• Sonuç bulunamadı

Nahiv Usûlünde Kıyasın Delil Oluşu

B. Kıyasın Delil Oluşu

2. Nahiv Usûlünde Kıyasın Delil Oluşu

Kıyas nahvin esaslarını koyan ilk nahivcilerden itibaren kullanılagelmiştir. Bunların başında da Ebü’l-Esved ed-Düelî (v. 69/688) gelmektedir. İbn Sellâm (v.

584 Râzî, el-Mahsûl, IV, 432; İbn Neccâr, Muhtasarü’t-Tahrîr, IV, 105-106; Attâr, Hâşiyetü’l-Attâr, II, 266.

585 Sübkî, el-İbhâc şerhu’l-Minhâc, III, 24; İbn Neccâr, Muhtasarü’t-Tahrîr, IV, s. 105-106; Attâr, Hâşiyetü’l-Attâr, II, 266.

232/846); ilk olarak Arapçanın esaslarını koyan, onun kapısını açan, yolunu belirleyen ve kıyasını koyan kimsenin Ebü’l-Esved ed-Düelî (v. 69/688) olduğunu ifade eder.587

Kıyas ilk dilcilerden itibaren kullanıla gelmiş bir yöntem olsa da onu ilk defa genişleten Ebû İshâk’tır (v. 117/735). Bazı tabakât kitaplarında Ebû İshâk’ın ilk nahvi yayan, kıyası genişleten, illetleri açıklayan ve nahivdeki kıyasa yönelen kişi olduğu geçmektedir.588

Erken dönemde Rummânî (v. 388/900) kıyası şöyle tanımlamıştır: Kıyas biri diğerini gerektiren iki şeyi cem‘ etmektir. Birincinin sıhhati ikincisinin sıhhatini gerektirmektedir. İkincinin fesadı birincinin fesadını gerektirmektedir.589

Rummânî kıyasta iki şey arasında bulunan birleştirici illeti, bir şeyin diğerini gerektirmesiyle ifade etmiştir. Zira iki şey arasında birleştirici illetin olması onların aynı hükümde olmalarını gerektiren bir durumdur.

Daha sonra gelen Enbârî’nin (v. 577/1181) yaptığı kıyas tanımı usûlcülerin kıyas tanımlarıyla aynıdır: Enbârî kıyası şöyle tanımlar: “Menkûl ile aynı anlamda olan gayri menkûlün menkûle hamledilmesidir.” Örneğin tüm fâil ve mef‘ûller her ne kadar Araplardan nakledilmemiş olsa da her yerde fâil merfû, mef‘ûl ise mansûb olur. Araplardan nakledilmeyen onlardan nakledilenle aynı anlamda olduğu için bu nakledilmeyenler nakledilenlere hamledilir. İ‘rab konusundaki tüm kıyaslar böyledir.590 Fıkıh usûlünde nass veya icmâ ile hükmü belirtilmeyen bir olay, o delillerle hükmü belirtilen benzer bir olaya hamledildiği gibi dilde de Araplardan nakledilmeyen bir konu onlardan nakledilen benzer bir konuya hamledilmektedir.

Enbârî (v. 577/1181) kıyas için birbirine yakın olan şu tanımların da yapıldığını ifade eder: “Fer‘in aslın hükmüyle değerlendirilmesi”, “bir illet sebebiyle fer‘in asla hamledilmesi”, “aslın hükmünün fer‘a verilmesi”, “birleştirici bir illet ile fer‘in asla

587 İbn Sellâm, Tabakât, I, 12. 588

İbn Sellâm, Tabakât, I, 14; Zebîdî, Tabakâtü’n-nahviyyîn ve’l-lüğaviyyîn, s. 31; Ukkâşe, “el-‘Alâka beyne usûli’l-fıkh ve usûli’n-nahv min hilâli merâhili tetavvurihimâ”, s. 93.

589 Rummânî, el-Hudûd, s. 66. 590 Enbârî, el-İğrâb, s. 45-46.

ilhak edilmesi”, “birleştirici bir illetle bir şeyin başka bir şey gibi kabul edilmesi.”591

Bu tanımlardaki ifadeler farklı olsa da hepsi aynı anlamı ifade etmektedir.

Kıyasta asıl, fer‘, illet ve hükmün olmasının gerekli olduğunu söyleyen Enbârî kıyas için şu örneği verir: Nâib-i fâilin merfû olması kıyas ile bilinmektedir. Şöyle ki kendisinden önceki bir fiilin isnat edildiği fâile kıyasla merfûdur. Burada asıl fâildir. Fer‘ nâib-i fâildir. Birleştirici olan ilet isnattır. Hüküm ise ref‘dir. Asıl olan fâildeki ref‘ hükmü birleştirici illet olan isnat ile nâib-i fâile verilir. Nahivdeki tüm kıyaslar bu şekilde yapılır.592

Nahivde kıyasın iki farklı anlamda kullanıldığı görülmektedir. İlk üç asırda yani İbn Serrâc, onun öğrencisi Ebû Ali el-Fârisî (v. 377/987) ve onun öğrencisi İbn Cinnî’ye kadarki dönemde rivayet edilen ya da Araplardan duyulan dil metinlerinde muttarid olanlar (genel geçer kurallar) üzerinde duruldu. Bunlardan muttarid olanlar, bağlı kalınması gereken kurallar sayıldı. Dil metinlerinden şâz olanlar ise belirtilip terk edildi. Bu dönemde kıyas, dilde muttarid olanların belirlenmesi ve bunların doğru ve hatalı olanlar için ölçü olarak kabul edilmesi şeklinde ele alındı. Ebû İshâk’ın (v. 117/735) “muttarid ve ölçülü olana bağlı kal”593

demesi ve Kisâî’nin (v. 189/805) “nahiv uyulan bir kıyastır”594 demesi de kıyasın o dönemde bu anlamda kullanıldığını göstermektedir. Daha sonraki dönemlerde ise kıyas, iki şey arasında bir benzerlik ya da illet olduğu için birinin diğerine ilhak edilmesi anlamında kullanıldı. Bu kıyasta kendisine ilhak edilenin hükmü ilhak olunana verilmektedir. Onda şu dört esas bulunur: Makîs, Makîsün aleyh, birleştirici illet ve hüküm.595

Nahivcilerin bahsettiği kıyasların çoğunda fer‘in hükmü kıyastan önce bilinmektedir. Sözgelimi nahivciler müzârî fiilin isme benzemesinden dolayı ona kıyas edilerek mu‘rab yapıldığını, aynı şekilde nâib-i fâile fiil isnat edildiği için fâile kıyas edilerek merfû yapıldığını ve bazı isimler harfe benzediği için ona kıyas edilerek onun gibi mebni yapıldığını söylemektedirler.596

Halbuki müzâri fiilin nasıl olduğu bilinmeyip daha sonra isme kıyas edilerek mu‘rab yapılmış değildir. Müzârî 591 Enbârî, Lüma‘u’l-edille, s. 93. 592 Enbârî, Lüma‘u’l-edille, s. 93. 593 İbn Sellâm, Tabakât, I, 15; 594 Kıftî, İnbâhü’r-rüvvât, II, 267. 595 Ebü’l-Mekârim, Usûl, s. 27 596 Enbârî, Lüma‘u’l-edille, s. 93, 106, 108.

fiil öteden beri mu‘rab olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde nâib-i fâilin hükmü bilinmeyip daha sonra fâile kıyas edilerek merfû yapılmış değildir. Mebni olan isimler de daha önce hükümleri bilinmeyip sonra harfe kıyas edilerek mebni yapılmış değillerdir. Kıyas yapılmadan önce de bunların hükümleri böyleydi ve Arap dilinde böyle kullanılıp nakledilmiştir. Bunlar bu şekilde kullanılıp nesilden nesile nakledildikten sonra nahivciler bu meselelerde kıyas yapıldığını söylemişlerdir. Dili vaz‘ eden kişinin bu kıyası yaptığını söylersek bunu nereden bileceğiz? Arapların da bu kıyası yaptıklarını söyleyemeyiz. Çünkü henüz nahiv ve nahivdeki kıyastan bahsedilmeden önce Araplar böyle konuşuyorlardı. Kanaatimizce nahivcilerin bu tür konularda kıyas yapıldığını söylemelerinden maksat şudur: Nahivciler Arap dilinde bir aslın ve fer‘in aynı hükümde ortak olduklarını görmüşlerdir. Daha sonra bunlar arasındaki illeti bulup bunun bir kıyas olduğunu söylemişlerdir. Yani onların yaptığı şey, dilin bir sistematiğinin olduğunu ortaya koymalarıdır. Yoksa kıyas yapılarak aslın hükmü fer‘a verilmemiştir. Fer‘de var olan bir hüküm kıyasa dayandırılmıştır.

Nahivdeki bazı kıyaslarda ise fıkıh usûlünde olduğu gibi aslın hükmü kıyas ile fer‘a verilmektedir. Örneğin Enbârî’nin yukarıda zikrettiği gibi Araplardan duyulmayan fâillerin onlardan duyulan fâillere kıyas edilerek merfû yapılması, var olan hükmün başka bir şeye verilmesidir. Burada kıyas ile menkûlün hükmü gayri menkûle verilmiştir. Bir diğer örnek ise sülâsî mücerred olan lâzım fiillerin hemzeyle bir mef‘ûle ve bir mef‘ûle müteaddî olan fiillerinse hemzeyle iki mef‘ûle müteaddî olması kıyas iledir. Ancak iki mef‘ûle müteaddî olan fiillerin hemzeyle üç mef‘ûle müteaddî olması semâ‘ iledir. Cumhur bu görüştedir. Ebü’l-Hasan el-Ahfeş (v. 211/826) ise iki mef‘ûle müteaddî olan fiillerin hemzeyle üç mef‘ûle müteaddî olmalarının kıyas ile olduğu görüşündedir. O, Araplardan duyulmadığı halde ّنظ ve معز fiillerinin kendileri gibi efâl-i kulûb olan ّملع ve ىآر fiillerine kıyasla hemze ile üçüncü mef‘ûle müteaddî yapılabileceği ve كاخأّارمعّاديزّتننظأ ve اميقمّاركبّاديزّتمعزأ denilebileceğini savunmaktadır.597

Görüldüğü gibi bu fiillerin hemzeyle üçüncü mef‘ûle müteaddî olmaları daha önce onlarda olmayan bir hüküm kıyas ile onlara verilmiştir. Fakat but tür kıyaslar çok azdır. Kıyasların çoğunda fer‘in hükmü belli olduğu halde kıyas ile fer‘a hüküm verildiği söylenmektdir.

Kıyas nakilden sonra gelir. Nitekim bir meselede herhangi bir nakil yoksa kıyasa başvurulur. Ama bir kıyas yapılır daha sonra Arapların farklı bir şekilde konuştuğu duyulursa bu kıyasın terk edilip Araplardan nakledilenin alınması gerekir.598

Nahivdeki kıyas ile varılan hüküm zannîdir. Enbârî (v. 577/1181) illet ve şebeh kıyaslarının zann-ı gâlibi gerektirdikleri için onlar ile amel edilmesinin caiz olduğunu söyler. Dildeki hükümler Arap kelamıyla kesin olarak bilinmektedir. Ancak vâzı‘ı bir hüküm koymaya iten illet zan ile tespit edilmektedir. 599

Dolayısıyla zan ile tespit edilen illete dayanarak yapılan kıyasta varılan hüküm kat’î olmayıp zannîdir.

Kıyas nahvin delillerinin en büyüğüdür. Nahiv meselelerinin çoğunda ona dayanılmaktadır. Öyle ki nahvin uyulan bir kıyastan ibaret olduğu söylenmiştir. Bazıları da nahvi Arap kelamını araştırmakla istinbât edilen kıyasları bilme şeklinde tanımlamıştır.600

Nahiv meselelerinin çoğunda kıyasa dayanılması ve hatta bazıları tarafından nahvin kıyastan ibaret sayılması kıyasın nahiv ilmindeki yeri ve öneminin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Kıyasın bu öneminden dolayı nahivciler onun üzerinde çok durmuşlar.

3. Değerlendirme

Fıkıhta Rasûlullah’ın (s.a.) döneminden itibaren kıyasa başvurulmuştur. Nahivde kıyas ise Ebü’l-Esved ed-Düelî (v. 69/688) gibi ilk nahivciler tarafından kullanılmıştır. Her iki kıyasta da asıl, fer‘, hüküm ve illet bulunmaktadır. Fıkıhtaki kıyas bir illete dayanarak gayri mansûsun mansûsa hamledilmesidir. Yani hakkında nass bulunmayan yeni karşılaşılmış bir meselenin, ortak illet sebebiyle hakkında nass bulunan bir meseleye hamledilmesidir. Nahivdeki kıyas ise bir illete dayanarak gayri menkulün menkule hamledilmesidir. Yani hükmü nakledilmeyen bir mesele, bir illete dayanarak hükmü nakledilen bir meseleye hamledilmektedir.

Fıkıh usulündeki kıyas ile yeni bir hüküm ortaya konmadığı gibi nahivdeki kıyasta da yeni bir hüküm ortaya konmamaktadır. Her iki kıyasta da asılda var olan

598 İbn Cinnî, el-Hasâis, I, 125. 599 Süyûtî, el-İktirâh, s. 103. 600 Süyûtî, el-İktirâh, s. 79.

bir hüküm fer‘a sirayet ettirilmektedir. Bu işlem sıfırdan bir hüküm ortaya koymak değildir. Var olan bir hüküm naslar sayesinde başka bir olaya aktarılmaktadır. Fakat asıldaki hükmün fer‘a verilmesi durumu nahivdeki bazı kıyaslar için geçerlidir. Zira nahivdeki çoğu kıyaslar ile fıkıhtaki kıyas arasında şöyle bir fark bulunmaktadır: Fıkıhtaki kıyastan önce fer‘in hükmü bilinmemektedir. Kıyas ile aslın hükmü ona aktarılmaktadır. Nahivdeki çoğu kıyasta ise fer‘in hükmü kıyastan önce bilinmektedir. Daha sonra onda bir kıyas olduğu tespit edilmektedir. Fıkıhtaki kıyasta asıldaki hüküm başka bir olaya nakledilmektedir. Nahivdeki çoğu kıyasta ise aslın hükmü kıyas ile fer‘a aktarılmamaktadır. Önceden de fer‘in hükmü bulunmaktadır. Fıkıhtaki kıyas ile daha önce başka bir olayda var olan hüküm fer‘a aktarılmaktadır. Nahivdeki çoğu kıyas ise hükmü aktarmamaktadır. Örneğin nahivciler mebni olan isimlerin harfe kıyasla mebni olduklarını söylemeselerdi o isimler yine mebni olarak kalacaktı. Yani kıyasın olup olmadığını söylemek bir şeyi değiştirmemektedir. Ama fıkıhtaki kıyasta örneğin nebbâş’ın hırsıza kıyas edileceği söylenirse nebbâş hırsızın hükmünü alır. Onun hırsıza kıyas edilemeyeceği söylenirse hükmü hırsızdan farklı olur.

Fıkıh usûlünde hükmü nass ile belirtilmeyen konuda kıyasa başvurulmaktadır. Nass var iken kıyasa başvurulmaz. Nahivde de kıyas semâdan sonra gelmektedir. Bir kıyas yapılırsa ve bu kıyas nakle aykırı ise o kıyas terk edilir.

Fıkıh usulündeki kıyas kat‘î veya zannî olabilmektedir. Şâri tarafından hükmün illeti belirtilmişse ve müctehid bu illetin fer’te olduğunu öğrenirse kıyas kat’î olur. Ama illet belirtilmemişse ve müctehid, ictihad ederek bu illeti tespit ederse kıyas zannî olur. Nahivdeki kıyas ise zannîdir. Zira dilde ictihad eden kimse dildeki hükümlerin illetini zan ile elde eder ve kıyas yapar.

B. Kıyasın Delil Oluşu

Şer‘î ve lüğavî konularda kıyasın yapılmasında ihtilaf bulunmaktadır. Usulcülerin cumhuru şer‘î alanda kıyasın yapılmasına cevaz vermektedir. Az bir kesim ise buna karşı çıkmaktadır. Dilde ise isimlerin isimlere kıyas edilmesi konusu usûlcü ve dilciler arasında tartışma konusu olmuştur. Bunu kabul eden usûlcüler olduğu gibi karşı çıkanlar da bulunmaktadır. Dilcilerin çoğu kelimeleri birbirine

kıyas etmeyi kabul etmektedir. Nahiv hükümlerindeki kıyas yapmada ise nahivciler arasında neredeyse ihtilaf bulunmamaktadır.

Bu başlık altında kıyasın şer‘î ve lüğavî alanlarda delil oluşunu, kimlerin hangi alanda kıyası kabul ettiğini veya karşı çıktığını, bu grupların ileri sürdükleri gerekçeleri ve Fıkıh usûlü ile nahiv usûlünde kıyasın delil oluşu arasındaki ilişkiyi ele alacağız.

1. Fıkıh Usûlünde Kıyasın Delil Oluşu

Sahâbe, tâbiîn ve onlardan sonraki nesil arasında, meselelerin hükümlerinde benzer olanlara kıyas yapma konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Daha sonra ilk olarak İbrahim en-Nazzâm (v. 221/835) kıyasa karşı çıkmıştır.601

Fukahâ ve mütekellimînin usulcülerinin cumhuruna göre şer’î kıyas, şer’î asıllardan biri olup hakkında nass bulunmayan hükümlerde delil olarak gösterilir.602

Kıyası kabul edenlerin çoğu onun şer‘ ile tespit edildiği görüşündedirler.603

İmam Şâfiî (v. 204/819) kıyasın Kitap, Sünnet ve âsâr (sahabe söz ve uygulamaları) ile elde edildiğini ifade eder.604

Kaffâl ve Ebü’l-Hüseyin el-Basrî (v. 436/1044) ise onun akıl ile elde edilen bir delil olduğunu, sem‘î delillerin ise aklı teyit ettiğini ve onlar olmasaydı da sadece akılla kıyasa ulaşılabileceğini söylerler.605

Kıyasın şer’î hükümlerde delil olduğu; Kitap, Sünnet, icmâ ve akıl ile tespit edilmiştir. O delillerden bazıları şunlardır:

Kıyasın hüccet olduğuna dair Kitaptan gösterilen en meşhur delilّيلوأايّاوربتعاف راصبلْا “Ey akıl sahipler! İbret alın”606

ayetidir. Dil uzmanı olan Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahya Sa‘leb’ (v. 291/904) رابتعا kelimesinin anlamı sorulmuş, o da “insanın bir şeyi ve onun benzerini düşünmesi” şeklinde cevap vermiştir. Zerkeşî (v. 794/1391) dilcilerin; رابتعا kelimesinin “bir şeyi bir şeye benzetmek, bir şeyi başka bir şey gibi

601 Cessâs, el-Füsûl, IV, 23.

602 Debûsî, Takvîmü’l-edille, s. 260; Sem’ânî, Kavâti‘u’l-edille, IV, 9; Râzî, el-Mahsûl, V, 26. 603

Zerkeşî, el-Bahrû’l-muhît, V, 16. 604 Şâfiî, er-Risâle, I, 218.

605 Zerkeşî, el-Bahrû’l-muhît, V, 16. 606 Haşr, 59/2.

değerlendirmek, bir şeye başka bir şeyin hükmünü vermek” anlamlarına geldiği konusunda ittifak ettiklerini nakletmiştir.607

Kıyasın hüccet olduğuna dair sünnetten birçok delil bulunmaktadır. Onlardan biri de Mu‘âz’ın (r.a.) şu hadisidir:

“Rasûlullah (s.a.) Mu‘âz’ı (r.a.) Yemen’e gönderdiği zaman ona ne ile hüküm vereceğini sordu. O da Allah’ın kitabı ve Rasûlullah’ın sünnetiyle hüküm vereceğini söyledi. Rasûlullah (s.a.) bu ikisinde bulamazsan ne yaparsın dedi. O da kendi görüşümle ictihad ederim dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.), Allah’ın elçisinin elçisini muvaffak kılan Allah’a hamd olsun diyerek onu tasvip etti.”608

Rasûlullah’ın (s.a.), Mu‘âz’ı tasvip etmesi Kitap ve Sünnetten bir nass bulunmadığı zaman kıyas ile amel edilebileceğini açık bir şekilde gösteren delillerden biridir.

Kıyasın delil olduğuna dair bir diğer delil ise icmâdır. Nitekim kıyasla amel edilmesi konusunda sahabenin icmâı bulunmaktadır. Bu sözlü ve fiili olarak onlardan nakledilmiştir. İbn ‘Akîl el-Hanbelî el-Lüğavî (v. 513/1119) sahabenin icmâı kullanmasının manevi tevatür derecesine ulaştığını söyler.609

Kıyasın hüccet olduğunda dair bir diğer delil de akıldır. Şöyle ki şer‘î bir emareye dayanarak zann-ı galib ile asıldaki hükmün illeti tespit edilmektedir. Daha sonra akıl ile o illetin başka bir şeyde de bulunduğu öğrenilmektedir. Böylece akıl, o illet ile bu şeyin asla kıyas edileceğini göstermektedir.610

Ayrıca bir kimse asıldaki hükmün filanca illet olduğunu zannederse daha sonra bu vasfın fer‘de bulunduğunu öğrenir ya da zannederse fer‘in hükmünün aslın hükmü gibi olduğu zannı meydana gelir. Dolayısıyla kıyas ile amel etmenin caiz olması gerekir.611

Sahabe ve Tâbiîn arasında kıyasla amel etme konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Daha sonra ilk defa İbrahim en-Nazzâm (221/835) kıyasa karşı çıkmıştır. Davud ez-Zâhirî (v. 270/884) ona uyan Zâhirîler ve Şiîler de kıyasın bir

607 Sem’ânî, Kavâti‘u’l-edille, IV, 53; Râzî, el-Mahsûl, V, 26; Zerkeşî, el-Bahrû’l-muhît, V, 16. 608

Şâşî, el-Usûl, s. 192-193; Zerkeşî, el-Bahrû’l-muhît, V, 16.

609 Sem’ânî, Kavâti‘u’l-edille, IV, 42; Zerkeşî, el-Bahrû’l-muhît, V, 25. 610 Sem’ânî, Kavâti‘u’l-edille, IV, 25.

fer‘in hükmü için delil gösterilemeyeceği görüşündedirler.612

Sahâbe ve Tâbiîn sözlü ve uygulama olarak kıyasta icmâ ettiklerinden sonra bunların kıyasa karşı çıkmalarına itibar edilmez.613

Yukarıda zikredildiği gibi az bir kesim dışında usûlcülerin tümü şer’î hükümlerde yapılan kıyası kabul etmektedirler. Fakat dilde yapılan kıyas usûlcüler arasında tartışma konusu olmuştur. Usûl kaynaklarında tartışılan dilde kıyas konusu kelimelerin vaz‘ıyla (bir anlama konulması) ilgili bir tartışma olup nahiv hükümlerinde yapılan kıyastaki tartışma değildir.

Usûlcüler bir anlama konulan isim üzerine başka bir ismin kıyas edilip edilemeyeceği hususunda tartışmışlardır. Örneğin hamr ile aynı özellikte olan nebîze hamr denilebilir mi? Yani hamr ile aynı özelliği taşıyan nebîz hamra kıyas edilerek onun da hamr olduğu söylenebilir mi? Yoksa nebîz hamra kıyas edilmeyerek ona hamr denilemez mi? Ya da ölünün kefenini çalan nebbâş, diri olanların malını çalana kıyas edilerek ona hırsız denilebilir mi? Dilde kıyas kabul edildiği takdirde nebîze hamr ve nebbâşa hırsız denir. Eğer dilde kıyas kabul edilmezse nebîze hamr, nebbâşa da hırsız denilmez. Nahivdeki kıyas ise bir meselenin hükmünün başka bir meseleye verilmesidir. Örneğin tüm fâiller Araplardan duyulmamıştır. Onlar birbirine kıyas edilerek hepsi merfû yapılmaktadır.

Şer‘î hükümlerde yapılan şer‘î kıyas ile dilde yapılan kıyas arasındaki farkı şu şekilde izah etmek mümkündür: Şer‘î kıyasta asıl ve fer‘ arasındaki birleştirici illet iki anlam arasında olmaktadır. Burada birbirlerine kıyas edilenler anlamlardır. Kelimelerdeki kıyasta ise birleştirici olan illet, lafız ve anlam arasındaki münasebettir. Nitekim isimlerde kıyası kabul edenler lafız ve anlam arasında bir münasebet olduğunu yani ismin anlamının ismin illeti olduğunu savunmaktadırlar.614

Şer‘î kıyasta, anlamlar arasındaki illetle kıyas yapılmaktadır. İsimlerdeki kıyasta ise lafız ve anlam arasındaki münasebetle kıyas yapılmaktadır. Birleştirici olan bu münasebet ile kelime kelimeye kıyas edilmektedir. Burada birbirlerine kıyas edilenler lafızlardır.

612 Sem’ânî, Kavâti‘u’l-edille, IV, 9-10. 613 Zerkeşî, el-Bahrû’l-muhît, V, 21

Mütekelliminin ve Hanefilerin cumhuru isimleri birbirine kıyas etmeyi kabul etmemektedir. Buna karşılık Ebü’l-Abbâs İbn Süreyc (v. 306/918), Ebû Alî b. Ebû Hüreyre (v. 345/956), Mâverdî(v. 450/1059), Sem‘ânî (v. 489/1095), Râzî (v. 606/1209) ve Şîrâzî’nin (v. 476/1083) içinde olduğu bazı Şâfiî usûlcüleri bunu kabul etmektedirler.615

Dilde kıyası kabul eden ve karşı çıkan bu her iki grup kendi görüşlerini destekleyen gerekçeler öne sürmüşlerdir. Dilde kıyasa karşı çıkan usulcülerin cumhuru özetle şu gerekçeleri öne sürer:

- “Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti.”616 ayeti tüm isimlerin tevkîfî olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla isimlerde kıyas yapılmaz. Asıldaki hükmün bir illeti bulunduğu zaman ona kıyas yapılır. İsimlerde ise bir illet bulunmaz. Çünkü isim ve şahıslar arasında bir münasebet bulunmamaktadır. İllet bulunmazsa kıyas da yapılamaz.

- Kelimelerin vaz‘ı kıyasa aykırıdır. Zira Araplar siyah ata “Edhem” diyorlar. Ama siyah eşeğe bu ismi vermiyorlar. Beyaz ata “Eşheb” diyorlar. Ama beyaz eşeğe böyle demiyorlar. Atın sesine “Sahîl” ve eşeğin sesine ise “Nehîk” diyorlar. Bu seslerin her birine ayrı bir isim vermişlerdir. Eğer dilde kıyas olabilseydi bunlara farklı isimler verilmeyip birbirine benzer olanlara aynı isim verilirdi.617

- İçki aklı örtüğü için ona örtme anlamına gelen hamr adı verilmiştir. Ama esrarda aynı özellik bulunduğu halde ona bu isim verilmemiştir. Dilde kıyas yapılsaydı aynı özelliği taşıyanlar ya da benzer olanlar birbirlerine kıyas edilirdi. Bunların her birine ayrı isim verilmesi onlarda kıyasın yapılamadığını göstermektedir. 618

Dildeki kıyası kabul eden ve çoğu Şâfiî olan usûlcüler kelimelerin birbirlerine kıyas edilebildiğine dair şu gerekçeleri öne sürerler:

- Üzüm suyu sarhoş etmeden önce ona hamr denilmez. Sarhoş edicilik özelliğini kazanınca ona hamr denilir. Bu özellik ortadan kalkınca artık ona hamr

615 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XVI, 152; Şîrâzî, Şerhu’l-Lüma‘, I, 185-186; Sem’ânî, Kavâti‘u’l-edille, II, 113-114; Râzî, el-Mahsûl, V, 339; Zerkeşî, el-Bahrû’l-muhît, II, 25.

616 Bakara, 2/31.

617 Râzî, el-Mahsûl, V, 342. 618 Râzî, el-Mahsûl, V, 343.

denilmez. Bu vasfın değişmesiyle ismin de değişmesi o isimde bir illetin bulunduğu zannını oluşturur. O illet de sarhoş ediciliktir. Nebîzde sarhoş edicilik özelliğinin bulunması hamrda bulunan illetin bunda da olduğu zannını meydan getirir. Bu illetin nebîzde bulunma zannı ise ona da hamr denildiği zannını gerektirir. Zannın oluşması ise hüccet için yeterlidir. Dolayısıyla hamr haram olduğu gibi nebîz de haramdır.

- Mâzinî ve Ebû Ali el-Fârisî’nin (v. 377/987) de görüşü olduğu gibi tüm fâillerin merfû ve tüm mef‘ûllerin mansûb olduğu konusunda dilciler arasında bir tartışma söz konusu değildir. Bu ise ancak kıyas ile olabilmektedir. Çünkü Araplar bazı fâilleri merfû yaptıklarında ve böyle devam ettiklerinde öğrenildi ki fâil, fâil olduğu için merfû olmaktadır.

- Bir diğer delil ise “Ey akıl sahipleri ibret alın”619 ayetidir. Zira bu ayet