• Sonuç bulunamadı

2.6. Obezite Fizyopatolojisi

2.7.2. Obezitenin Morbidite Üzerine Etkisi:

Obezite özellikle gelişmiş ülkeler için oldukça büyük bir sağlık sorunudur. Örneğin ABD’de yapılan istatistikler şişmanlık ile direk ilişkili sağlık harcamalarının her yıl için 70 milyar dolar civarında olduğunu, buna ek olarak zayıflama programları ve özel beslenme şekilleri için yine her yıl 30 milyar dolar civarında harcama yapıldığını göstermektedir. Diğer bir konu, obezitenin yol açtığı komplikasyonların neden olduğu iş gücü kaybıdır. Genel olarak obezite diğer hastalıkların yanında ulusal açıdan büyük bir sorun oluşturup, ülkelerin gelişme çabalarını engelleyebilmektedir (Wadden, 1993).

Birey ve toplum obeziteye karşı reaksiyon göstermektedir. Genellikle birey tarafından obezite bir hastalık veya estetik sorun olarak görülmektedir. Obez birey kendini sosyal ortamlardan soyutlamakta, iş bulmakta güçlüklerle karşılaşmakta veya çevresi tarafından reddedilmektedir. Medikal sorunlar daha ciddidir. ABD’de önlenebilir ölüm nedenleri içinde obezite sigaranın arkasından ikinci sırayı almaktadır (Wadden, 1993).

İsveç’de orta derecede obez 1000 hastada yapılan uzunlamasına bir çalışmada; vücut yağında hafif bir artış olması ile hipertansiyon, diyabet, safra taşları, böbrek taşları ve kardiovasküler hastalık gelişme riskinin arttığı görülmüştür. Bu risklerin derecesi, çevresel etmenler (diyet, sigara, alkol, stres gibi) ve genetikle ikiye katlanmıştır (Wadden, 1993).

Abdominal bölgede yağ dağılımı fazla bulunan android tip obezlerde hastalıklara yakalanma riski, periferik bölgede yağ dağılımı olan jinoid tip obezlere göre daha fazladır. Bununla beraber her iki türde de obezitenin komplikasyonlarının ağırlık kaybı ile iyileştiği veya önlendiği görülmektedir (Wadden, 1993).

Obezitenin morbidite üzerindeki etkisi, bugüne kadar yapılan pek çok bilimsel çalışmada kanıtlanmıştır. Obezitenin neden olduğu komplikasyonları şöyle sıralayabiliriz (Van Itallie, 1996; Anon, 1999);

Kardiyovasküler Sistem Hipertansiyon, koroner kalp hastalığı, serebrovasküler hastalık, derin ven trombozu, variköz venler

Respiratuar Sistem Solunum sıkıntısı Uyku apnesi

Gastrointestinal Sistem Hiatus hernia Hemoroid Herni

Kolorektal kanser Karaciğer yağlanması

Metabolik Sendrom Hiperlipidemi

İnsulin direnci Diyabetes mellitus Polikistik over sendromu Hiper aridrojenizasyon Menstruel düzensizlikler

Ürogenital Sistem Proteinüri

Göğüs kanseri Jinekomasti

Endometrial kanser Servikal kanser Prostat kanseri

Deri Mantar enfeksiyonları Sellülit

Lenf ödem

Ortopedik Sistem Osteoartrit, hiatus hernisi, gut

Endokrin Sistemi Hormon bozuklukları (büyüme hormonu ve prolaktin seviyesinde azalma), idrarda serbest kortizolde artış

Hamilelik Obstetrik komplikasyonlar, doğum ağırlığı

normalin üstünde olan bebekler

2.7.2.1.Obezite ve Diyabet

Diabetes mellitus, pankreasdan salgılanarak, kan şekerinin kullanımını düzenleyen insulin hormonunun yetersizliği sonucunda, karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmalarındaki bozulduklar seyreden bir metabolizma ve endokrin sistem hastalığıdır (Wadden, 1993; Baysal vd., 1999).

Yetişkinlikte ortaya çıkan diyabet sıklığı ile obezite derecesi ve süresi arasında ilişki vardır. Hastalarda genellikle diyabet öncesinde obezite görülmektedir (Wadden,

1993). İdeal ağırlığından % 20 daha kilolu olanlarda diyabet sıklığı % 8.0, ideal ağırlığın % 20.0 altında olanlarda ise bu oran % 2.0 bulunmuştur (Baysal, 1997). Tip 2 diyabetiklerin % 60.0’ı obezdir (BKI ≥ 29 kg/m2) (Koloğlu, 1983; Ersoy vd., 1995). Kırk yaş üzerindeki obezlerde diyabet görülme hızı % 21.4, 19–40 yaş arasında ise % 8.7 bulunmuştur (Koloğlu, 1983).

Obezlerde; yağ hücre sayısının artması, insulin reseptör konsantrasyonunun azalmasına - insulin rezistansı - neden olduğu gibi obezlerde, karaciğer ve kasta insulin reseptör konsantrasyonunun düşmesi, insulin sentezinin azalmasına, bu da insulin rezistansına neden olmaktadır. Ayrıca fazla kalori alımı ile dolaşımda artan glikoz, insulin reseptör konsantrasyonunun azalması nedeniyle hücre içine yeterli miktarda giremez ve kanda seviyesi yükselir. Bu durum pankreasın β hücrelerini stimüle eder ve insulin salınımı artarak hiperinsülinemiye neden olur (Arslan, 1992; Değirmenci, 2000; Ersoy vd., 1995). Genetik yatkınlığı olan obez bireylerde bozulmuş glikoz toleransı ile NIDDM’ in (insüline bağımlı olmayan diyabet) oluşum riski artmaktadır (Arslan, 1992).

Obezite ve diyabet arasındaki ilişki iki şekilde açıklanmaktadır;

1) Obezitede, periferik glikoz kullanımının bozulması sonucunda hiper- insulinemi oluşmaktadır.

2) Diyabet oluşumu için pankreasın β hücrelerinde kalıtımsal bir bozukluk olması gerektiği, obezitenin ise bu hastalığın ortaya çıkışını hızlandırabileceği görüşüdür (Değirmenci, 2000).

Diyet posasının az olduğu durumlarda, hiperglisemi ve hiperinsülinemi görülmektedir. Bol posalı diyetlerin, kan glikoz düzeyinde de düşmeye neden olduğu gözlenmiştir (Bray, 1991).

Obez kişilerdeki glikoz intoleransında vücuttaki yağ dağılımı önemlidir. Özellikle, kalça ve üst bedendeki yağ depolarının artması, glikoz intoleransında önemli faktördür. Bunun için, obez kadınlarda diyabet görülme oranı daha yüksektir (Jeanine vd., 1997).

2.7.2.2.Obezite ve Kardiovasküler Hastalıklar

Çağımızın en ölümcül hastalıklarının başında kalp ve damar hastalıkları geliyor. Erken ölümlerin çoğu koroner vakası olarak tanımlanan, kalp kaslarına kan akımını sağlayan damarlardaki dolaşım yetersizliği nedeniyle ani ölüm şeklinde ortaya çıkar (Erkan, 1998).

Kardiyovasküler hastalıklar % 43 ile ülkemizdeki ölümlerin ilk sırasında yer almaktadır. Kardiyovasküler hastalıklar için kan lipitlerindeki artış önemli bir risk etmenidir. Ayrıca bu lipitlerin ve kolesterolün fiziksel aktive arttıkça düştüğü ve beden kitle indeksi arttıkça yükseldiği, sigara içme ile ilişkili olduğu bu1unmuşur (Arslan vd., 1998).

Obezitenin koroner kalp üzerindeki etkisinin temelinde, kan yağlarının normal sınırların üzerinde olması yatar. Kanda aşırı miktarda bulunan yağ, damar sertliği oluşturarak koroner kalp hastalığı yapar (Anon, 2007).

Obez ve diyabetik bireylerde yüksek plazma insülin seviyesi hipertansiyon, lipit anormaliteleri ve ateroskleroz gelişimini tetiklemektedir (Defronzo ve Ferrannini, 1991).

Ayrıca obez bireylerde, vücuttaki yağ dokusunun artması, trigliserit metabolizmasının hızlanması, serum kolesterol düzeyinin yükselmesi, kalp-damar hastalıklarının gelişmesine neden olmakta ve bunun yanı sıra hipertansiyon görülme sıklığı da arttırmaktadır (Kömürcü, 1978).

Koroner kalp hastalığı riski açısından bedenin toplam yağ miktarından çok yağın dağılım önem taşımaktadır. Bedenin alt bölümlerine göre, üst bölümlerinde yağ toplanması kan lipitlerini özellikle LDL kolesterolünü, HDL kolesterole oranı ile kan basıncı ve trigliserid düzeyini yükseltmekte dolayısıyla koroner kalp hastalığı riski oluşturmaktadır (Heaney, 1991; Arslan, 1992). Koroner kalp hastalığından korunmak için BKl’nin 19–25 kg/m2 arasında tutulması, bel kalça çevresi oranının kadınlarda 0.85’i, erkeklerde 1.0’ i geçmemesi önerilmektedir (Heaney, 1991).

Obezite ile kardiyovasküler hastalıklar arasında uzun dönemde, hem erkek hem de kadınlarda kuvvetli bir korelasyon tespit edilmiştir. Katılanların 20 yıl süre ile izlendiği Framingham Kalp Çalışmasında vücut ağırlığı ile koroner kalp hastalıkları arasında kuvvetli bir ilişki bulunmuştur (Anon, 1999).

Obezite gerek erkek, gerekse kadınlarda koroner arter hastalığı (KAH) için bağımsız bir risk faktörüdür (Tüzün, 1997; Onat vd., 2000). Obezitenin KAH için bağımsız bir risk faktörü olduğu, inme, kalp yetmezliği ve ölümde artışa yol açtığı ifade edilmektedir (Onat vd., 2000).

Kardiyovasküller hastalık riskini azaltmada en önemli etkenlerden birisi kilo kaybıdır (Dattilo ve Kris- Etherton, 1992; Sperrof vd., 1996; Anon 2000a). Hafif ve orta derecede obez olan kadınlarda bile kroner hastalık riskinde artış görülür. Hemşireler Sağlık Araştırmasında (Nurses Health Study) obez kadınlarda kroner hastalıkların % 40.0’ının, çok obez kadınlarda ise % 70.0’inin nedeni aşırı kilo olduğu bildirilmiştir (Sperrof vd., 1996).

Yetişkin kişilerin henüz hiçbir risk ortaya çıkmamışken katı hayvansal yağlardan uzak durması, diyette sıvı yağlara ve balık yağına ağırlık vermesi koroner kalp riskini engelleyecektir (Anon, 2007).

2.7.2.3.Obezite ve Hipertansiyon

Ağırlık artışı ile karaciğer ve kasta insülin reseptör konsantrasyonu azalır. Bu da insülin sentezinin azalmasına dolayısıyla insülin direncine neden olur. Karaciğer ve kasta insülin reseptörleri azalınca glikozun kullanılma düzeyinde de bozulma olur. β hücrelerinden aşırı insülin salınımı ile hiperinsülinemi oluşur. Bu durum da damar, kalp ve böbreklerden sodyum geri emilimini arttırarak hipertansiyona neden olur (Landsberg ve Krieger, 1990).

Obez bireyler ağırlık kaybetmeye başladıkları zaman kan basınçlarının tuz alımından bağımsız olarak düşmeye başladığı saptanmıştır (Seidell, 1998). Kiloları normalin üzerinde olan bireylerde, herhangi bir hareketin yapılabilmesi normale göre daha fazla mekanik çalışmaya gerek duyar. Bu durum ise kalbin çalışma yükünü arttırmaktadır. Buna paralel olarak artan kan basıncı da kalbin çalışma yükünü ek olarak arttırır (Arslan,1982a). Bu durum orta yaştaki obez bireylerde kardiak bozukluklara, angina pektorise yol açmaktadır. Ayrıca obez bireylerde varis ve yağ kistinin de daha

fazla görüldüğü belirlenmiştir. Ağırlık kaybı ile kan basıncının düzelmesi genellikle kan volümünde ve kalbin kan pompalama gücünde azalma gibi hemodinamik etkilerin düzelmesi ile gerçekleşmektedir (Artan, 2003).

Obezlerde hipertansiyon görülme oranı zayıf kişilere oranla % 50- 300 oranında daha yüksektir. Hipertansiyon koroner arter hastalıkları için de önemli bir risk faktörü olarak kabul edilir. BKI >29 kg/m2 olan kadınlar 16 yıl boyunca izlenmişler ve bu kadınlarda kardiyovasküler rahatsızlıklardan ölüm, BKI < 21 kg/m2 olanlara göre dört kat fazla bu1unmuştur (Bozbora vd., 2002).

2.7.2.4.Obezite ve Kanser

Obez hastalarda bazı kanser türlerine daha sık rastlanmaktadır. Erkeklerde kolon, rektum ve prostat, kadınlarda reprodüktif sistem ve safra kesesi kanserlerinin insidansı daha yüksektir (Baysal, 1999; Anon, 2007). Obez kadınlarda endometrial kanser görülme sıklığındaki artışın nedeni yağ dokusundaki östrojen sentezinin artmasıdır. Bu artış yağ dokusunun miktarı ile doğru orantılıdır ve postmenapozal kadınlardaki temel östrojen kaynağıdır. Meme kanseri ise sadece yağ dokusu ile değil santral yağ dokusu ile de ilişkilidir (Baysal, 1999).

Kanser oluşumunda beslenmenin etkisi yadırganmayacak kadar fazladır. Kanser oluşumunda etkisi olan bazı beslenme alışkanlıklarını ve maddelerini şöyle sıralayabiliriz (Hosking, 1975);

1) Diyet posasının etkisi

3) Küf ve toksinlerin etkisi (aflatoksin gibi) 4) Pişirme yöntemlerinin etkisi (kızartmalar) 5) Tütün ve alkolün etkisi

6) Aşırı ve yetersiz beslenmenin etkisi

Hastalık riskini düşürmek için dikkat edilecek noktalar şunlardır (Hosking, 1975); * İdeal kiloda kalmak, bunun için günlük yeterli miktarda enerji almak,

* Total yağ alımını azaltmak, yağlı etleri, kızartmaları diyette en az miktara indirmek, * Kurubaklagillere daha fazla yer vermek,

* Alkol, sigara ve katkı maddelerinden sakınmak,

* Sarımsak, soğan, nane, maydanoz gibi antioksidan içeriği yüksek sebzeleri tüketmeyi ihmal etmemektir.

2.7.2.5.Obezite ve Osteoporoz

Kemiğin her ünite volümü başına düşen kemik dokusunun azalmasına osteoporoz denir. Burada kemiğin mineral ve matriks kaybı söz konusudur. Osteoporoza uğrayan kemiklerin kırılmaları kolaylaşır. Bu yönden osteoporoz hem tedavi hem de alınması gereken önlemler yönünden önemli bir hastalıktır (Akgün, 1989).

Obez postmenepozal dönemdeki kadınlarda serum östrojen düzeyi ile obezitenin düzeyi arasında pozitif ilişki vardır (Arslan, 1992). Menapozdan sonra östrojen salgısı azalır, bu da kemiklerde kalsiyum kaybını arttırır (Bouchard, 1993). Obezlerde hiperöstrojenizme bağlı olarak post-menapozal dönemde mortalite ve morbitite riski obez olmayanlara oranla daha yüksektir (Akgün, 1989).

Egzersiz kilo kaybını sağlarken , kemik mineral yoğunluğunu artırarak osteoporozu da önlemektedir (Zhang vd., 1992).

2.7.2.6.Obezite ve Psikolojik Sorunlar

Birçok kişi, obezitenin estetik görünümü etkilediğini, güzellik ölçülerinden uzaklaştırıcı olduğunu düşünmekte ve bu endişelerden dolayı, obeziteden kaçınmaktadır (Hosking, 1975).

Obez bireyler azalan sosyal aktiviteleri nedeniyle kendilerini pasifize etmekte, toplumdan soyutlanmakta, yalnız yaşamaya eğilim göstermektedirler (Kuskowska ve Rössner, 1990).

Obez bireyler, görünümlerinden dolayı mutsuz ve endişelidirler, bu durum ise çeşitli ruhsal hastalıklara yol açmaktadır (Kuskowska ve Rössner, 1990).

2.7.2.7.Obezite ve Deri Problemleri

Obezlerde cilt altındaki aşırı yağ dokusu terleme ve çabuk kirlenme yoluyla kıl foliküllerinin tıkayarak deri enfeksiyonlarına neden olmaktadır (Hosking, 1975).

2.7.2.8.Obezite ve Solunum Sistemi Problemleri

Obezite solunuma mekanik bir yük getirerek solunum işini artırır ve kilo fazlalığı önemli ölçüde ise kanda CO2birikmesi olur. Bunun sonucunda da hasta uykuya eğilimli bir duruma girer. Bu uyuklama durumu hastalığına” Pick Wick Sendromu (uyku apne sendromu) denir. Bu sendrom aşırı obezite, hipoksi, hipoventilasyon vital kapasitede azalma, ödem ile karakterize bir sendromdur (Peker vd., 2000).

Göğüs duvarında ve karın bölgesinde aşırı miktarda yağ birikmesi göğüsün solunum hareketini sınırlayabilir. Bazı solunum fonksiyonları o kadar bozulabilir ki, temelinde belirli bir akciğer ve kalp hastalığı olmadığı halde solunum ve kalp yetmezliği ortaya çıkabilir (Peker vd., 2000).

2.7.2.9.Obezite ve Metabolik Sendrom

Ağırlık artışı ile karaciğer ve kasta insülin reseptör konsantrasyonu azalır. Bu da insülin sentezinin azalmasına dolayısıyla insülin direncine neden olur (Landsberg ve Krieger, 1990). Metabolik sendrom 1960 yılından beri bilinen, patogenezinde en önemli neden olarak insülin direncinin bulunduğu bir sendromdur. İnsülin direnci insan vücudundaki tepkimelerin işleyişini bozduğundan ya da değiştirdiğinden beraberinde, obezite, dislipidemi, hipertansiyon, bozulmuş glikoz toleransı ve insüline bağlı olmayan diyabeti de gündeme getirmektedir (Öztütüncü, 1999).

2.7.2.10.Diğer Hastalıklar

Obezite tüm bu hastalıkların dışında safra kesesi taşı, gut, fıtık, gebelik toksemisi, mantar, trafik-ev ve iş kazaları, varis gibi rahatsızlıklara da neden olmaktadır (Tüzün vd., 1997).

Benzer Belgeler