• Sonuç bulunamadı

3. İnsan-ı Kâmil ile İlgili Semboller

3.1. İnsan-ı Kâmil

4.1.3. Dudu Kuşu

Bir tacirin kafeste beslediği güzel bir dudu kuşu vardır. Ancak dudu halinden memnun değildir. Tacir iş için Hindistan’a gidecek olur ve dudusuna ‘Sana ne getireyim?’ diye sorar. Dudu kuşu, ‘Oradaki duduları görünce benim halimi anlat; onlar orada hür iken, ben böyle kafesteyim; dostların vefası böyle mi olur?’ diye cevap verir. Tacir, de Hindistan’da gördüğü kuşlara dudusunun selamını iletir. Bunu duyan dudu kuşları hemen oracıkta oldukları yere bayılıp düşerler. Tacir buna bir hayli üzülür. Yurduna döndüğünde, olanları anlatır, bunun üzerine kendi dudusu da titreyip düşer, kaskatı olur. Adam çok sevdiği dudusuna ağıtlar yakar, diller döker ve onu kafesten alır. Dudu kafesten kurtulunca hemen uçup yüksek bir ağacın dalına konar. Artık tamamen özgürdür. Sahibine veda eder ve gider. Bunu gören tacir: ‘Benim canım neden dududan aşağı olsun? Can dediğin de böyle bir iz izlemeli. Ten kafese benzer. ‘Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir’ der ve kendi adına dudu kuşundan bir ders çıkarır.393

390

Mevlânâ, Mesnevî, 6/730-732.

391 Metin Yasa, Din Felsefesi Açısından Yunus Emre’de Aşk Yaradılış Kendi Olma, Ankara Okulu Yay.

Ankara, 2002, s. 84.

392

Mevlânâ, Fihi Mâ Fih, s. 82.

Tüccar ile papağanın hikâyesinde Fenâ-beka kavramları somut bir şekilde ele alınmıştır. Papağan, kafesin içinde her ne kadar iyi beslense, rahatı sağlansa da kafesin içinde hapsolmak onun tabiatına aykırıdır ve kafesi altından dahi olsa, nihayetinde esirdir. Kafeste hayat sürdüğü müddetçe diğer hür papağanların yaptığı gibi ait olduğu tabiata kanat çırpması mümkün olmayacaktır. Sahibi onu seviyor görünse de, onun sevgisi papağan kafeste durduğu müddetçedir. Mevlânâ’nın eserlerinde birçok yerde insanı temsil eden papağan, bu kez kafesinden kurtulmayı başarır ve ait olduğu mekânlara doğru kanat açarak insana konuşmadan, yalnızca ‘ölerek’ ders verir.

Hikâyedeki papağandan örnek alarak fenâya ermek isteyen kul, öncelikle kendisini Hakk’tan uzak kılan dünya kafesinden kurtulmalıdır. Bunun aksine bir tavırla dünyadaki rahat ve huzura konarsa, onu bekleyen sonsuz huzurdan haberi bile olmayacaktır. Dikkat edilirse, hikâyede dudu kuşu kendisini kafeste huzursuz hissetmiş ki sahibinden diğer dudu kuşlarına halini anlatmasını istemiş, sahibini vesile kılarak, kendi gibi olan canlardan yardım istemiş, özgürlüğüne onların rehberliği ile kavuşmuştur. Kafesteki kuşun halini duyan kuşlar ise, mesajlarını kal (söz) ile değil, hal (yaşayış) ile vermişlerdir. Bu, kâmil insanların da kullandığı eğitim metodu olarak daha önce karşımıza çıkan bir anekdot olarak tekrar etmiştir.

Kamil insanın fenâfillâh’a ermesi, sözle değil, hal ile diğer insanlara örnek olmuş ve birliğin esaslarını öğretmiştir. Birlik esasta ezeli hayata hür bir iştiraktir. Hür bir kimse baştanbaşa Allah’ın tecellisine mazhar olan ruhtur. Bu hal, nefsin, sonsuzun ilgileri içinde tam olarak erimesi, ya da tam bir hürriyet hissi veren sonsuzun otoritesiyle iş görmesi olarak tanımlanabilir.

Bu mertebede insan en yüksek seviyesine ulaşmış, aşk ve hürriyetine kavuşmuş, nefs yeniden yapılmış ve kendi kendisiyle birleşmiş ve yeni maksatları için daha güçlü bir kuvvet olarak hazır duruma geçmiştir.

Sufi farkında olma âleminden farkında olmama âlemine geçiş olarak tanımlanabilecek, aklın müdahale etmediği bu alanda kalmayıp, daha da ötesine ulaşabilir. Gerçek benliğini ‘ben’ olmayışta bulan bir kimse artık geri bir adım atmaz ve bu mertebeden sonra tekrar eski haline dönen sufiye pek rastlanmaz. Kafesten uçan kuşun tekrar kafese geri dönmediği gibi, Allah’ın varlığında kaybolmuş kişinin kafasını sudan kaldırması pek olası değildir.

Beka, bir anlamda bilinçaltının sınırlarını aşmak ve sırlarını açığa çıkarmaktır. Yani Mevlânâ’nın da belirttiği gibi sahte bilgilerden, vehimden, hayallerden, putlardan,

bunun gibi hakikate engel olarak her şeyden bilinci temizlemek ve kendindeki hakikate ayna olacak kadar berrak olmaktır.

Ruhun safâ kesbedebilmesi için bedenin, daha doğrusu ondaki mevhum benliğin erimesi lazım gelir.394

Kalp; kötü huylardan, hırstan, yersiz üzüntü ve sevinçten, dünyalık, pişmanlık ve ümitten bağını kestiği müddetçe temizlenir, asıl ev sahipliği yapması gereken değerlere mekân olur. Böylece ruh ve kalp ilahi nur’a mekân olur. Bunun için Mevlânâ, sufinin Allah’a olan yakınlığı göklerde değil, kendi içinde aramasını tavsiye eder. O, bu varlık düzeylerinden her birinin salikin kendisini yükseltmesine yardım edeceğine inanır.

İnsanın fiziki ölümden evvel ölmesi, sadece nefsi arzularından arınmakla mümkün olmayacaktır. Fenâfillâh söz konusu olacaksa, Tanrı-insan münasebetinde insanın bu ikiliği ortadan kaldırması zaruridir. Bu da ‘ben’ in yani ‘ego’nun erimesiyle olacaktır. Çünkü üstün bir sevgiyle Rabbine bağlanan kişi için ondan başka varlık yoktur ve kendi varlığı insana perde olur. Mevlânâ benliği bir muma benzetir ve mumun eridikçe etrafa daha çok ışık verdiğini hatırlatır. Benlik de zayıfladıkça Hakk’ın ışığını daha iyi yansıtacaktır.395

Zaten varlığımız vaktiyle yine O’ndan gelmiş olmakla bir ayrılık sebebidir ve bu dünyada Hakk’ı görmemize bir engel, başlı başına bir perde olmuştur. Bu nedenle, Mevlânâ’nın ‘ben’i nasıl yorumladığına bakmak gerekir. Ona göre benlik yanlışlıkların ve kötülüklerin kaynağıdır. Bunu daha iyi anlamak için, kurt tilki ve aslan timsalleri üzerine kurulu hikâye bize yardımcı olacaktır.