• Sonuç bulunamadı

III. ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI’NIN AHLAK FELSEFESİNDE ÖZGÜRLÜK

III. 5. Mutluluk Ahlakı

Ahlak felsefesinde insan davranışlarının son gayesini mutlu olmak olarak gören düşünceye mutçu (eudaimonist) öğreti denir.508 Düşünce tarihi içinde genel olarak, dav- ranışların son ereğinin mutluluk olduğu kabul edilmiş ancak, mutluluğun ne olduğu ko- nusu hep tartışılmıştır.

Kaynağını dinden almayan, din dışı ahlak sistemlerinin hemen hepsi, insanın dün- yadaki şahsi ve toplumsal mutluluğunu hedeflediği için eudaimonisttir. Çünkü mezkûr ahlak sistemlerinin ortak düşüncesi insan davranışlarının son gayesinin mutluluk olduğu yönündedir. Genel olarak, eudaimnizm’in kurucusu sayılan materyalist Demokritos (MÖ 460–360)’tan 18. yüzyıl aydınlanmasına kadar ahlak anlayışları eudaimonist ka- rakter taşır.509

Aristoteles’in yaptığı tanıma göre “mutluluk, ruhun kendisi amaç olan erdeme

uygun bir etkinliğidir.”510 Yine bu filozofa göre, “mutluluk değerli ve kendisi amaç

olan şeylerdendir. Hepimiz öteki şeyleri mutluluk uğruna yaparız.”511 Bir başka söy-

lemle iyi olma, yani “mutluluk,” erdeme uygun etkinliktir.512 İtidal513 görüşünü ilk ortaya atan Aristoteles’e göre, insanlar mutluluğa ulaşmak için aşırı uçlardan kaçınmalı, mutedil (ölçülü) bir tarzda davranmalıdır. “Her hazzı tadan ve hiç birinden uzak kalma-

yan haz düşkünü; yabani gibi hepsinden kaçan ise duygusuzdur”. 514 Buna göre itidal

508

Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, “mutçuluk” md., s. 129. 509

Geniş bilgi için bkz. Erdem, Hüsameddin, Ahlak Felsefesi, s. 44; Türer, Celal, “Kınalızâde’de Mutlu-

luk”, Kınalızâde Ali Efendi Kongresi Tebliğleri, (ed. A. Hulusi Köker) Erciyes Üniversitesi Gevher

Nesibi Tıp Fak. Ens. Yay., Kayseri, 1998, s. 31-34.

510 Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, (çev. Saffet Babür), Kebikeç Yay., Ank., 2005, s. 27. 511 Aristoteles, age., s. 27.

512 Ross, W. David, Aristoteles, Kabalcı Yay., İst., 2002, s. 225.

513 İtidal, ifrat ve tefritin tam ortasıdır ki bu bir erdemdir. Bu ortanın diğer iki tarafı ise rezilettir. İşte mezkûr düşünce biçimi genellikle İslam filozoflarının erdem anlayışında da görülür ki, bu düşünceye göre, itidal üzere yapılan davranışlar insanı mutluluğa kavuşturur.

514

133 üzere yapılan davranışlar ile mutluluğa kavuşulur. Dolayısıyla faziletler mutluluğun vasıtasıdır.

İslam düşüncesinde mutluluk (saadet) dine bağlı bir özellik taşır. Ancak İslam dü- şünürleri, eski Yunan filozoflarının bu alandaki tarif ve tasniflerinden yararlanarak, te- melini nassa dayandırmak suretiyle, meseleyi İslami bir motif ile açıklamaya çalışır- lar.515 Fârâbî’ye göre “mutluluk, insan ruhunun, varlık bakımından kendisine dayana-

cağı bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir mükemmellik derecesine ulaşmasıdır.” 516

Yine aynı filozofa göre “mutluluk, kendisi için istenen hiç bir zaman başka şeyin elde edilmesi için istenmeyen iyiliktir.517 İbn Sinâ (980–1037)’ya göre ahlak insanın nefsini saflaştırır, temizler ve bu suretle onun kemale, nihai gaye olan mutluluğa kavuşmasını temin eder. Bu filozofa göre hakiki mutluluk (nazari olarak) varlığın yaratılış hikmetini kavramak suretiyle Yüce Yaradan’a yükselmek ve O’na inanmak, ilahi âlemi tefekkür etmektir. Ameli olarak mutluluk ise Kur’an’nın yapılmasını emrettiği ibadetleri yerine getirmektir.518

İnsan davranışlarının son gayesinin mutluluk olduğu şeklindeki düşünceyi eleşti- ren Kant’a göre “mutluluk, dünyada us (akıl) taşıyan bir varlığa özgü var oluşun bütünü içinde, her olayın kendi istek ve istencine uygun giden durumudur.” 519 Tanrı’nın dün- yayı yaratmasındaki son amaç Kant’a göre mutluluk değil, en yüksek iyidir. En yüksek iyiye ulaşmak ancak, istençle uyum sağlandığında umulabilir. “En yüksek iyi, us taşıyan varlığın isteğine bir koşul daha katar, bu da us taşıyan varlıkların ahlaklılığı anlamına gelen, mutluluğa yaraşır olmadır.”520

E. İbrahim Hakkı’nın mutluluk düşüncesi daha çok tasavvufi ahlak içeriklidir. O, mutluluğun terim olarak bir tanımını yapmak yerine, daha çok mutluluğa ulaşmanın nasıl mümkün olacağı hususunda bilgi verir. Mutluluğu her bakımdan elde eden ideal insan, kâmil insandır. Mütefekkire göre ideal insanı (kâmil insan) mutluluğa götüren

515 Türer, Celal, age., s. 34.

516 Fârâbî, Ebu Nasr, el-Medinetü’l Fâdıla (çev. Ahmet Arslan), Vadi Yay., Ank., 1997, s. 90. 517 Fââbî, Ebu Nasr, age., s. 90.

518

Bolay, M. Naci, İbn-i Sinâ, Türk Büyükleri Dizisi, KTB Yay., Ank., 1988, s. 72, 77, 78. 519

Kant, İmmanuel, Pratik Usun Eleştirisi, s. 170. 520

134 araç erdemlerdir. Onun düşüncesinde erdemler genel olarak, ‘davranışların en iyisi ve orta kararda’ (ifrat ve tefritten uzak) olanlardır. E. İbrahim Hakkı bu husustaki görüşü- nü şöyle ifade eder: “Kamil insan, açlıkta ve toklukta, uykuda ve uyanıklıkta, susmada ve konuşmada, halkla sohbet etmede, adetlerinde ve bütün ibadetlerinde hep en iyi, en

hayırlı ve orta kararlı şekilde hareket etmiş ve böylece bütün işlerinde, hal ve hareket-

lerinde ne ifrata ne de tefrite yer vermiştir.”521 Düşünürümüz daha sonra bu fikrini aşa- ğıdaki hadisi naklederek temellendirir: “Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

‘Size Cenab-ı Hak’tan korkmanızı ve O’na tapmanızı tavsiye ederim. Şunu da bilin ki, ben de orucumu tutar akşam ezanında açarım. Namazımı kılarım, uyurum ve ev- lenirim.’522 Bu buyruğu ile Efendimiz, her şeyde orta kararda hareket etmenin en güzel hal, en iyi alışkanlık ve kâmil insanların özelliklerinden biri olduğunu ümmetine du- yurmuştur. Bütün iş ve hareketlerinde aşırılıktan çekinen ve daima orta kararda dav- ranmayı adet edinen kâmil insan gibi hareket edenler, Allah’a yakın olurlar ve dilekle- rine ererler.”523

İnsan niçin erdemli davranışlar yapmalıdır? Erdemli davranışlar, insanoğlunun mutlu olmasının bir teminatıdır. Bir açıdan bakıldığında ahlaklı olmadaki gaye mutlu- luktur. Öyle ise mutluluğa nasıl ulaşılacaktır? Düşünür, mutluluğa nasıl ulaşılacağı problemini ele alırken yöntem olarak daha çok nasslardan (ayet ve hadis) referans gös- termeye gayret etmiştir. Böylece o, din merkezli bir tutum benimsemiştir. Aristoteles’te de olduğu gibi, E. İbrahim Hakkı’ya göre de tüm eylemlerde ifrat ve tefritten uzak du- rulmalıdır. Orta yol (mutedil) üzere olan eylemler, mutluluğa ulaştıran sihirli anahtardır. Mutluluk nedir? Mutluluk nasıl bir haldir? Zikredilen sorulara düşünür net bir ce- vap vermez. Ancak, onun ‘mutlu olmaktan neyi kastettiğini ortaya koymak mümkündür. Genel olarak E. İbrahim Hakkı’nın düşünce yapısında mutluluk (saadet), ‘Allah’a yakın olma, O’nun rıza v e hoşnutluğunu elde etmekle gönülde tezahür eden manevi haz ve rahatlıktır.’

521 E. İbrahim Hakkı, Definetü’r-Ruh AÜ Kütp., S. Özege Böl., SA, No: 79, vr. 23/b–24/a. (Bu bilgi adı geçen kitabın ikinci risalesi olan İnsan-ı Kâmil’den alınmıştır.)

522

Buna benzer hadis için bkz. Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte, Amelde İtidal, Hadis No: 73, 76, 77, 78, C II, Akçağ Yay., Ank., 1988, s. 351–362.

523

135 Mütefekkir; Aristoteles, Platon ve Kiniklerin aksine, mutlu olabilmek için gerek maddi, gerekse ruhsal türden bazı şeylerin gerekli olduğunu kabul eder. Ancak maddi hazlar mutluluğun ölçüsü değildir. Mutluluk daha kalıcıdır ve ruhun daha çok hoşnut olmasıdır. E. İbrahim Hakkı hem içinde yaşadığımız dünya, hem de ahiret (meâd) mut- luluğunu kabul etmekle bu hususta düalist bir görüş benimsemiştir.

İnsanı iyiliğe davet eden insani nefsin, kötü arzularına davet eden hayvanî nefse üstün gelmesi ile saadete ulaşmanın yolu aralanır. Bunu gerçekleştiren insanın nefsi ölü, kalbi ise diridir. Şayet bunun tersi olursa, bu durumda kişinin kalbi ölü, nefsi ise diridir. Hayvani nefsin kötü arzu ve emellerine boyun eğmeyen kişi iradi ölümü de gerçekleş- tirmiş olur. İradi ölümü gerçekleştiren insan nitelik olarak kendi sıfatında fâni, hem ârif, hem marûf, hem de Allah’ın ahlakıyla ahlaklaşmış ve hakikatten de haberdardır. İşte böyle insan ‘insan-ı kâmil’ (ideal insan) olur ve izafi ruha524 kavuşur, muradına erişir yani mutlu olur.525 “Olgun insan öyle mübarek tertemiz ve mutlu bir zattır ki, nurların kaynağı, sırların madeni, iyi insanların yakını ve dertlerin ortağıdır.”526 O, bu düşünce- sine göre iyi ahlaklı olmanın nihai gayesinin Allah’a yaklaşmak olduğunu ifade ederken bunun gerçekleşebilmesi de ancak ideal insan olmak ve ruhî yönden yücelmekle müm- kündür. Ayrıca Allah’a yaklaşma veya O’nun rızasını elde etme gayesi gerçekleştikten sonra mutluluğun elde edilmesi doğal bir sonuçtur, denilebilir.

Düşünürümüz Marifetnâme’sinde, özellik bakımından birbirine yakın olan melek ve insan mertebesini izah etmeye çalışır. Melek mertebesine ulaşmada meşakkatli bir yol527 söz konusu iken insan mertebesi için daha kolay bir eylem önerir. İnsan mertebe- si, esasında ideal insanın (insan-ı kâmil) mertebesidir. Yazar, bu mertebeye ulaşabilmek için mutedil bir davranışı tavsiye eder. Bu aynı zamanda mutluluğa da ulaşmanın yön- temidir. Mutluluk; itidal üzere yemek, içmek, uyumak ile gadap (öfke) ve şehvete hâkim olmakla gerçekleşir. Dolayısıyla bu anlamda, mükemmel bir insan olabilmek için o ka-

524 E. İbrahim Hakkı, bu ruhu (İzafi Ruh) Allah’ın kendi zatına muzaaf ettiği ruh olarak tanımlar ve bunun otuz iki tane ismini verir. (Geniş bilgi için bkz. a. mlf., Marifetnâme, s. 303.)

525 Bkz. a. mlf., Marifetnâme, s. 207 ve 303. 526

E. İbrahim Hakkı, Definetü’r-Ruh, vr. 27/a. 527

Düşünür, melek mertebesine ulaşacakların takip edeceği yolu az yeme, az içme, az uyuma ve bütün arzu ve isteklerinden vazgeçme olarak açıklar. (Bkz. a. mlf., Marifetnâme, s. 303.)

136 dar meşakkatli yola gerek yoktur.528 Mütefekkir, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmayı me- şakkatte değil, itidalde bulur. Kamil (ideal) insan aynı zamanda mutlu insandır. Çünkü o, ruhen Rabbine kavuşmuş ve onunla huzur bulmuştur. Bu yükseliş aklî yükseliş değil, ruhî yükseliştir. Rabbe kavuşmak en büyük mutluluktur. Kişi şehvetine ve öfkesine - bunlar sebebiyle birçok reziletler meydana gelir - hâkim olunca, kendisinden de fazilet- ler ortaya çıkacaktır. İşte faziletler, mutluluğa ulaştıran vasıtalar olarak anlaşılır. Burada erdemler, hedeflenen amaç değil; asıl amaç Allah’a ulaşma, İlahi rızayı elde etmedir. Bu bağlamda mutluluk, Allah’a ulaşma, İlahi rızayı elde etme ‘sonucu’ ile gerçekleşen gönül huzuru veya zevkidir.

E. İbrahim Hakkı’nın teolojik ahlak anlayışına göre eylemler, sırf bir korku veya bir ödül beklentisi (mutluluk elde etmek) veyahut tedbir maksadıyla yapılmamalıdır; zira bu durumda davranışlar etik olmaz. Faziletler gerçekleştirildiğinde, fert ve toplum iki cihan saadetine bunun bir sonucu olarak zaten kavuşacaktır, yani sırf sonuç amaç- lanmış değildir.

Düşünürün tasavvufi ahlak anlayışını benimsediğini daha önce de belirtmiştik. Ona göre tasavvuf yolu Allah’a ya da nihai mutluluğa ulaştıran yolların en kısasıdır. Ancak bu sadece birtakım eylemlerle gerçekleşmez. Birey, Allah’ın dini üzerinde isti- kamet sahibi ve iyi ahlakta daim olmalıdır.529 Kısaca düşünür, ‘din her şeyin ölçüsüdür’ prensibini kabul etmiş gibi görünmektedir.

E. İbrahim Hakkı’nın m u t l u l u k konusundaki düşüncesinin genel karakteri “Saadetnâme” isimli manzumesinde şekillenir. Söz konusu manzumesinden birkaç alıntıyla fikirlerini değerlendirmeye çalışalım:

“Doğru yolu göster, et saadet ihsan, Ebrara mukarin et bizi yâ Hannan.

528 Düşünür, bu yaklaşımını Marifetnâmede açtığı başka bir bölümde (2. Bab s. 304 vd.) bu konuya genişce yer vererek olgun insan olmanın kural ve yöntemlerini tasavvufî manada işler. Öyle ki bu bölüm- de az yeme, az uyuma az konuşma gibi yöntemlerle mükemmeliyete ulaşılacağı şeklindeki gelenekçi yak- laşıma daha çok yer verir ve önceki düşüncesini devam ettirmez. Yani bu bölümde, önceden söylediği

melek mertebesinin kurallarını daha çok ön plana çıkarır. Kanaatimizce müellif, İbn Miskeveyh’in inziva

hususundaki gelenek dışı olan bu yaklaşımından etkilenmiştir. O, bu iki farklı, görüşten hangisinin daha gerçekçi olduğu hususunda net bir bilgi vermemiştir.

529

137 Ya Rabb! beni sû-i hulk-ı dedden (yırtıcı hayvan) kurtar,

Herkesten olan kabul u redden kurtar. Benden beni dur, kıl seninle meşgul, Mest eyle cemi-i nik (iyi) ü bedden kurtar. Hakkı! dile gel, kılma heves dünyaya, Emvâcı bırak kendini sal deryaya. Hakkı! anı iste bil cihanı fani, Bul mevt-i iradide hayat-ı canı,530 “Mûtû kable en temûtû”531 anı tanı, Dünya seni terk etmeden eyle anı. Mevla ile sulh eden gönül şâd oldu, Mahlûkuna şefkatiyle mutad oldu, Her emrine hoş muti u münkad oldu, Pes iki cihan gamından azad oldu.

Her lokma ki sen şerehle (aşırı hırs) yersin anı, Gafletle dolar gönül olur zulmani,

Hayvana ver ol lezzet-i ab u nânı, (ekmek) Hakkı anı yâd edip ye kut-i canı. (canın gıdası). Hakkı, yemek az ye, az uyu, az söyle,

Can sağlığı dil hoşluğu bul sen öyle, Her ne dilersen gönülde bul zevk eyle, Kim iki saadettir böyle.

Her lokma ki lezzetle buldun zevki, Ol lokmayı keşke bulsa düşman halkı, Hayvana ver ol nebatı, sen ey Hakkı! Can lezzetin al gönülden iste Hakkı!”532

530 E. İbrahim Hakkı, “İradenle öl, tabiatınla yaşa.” sözünü Eflatun’a ait olduğunu söyleyerek bunu manzumelerinde ve Marifetnamesinde sık sık kullanır. Onun tasavvuf anlayışına mutabık olması bakı- mından Eflatun’un bu sözünü önemser. Bkz. E. İbrahim Hakkı, Saadetnâme, Sül. Kütp., Tahir Ağa Böl., No: 197/7 vr. 108/a vd.; a. mlf., Divan-ı İbrahim Hakkı s. 198 vd.; a. mlf., Marifetname, s. 251. (Bu sözün Eflatun’un olduğunu Cavit Sunar da ifade eder. Bkz. Sunar, Cavit, İbn Miskeveyh ve Yunan ve İslam’da

Ahlak Görüşleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yay., Ank., 1988, s. 164.)

531

Ölmeden önce ölünüz.” (Bunun hadis olduğunu belirten kaynak için bkz. el-Aclunî, Keşfu’l-Hafâ, C I, Beyrut, 1988, s. 29.)

138 E. İbrahim Hakkı, Aristippos (MÖ 435–355)’un hedonizminin (hazcılık) aksine, dün- yaya yönelik ve gelip geçici maddi zevk ve hazcılığı mutlu olmanın maksimi olarak gör- mez. Bunun yerine manevi zevk olan gönül hazcılığını, yani ruhun mutluluğunu benimser.

Düşünür, saadete ulaşmanın bir başka yolunu da tasavvufun ilkelerinden olan yani tevekkül, teslim-i rıza ve tefvîz (işleri Allah’a havale etme) gibi ameliyelerde görür. O, bu anlamda özetle şöyle der: Olgun insan her işinde Allah’a tevekkül, teslim- i rıza ve tefvîz etmekle O’na boyun eğer. Böylece korku ve üzüntüden kurtulur, kalp huzuruna, rahatına ve iki cihan saadetine kavuşur.533 Burada bir davranış olarak tevekkül, teslim-i rıza ve tefvîz de birer erdemdir. Bu erdemler vasıtasıyla hem bu dünya hem de ahiret (meâd) mutluluğuna ulaşılır. Mutluluğa ulaşmada vasıta olarak görülen bu faziletler sadece yüksek bir amaca (mutluluğa) araç oldukları için değil, bizzat kendileri de iyi olduğu için iyidir. Bu nedenle “gaye, vasıtayı meşru kılar” şeklindeki Makyavelist gö- rüşün534 E. İbrahim Hakkı’nın ahlak düşüncesinde pek değeri yoktur.

532 E. İbrahim Hakkı, Saadetnâme, Sül. Kütp., Tahir Ağa Böl., No: 197/7, vr. 108/a vd.; a. mlf., Divan-ı

İbrahim Hakkı s. 198 vd.

533

E. İbrahim Hakkı, Definetü’r-Ruh, vr. 32/a-b.

534

139

SONUÇ

Miladî 1703/1780 yılları arasında yaşamış Türk-İslam düşünürlerinden biri olan E. İbrahim Hakkı kültürümüze birçok katkı sağlamıştır. Öncelikle onun eserleri tetkik edilerek bu çalışmaya başlanıldı. Ancak müellifin eser sayısı hakkında birbirinden farklı görüşlerin olması bizi onun gerçek eserini tespit etmeye itti. Müellifin eserlerini bizzat görme ve inceleme imkânını elde ettiğimiz için mezkûr hatanın nereden kaynaklandığı bilgisine de ulaştık. Buna göre E. İbrahim Hakkı’nın esas eser sayısı on altı adettir. Ki- tap olarak nitelenen bazı yazılar ise bu eserlerden alınmış makalelerdir. (Tezdeki asıl maksadımız müellifin eserlerinin sayısını ortaya koymak değildir. Ancak, onun eserleri hakkında verilen hatalı bilgileri düzeltme zarureti, bizleri bu noktaya eğilmemize yol açtı.)

E. İbrahim Hakkı, doğruluğu deneyle ispatlanmış bilimsel bilgi ile din bilginleri- nin görüşleri arasında bir tenakuz olması durumunda, bilimsel bilginin daha gerçek ola- cağını düşünür. O, bunun nedenini, dine değil bilakis nassı yorumlayan bilginlerin kifa- yetsizliğine bağlamaya çalışır. Bu bakış açısı, aynı zamanda bilimsel çalışmalar yapma- sına da bir zemin hazırlar. Deneye ve akla gerekli değeri veren düşünür, ahlak konusun- da da dine aykırı olmamak kaydıyla, hayra yol açabilecek ancak, aklın uygun bulduğu ve tecrübe edilmiş bazı normları kabul eder. Nitekim yapılmasını talep ettiği vazifelerin bazılarının bu nitelikte olduğu görülür.

Düşünürün ahlak düşüncesinin oluşmasında İlkçağ Yunan filozofları, İslam filo- zofları ve mutasavvıflar etkili olmuştur. Bununla birlikte onlardan aldığını kendine özgü bir bakış açısıyla yorumlamayı da bilmiştir. Genellikle ayet ve hadisleri temel alarak fikirlerini teolojiye uygun düşecek şekilde ifade eden düşünüre göre, her şeyin ölçüsü nassdır (ayet-hadis). Dolayısıyla, E. İbrahim Hakkı, teolojiye o kadar çok önem verir ki, henüz hipotez aşamasındaki düşüncelerinin doğruluğunu (ve dine uygunluğunu) kanıt- layabilmek için dahi referans olarak ayet ve hadisleri gösterir. Kısacası, her şeyin ölçüsü Kitap ve Sünnettir. O, bir taraftan yıldızlara bakarak geleceğe yönelik herhangi bir hü- küm çıkarılmasına şiddetle karşı çıkarken diğer taraftan da bunların, insan huyuna tesir

140 edebileceğini iddia eder. Bu düşüncesinin dine uygun olduğunu ispatlayabilmek için (kendisinin yorumladığı) bir hadisi delil olarak gösterir.

E. İbrahim Hakkı’ya göre, “iyi” Allah ve Resulü’nün hoşlandığı şeyler; “kötü” ise hoşlanmadığı şeylerdir. Dolayısıyla, “iyi-kötü” problemini, dini esaslara bağlı ola- rak çözmeye çalışır. ‘Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmayı’ prensip olarak kabul eden dü- şünür, iyi ahlaklı olmayı Kur’an ve Sünnet’e bağlılıkta görür. Bununla birlikte düşü- nür, dinin görüş belirtmediği ancak içinde yaşanılan çağa göre iyi ve kötü problemini çözebilmek için üç kıstas daha ortaya koyar. Bunlar; a) ilmiyle âmil âlim veya mürşid- i kâmile danışma, b) eylemlerin, salih kişilerin (dini tam olarak yaşayan seçilmiş kişi- lerin) yoluna uygunluğu, c) nefsin hoşlandıklarının kötü; hoşlanmadıklarının ise iyi görülmesi şeklindedir.

İklimin ve coğrafi yapının, insan huyuna tesir edeceğini savunan E. İbrahim Hak- kı’nın bu düşüncesi, eskilerden kalma bir görüş olup, gerçek ile örtüşmediği ortaya ko- nuldu. İnsan eğitiminde alınan mesafe, böyle bir anlayışın yanlış olduğunu göstermek- tedir. İklim ve coğrafî yapı, üzerinde yaşayan insanların dinini ve ahlakını değil, ancak onların yaşam standartlarını değiştirebilir.

E. İbrahim Hakkı, Aristoteles’ten kalma ve İbn Miskeveyh’in devam ettirdiği ‘or- ta yol’ prensibini, onlara bazı katkılar yaparak sürdürmüştür. Bu filozofların benimsedi- ği, ‘erdemlilik, ifrat ve tefritin tam ortasında olmak’ şeklindeki ‘orta yol’ anlayışının izleri, E. İbrahim Hakkı’nın tasavvufî ahlak düşüncesinde de görülür. Düşünürün de kabul ettiği bu anlayışa göre, o, mertebe olarak insanları – hayvan mertebesi v e ruh mertebesi olarak - önce iki ana gruba ayırır. Sonra da ruh mertebesini “melek mertebe- si” ve “insan mertebesi” olarak iki tali gruba ayırır. Bunlardan melek mertebesinin, “az yemek, az uyumak, az konuşmak” gibi birtakım kısıtlı davranışlarla yani dünya nimetle- rinden yüz çevirmekle mümkün olabileceği tarzındaki görüşü tefrit olarak kabul eder. Hâlbuki insan mertebesinin sadece ‘mutedil davranışlar’ ile gerçekleşeceğini, bunun asıl olgun insan özelliği olduğunu benimser. Böylece o, biyolojik yapıya zarar vermeden nefis tezkiyesiyle derunî bir olgunluğa ulaşılacağını ve kötü huyların terbiye edilip deği-

141 şeceğini savunur. İkinci mertebenin insan doğasına daha uygun olduğunu belirterek, mutluluğun meşakkatte değil, itidalde aranması gerektiğini ortaya koyar.

Bununla birlikte E. İbrahim Hakkı, klasik tasavvuf düşüncesinin benimsediği züht anlayışına, yani dünyaya bir nevi yüz çevirme, az yeme az uyuma gibi eylemlere kitap- larında çokça yer vermiştir. Düşünür, esas olarak itidal anlayışını benimsemesine rağ- men, daha sonra bu hususta kendisiyle bir çelişkiye düşmüştür. Bu bağlamda, hem bir mutasavvıf hem de sofi bir kişiliğe sahip olan düşünür, insanı ve onun nefsini bir realite olarak görür. Ona göre nefs çift kutuplu olup, iyi ve kötü davranışları da yapmaya kuv- ve halinde istidatlıdır. Bu nedenle nefs, kötülüklerin kendisi değildir. O, ancak aklın kontrolünden çıkar ve başıboş bırakılırsa, süfli duyguların tesiriyle kötülük yapabilir. Bu noktada o, aklın önemini vurgulayarak, iyi davranışların yapılabilmesini aklın kont- rolüne dayandırır. Nefsin öldürülmesini talep ederken, onun biyolojik olarak ortadan kaldırılmasını değil, kötülüklerden arınmasını kasteder. Eflatun’un “iradenle öl, tabia- tınla yaşa” sözünü referans göstererek, nefis tezkiyesini bu şekilde değerlendirir ve adı geçen filozofun düşüncesine katılır.