• Sonuç bulunamadı

Daha sonra öğrencileri mezar taşını, bir ebruyu resmeden seramik bir pano olarak düzenlemiştir (Özemre, 1996, s.119).

Vefatından sonra teknesi, fırçaları, diğer ebru malzemeleri ve ebruları Galata Mevlevihanesinde bulunan Divan Edebiyatı Müzesi’nde Düzgünman Odası’nda sergilenmektedir.

Mustafa Düzgünman sadece ebruculuğu ile değil kişiliği ile de çevresi üzerinde etkili olmuş ve takdir toplamıştır.

Sanatçı tasavvufi bir terbiyesi olduğu için son derece tahammüllü ve dervişane bir karaktere sahipti. Sakin ve sabırlı fakat bir nokta aşılırsa tepkisini de veren bir yapısı vardı. Ailesine ve etrafına karşı çok demokrat, hiç baskı yapmadan sadece fikir söyler ve önerirdi. Ayrıca çok soğukkanlıydı. Bu özelliği kaderci yapısından kaynaklanmıştır. Tüm ailesi ile arkadaşlık yapan bir insandı. Çocukları çok seven ve çocukla çocuk olan bir babaydı. Eşine karşı hep çok saygılı olmuştur. Kendisi çok demokrat bir insan olan Düzgünman çocuklarının da ebruyu öğrenmesi için üzerlerinde baskı kurmamış seçimi onlara bırakmıştır. Dürüst ve adaletli, nezaket sahibi bir insandı (Ali H. Düzgünman ile yüzyüze görüşme, Aralık 2007).

Mustafa Düzgünman gerek kişiliği ve gerekse sanatı ile otantik Türk sanat bilgi ve zevkine en yakın kişidir (Uzel, 1985, s.38).

4.1.1.2 Mustafa Düzgünman’ın Ebru Sanatı Hakkındaki Düşünceleri Klasik Türk ebru sanatının günümüze ulaşmasında büyük emeği ve gayreti olan, bu konuda çok titiz davranan Mustafa Düzgünman aktarlık yaparak geçimini sürdürürken annesinin dayısı Necmeddin Okyay’dan ebru ve cilt sanatını öğrenmiştir. Güzel Sanatlar Akademisi’ne misafir öğrenci olarak devam eden sanatçı, ebru ve cilt atölyelerinde üstün başarı göstererek bu akademiden tarz-ı kadim cilt ve ebru sanatkarı olarak sanat hayatına katılmıştır.

Düzgünman’a göre ebru tabiattan alınmış fakat diğer Türk sanatları gibi tabiatın üsluplaştırılması ile oluşan bir sanattır. Ebru sanatının adını teknenin içine düşen boyaların yuvarlak yuvarlak bulutlar gibi açılmasından dolayı aldığını

söylemiştir. Önce ebri denilen, sonra da ebru ismini alan bu sanat kitaplarda, murakkalarda, kıymetli yazıların etrafında ve levhalarda kullanılmıştır.

(TRT 2 için çekilen Sanatımızdan Portreler isimli belgesel film)

Düzgünman ebruyu başka bir yerde “Ebru kitreli su üzerinde renkli boyalarla yapılan nakışlardır. Bir nevi işlemedir. Dest-i senk adı verilen el taşı ile ezilen boyalar su ve ödle karıştırılır. Ebrucu kendi zevkine bu boyalarla işleme yapar.” şeklinde tanımlamıştır (Bozgeyik, 1978, s.12).

Sanatçı ebrunun yapımını ise şu şekilde tarif etmiştir:

Malzeme olarak 35-50cm. ebatında 5cm. derinliğinde çinkodan yapılmış bir tekne, mermerden yapılmış dest-i senk, at kuyruğundan özel olarak yapılan fırçalar, üç adet çeşitli kalınlıkta ve 10cm. uzunluğunda sapa geçirilmiş teller, çeşitli büyüklükte boya kapları, kitre, sığır ödü, ebru yapımına uygun toprak boyalar, birinci kalite beyaz kağıt ve 25-40cm. ebatında selaşbur torba kullanılmalıdır. Kitre saf su içinde hazırlandıktan sonra sıvı hale getirilip tekneye dökülür. Ezilen boyalar gerekli oranda su ve öd ile karıştırılarak, fırçalarla teknede bulunan kitreli su üzerine atılır ve tel millerle şekil verilir. Kağıt yavaşça oynatmadan yatırılır ve biraz toplandıktan sonra çekip çıkarılır. Ebru çıtadan ızgaralara serilir ve kurutulmaz.

(Düzgünman, 1985, s.23)

Ebru çeşitlerini serpme battal, neftli battal, tarzı kadim battal, hatip ebru, gelgit, şal, bülbül yuvası, kumlu ebru, fon ebrusu ve çiçekli ebrular şeklinde sınıflandırmıştır. Ayrıca çiçekli ebrulara Necmeddin Hoca’nın icadı olduğu için Necmeddin ebrusu denildiğini de belirtmiştir (Düzgünman, 1985, s.23).

Yaşadığı dönemde klasik Türk ebrusunun en iyi şekilde yapılmasına büyük özen göstermiş, yenilik kabul edilen denemeleri hoş karşılamamıştır. Mustafa Düzgünman ebru geleneğinin nasıl yaşatılacağı konusundaki düşüncelerini şöyle açıklamıştır:

“Biz üstadımız Necmeddin Hoca’dan gördüğümüz terbiye iktizası, ebruya başlamadan evvel ebru üstatlarına Fatiha okuruz. Ebru tükenmeyen bir hazinedir. Bu

kendi kendine, kendi içinde karakterini bozmadan zaten tekamül ediyor. Bunun haricinde modernizasyon diye zaten bir şey olamaz; çünkü ecdad yadigarını tarihi, orjinalliği ve tabiliği ile yaşatmak zorundayız. Niye modernizasyon olsun? Bu nihayeti olmayan bir renk cümbüşü, güzelliği tükenmiyor ki yeniden bir şey icat edilsin. Zamanımızda resme benzeyen bir ebru şekli sunuluyormuş. Bakıldığı zaman bir yağlı boya tablosu görülüyor. Bu ebrunun dışına çıkıyor. Aslında onlarda ebru yapıyorlar gibi ama, bakıldığı zaman manzara yağlı boya görüntüsü veriyor. Biz buna pek Türk ebrusu diyemeyiz. Bu da bir sanattır ama Türk ebrusu denilemez. Çağdaş ebru denilebilir. Yoksa sanatı takdir ederim. Bizim ebrumuz karakterini hiç bozmamalıdır” (TRT 2 için çekilen Sanatımızdan Portreler isimli belgesel film).

A.Yüksel Özemre’ye göre Mustafa Düzgünman’ın sanatta taviz vermeyen, son derece katı kuralları olan ve özellikle ebrunun kendisine kadar gelmiş safhasından başka bir safhaya geçmeyen, bu safhalar dışında hiçbir şeye müsaade etmeyen bir sanat anlayışı vardı. Onun yolunu bugün takip eden ve her biri bu alanda üstat olan öğrencileri de aynı tutum içindedir (Eriş, 2007, s.146).

Sanatçı ebrunun yapısının bozulmadan uygulanması ve geliştirilmesinden yana olmuştur (Turan, 1991, s.48).

Modern resimle ebru sanatı arasındaki münasebete karşı çıkarak ebrunun başlı başına bir ekol olduğunu savunmuştur (Bozgeyik, 1978, s.13).

Düzgünman’a göre Allah insanları ve bazı mahlukları nasıl ki birbirinden farklı yaratmışsa ebruda da şekillerin tekrarı yoktur. Birbirlerinin aynı gibi görünse de dikkatli bakıldığı zaman farklılıklar görülecektir. Ebrunun şekil bakımından sonu yoktur. İstenildiği kadar farklı şekiller elde edilebilir (Bozgeyik, 1978, s.13).

Ebru konusunda çok titiz ve hassas olan Düzgünman, ebru öğrenmek isteyenleri kolay kolay yanına sokmaz, buna sebep olarak da sabır ve meşakkat isteyen bu sanatı öğrenmek istedikleri halde kısa zamanda tamamen öğrenmeden yarım bırakanları göstermiştir. Ebrunun görüldüğü kadar kolay olmadığını ve epey bir zaman emek istediğini şu sözleri ile ifade etmiştir:

“Ebru yapma görüldüğü kadar kolay bir şey değildir. Evvela…Şöyle bir tarif edilirse…Kitre alınacak. Taze ve beyaz kitre makbuldür. Sonra boya cesimli boyalardan içinde yağ maddesi, kimyevi madde olmayan toprak boyalardan yapılır. Boyalar ezildikten sonra bir miktar su ile biraz da sığır ödü; kıvamları ayarları nispetinde karıştırılıp o kitreli mahlül üzerine fırçalarla atılır. Şimdi o fırçalarında bir özelliği vardır. Her fırçadan ebru olmaz. Ebrucu fırçasını kendisi yapacaktır. Bir ağaç dalıyla, at kuyruğundan yapılır. Ortası boş kalır. Biz bu tekneye tam hakim değiliz, biz boyaları elimizle atıyoruz. Bu bir irade-i cüziye, fakat tekne irade-i külliye gibidir. Biz küçük bir tebliği ile ona boyayı sallıyoruz ama tebliğde ne olacağına tesirimiz yok…Ebruculuğun yeis verecek ters şeyleri de vardır. Boya parçalanır, tutmaz akar, sıyırırken sıyrılır. Bunların kitre ile boya ayarı kıvamı çok mühimdir. Bu iş yapımcıyı çok yorar. Onun için ebrudan kolay talebe yetişmiyor. Görünüş bu sanatın yegane talihsizliği. Bakıldığı zaman “a çok kolaymış” deniyor. Halbuki işin içine girince zor olduğu anlaşılıyor. Bir çok kimselere ben bunu gösterdim. Öğretmek istedim. Fakat bırakıyorlar. Çünkü çok egzersiz yapmak lazım. Yani çıraklık devri, çok uzun sürer. Bundan yılmayarak, neden bozuluyor demeden; yani usta çırak gibi çalışmak lazım ki, orada muvaffak olunsun. Güzel ebrular çıkmaya başladığında insan hayatının en mesut dakikalarını yaşıyor”.

(Horhor broşür/gazete, 1992, s.1)

Mustafa Düzgünman’ın bugün yetiştirdiği talebelerinden icazetli olan sadece Alparslan Babaoğlu ve Fuat Başer’dir. A. Sabri Mandıracı’yı “hafidim” diyerek şereflendirmiştir. Timuçin Tanarslan’ın bir ebrusunu beğendiği için de onun bir ebrusunun köşesini katlayarak arkasına “Timuçin Tanarslan kardeşimiz artık ebrucu sayılır” diye yazmıştır (Ali H. Düzgünman ile yüzyüze görüşme, Aralık 2007).

Mustafa Düzgünman bu sanatta kolay talebe yetişmemesinin bir sebebini de aşağıdaki sözleri ile açıklamıştır:

“Geçim yolu değildir bu; yan zevk işidir. İmkanı varsa bununla uğraşılır. Hayat meşgalesi başı dertte olan bununla uğraşamaz. Bu istikbal olamaz. Onun için talebe yetişmez. Ama biz birçok kimselere merak edenlere gösterdik. Eh nasıl yapıldığı biliniyor deyip sonra çok basit olarak yapmışlardır. Ama ebru, öyle bir, üç, beş karıştırma ile iki yana git gel yapmakla olmaz. Ebruculuk yapılmış sayılmaz. Her

şubesini iyi yapmak lazım. Hatibini geliştirmek lazım. Taraklısı, hele battallar arızasız yapılmış olması…Bunun için de uğraşmak lazım. Herkes uğraşmıyor. Bilen çok, yapan az” (Horhor broşür/gazete, 1992, s.1).

Düzgünman bütün Türk süsleme sanatlarında olduğu gibi ebru sanatında da usta çırak ilişkisine önem vermiştir. Bu sanatın geleceğine ilişkin umudunu ise şöyle ifade etmiştir: “Ebru sanatını teslim ettiğimiz güçlü eller, artık bu sanatı ileriye nakledebilecek bilgi ve beceriye sahiptir” (Özsayıner, 1994, s.110).

Yaşamı boyunca hiç yitirmediği çelebiliği ve alçakgönüllüğü ile, talebesi Alparslan Babaoğlu için “bu çocuk beni geçecek” derken, ebru sanatını gelecek kuşaklara iç huzuru ile emanet edebilmenin gururu ve mutluluğunu yaşamıştır (Özsayıner, 1994, s.111).

Bu sanatın en iyi şekilde nasıl yapılacağını, püf noktalarını öğrenmenin yolunun yavaş yavaş deneme yanılma yoluyla olacağını açıklamıştır. Akademide ebru yapmaya başladıktan sonra artık öğrendiğini düşünerek evde de tekne kurup yapmaya başlamıştır. Fakat sonuç akademide yaptıkları gibi olmamıştır. Ebru çıkıyor ama renkler kayboluyor ve bir ahenksizlik vardır. Hocayı çağırmıştır. Hoca kusurlarını gördükten sonra su ve öd ayarını yapmış ve Düzgünman’a da öğretmiştir. İkinci teknede de olumsuz sonuçlar alan Düzgünman hocasını tekrar çağırmıştır. Bu kez onun dediğinin aksine suyu az ödü az çamur gibi olmuştur. Buradan şu sonucu çıkarmıştır: Akademide çalıştığı dönemlerde tekneye hocanın eli değmekte idi. Hoca işin püf noktasını biliyordu ama bunu anlatamazdı. Düzgünman’a göre insan iyice kendisi yapmaya başladığı zaman bu işin püf noktasını yavaş yavaş bilecek ve bulacaktır. Yoksa hocanın eli değdikçe bu işin püf noktası anlaşılamayacaktır.

(TRT 2 için çekilen Sanatımızdan Portreler isimli belgesel film)

Mustafa Düzgünman bu sanatın geleceği hakkındaki düşüncelerini “Elimiz ayağımız tuttukça bu sanat için elimizden geleni yaparız. Ama daha ileriyi düşünerek takviye ve teşvik gereklidir. Mümkün mertebe öğrenmek isteyenlere teknemizi açık tutmaya çalışıyoruz” sözleri ile belirtmiştir (Göktaş, 1986:29).

Düzgünman’a göre baskı kağıtların ortaya çıkması ile ebru eski önemini yitirmiştir. Renkli ofset sanayinin ilerlemesi ile ebruculuk gerilemiştir. Eskiden devairi resmiye mücellitler, hattatlar hepsi ebru kullanıyormuş ve Beyazıt’ta ebrucular varmış. Avrupa baskı kağıtlarının Türkiye’ye girmesi ile ebrucular yavaş yavaş dükkanlarını kapatmışlardır. Günümüzde artık eskisi gibi ne kitapta ne de yazı da kullanılmaktadır. Daha çok duvarlarda tablo olarak asılmaktadır.

(Horhor broşür/gazete, 1992, s.4)

Ebrunun insan üzerindeki tesirini “Şüphesiz bütün güzel sanatlarda olduğu gibi insan ruhuna tesiri oluyor. İnsana sükunet veriyor. Huzur veriyor. Dünya meşgaleleri ile yorulan insan zihni dinleniyor.” sözleri ile belirtmiştir.

(Bozgeyik, 1978, s.14)

Düzgünman hat, ebru, minyatür ve tezhip gibi geleneksel sanatlarımızın yeni nesillere tanıtılması için devlet kurumlarının ve basının üzerine düşen görevi yeterince yerine getirmediğini belirtmiştir (Yardım, 1985, s.13).

Mustafa Düzgünman ebruculuk hayatı boyunca gerek televizyonda yayınlanan mülakatlarında, gerekse sohbetleri sırasında bizim bir ebru geleneğimizin olduğunu ve bunun korunması gerektiğini söylemiştir.

4.1.1.3 Mustafa Düzgünman’ın Ebrularının Özellikleri

Mustafa Düzgünman yılda iki kez sonbahar ve ilkbaharda olmak üzere ebru yapmak için tekne kurmuş, yaklaşık altı bin ile sekiz bin arasında ebru yapmıştır. Ebrunun bütün çeşitlerinde çok kıymetli eserler vermiştir.

Dostu Ahmet Yüksel Özemre’ye göre kendisi 1966 senesine kadar ustası Necmeddin Okyay’dan öğrendiği sanatı daha da geliştirmiş ve ustasını da geçmiştir. Kendine has ebrular geliştirmiştir. Üsküdar’ın ebru sanatındaki nirengi noktalarından biri olmuştur (Eriş, 2007, s.144).

Diğer bir dostu Niyazi Sayın’a göre ise ebru ne demek bilen bir insandı, onun gibi boyada hakimiyet kuran insan pek gösterilemezdi (Eriş, 2007, s.151).

Mustafa Düzgünman ebru yapımında klasik üsluba hep bağlı kalmış, ebruyu modernleştirme adına yapılan dejenerasyonlara karşı çıkmıştır (Turan, 1991, s.47).

Yaşadığı dönemde klasik ebrunun en güzel örneklerini vermiştir. Sanatçı, ebru sanatını öğrendiği biçimde bırakmamış, bu sanatın yapısını bozmadan, ebruda varolan gelişmeye açık özelliğinden yararlanarak geliştirmiştir. Necmeddin Okyay’ın bulduğu çiçekli ebrulara papatyayı eklemiştir. Onun ebruları sanatın doruk noktası olmuştur (Turan, 1991, s.47).

Geçmişte hat ve cilt sanatlarına yardımcı bir sanat iken Düzgünman sayesinde ebru tek başına bir sanat haline gelmiştir (Yardım, 1985, s.12).

Ebruya kompozisyon tarzını getirmiştir (Yardım, 1985, s.13).

Düzgünman’ın 1940-1950 yılları arasında yaptığı ebrularla son dönemlerinde yaptıkları arasında büyük farklılıklar olduğu gözlenmiştir. Özellikle karanfil, sümbül, lale gibi çiçekler daha natüralist üslupta yapılmıştır. Çiçekli ebrularına bakıldığında, yaprak ve çiçeklerin en küçük ayrıntılarına kadar titizlilikle işlendiği görülmüştür. Bu durum onun tabiatı ne kadar iyi gözlemlediğini ortaya koymaktadır.

(Özsayıner, 1994, s.111)

Benzer Belgeler