• Sonuç bulunamadı

Neoklasik model, bugün tasarlandığı gibi, Ramsey (1928), Solow (1956), Swan (1956), Cass (1965) ve Koopmans (1965) tarafından geliştirilmiştir. Nobel Ödülü'nü 1987 yılında kazanan Robert Solow, neoklasik modelin ilk düşünce imajıdır. 1956'da "Ekonomik Büyüme Teorisine Katkı" başlıklı makalesi, kişi başına düşen büyümenin kaynağını, yatırılan teknik sermaye miktarına atfetmektedir (makine, ekipman, yazılım, altyapı vb.). Kişi başına düşen yatırım, kişi başına düşen mevcut sermayenin amortisman miktarını aştığında, işçiler hem daha verimli ekipmana sahiptir hem de daha fazla üretebilmektedir. Kişi başına sermaye arttığında üretim artar, ancak, orantılı bir biçimde artış göstermez (azalan getiri ilkesi). Bu bağlamda, kişi başına düşen sermayenin artırılması halinde, kişi başına üretiminden daha az bir şekilde büyüyeceği bir durum söz konusu olacaktır. Kişi başına düşen büyüme sona erecektir. Solow, durağan durumu açıklamıştır. Durağan durum, sermayenin nispi maliyetine bağlıdır. Eğer sermayenin nispi maliyeti azalırsa (işgücü maliyetindeki artış, firmaları, sermaye faktörünü iş yerine ikame etmek yönünde teşvik edecektir), kişi başına yatırım, yeni bir durağan duruma ulaşana kadar artacaktır. Solow'un modeli, neoklasik varsayımlara dayanmaktadır: Tüm tasarruflar yatırıma dönüşür, verimlilik düzeyleri azalır, iş için sermayenin ikamesi söz konusudur (birbirinin görece maliyetine bağlı olarak), rekabet olgusu düstur edinilir, tekel, kiralarının varlığını önlemektedir (Murat, 2001). Ayrıca birkaç önemli gerçekler hakkında rapor etmektedir:

Bir ülkenin üretim seviyesi, oradaki kişi başına yapılan yatırımla belirlenmektedir. Durağan durum seviyesine ulaşılmadığı sürece, ek bir yatırım her zaman ekonomik büyümenin bir üreticisidir. İki ülke arasında, daha az yatırım yapan ülke daha az büyümektedir (Zaki, 2013: 4). Daha sonra ekonomik büyümelerini en geç başlatan ülkelerin yakalanma olaylarını açıklamaktadır. Bu model tarafından benimsenen hipotez, bu, yakınsama özelliğidir (GSYİH / kişi başı seviyesi ne kadar düşükse, beklenen büyüme oranı o kadar yüksektir). Solow modeli, iyimser bir mesaj

28 vermektedir: Daha fazla yatırım yapan ülkelerin, yüksek ekonomik büyüme yaşama ihtimali de artmaktadır. Uzun vadede, yakınlaşmaya doğru ilerlemektedir, çünkü durağan duruma yakın olan tüm ülkeler, belirli bir yatırım oranı için, daha az yakın olan ülkelerden daha düşük bir büyüme oranına sahip olmaktadır (Etudier, 2011: 2). Eğer tüm ülkeler aynı durumda olsaydı, en fakir ülkelerin büyümesi en zengin ülkelerinkinden daha hızlı gerçekleşirdi. Bütün ülkeler heterojen ise (tasarruf eğilimi, teknolojiye erişim, doğurganlık oranı ...), yakınsama sadece belirli koşullar altında gerçekleştirilecektir: uzun vadeli büyüme oranı, kişi başına düşen başlangıç GSYİH'dan denge durumuna kıyasla düşük olmasıyla birlikte daha yüksektir. Yakınsama özelliği, sermayedeki azalan getirilerin varlığına bağlıdır (Diemer, 2004: 99). Daha düşük sermaye / işçi seviyesine sahip olan ekonomiler (uzun dönem seviyesine göre), daha yüksek denge ve büyüme seviyelerine sahip olma eğilimindedir. Bu, koşullu yakınsamadır. Çünkü, sermayenin ve üretim/işçinin denge düzeyleri, tasarruf eğilimine, nüfus artış hızına bağlıdır (Lordon, 1991: 221).

Solow'un modelinde, genel olarak altın kural olarak adlandırılan konu vurgulanmıştır. Altın kural, kişi başına düşen sermaye ile ilişkili tasarruf oranını belirlemekten öte kişi başına düşen en büyük tüketimin sağlanmasına dayanmaktadır (Gilles, 2015: 33-39). Bu tasarruf oranı, marjinal verimliliğin, ekonominin büyüme hızına eşit olan bir sermaye oluşumuna yol açacak şekilde gerçekleştiği oranı temsil etmektedir. Böylece, altın kural, şu şekilde oluşmaktadır: sermayenin marjinal verimliliği = ekonominin büyüme hızı. Reel faiz oranının, sermayenin marjinal üretkenliği4 ile verildiğini varsayarsak, altın kuralı şöyle olur: Reel faiz oranı = Ekonominin büyüme oranı (Repères, 2011: 3).

Son olarak, neoklasik model, beşerî sermayenin her biçimini kapsayacak şekilde fiziksel mal çerçevesinin ötesine geçer: eğitim, deneyim, sağlık düzeyi…vb (Lucas, 1988). Eğer ekonomi, beşeri sermaye ve fiziksel sermaye arasında sabit bir denge oranına doğru eğilim gösterirse, bu oran başlangıçta uzun vadeli değerinden sapabilmektedir. Bu boşluğun büyüklüğü, ürünün / sakinlerin denge seviyesine yaklaşma hızını etkileyecektir. (Örnrğin: yüksek beşerî sermaye/fiziksel sermaye oranı). Dolayısıyla, bir ekonominin büyüme oranı, beşerî sermaye olacağı için kişi başına düşen üretim düzeyine duyarlılık yüksek olacaktır. Bu nedenle, beşerî sermayeye yatırımı teknik sermayeye yatırıma yapan Solow modeli hem bazı

29 ülkelerin yakınlaşmasını hem de yoksul ülkeler ile zengin ülkeler arasındaki artan küresel eşitsizlikleri açıklamaktadır. Yakınsama, ülkelerin beşerî sermaye ve teknik sermayesindeki yatırım çabalarından kaynaklanır (Mankiw, Romer ve Weil, 1992). Ancak Solow'un modeli, kişi başına düşen ekonomik büyümenin yavaş yavaş azalacağını ve sonunda büyümenin durması gerektiğini düşünmüştür. Böylece sürekli teknolojik yeniliklerin yokluğunda, kişi başına düşen ürün düzeyinin büyümesi duracaktır (azalan getiriler ve sınırlı büyüme varsayımının uygulanması: Ricardo ve Malthus). Gözlemler, ekonomik büyümenin daha yavaş bir hızla ilerlediğini ve tüm gelişmiş ekonomilerde önemli bir faktör olduğunu göstermektedir (Murat, 2001).

1950'ler ve 1960'lar boyunca, teorisyenler, karşılaştığı sınırları fark ederek, bu zorluğun üstesinden gelmek için, emek ve sermayenin yanı sıra, uzun vadeli büyümeyi açıklamak için üçüncü bir faktör olan “teknik ilerleme” ile bütünleşmeye çalışmışlar. Bu faktör biraz özel bir nitelik teşkil eder. Çünkü, emek ve sermayenin üretkenliğini arttırmaktadır. Bazıları bunun "gökten düştüğü" sanılan bir faktör olduğunu söyleyecektir, işin ve sermayenin nereden geldiği bilinmektedir (emek ve sermaye katkıları), ki bu teknik ilerleme için çok daha az doğrudur. Bu nedenle, ekzojen, teknik ilerlemenin adı olarak verilmiştir. Sonuç olarak, kişi başına uzun vadeli büyüme oranı, tamamen eksojen bir değişken tarafından belirlenmesi gereken teknik ilerleme oranıdır. Aynı zamanda uzun vadeli büyüme oranı ve nüfus artış hızı eksojen verilere de bağlı olduğudan dolayı uzun vadeli büyümeyi açıklayamayan bir model ile sonuçlanmaktadır. Ancak, sadece kişi başına düşen ürün, durgunlaşma eğiliminden, olağanüstü teknik ilerlemenin bir sonucu olarak önlenebilmektedir (pozitif dışsallıklar yaratmaktadır). Takip eden yılların çalışmaları, teknik ilerleme teorisini önererek uzun vadeli büyümeye bir çözüm sunmaya gayret etmiştir. Bu çerçevede, rekabet hipotezleri bazı değişikliklere tabi tutulmuştur: Rekabetçi olmayan minimum aktivite (kamu mallarının özelliği), üretim faktörlerinin sabit getiri varsayımlarının varlığı (vasıfsız emek, sermaye, arazi) gibi hususların değiştirilmesi gerekliliği ortaya koyulmuştur (Diemer, 2004: 100). Arrow (1962) ve Sheshinski (1967) keşiflerin, üretimden ya da yatırımdan elde edilen modeller sonuçları önermişlerdir. Her keşfin ekonomi üzerinde doğrudan etkileri olduğunu göstermişlerdir. Örenegin: Solow'un modeli, beşeri sermayeye yatırım kavramını entegre ederek zenginleştirmiştir. Gregory Mankiw, David Romer ve David Weil'in (1992) öncülüğünde, beşeri sermayeye yapılan yatırım kavramı, kısa vadeli bir yatırım olarak kabul edilmiştir. Eğer eğitim sayesinde, vasıfsız

30 işgücünün daha yetenekli hale dönüştürülmesi ve böylece, karmaşık ekipmanların daha iyi bir şekilde kullanılması mümkün kılınabilirse, ülkenin teknolojik gelişmişlik düzeyi aynı zamanda büyüme oranının hızını ve durağan durumunu da artırabilecektir. Kuşkusuz bu model, durağan duruma yaklaştıkça büyümenin yavaşlamadığını açıklamak için ekzojen teknik ilerlemeye dayanmaya devam etmektedir. Bununla birlikte, beşeri sermayeye yapılan yatırım, bu teknik ilerlemenin bir kısmını korumaya yardımcı olmaktadır (Stéphanie, 2009: 1). Bu problemde eğitim, beşeri sermayenin katkısını daha etkili hale getirmektedir. Dolaysıyla, Solow'un teknik ilerleme modeline ihtiyaç duymadan ekonomik büyümeyi teşvik etmeye katkı sağlamaktadır. Maddi yatırımlardan farklı olarak, beşeri sermaye yatırımı büyümenin yavaşlamasını engelleyen istikrarlı geri dönüşler üretmektedir. Yani, ilave olan her eğitim yılı, aynı orandaki iş verimliliğini artırmaktadır. Durağan durum, yaklaştıkça geri çekilmektedir (eğitim seviyesinin yükselmesi koşuluyla). Bununla birlikte, Solow'un zenginleştirilmiş modelinde bile, ekzojen teknik ilerlemenin rolü devam etmektedir (Henin, Ralle ve Pierre, 1994).

Benzer Belgeler