• Sonuç bulunamadı

Üç Balığın Hikâyesi

3. İnsan-ı Kâmil ile İlgili Semboller

3.1. İnsan-ı Kâmil

4.1.2. Üç Balığın Hikâyesi

Bu üç balık birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Bunlardan biri ileriyi düşünen, biri aklı tez eren, diğeri de kadere boyun eğen balıklardır. Bir gün birkaç balıkçı gelip balıkları görür ve balıkları yakalamak için ağ getirmeye giderler. İçlerinden aklı tez eren, kurtulmak için kendini ölü gösterir. Karnını yukarıya, sırtını aşağıya verip iradesiz bir şeklide, kendini suya bırakır. Onun bu halinden ölü olduğunu sanan balıkçılar, onu alıp bir kenara atarlar. Balık çırpınarak tekrar su kenarına gelir ve suya atlar. Diğer balıklar kurtulmak için sağa sola çırpınırken, ağa takılırlar ve balıkçılara av olurlar. Kendisini ölü gösteren balığın hali

376 Mevlânâ, Mesnevî, 3/2683. 377

Mevlânâ, Mesnevî, 1/3040-3041.

fenâfillâh’a işaret eder ve Hz. Peygamberin ‘ölmeden önce ölünüz’379

hadis-i şerifini hatırlatır.380

“Ey yiğit, ölmeden önce ölüm emniyettir… Bize Mustafa böyle buyurdu.

Dedi ki; Size ölüm, sınamalarla gelmeden hepiniz ölün.”381

Mevlânâ, anlattığı hikâye ile kulun cismani ölüm gelmeden evvel manevi anlamda dünyanın nimetlerine ve insanın kendi benliğine karşı ölü gibi olmasını öğütler. Kişi kendi sıfatlarından sıyrılıp Allah’ın sıfatlarına büründüğünde kendi iradesinden sıyrılarak Allah’ın iradesine teslim olur ki, bu ona Allah’ın bir ihsanıdır. Ve bu ihsan sayesinde kişi kendi nefsine itibardan kurtulur.

Bu manada fenâ akidesini telkin ederek, bir kimsenin sürekli olarak Allah’ı, kulu namına bütün bu fiillerin faili saymak suretiyle, insanın kendi fiil ve ibadetlerine güvenmemesini öğütler. Bu konuda Mevlâna ilahi zekânın bulunduğu yere doğru gitmenin ayrılık alevinden kaçıp kurtulmak olduğunu söyler.

Mevlânâ, buna örnek olarak Hz. Ebubekir’i gösterir ve: “Birisini, yeryüzünde bu

sıfatlara bürünmüş gezip duran bir ölüyü görmek istersen tertemiz Ebubekir’i gör ki o doğruluğu yüzünden mahşere varmış, haşrolmuş kişilerin ulusudur. Bu âlemde Ebu Bekir Sıddık’a bak da haşri daha iyi tasdik et”382

der.

Mevlânâ Fenâ-beka konusunda ahkâm kesmediğini, mevzuya hâkim olduğunu belirterek şöyle der:

“Nitekim bende ölmeden öldüm de bu sesi, bu şöhreti o taraftan aldım,

getirdim.’’383

Kendisinin bu makamı yaşadığını, bu tür konularda hikâye anlatmadığını vurgulamak isteyen Mevlânâ, nefsini Allah’ın iradesine teslim etmek isteyen kişiye ölümü hatırlatır:

“Yarabbi de; Senin öğütlerine karşı kulağım sağırdı. Put kırıyorum diye

davadaydım ama put yapıyormuşum meğer. Senin yaptığın şeyleri, Senin sanatlarını anmak mı farzdır, ölümü anmak mı? Şu ölüm yıllardır davulcağızını döver durur da senin kulağın vakitsiz ve yersiz oynar! Ölümün, nara atmadan boğazı yırtıldı, sesi tutuldu, dövüle dövüle

379 Bkz. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2,29. 380 Mevlânâ, Mesnevî, 4/2260-2272. 381 Mevlânâ, Mesnevî, 4/2272-2273. 382 Mevlânâ, Mesnevî, 6/747-749. 383 Mevlânâ, Mesnevî, 6/755.

davulu patladı! Sense kendini ince şeylere verdin, ne sesini duydun ne davulunu! Fakat ölümün ne demek olduğunu şimdi anladın işte!”384

Ölüm bilhassa, başka bir varoluş tarzında yeniden doğmaktır. İşte bunun içindir ki ölüm ergenlik, yeniden doğum ve diriliş sembolizmi ile devamlı ilişki halinde bulunur.385

Sonsuz yaşam, ölümden sonra yaşamın devam etmesi demek değildir. Sonsuz yaşam; geçmiş, şimdi ve geleceğin ötesindedir. Sadece Tanrı tek başına sonsuzdur. Ölümden sonra yaşam düşüncesi varlığın ontolojik yapısına uymadığı halde, insan ölümden sonra yaşam fikriyle sonsuzluğa iştirak etmek ister.

Mevlânâ’nın fenâfillâh anlayışını anlatırken, fiziki ölümü nasıl yorumladığına da açıklık getirmek gerekir. O’nun tasavvuf felsefesinde ölüm, hayat fonksiyonlarının bitmesi demek değildir. Bu ölümden diğer âleme göçüş, sadece bir elbise değiştirmek gibidir.386 Ona göre bu âlemde yapılacak işler başkadır. Örneğin, savaşa giden insan savaş elbisesi giyer, silah kuşanır, miğfer kullanır. Barış zamanı ise bunlara gerek yoktur. Farklı kıyafetler giyer.387 Bizim bu dünyadaki bedenimizle ölümden sonraki boyutumuzu savaş-barış zamanında giyilen kıyafetlerle sembolize eden Mevlânâ, insanların birbirlerini sadece savaşta görüp o haliyle hatırladıkları gibi, bir birimizi sadece bu âleme ait bedenimizle hatırladığımızdan bahseder. Ölümle birlikte ruhun bedenden ayrılması, başka bir sembolik ifadeyle anlatılır.

Biri bir yerde yüzüğünü kaybetse, sonra aramak için tekrar aynı yere gelir. Hâlbuki yüzük artık orada değildir, çoktan kaybolmuştur. Fakat kişi yüzüğünü en son gördüğü yerde arar. İşte geride kalanların mezarları ziyaret etmesi, insanların sevdiklerini hiçbir şeyden haberi olmayan toprakta aramaları da bunun gibidir. Beden orda olsa da, ruh çoktan gitmiştir.388

“Bir haylidir can çekiştin ama hâlâ perde ardındasın. Çünkü bir türlü ölemedin,

hâlbuki ölüm, asıldı. Ölmedikçe can çekişmen, sona ermez. Merdiven tamamlanmadıkça, dama çıkamazsın.”389

“Topuzu kendine vur da benliğini darmadağın et. Çünkü bu ten göze, kulağa

tıkanmış pamuğa benzer. Ey akıllı fikirli er, sevgiliyi perdesiz görmek istiyorsan ölümü seç

384 Mevlânâ, Mesnevî, 6/770-776. 385

Sadık Kılıç, age., s. 319.

386 Mevlânâ, Fihi Mâ Fih, s. 97. 387 Mevlânâ, Fihi Mâ Fih, s. 97. 388

Mevlânâ, Fihi Mâ Fih, s. 33.

o perdeyi yırt. Fakat ölür, mezara gidersin hani, o ölümü değil. Seni değiştiren, nura götüren ölümü seç.”390

Sufilere göre, mutlak hakikate, (Allah’la) O’nunla bir bütün olunca erişilebilir. ‘Ben’ ve ‘O’ birbirinden ayrı olduğu sürece ‘Ben’ in ‘O’na ulaşması söz konusu değildir. Bunun için nefs-i emmarenin terk edilmesi, vuslat ve yetkinlik için üstün bir iştiyak ve çaba gerekmektedir. Nefsin öldürülmesi tezi ile doğrudan ilişkili olan fenânın tasavvuf literatüründeki gelişimine bakıldığında, nefsin ölümünü bir grup sufi, fiziksel ve psikolojik yıpranma ya da deyim yerindeyse aşağılanma şeklinde anlarken, çoğu sufi ise aynı tezi ben merkezli kişiliğin yok edilmesi şeklinde anlamıştır.391

Burada unutulmaması gereken husus benliğin fenâya erdikten sonra, kulun iradesine bir varlık olarak devamını sürdürmesi değil, fenâ’dan beka makamına geçmesidir. Bu nedenle bekanın hakikatine ulaşmak isteyen kişi, kendi bağlarından kurtulup, mutlak özgürlüğe kavuşabilir. Bunu başaracak kimsede belli bir cevher olması gerektiğini savunan392 Mevlânâ, bu cevheri Allah’ta fani olmak için işlemeyi uygun görür. Bağlarından kurtulup mutlak özgürlüğe kavuşan kimseyi Mevlânâ yine bir dudu kuşu ile sembolize eder ve fenâ-beka makamlarını işlediği sembolik örgüyü şöyle anlatır.