• Sonuç bulunamadı

3. İnsan-ı Kâmil ile İlgili Semboller

3.1. İnsan-ı Kâmil

3.1.1. Ney Sembolü

Mesnevî’de geçen ilk sembolün insan-ı kâmil’i temsil etmesi dikkat çekicidir. Bununla Mevlânâ’nın kendi şahsını anlattığını da söyleyebiliriz.308 Mesnevî şerhlerinde ney; insan-ı kâmil’den başka Hz. Muhammed (s.a.v.)’in aziz maneviyatı, Hz. Âdem’in ruhu, Şems-i Tebrizi, âşık, sufi, gönül ve kalem gibi unsurlara benzetilmiştir.309

Mesnevî’nin bu bölümü bütün eserin kısa bir özeti olmak bakımından da hayli önemlidir. Zira insan’ın yeryüzündeki konumundan, varoluş amacına, ilahi aşktan insan-ı kâmil’e, tasavvufun ana konularını onsekiz beyitte kısaca çözümleyen Mevlânâ’nın eserine ‘Dinle’ diyerek başlaması da yine önem arz etmektedir. Mesnevî’nin klasik doğu edebiyatının geleneğine uyup Allah’a hamd-ü sena, Hz. Peygamber ve ehl-i beytine medh ve selâm ile başlamayıp, Kur’an-ı Kerim’in ilk kelimesi olan ‘Oku’ emrinin bir devamı ya da tefsiri niteliğinde ‘dinle’ emriyle başlaması dikkat çekicidir.

Kanaatimizce Mesnevî’nin ilk onsekiz beyiti, söz söylemek için önce duymak, dinlemek gerektiği mesajını verir. Demek ki, hakikat bilgisine ermek isteyen insan önce Allah’ın kelâmını ‘oku’ malı, ve ‘dinle’ melidir. Peki, kimi dinleyecek? İşte kâmil insanın rolü bu noktada başlar. Mevlânâ’nın ney ile sembolize ettiği, insan-ı kâmil, tasavvuf kültüründe mürşit olarak bilinen bu olgun kişi, Allah’ın mesajını anlatan, kendisi de Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanmış kişidir. Metinde ney, ayrılıklardan şikâyet etmektedir. Kamışlıktan kesildiğinden beri kadın-erkek, herkesin ağlayıp inlediği feryadı ile gönülleri yakmadadır. ‘Aslından uzak düşen, elbette vuslat zamanını arar, her toplumda ağladım,

307 Mevlânâ’nın Hz Muhammed(s.a.v.) ile ilgili görüşleri için bkz. Dilaver Gürer, age., s.263-270; İbrahim

Emiroğlu, ‘Mevlânâ’nın Hz. Muhammed (s.a.v)’e Sevgisi ve Bağlılığı’, www.sonpeygamber.info,

308

Ney’in üç şeyi sembolize ettiği söylenir: 1) İnsan-ı Kâmil 2) Mümin kişi 3) Mevlânâ’nın kendisi. Bu konuda bkz. Mustafa Kara, ‘Ney’e Dair’, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yay. 2004, Sempozyum Bildirileri, Konya, 2007, s. 11-30.

309Bkz. Şener Demirel, ‘Mesnevî’nin Türkçe Şerhlerinde Ney Metaforu’, Bildiriler, SÜMAM. Yay.

inledim, herkes kendi zannınca bana dost oldu, ama içindeki sırrımı kimse araştırmadı’ diyen ney, içindeki coşkunluğun aşk ateşinden kaynaklandığını söyler. Ney gibi bir zehir ve panzehir olmadığını dile getiren Mevlânâ, kimsenin ney gibi bir sırdaş olmadığını, onun gibi iştiyak çeken olmadığını ekler. Sonunda ham kişinin olgun kişinin halinden anlamayacağını söyleyip sözü kısa keser.310

Burada ney, daha önce de belirttiğimiz gibi, insan-ı kâmil’i temsil eder. Kamışlıktan kesilmesi Allah’tan ayrı kalmasını temsil eder. İnsan-ı kâmil, neyistân-ı ezelden, (Ayân-ı sâbite) âleminden bu dünyaya gönderilmiş, makam-ı kadimindeki feyizden mahrum kalmış, bağrı bu ayrılığın ateşiyle paramparça olmuştur.311

Ayrılığın en derinden hissedildiği anda insan özünü fark etme imkânı bulur. Bu nedenle insan-ı kâmil, ‘ayrılığın farkına varan’ kişidir. Ney’in feryadıyla vurgulanan hasret duygusudur.312

Bilindiği gibi, ney, içi boşaltılmış bir kamış olup, ancak bu şekilde ses çıkarabilmektedir. Bu da, kendinden geçmiş, nefsini Allah’ın birlik potasında eritmiş insanın Allah’ın ilahi mesajını insanlığa aktarması olarak düşünülmelidir. Ayrılıklardan şikâyetçi olması da, asıl vatanını özleyen ney gibi, insan-ı kâmil’in Allah’a olan özlemini, nazını, niyazını ifade eder. Divan-ı Kebir’de Mesnevî’nin ilk onsekiz beyitiyle aynı anlama gelen başka bir ifadede ney, dertlerle içi delik deşik edilmiş, aşk ateşiyle yanmış bir halde, mana âleminin tercümanı olan bir sembol olarak karşımıza çıkar.313

Bunun yanı sıra, Mesnevî ve Divan’ın birçok yerinde ney sembolünü kullanan Mevlânâ, Allah’u Teâlayı bu neye nefes üfleyen neyzen’e benzetir.

Neyzen ney üfler. Fakat bu nefes ve bu nefesten çıkan ses, neyin midir, neyzenin

mi… bu ses, neyin harcı mı, neyzenin harcı mı? Kendine gel beni dinle! Tanrıyı övsen de bu övünüşünü çobanın lâyık olmayan övüşü gibi bil, öyle tanı…”314

İnsan-ı kâmil’i temsil eden neyin inlemesine sebep olarak ‘ayrılık’ unsuru ön plana çıkmaktadır. Şehâdet âlemi varlıkla mevcuttur. Kendi varlıkları bakımından hiçbiri var olamaz. Mutlak Varlıkların sıfatlarının, eserlerinin, hükümlerinin, kudretinin, yaratıcılığının mazharları olmak itibariyle mevcut sayılırlar. Mutlak Varlık, her an zâtı itibariyle bütün sıfatlardan münezzeh olduğu halde, bütün sıfatlar, zatında sabittir. O, her şeyden mukaddes

310 Mevlânâ, Mesnevî, 1/1-18. 311

Tahir-ül Mevlevi, Şerh- i Mesnevî, C.1, s. 51.

312 Fulya Bayraktar, ‘Mevlânâ’da Ney Metaforu’, Uluslararası Mevlânâ Mesnevî, Mevlevihaneler

Sempozyumu Bildirileri, MAKSAD Yay. Manisa, 2006 s. 151.

313

Mevlânâ, Divân-ı Kebir, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1943, s. 18.

ve münezzehtir. Hatta O’na ‘mutlak’ demek bile onu kayıtlamaktır, fakat anlatabilmek için bu zaruri bir kullanımdır.315

Mevlânâ’ya göre, kâinat, Hakk’ın sıfatlarının mazharıdır; fakat Zât’ı değildir. İnsan-ı kâmil de kâinatın özü olmak bakımından, Hakk’ın sıfatlarının tecelligâhıdır. Onun ezel âleminden kopup gelişi, bu dünyada bir bakıma gurbette olması, tekrar dönüş için yakıcı bir unsur haline gelmektedir. Ancak bu âlemde iken kendi varlığının sırrını anlamış, Hakk’ın ona bahşettiği iradeyi yine O’na teslim etmiş insan için bu ayrılığın ve acının vuslatı müjdeleyen bir tadı vardır. İnsan-ı kâmil işte o tadın lezzetiyle sarhoş olmuştur. Beyitlerde geçen şarabın coşkunluğu, bunu anlatmaktadır.

Neyin hem zehir, hem panzehir oluşuna gelince, bundan önceki bölümde içine yılan giren adam hikâyesinde olduğu gibi, mürşit kişiyi kurtarmak için onun başta türlü belalara gark olmasına ses çıkarmaz. Yılanı çıkarmak için adama eziyet emrinin hali gibi, önce nefse hoş gelmese de, aslında onun amacı insanı içindeki düşmandan kurtarmak, selamete erdirmektir.

‘Gamımızla günler geçti, günler yanışlarla eş kesildi de yandı gitti’316

beyitiyle olgunluğa ermenin sabır ve zamanla olacağına işaret eden Mevlânâ, zamanın bir amaca hizmetkâr kılındığını söyler gibi, ‘Günler geçip gittiyse, gitsin, korkumuz yok’317 der. Zaman esasen zihni bir mefhumdur. Geçmiş zaman, ancak hatırada, zihinde vardır; gelecek ise ufuk gibidir, ulaşmaya imkân yoktur. Hâl denen, içinde bulunduğumuz zaman ise akar gider ve geçmiş olur. Gerçekliği olmayanın geçtiğine acımak gibi, geleceği de özlemek boşunadır.

Mevlânâ, “Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı.

Ham pişkinin halinden anlamaz, öyle ise sözü kısa kesmeli vesselâm”318

diyerek kâmil insanı, onun şahsında kendini de suya kanmayan balık gibi görür ve ham kişinin kâmil insanı anlayamayacağını söyleyerek, sözü kısa keser. Allah’u Teâla ve insan arasındaki münasebetle ilgili sembolik bir anlatımda Mevlânâ’nın Allah’ı su ile, insanı susamış kimseyle temsil ettiğini görmüştük. Buradaki maksat, kendi benliğinden kurtulup, kendini gerçek varlık denizine atan kişidir. Böyle bir insanın yaşayışı, su iledir, sudan çıkması ölümü demektir. İnsan bu bakımdan suya kanmaz, Allah’ın tecellilerini izlemeye doymaz.

315 Mevlânâ, Divân-ı Kebir, s. 20. 316 Mevlânâ, Mesnevî, 1/15. 317

Mevlânâ, Mesnevî, 1/16.

“Kum bile suya doydu da ben doymadım. Bu dünyada şu güçlü yayımı çekecek, gerçek bir kişi bile yok”319

diyen Mevlânâ, kendi eliyle yazdığı bu bölümü kısa tutmak ister, zira bu merhaleden sonra iş, kâl işi değil, hâl işidir. Sözü onsekiz beyitle bitirmek isteyen Mevlânâ öyle görülüyor ki, Allah’ın kendisine üflediği nefesle ve aşk coşkunluğu ile altı ciltlik bir eseri söylemekten kendini uzak kılamamıştır.

Buraya kadar insan-ı kâmil’in birkaç farklı açıdan ney ile sembolize edildiğini görüyoruz. Kamış’ın ney halini alıncaya dek geçirdiği merhalelerden başlayarak: Ana vatanından, özünden ayrılmış olması içinin dağlanarak boşaltılması, nihayet ateş ile yakılması, kamışın ney halini aldıktan sonraki dönemde kendi başına bir ses çıkarmaması, hatta herhangi biri dahi üflese, istenen sesin çıkmaması, bizi ilgilendiren noktalar oldu. Ney, ancak ehli tarafından üflenirse hoş bir ses çıkartır ve sesi genel itibariyle hüzünlü olup, sonsuzluk, ayrılık, özlem gibi duyguları çağrıştırır. Doğal yapısı itibariyle sarı renkte olan ney, aşk acısı çeken insanın sararmış, solmuş halini anımsatır. Bunun gibi birçok noktada kâmil insanla sıradan insanlar arasındaki farka dikkat çekmek isteyen Mevlânâ, bunu sembolik bir dille dudu kuşu hikâyesinde anlatır.