariyeran, Tursun Can, Muhammed Şerif Sevdegar, Hıyaban, Gusfend, Şirdâr, Fethullah Koşbegi, İr-Nazar, Tilla-Kari ve Abdullah Han olan medreselerin sayısını, Khanikoff sadece başkentte 103 olarak vermekte ve 60 tanesinin önemli olduğunu belirtmektedir (Khanikoff, 1845: 105–109).

Medreselere kabul yaşı 12 veya 14 olup öğrenci 19 yaşına kadar eğitimine devam edebilirdi. Edna (temel), evsat (orta) ve a’la (ileri) olmak üzere üç safhadan oluşan eğitimi tamamlayanlar kadı-kelan, müftü ve müderris olarak görev almaktaydılar (Bıçakçı, 2001: 138).

Medreselerde üç çeşit ilim dalı okutulmaktaydı. Bunlardan birincisi hukuk ve ilahiyat yani şeriyye ilimleri, ikincisi Arapça lisanı ve üçüncüsü de hikmetti.

Birinci ilim dalı olan şeriyyede tefsir (Tefsir-i Kadı Beyzavi’nin Şeyh-i Zade, El-Ömer El Taftazani, Hüsameddin ve Abdulhekim-i Lahurî şerhleri), hadis (Mişkat-i Şerif’in Ali ibn Sultan el-Kari, Abdullah Han, Mir Seyyid el-Şerif ve Tibi şerhleri), fıkıh (Ubeydullah b. Mes’ud b. Mahmud el-Buhari Sadrüşşeria’nın Muhtasaru’l-Vikaye’sinin şerhleri, Şerhu’l-Vikaye’nin şerhleri, Abdulmümin Semerkandî’nin Hidaye’sinin şerhleri), usul-u fıkh (Tenkihu’l-Usul ismli eserin şerhleri, Çelepi, Abdulhekim Lahurî ve Şerh-i Şerh), ilm-i kelam (İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Asl-ı Tevhid, Ömer Nesefî’nin Akaidu’n-Nesefî ve şerhleri), ilm-i ferâiz (Metn-i Feraîz),

8 XIX. yüzyılın ilk yarısına ait Orta Asya’da medreselerin durumu ve lonca eğitimi ile karşılaştırması için bkz. Khalid, 1998: 28–44

ilm-i kıraat (Muhammedu’l-Cezeri’nin eserinin şerhleri, Şatibi’nin şerhleri, Seca-Vendi) dersleri okutulmaktadır (Khanikoff, 1845: 281–287).

İkinci ilim dalı Arapça idi. İslami eğitimin temeli Kuran-ı Kerim Arapça olduğundan bu lisanın öğrenilmesi elzemdi (Shorish, 1986: 317). Arapça lisanı dalında öğrenciler Kamus, Sihahu’l-Cevheri, Tacu’l-Masâdıru’l-Beykaki, Sure ve Fi’l-Lugat gibi eserlerden sözlük çalışması; ilm-i sarf ile Muhzi ve şerhleri, Şafiyeh gibi eserlerden Arapça grameri; ilm-i nahv ile İn-Muzzâc, Kafiye ve şerhleri gibi eserlerden Arapça telaffuzu; ilm-i aruz ile şiir, ilm-i kafiye ile Risale-i Endülüsî adlı eserden kafiye; fenn-i me’on ve bey’on ile Arapça kelime ve terimlerin ses uyumunu; ilm-i tevarih ile Tarih-i İskenderiye, Tarih-i İbn Halkan ve Tarih-i Cihan-Güşa gibi eserlerden tarih öğrenmekteydiler (Khanikoff, 1845: 287–290).

Hikmet dalında ise öğrenciler Mantık’ı şu kitaplardan okumaktaydılar: Abdurrhaman Cami’nin meşhur eserleri Şerh-i Molla ve Kafiye, Aristo’nun İsagoge9 adlı eserinin Numan şerhi okutulmaktaydı. Ayrıca Ömer el-Katib’in kaleme aldığı Şemsiye ve şerhleri Şerh-i Şemsiye, Haşiye-i Mir Seyyid Şerif, Haşiye-i Abdulhekim Lahurî, Molla Ahmed, Husameddin; Ömer et-Taftazani’nin Teazib adlı eseri ile şerhleri Muhammed ibn Esedü’d-Devle’nin eseri Şerh-i Teazib, Hoca Cemal, Ahundi Yusuf Karabağî, Kadı Mübarek, Han-ı Molla ve Hanı’l-Ulum, ayrıca Ahund Şeyh ve Mirza Zaid; Sullamu’l-Ulum adlı eser ile şerhleri Kadı Mübarek, Firuz-Şahi ve Mir Sadreddin (Khanikoff, 1845: 290–291).

Ne var ki, bütün bu gelişmeler ve ihtimama rağmen, Buhara medreseleri ve burada verilen eğitim oldukça zayıf bir durum arz ediyordu. Medreselerde, yukarıda görüldüğü üzere ağırlık din ilimlerindeydi ve tarih haricinde diğer sosyal ilimler ile fen ilimleri neredeyse tamamen ihmal edilmişti. Hatta din kitaplarının da kendileri yerine çoğu zaman şerhleri, bazen de şerhlerinin şerhleri okutulmaktaydı.

XIX. yüzyılda Buhara Emirliği’nde eğitim sistemi neredeyse tamamen dogmalara teslim olmuş, ulemanın sözcüsü konumunda mollalar ise İslam ve adatı olması gerek şekilde değil kendilerine göre yorumlamışlardır. Ayrıca inceleme ve araştırma yerine

9 Aristoteles’in kategorilerine giriş kitabı olan eser Türkçeye Betül Çotuksöken tarafından 1986 yılında kazandırılmıştır.

bir sufi veya âlimi taklit iyi Müslümanlık için vazgeçilmez bir unsur olarak kabul edilmiştir (Shorish, 1986: 321).

Genel olarak Orta Asya’da, özelde Buhara Emirliği’nde dogmaların zemin elde etmesinde başat etken İslami ilimlere verilen önemdir. Bu ilimlerin yoğunluk kazanmasının temelleri XVI. yüzyıla kadar dayanır. Hâlbuki bu yüzyıla kadar Buhara medreseleri oldukça seçkin bir yere sahipti ve en meşhurları Farabî, Birunî ve İbn-i Sina olan pek çok bilim adamını yetiştirmişti. Ne var ki, XVI. yüzyılda Safevi Devleti’nin kuruluşu, kanımızca belki de tek başına entelektüel merkezler olan medreseleri derinden etkilemiş ve Sünni inancın Şii inanç karşısında ayakta kalabilmesi için İslami ilimlere hatırı sayılır bir ağırlık verdirmiştir.

Aslında İslami ilimlerin ağırlık kazanmasını İmam Gazali (1058–1111) dönemine kadar götürmek de mümkündür. Eseri İhya’da (İmam Gazali, tarihsiz: 87–124) İmam Gazali şeriat ilimlerini öğrenmenin dünyevî ilimleri öğrenmekten üstün olduğunu vurgulaması fen ilimlerine ilk ciddi darbeyi vurmuş, ikinci olarak da Safevi Devleti’nin kuruluşu İslami ilimlere yönelişi hızlandırmıştır.10

Şibanî hanı II. Abdullah (1583–1598), Buhara’da 1587 yılında bir medrese inşa ettirmiş ve medresenin yöneticisinin (Şeyhu’l-Ulema) seçilmesi işini de ulema arasında münazara yapılması şartına bağlamıştır. Bunun üzerine ulema arasında Buharalı Mavlavî Sadrettin ile Şirazlı Mirzacan münazara yapmışlardır. Sadrettin medreselerde İslami ilimler yanında dünyevî ilimlerin de okutulmasını savunurken, Şirazî sadece İslami ilimlere ağırlık verilmesinden yana taraf olmuştur. Ulema Şirazî’nin görüşlerinin daha muteber olduğunu kabul edince medrese rektörlüğüne Mirzacan Şirazî atanmıştır. O hemen yeni bir müfredat programı hazırlayarak dinî ilimlerin ağırlıkta olduğu bir eğitim anlayışı başlatmış ve bu anlayış kısa sürede diğer şehirlere de yayılarak etkinlik kazanmıştır (Hayit, 2000: 113). Medreselerde diğer ilimler de öğretilmiş, ancak oldukça yüzeysel kalmıştır.

10 İslam dünyası medreselerinde şeriat ilimlerinin ağırlık kazanmasında Safevi Devleti’nin kuruluşunun rolü, ayrı bir çalışma olarak mutlaka ele alınmalıdır. Özellikle Şiilerin iktidara gelmesiyle daha önce İran’da bulunan Sünni ulemanın diğer İslam şehirlerine dağılarak buralarda ne tür etki bıraktıkları ve eğitim müfredatını ne şekilde etkiledikleri de ayrıca incelenmelidir.

Medreselerin dinî ağırlıklı bu müfredat programı, incelediğimiz dönem de devam etmiş, belki daha da kötüleşmiştir. Her ne kadar Buhara vakayinameleri bahsetmese de, Osmanlı arşiv belgelerinden Buhara’daki medreselerin ve eğitimin durumu hakkında çıkarımlarda bulunmak mümkündür.

Emir Haydar 1813 (Saray, 1994: 33) ve 1816 (Belgelerle Osmanlı-Türkistan İlişkileri, 2004: 13–14) yıllarında İstanbul’a gönderdiği elçiler vasıtasıyla ülkesindeki medreselerden ulemanın dağıldığından ve fıkıh kitaplarının yok olduğundan yakınmış, Hindistan’dan bazı kitaplar gelmesine karşın bunların yeterli olmadığı ve hatta bazı meselelerde ihtilafa sebep olduğunu belirterek kendilerine medreselerde okutulmak üzere kitap yollanmasını talep etmiştir. Bu istek dikkate alınarak 1818’de 32 adet (Belgelerle Osmanlı-Türkistan İlişkileri, 2004: 14–18), 1820 yılında da 35 adet kitap gönderilmiştir (Belgelerle Osmanlı-Türkistan İlişkileri, 2004: 23–24). Listedeki kitap isimleri incelendiğinde11 istenildiği gibi din kitapları gönderilmiş, diğer bilim dallarıyla ilgili herhangi bir kitap gönderilmemiştir.

Sonuç olarak Buhara Emirliği’nin eğitim sistemi ve medreselerinin bu durumu çağın ulaştığı bilgi birikiminden yoksun olduğunu göstermektedir. Din ilimlerine ağırlık verildiği belirtilse de, Osmanlı sarayına gönderilen namelerden bu ilim dallarının da çok sağlıklı bir şekilde yürütüldüğünü söylemek zordur. Matematik ve diğer fen bilimleri ise ancak basit hesaplamalardan ibaretti ve daha fazlası ile uğraşılmamaktaydı. Özelikle teknik bilgi yoksunluğu devletin güçlü bir yapı ortaya koymasına engel olmuş ve bu da işgali kolaylaştıran başka bir etken olmuştur.