• Sonuç bulunamadı

Fıkıh Usûlü ve Nahiv İlişkisinin Boyutları

B. Nahiv Usûlü Kavramı

III. Fıkıh Usûlü ve Nahiv İlişkisinin Boyutları

Fıkıh usûlü eserleri özellikle de lafız ve delalet bahisleri incelendiğinde bunlarda birçok dil meselesi olduğu görülür. Bunun temel sebebi Kur’an ve hadisin Arapça olarak gelmesidir. Bunlarda geçen ifadeler gelişi güzel olmayıp belli kurallara göre oluşturulmuştur. Bu ifadelerin de farklı tarzları bulunmaktadır. Dille ilgili kurallar nasları anlama ve delillerden hüküm çıkarmada önemli bir rol oynamaktadır. Onların bu önemlerine binaen usûlcüler Kur’an ve hadisin naslarından hüküm çıkarmak ve irade beyanlarını çözmek için başvurulan nahiv meselelerine usûlde yer vermişlerdir.

Arapçanın nasları anlamadaki rolüne binaen önemi vurgulanmıştır. Müctehidin Arapçayı hangi derecede bileceğiyle ilgili farklı görüşler olmakla birlikte onun belli bir derecede Arapçayı bilmesi gerektiği ifade edilmiş ve bu, müctehidin şartları arasında sayılmıştır.39

İmam Şâfiî (v. 204/819), Arapça bilinmeden Kitap ve

38 İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, IV, 12.

39 Bununla ilgili görüşler için bkz: Şirin, Ahkâm Âyetleri Bağlamında Fıkıh-Nahiv İlişkisi –İbnü’l- Arabî’nin Ahkâmü’l-Kur’ân Örneği-, s. 83.

Sünnetteki değişik ifade tarzlarının anlaşılamayacağını ve kıyas yapılamayacağını şöyle ifade eder:

“Arapçanın genişliğini, ifade tarzlarının çokluğunu, birleştikleri ve ayrıldıkları noktaları bilmeyen kimse, Kitap’ta yer alan mücmel bilgilerin izahını bilemez. Arapçayı bilmeyen kimselere arız olan şüpheler, Arapçayı bilenlerden kalkar.40

Allah, bir şeyi âmm ve açık bir hitap ile bildirir. Bununla âmm kast edildiği gibi bazen hâss da kast edilebilir. İlim sahibi olanların bileceği bu değişik ifade tarzlarını bilmenin sebepleri farklı bile olsa Araplara göre bu açıkça bilinmektedir. Arapçanın bu özelliğini bilmeyen yabancılara göre ise bu ifade tarzları garip olmaktadır. Kitap Arapça nazil olmuş, Sünnet de Arapça olarak gelmiştir. Arapçayı bilmeyen kimseler, onun bir kısım özelliklerini bilmeyenler gibi Arapça ilmi konusunda zor söz söyleyebilirler.41 Bir kimse sünnetleri, selefin görüşlerini, insanların icmâ’larını, ihtilaflarını ve Arap dilini bilmedikçe kıyas yapamaz.”42

Usûlcüler genelde fürû meselelerinin dayandığı dil kurallarına usulde yer vermişlerdir. Fakat kimi usûlcüler bu dil bahislerini fazla ele almıştır. Gazzâlî (v. 505/1111) bazı usûlcülerin usûlde dil bahislerine fazla yer verme sebebini şöyle açıklamıştır:

“Dil ve nahiv sevgisi bazı usûlcülerin ma‘ânî harfleri ve i‘rabın anlamları gibi nahve ait olan birtakım nahiv konularını usûlün içine koymalarına yol açmıştır. Onlar harflerin anlamları ve i‘râbın anlamlarını bu usûlde zikretmişlerdir. Bunlar ise nahve ait konulardır.”43

Fıkıh usûlünde ele alınan nahiv bahisleri genel olarak şu dört kısma ayrılmaktadır: İsim, fiil, harf ve mürekkep ifadelerle ilgili meseleler. Fıkıh usûlünde ele alınan ve isimle ilgili olan konular şunlardır: Zamirler, bazı ism-i mevsûller, el takılı isim, türemiş isimler, mastar, zarflar, tesniye cem‘, مك gibi sayılarla ilgili bazı ifadeler.44 Fiille ilgili konular şunlardır: mâzî, müzâri, emir ve nehiy fiilleri.45 Harflerle ilgili ele alınan konular şunlardır: Cer harfleri, ىتح gibi bazı nasb harfleri,

40 Şâfiî, er-Risâle, s. 50. 41 Şâfiî, er-Risâle, s. 52-53. 42 Şâfiî, er-Risâle, s. 510. 43 Gazzâlî, el-Müstasfâ, I, 27-28. 44 İsnevî, el-Kevkebü’d-dürrî, s. 191. 45 İsnevî, el-Kevkebü’d-dürrî, s. 301.

atıf harfleri ve cevap harfleridir.46

Fıkıh usûlünde geçen mürekkep ifadelerle ilgili meseleler ise şunlardır: İstisna, hâl, temyiz, kasem, na‘t, te‘kîd, bedel, şart-cezâ, terhîm, cümlelerde yapılan takdim, ta’hîr ve hazf.47

Bu nahiv meseleleri dışında umûm, husûs, hakikat ve mecaz gibi fıkıh usûlünde geçen dille ilgili başka meseleler de bulunmaktadır. Umûm ve husûs dilin vaz‘ıyla ilgili meselelerdir. Zira bunlar kelimelerin anlama konulmasını ele alan vaz‘ ilminin konularıdır, nahvin incelediği meseleler değildir. Fakat tahsis yolları gibi bunların alt başlıkları olan istisnâ, şart, hal, temyiz ve benzeri konular nahiv ilminde ele alınan konulardır. Fıkıh usûlünde geçen hakikat ve mecaz konuları ise belâğat ilminin meseleleridir.

Şimdi fıkıh usûlünde geçen bu dil bahislerinden birkaçından ve bunlardan istinbât edilen fıkhî hükümlerden bahsedelim.

1. Örnek

Gâib bir zamirin kendisinden önceki birkaç şeye dönme ihtimali varsa bir delil bulunmadığı sürece bu zamir en yakın olana döner. Örneğin ّ كحضيّ ارمعوّ اديزّ تيقل “Zeyd ve Amr ile karşılaştım, o gülüyordu” ifadesindeki كحضي fiilinde müstetir olan zamirin Zeyd ve Amr’a dönme ihtimali bulunmaktadır. Fakat bu karışıklığın önlenmesi için bir delil bulunmadığı sürece zamir en yakın olana döner ki burada yakın olan Amr’dır. Eğer bir delil varsa o zaman zamir daha uzak olan bir isme döner. Örneğin

“ّ با ت ك لا وّ ة َّو بُّنلاّ ه تَّي ر ذّي فّا ن ل ع ج وّ بو ق ع ي وّ ق ح س إّ ه لّا ن ب ه و و”

“Ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik”48

ayetinde geçen هتيرذ ifadesindeki zamir İshak ve Yakûb’a dönmemektedir. Daha önce 49“ّ ٰاللّّ او د ب عاّ ه م و ق لّ لا قّ ذ اّ مي ۪ه ٰر ب ا و”ّ ayetinde ismi geçen İbrahim’e dönmektedir. Zira bu kıssada baştan sona bahsedilen kimsenin Hz.

46 İsnevî, el-Kevkebü’d-dürrî, s. 315. 47 İsnevî, el-Kevkebü’d-dürrî, s. 365. 48 Ankebût, 29/27. 49 Ankebût, 29/16.

İbrahim olması bu zamirin ona döndüğünü göstermektedir. Eğer bir delil olmasaydı. En yakın isme dönerdi.50

Eğer zamirden önce muzâf ve muzâfün ileyh geçerse ve bu zamir her ikisine dönemiyorsa bu durumda muzâfün ileyhe değil muzâfa döner. Çünkü cümlede bahsedilen şey, muzâfün ileyh değil, muzâftır. Muzâfün ileyh ise muzâfı ma’rife veya tahsis etmek üzere ona bağlı olarak zikredilmektedir. Bu sebeple muzâfün ileyh her ne kadar zamire daha yakın olsa da zamir muzâfa dönmektedir. Örneğin ّتررم هتمركأفّ ديزّ ملَغب ifadesinde geçen هتمركأ fiilindeki zamir Zeyd’e değil, onun kölesine dönmektedir. Zira burada bahsedilen kişi Zeyd’in kölesidir. Bu ifadeyi kullanan kimse “Zeyd’in kölesine uğradım ve ona ikram ettim” dediğinde ikram edilen kişi Zeyd’in kölesi olmaktadır.51

Bir delil bulunduğu zaman zamir kendisine en yakın isme değil, daha uzak bir isme dönebilir. Zamirden önce muzâf ve muzâfün ileyh geçmişse bahsedilen şey muzâf olduğundan dolayı zamir ona döner. Şimdi fıkıhçıların bu nahiv kuralına göre fıkhi bir meseleyi ele almalarını inceleyelim.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

ّ س مّ ام دّ و اّ ة ت ي مّ نو ك يّ ن اّ اَّلِ اّا ه م ع ط يّ م عا طّىٰل عّ ام َّر ح مّ َّي ل اّ ي ح ۫و اّاا مّي۪فّ د ج اّ ا لِّ ل ق ّ ري ۪ز ن خّ م ح لّ و اّ احو ف

ّ۪۪ۚه بّ ٰاللّّ ر ي غ لَّّل ه اّ اق س فّ و اّ س ج رّ هَّن ا ف “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum”52

Bu ayette geçen هنإف ifadesindeki zamirden önce muzâf ve muzâfün ileyh olan ريزنخّمحل ifadesi geçmiştir. Bu zamir ريزنخ kelimesine değil, محل kelimesine döner. Zira burada bahsedilen domuz değil, onun etidir.53

Domuzun yağı gibi diğer parçaları ise محل ifadesine dahil olup

50 Ebû Hayyân, et-Tezyîl ve’t-tekmîl, II, 252.

51 Ebû Hayân, el-Bahrü’l-muhît, IV, 663; Sübkî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, II, 235; İsnevî, el-Kevkebü’d- dürrî, s. 202.

52 En‘âm, 6/145.

53 Ebû Hayân, el-Bahrü’l-muhît, IV, 663; Sübkî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, II, 235; Zerkeşî, el-Bahrü’l- muhît, III, 325.

onlar da haramdır. Her ne kadar et tek başına zikredilmiş olsa maksat domuzun parçalarının tümüdür. En çok etinden yararlanıldığı için özellikle et zikredilmiştir.54

Burada zamir domuza döndürülmediği takdirde bu ayet onun canlı iken necis olduğuna delalet etmez. Domuzun canlı iken necis olduğunu söyleyenler onu köpeğe kıyas etmektedirler.55

Nevevî domuzun canlı iken necis olduğuna dair apaçık bir delil bulunmadığını söyler.56

İbn Hazm (v. 456/1063) Arap dilinde zamirin en yakın olan isme döneceğini ve burada yakın olan ismin ريزنخ kelimesi olduğunu söyler. Ona göre domuzun eti, yağı, kemiği, derisi ve kılı gibi tüm parçaları bu ayetin nassı ile pis olup haramdır.57

Mâverdî (v. 450/1059) de bu ayette zamirin ريزنخ’a döndüğü görüşündedir.58

Zamirin domuza döndüğü görüşünde olanlara göre bu ayetin nassı ile domuz canlı iken necis olur. Ama bu görüşte olmayanlara göre onun necaseti bu ayetle sabit olmaz. Görüldüğü gibi zamirin döndüğü isme göre farklı hükümler ortaya çıkmaktadır. Zamirin yakın bir isme veya bir delil bulunduğu zaman uzak bir isme dönme meselesi nahiv ilminin meselelerinden biridir.

2. Örnek

Fethalı ve sakin olan ّ ن أ başında geldiği fiille beraber mastar teviline girer. Eğer muzâri fiilin başında gelirse muzâri fiili daha önce hâl ve istikbâl için gelirken artık sadece istikbâl için olur. ديزّ بهذّ نأّ ينرس ifadesinde olduğu gibi mâzînin başında geldiğinde ise onun zamanını değiştirmez, mâzî olarak kalır. Şimdiki zaman kullanılmak istendiğinde موقتّ كَّنأّ ينبجعي ifadesinde olduğu gibi şeddeli ّ نأ kullanılır. Ama مايقّينبجعيك denildiğinde bu ifade üç zamanı kapsayıp geniş zaman için olur.59

ّ ن أ ta’lil ifade eder. Bundan dolayı bir kimseّنأ kelimesini fethalı okuyarak ّتنأ رادلاّ تلخدّ ن أّ قلاط derse bu kimse nahiv kurallarını biliyorsa boşama hemen gerçekleşir. Çünkü نأ ta’lil ifade ettiğinden dolayı cümlenin anlamı “eve girdiğin için

54 Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, I, 153; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’an, III, 16. 55 Nevevî, el-Mecmû‘ II, 568; İbn Hacer el-Heytemî, Tuhfetü’l-muhtâc, I, 290. 56

Nevevî, el-Mecmû‘ II, 568. 57 İbn Hazm, el-İhkâm, VII, 94. 58 Zerkeşî, el-Bahrü’l-muhît, III, 325. 59 Zerkeşî, el-Bahrü’l-muhît, I, 275.

boşsun” şeklindedir. نأ kelimesinin ta’lil ifade etmesi için başında ta’lil ifade eden ل harfinin bulunması gerekmez.60

Nasları anlama ve onlardan hüküm istinbât etmede ihtiyaç duyulan dil bahisleri usul kaynaklarının başında geçmektedir. Daha fazla örnek için fıkıh usûlü literatürünün ilgili bölüm başlıklarına müracaat edilebilir.

Dil konularını ele alan usûlcüler; nahivci ve dilcilerin dil hususunda zikrettikleriyle yetinmemişlerdir. Onların dille ilgili ihmal ettiği birtakım meseleleri de ele almışlardır. Usûlcüler Arap kelamını araştırarak lafızların taşıyabildiği ince anlamları istinbât etmede nahivci ve dilcilerin önüne geçmişlerdir. Bununla ilgili Cüveynî (v. 478/1085) şunu ifade eder:

“Usûlcüler Arap dili imamlarının ihmal ettikleri konularla ilgilenmişlerdir. Örneğin emir, nehiy, umûm, husûs ve istisna konularında olduğu gibi dil imamları tarafından ihmal edilen ve şâri‘in maksadını ortaya çıkaran meselelere önem vermişlerdir.”61

Usûlcüler birtakım dil meselelerini titiz bir şekilde incelemiş ve nahivci ile dilcilerin ulaşamadığı inceliklere ulaşmışlardır. Bu hususta Sübkî (v. 771/1311) ve Zerkeşî (v. 794/1391) şunu ifade ederler: Usûlcüler Arap kelamını anlama hususunda dil ile ilgili birtakım meseleleri detaylı bir şekilde incelemişler. Nahivciler ve dilciler bu inceliklere ulaşmamışlardır. Arapça çok geniş bir dildir. Bakış açıları dallanıp budaklanmaktadır. Dille ilgili kaynaklar, lafızların zaptlarını ve açık anlamlarını ele almaktadır. Bu kaynaklar dil araştırmasından daha fazla bir araştırma olan usûl araştırması ve düşüncesinin ihtiyaç duyduğu ince anlamları ele almamaktadır. Örneğin لعفا siğasının vücûba ve لعفتّلِ siğasının harama delalet etmesi, لك ve benzer kelimelerin umum ifade etmesi her ne kadar dil konuları olsa da dille ilgili yazılan eserlere bakıldığı zaman bu konularda sadra şifa bir şey bulunmaz. Usûlcülerin bu meselelerle ilgili zikrettikleri o eserlerde ele alınmaz. Aynı şekilde usûlcülerin Arap kelamında yapılan özel bir incelemeyle ve nahiv ilminde bulunmayan özel delillerle elde ettikleri istisnanın anlamı, istisna edilen şeyin hükümden önce ve sonra olması

60 Zerkeşî, el-Bahrü’l-muhît, I, 275. 61 Cüveynî, el-Burhân, I, 169.

ve buna benzer incelikler nahiv kaynaklarında arandığı zaman bulunamaz. Bunlar fıkıh usûlünün üstlendiği meselelerdir.62

Fıkıh usûlü ve nahiv arasındaki ilişkiyi ayrı bir başlıkta ele alsak da bu, fıkıh ve nahiv arasındaki ilişkiden farklı bir şey değildir. Nitekim gerek naslarda ve gerek kişilerin talak, ikrar ve muamelelerde kullandığı irade beyanlarında şart, istisna ve atıf harfleri gibi dil kuralları bulunmaktadır. Fürû fıkıh eserlerinde bu dil kurallarına göre fıkhi hükümler çözüme kavuşturulmuştur. Fıkıh usûlünde ise hükmün dayandığı bu dil kurallarının hangi anlamlara geldikleri ve onlardan türeyen hükümlerin neler olduğu açıklanmıştır. Yani fıkıh usûlünde ele alınan nahiv kuralları, fıkhi hükmün dayandığı kurallardır. Fıkıh usûlünde incelenen bu nahiv kuralları nahvin usûl konuları değildir. Fıkıh usûlünde delillerin yanı sıra dil bahislerine yer verilirken nahiv usûlünde bu dil konularına yer verilmeyip delillerden bahsedilmektedir. Şimdi fıkıh usûlü ile nahiv usûlü arasındaki ilişkiyi ele alamaya çalışacağız.