• Sonuç bulunamadı

Muhalif İlişkisel Gelişmeler ve Dörtlü Önerge

tasarıları görüşülüyordu. Bu tasarılar meclis içinde, yukarıda anlatılan değişik görüşlerin ifadesi olarak muhalefetin ilk kıpırdanışlarını ifade etmektedir. Örneğin, 1943 yılında savaş sırasında zenginleşmiş gruplardan vergi toplayarak sosyal adaleti sağlamak amacıyla "varlık vergisi" ve "toprak mahsulleri vergisi" Meclis'te kabul edildi. Yılsonuna doğru politik elit içinde ayrılan görüşleri, dolayısıyla çıkarları ifade eden ufak tefek haberler basında yer almaya başladı. CHP vekili Celal Bayar konuyla ilgili tek önergeyi vermişti. Koçak'a göre (2000) bu önergenin anlamı, Celal Bayar'ın bu dönemde partinin grup toplantılarına düzenli katılmamasından söz alıp konuşmamasından ve partiye karşı takındığı eleştirel tutumdan gelmektedir. Bayar'a İnönü tarafından işbirliği önerildi ve CHP'nin Meclis Grubu Reis Vekili görevini kabul etmesi istendi; ancak o müstakil grup başkanlığı tercih etmekteydi (Timur;1994). Dikkat edilirse, Milli Şef İnönü döneminde, ilk ciddi

muhalefet hareketinin öncülüğünü Atatürk’ün son Başbakanı Celal Bayar yapmıştır. Mecliste 1944 yılı Muvazene-i Umumiye kanunu görüşülürken, 22 Mayıs tarihli oturumda, hükümete sert eleştiriler yöneltmişti. Bayar, konuşmasında, bütçe açığı, hayat pahalılığı nedeniyle yoksulluğun giderek arttığı, ekonomik politikaların tutarsızlığı, emisyon hacminin yükseldiği, üretimin arttırılamadığı, üreticinin devletten parasını zamanında alamayarak zarara uğradığı, gibi önemli konular üzerinde durmuş, “alacağı cevabın bütçeye vereceği oyunun rengini tayin edeceğini” söylemiştir.2 Basında konuyla ilgili yalnızca küçük bir haber çıkmış, üzerinde çok fazla durulmamıştır. 29 Mayıs’ta yapılan oylamada da ret oyu kullanmıştır. Görüldüğü gibi, Celal Bayar karşıt olma tutumunu parti kurulmadan önce ortaya koymuş

2 TBMM Zabıt Ceridesi Devre VII Cilt:10, 22 Mayıs 1944, 146- 151

ve parti içinde muhalif grubun önderliğini yürütmüştür. Bu dönemde Vatan’da Bayar ile ilgili bir röportaj yayınlanmıştır. 1944 yılında bütçe görüşmelerinde Bayar söz alarak konuşması ve görüşmeler sonrasında tek başına bütçeye ret oyu vermesi sırasında, Menderes söz alarak "Dünyada yeni açılmakta olan safhanın icaplarına ve gerçeklerine uyarak yepyeni bir zihniyetle hareket edilmesini" öne sürmüştür. (Timur, 1994:12). Bütün bunlar CHP'nin kendi içinden çıkan muhalif seslere toleransının ve onaylamasının göstergesiyken aynı zamanda da, DP'nin daha kurulmadan önce muvazaa partisi3 olmadığını ve farklı olduğunu ortaya koymak üzere şekillendirmeye başladığı iletişim stratejisine işaret etmektedir. Yine CHP'nin basın organı olarak çalışan

Ulus gazetesinde o güne kadar sadece meclis grubu

3 O günlerde “muvazaa partisi” iktidarla işbirliği içinde danışıklı muhalefet yapan parti anlamında kullanılmaktaydı.

resmi tebliğleri ve özetleri verilirken, bu konuyla ilgili tartışmalara yer verilerek kamuoyu bilgilendirilmeye gidilmiştir (Koçak;2000). O halde, DP’nin ortaya çıkışına ilişkin sinyalleri bu muhalefet bile, CHP’nin siyasal hayatta demokrasi ve çok partili sistem bağlamında bir değişime tolerans gösterdiğine işaret etmektedir. Bu toleransa rağmen, DP yöneticileri ve CHP yöneticileri arasındaki ilişki başından itibaren inişli çıkışlı olmuştur. Olumlu ve olumsuz faaliyetler birbirini kovalamaktaydı. Örneğin CHP Ulus’ta DP’yi övücü nitelikte yazı yazdırıyor ve bu sırada, DP’nin demokrasiyle ilgili fikirlerini yayma işlevi gören bazı gazeteler de komünist eğilimli gazetelerle birlikte kapatılıyordu. Mayıs ayında Adımlar, Yurt ve Dünya

Yürüyüş, Barış Dünyası dergilerinin, ağustos ayında Tan, eylül ayında Vatan'ın kapatılmaları ile basına

yapılan bu müdahale, CHP'nin bir yandan demokrasiyi düzenlemek isterken, öte yandan karşıt fikirleri susturucu ve baskıcı bir tavır takınmasını göstermesi açısından önemlidir. Ayrıca, bu tavır ileride DP

tarafından “özgürlüklere tahammül edemeyen bir yönetim” imajının CHP'ye biçilmesine yarayacaktır.

Albayrak'a göre (2004), 1945 yılında bir başka muhalif hareket Mecliste, ilk yedi aylık Bütçe Kanunu Tasarısı görüşülürken ortaya çıkmıştır. Tasarıya yapılan ciddi eleştirilerden sonra 29 Mayıs 1945’teki oylamada Recep Peker, Celal Bayar ve Hikmet Bayur başta olmak üzere; Adnan Menderes, Fuad Köprülü, Refik Koraltan ve Emin Sazak tasarıya ret oyu vermişlerdi. Dikkat edilirse muhalif seslerin yavaş yavaş bireysellikten çıkıp grup oluşturmaya başladıkları görülmektedir..

Bu muhalefet hareketleri sırasında, çok partili geçişe sinyal yakan girişim iktidar partisi lideri İsmet İnönü'den geldi. San Francisco Konferansına katılan Türk heyetinin başı olarak İnönü, yakında bu geçişin gerçekleşeceğini bayan etti. Ardından İnönü’nün, 19 Mayıs 1945 yılında "memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde sürecektir" demesiyle, bu konuda yönetimin

demokratikleşme niyeti ilgili kamuoyuna açıkça sunulmuştu (Eroğul; 2003, Koçak; 2000). Ancak halkın hala, bütün bu gelişmelerde uzaktan takipçi konumunda olduğu ve iradesinin farkında olmadığı ileri sürülebilir. Bütün bu gelişmelerdeki yönetimsel siyasi halkla ilişkilerin hedefi olan aktif kamuoyu, meclisteki muhalif ve liberal vekillerdi. Dıştaki kamuoyu ise Türkiye'deki gelişmeleri izleyen dünyadaki diğer devletlerdi.

Ülkedeki yoksulluğun nedenini biraz da köylünün topraksızlığında bulan CHP Hükümeti bir toprak kanunu çıkarmaya karar verdi. İşte bu kanunla ilgili görüşmeler sırasında istenen ve beklenen muhalefet kanuna itiraz eden vekillerden geldi. 1945 yılında hükümet bir yasa çıkararak topraksız köylülere toprak dağıtılması ve ormanlarının devletleştirilmesi için çalışmalara başladı. Fakat özellikle parti içinde oluşan bir muhalefet hareketi, toprak kanunu tasarısına şiddetli tepkiler gösterdiler. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Tasarısının Mecliste görüşülmesi, Celal Bayar tarafından yürütülmekte olan muhalefete önemli bir

fırsat vermiştir. Hikmet Bayur, Adnan Menderes, Emin Sazak, Refik Koraltan tasarıyla ilgili eleştirilerini sunmuşlar ve tasarıya karşı beş kişi red oyu kullanmıştır: Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuad Köprülü, Celal Bayar ve Emin Sazak.

Bazı araştırmacılara göre, Demokrat Partinin kuruluşuna giden yolda, muhalefetin karşıtlığı, bir ülkenin genel çıkarıyla hareket eden bir grubun genelin refahı için belirlediği bir konumlanmadan çok, kendi malvarlığını korumak isteyen ve ekonomik durumunu sağlamlaştırmaya çalışan bir çıkar grubunun karşıtlığını ifade etmiştir. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısının görüşülmesi sırasında muhalefetin fikir ayrılıkları ve itirazlarının ardında öznel çıkarları korumanın yatması buna somut bir örnektir. Pek çok araştırmacı (Eroğul, 1998; Timur, 1993; Albayrak, 2004; Zürcher, 1993), bu kanun tasarısı görüşülürken ortaya çıkan ciddi karşıtlığın altında DP kurucularının geniş toprak sahibi ağalar olmalarının yattığını ileri sürmektedir.

Demokrat Partinin kurulmasına giden yolda önemli bir yer alan "Dörtlü Önerge" Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü tarafından 7 Haziran 1945 tarihinde T.B.M.M. Başkanı Kazım Özalp’e sunulmuştu. Böylece Türkiye'de çok partili hayata geçişi tetikleyen en önemli başlangıç yapılmış oldu. Muhalifliklerini ilan eden çekirdek kadro ile CHP yönetimi arasındaki ilişki ise yeni bir partinin kurulmasından iktidara, CHP'nin muhalefetine kadar yoğun çatışma iletişimiyle, çeşitli krizlerle ve bol stratejiyle süregitti.

Dörtlü önerge DP'nin savunduğu ve vurguladığı fikirler için temel oluşturmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse; Dörtlü Önerge metni, "demokrasi ilkelerinin tamamen uygulanması" fikrinden hareket etmektedir. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşını başlatarak kurduğu yeni devlette yasalarla kişisel hak ve hürriyetleri korumayı amaçladığını söyleyerek Serbest Fırka deneyiminin bilinen sebeplerce başarısızlığından bahsedilmiş ve müstakil milletvekillerine mecliste yer verilmesi demokrasi yolunda yürümeye devam edildiğine ilişkin

bir kanıt olarak sunulmuştur. Metinde Savaş koşullarının değişmesinden ve bütün dünyada demokrasi ve özgürlük fikrinin yükseldiğinden bahsedilmiştir. Demokrasi ruhunu bir an önce gerçekleştirmek üzere üç öneri sıralanmıştır: Bunlardan ilki, meclisin ulus egemenliğini denetleyen bir kurum haline getirilmesi, ikincisi vatandaşların siyasi hak ve özgürlüklerini kullanabilmelerine olanak sağlanması, üçüncüsü meclisin işleyişinin yukarıdaki iki öneriye göre değiştirilmesi. Görüldüğü gibi DP çekirdek lider kadrosu bu önerge ile Cumhuriyet'in esası olan demokratik hak ve özgürlüklerin hem siyasi çevrede hem de halk için daha yaygın olarak kullanılması konusunu Meclis gündemine getirmeye çalışmışlardır. Bu arada da son derece ölçülü bir üslupla üyesi bulundukları partiye, artık sistemin değişmesi gerektiğine ilişkin bir işaret vermişlerdir. Bayar (1969:33-34) kendi sözleriyle önergelerinin sonucunu “Takrir partide fırtına kopardı. Çankaya’da

Sayın İnönü’nün başkanlığında toplantılar yapıldığını işitiyorduk. Bu toplantılarda, takririn reddedilmesi ve

imza sahiplerinin grupta hırpalanması uygun görülmüştü. Takriri reddetmek vazifesini alanlar, bizi şiddetle tenkit ediyor, hakaret ediyor, hor görüyor, hırpalıyordu. Biz bunlara karşı düşüncelerimizi metanetle savunduk” şeklinde anlatsa da, İnönü’nün

çok partili hayata geçiş için San Francisco konferansında yaktığı ışığı, Bayar ve arkadaşları değerlendirmiş ve muhalefet yapmaya karar vermişlerdir. CHP’nin parti kurmaları için çeşitli taktiklerle bu grubu zorladığı ileri sürülebilir. Böylece iyi bir kesinlikle çok partili rejime geçiş için fırsat yakalanmış oldu. Ancak olaylar danışıklı bir örgütlenme değildi ve her şey kendi doğası içinde gerçekleşti. Karpat (1967:345) “Bu önergede yer alan

istekler tamamen karşılanmış olsaydı, imza sahipleri belki de muhalefete geçemeyeceklerdi. Oysa istekleri yerine getirilmediğine göre, Dörtler için ortaya atılıp görüşlerini bir muhalefet partisi kanalıyla açıklamaktan başka çare kalmıyordu”

değerlendirmesini yaptı. Oysa dörtlü önergenin verilmesi, içeriği, zamanlaması ve lider grubunun

tutum ve davranışları tarihsel koşullar içinde değerlendirildiğinde aranan muhalefet için en uygun kişiler olmaları sebebiyle sonucun tesadüfi olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bayar’ın, başbakanlık görevi bittikten sonra, CHP milletvekili olarak pasif kalmayı tercih ettiği ve sadece eleştirmek için öne çıktığı görülmektedir. İnönü, kendisine partide etkin bir görev teklif ettiğinde ise müstakil grup başkanlığını tercih edeceğini söyleyerek, CHP'deki bir görevi reddetmesi aslında onun muhalefet olma konusundaki kararlılığını göstermektedir.

Dörtlü Önergeyi sunan milletvekillerinin bu çıkışları genellikle kendi çıkarlarıyla ilişkilendirilir. Pek çok araştırmacı özellikle Toprak Kanunu Tasarısı ile ortaya çıkan muhalefetin itirazını sosyal konumlarına bağlar. İzmir Milletvekili Celal Bayar bankacı ve ekonomist, Aydın Milletvekili Adnan Menderes ile İçel milletvekili Refik Koraltan hukukçu ve toprak sahibi ve Kars milletvekili Fuad Köprülü ise bir akademisyen/profesör idi. Bu milletvekillerinin ekonomide devletçi değil daha liberal bir görüş açısı

vardı. Kanun tasarısı geniş toprak sahiplerinin topraklarından topraksız köylülere yer vermeyi de öngördüğü için o dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nu ziyaret ederek tasarıda lehlerine değişiklikler yapılmasını istemişlerdir. Söz konusu kanuna muhalefetin DP’nin doğmasına neden olduğu konusunda pek çok araştırmacı hemfikirdir (Ahmad, 1996; Aydemir, 1993; Eroğul, 2003; Albayrak, 2004; Zürcher, 1993 ). Aslında burada ilginç olan nokta, dörtlü önergeyle kişi hak ve hürriyetlerine daha fazla serbestlik isteyen bu kimselerin, toprağı olmadığı için bir başkasının yanında çok zor şartlarda çalışmasını engelleyecek ona kendisi için çalışma özgürlüğünü verecek bir yasaya, kendi çıkarlarına uymadığı için muhalefet etmeleridir. Dörtlü önergenin işlevi, hazırlayanların demokrasi ve özgürlükler konusundaki ideal sunumlarını ortaya koymasıydı, ancak önerge reddedildi. Bunun üzerine bu kişiler gazete köşelerine yazılar yazarak muhalif seslerini halka duyurmaya başladılar. Eroğul’un da belirttiği gibi (1998), önergeleri reddedilen dörtlerden ikisi, Adnan

Menderes ve Fuad Köprülü bir müddet sonra Vatan’da açık muhalefete geçtiler. İşledikleri konular millet denetiminin sağlanması, insan hak ve hürriyetlerinin güvenceye bağlanması antidemokratik hükümlerin ilgası, baskının kaldırılması gibi liberal ve demokratik temalardı. Muhaliflerin seslerini yansıtan bu vekiller

Tan ve Vatan aracılığıyla halka seslenmeye

başladığında, Timur'un da belirttiği gibi, basında

Vatan-Tan muhalefet cephesi kurulmuş oldu

(1994:14). Ancak gazetelerde yazdıkları yazıların sonucunda Parti divanı toplanarak 21 Eylül’de oybirliği ile bu iki milletvekilinin ihracına karar verdi. O güne kadar susmuş olan Refik Koraltan 2 Ekim’de

Vatan’da bir beyanat vererek arkadaşlarının ihracının

tüzüğe aykırı olduğunu iddia etti ve o da aynı akıbete uğradı. “Dörtlerin” lideri olan Celal Bayar, eylül sonunda milletvekilliğinden kendisi istifa etti. Aralık başında basına verdiği demeçte, Celal Bayar, yeni bir parti kuracaklarını açıklamıştı üç gün sonra ise İsmet İnönü, Celal Bayar’ı yemeğe davet edip konuştu. Bu CHP'nin çok partili sisteme geçişte kendi içlerinden

çıkan bu muhalefete olan toleransının olumlu işaretiydi. Ancak Demokrat Parti çok partili sistemin ilk partisi olamadı bunun nedeni ise İstanbullu iş adamı Nuri Demirağ tarafından kurulan "Milli Kalkınma Partisi" dir. İlginç olan şudur ki; Milli Kalkınma Partisi ne CHP’liler ne de muhalif CHP’liler tarafından dikkate alınmadı. Daha önceki iki başarısız girişim nedeniyle CHP dikkatli davranmaktaydı.

a. Dörtlü önerge sonrası tartışma ve değişen ilişkiler

4 Aralık 1945 tarihli Vatan’da "Celal Bayar dün CHP'den çekildi" başlıklı bir haber yayınlanmıştır. Habere göre yeni partinin kuruluşu Cumhuriyet Halk Partisi cephesinde iyi karşılandı. Yeni partinin kurulması için müracaatın Dörtlü Takrire imza koyan dört arkadaş tarafından yapılacağı, lider olarak sadece Celal Bayar'ın değil dört arkadaşın hep beraber hareket edeceği, Celal Bayar CHP Genel Sekreteri Nafi Atıf Kansu'ya istifasını verdiği, bunun aynı zamanda bir veda mektubu olduğu haberde

iletilmektedir. Yeni partinin kuruluşunun o gün çıkan

Ulus'ta CHP cephesinde iyi karşılandığı belirtilmiştir .

Koraltan ise Vatan'ın yeni partinin organı olduğu hakkındaki sözleri reddetmiş ve "bizim organımız demokrasi mefkuresini yayan bütün Türk basınıdır. Bu arada hiç kimseye hususi bir imtiyaz vermiş değiliz. Hakkı ve doğruluğu müdafaa eden bizim de müdafiimiz olacaktır" demiştir. Habere göre Yeni parti Zonguldak'ta da büyük ilgi uyandırdı. İş Bankasından aldığı yüksek miktardaki parayı Zonguldak Amele Birliğine bağışlayan Celal Bayar, Zonguldak'ta çok sevilen biridir ve şehirdeki ileri gelen tanınmış aileler yeni partinin kurulmasını beklemektedir. Bu haberde dikkat edilirse; basının DP'nin kuruluş aşamasındaki desteği, DP de birbiriyle çok iyi anlaşan eşit bir liderler grubunun varlığı, bu liderlerin hayırseverliği ve halk tarafından da desteklendiği satır aralarında okunabilir.

29 Kasım 1945 Vatan'da "Refik Koraltan diyor ki" başlıklı haberde "verilecek kararlar tüzük hükümlerine aykırı olamaz. Olursa verilmemiş hükmündedir".

CHP'den hakkında ihraç kararı verilen Koraltan "hakkımda ancak parti kurulu karar verebilir. Parti milletvekillerinin tavır ve hareketleri parti grubunu ilgilendirir, parti genel başkanlık divanını değil" sözleri aktarılmıştır. CHP, yeni partinin oluşumunda yer alan muhalif kişileri teker teker tasfiye etme yolunu tuttuğunda bu kişiler hemen siyasal rakiplerine karşı yoğun bir çatışma iletişimiyle cevap vermiş, dikkatle eleştiriye açık her noktayı şiddetle eleştirme yoluna gitmişlerdir. Bu eleştiri, bu haberde olduğu gibi kendilerinin tasfiyesine yönelik işlemleri de içermektedir.

Dörtlü Önerge verildikten sonra basında DP kurucuları ve liderlerinin pek çok yazısın çıkmıştır: Fuat Köprülü’nün 25 Ağustos.1945 tarihli "Açık Konuşalım", 6 ve 7 Eylül 1945 tarihli "Yalancının Mumu", 10 ve 11 Eylül 1945 tarihli "Sırça Köşke Oturan" 19 Eylül 1945 "Demokrasi Ruhu", 29 Eylül 1945 tarihli "Demokrasi Düşmanları", 6 Ekim 1945 tarihli "Miras Davası mı?", 11 Ekim 1945 tarihli İlim, politika aleti" 19 Ekim 1945 tarihli "Dünya Birliğine

Doğru", 4 Kasım 1945 tarihli "Demokrasi Tarihimize Umumi bir Bakış", 24 Aralık 1945 tarihli "Bir Açık Mektuba Cevap" başlıklı yazıları, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu'nun 31 Ağustos 1945 tarihli "Münevver İstibdat", yazısı ve Adnan Menderes'in 13 ve 14 Eylül 1945 tarihli "Başbakanın Demeci Münasebetile" yazıları. Bu yazıların önemli bir kısmında demokrasi ve hürriyet kavramlarının nereden çıktığı, nasıl ve hangi koşullar altında ortaya çıktığı, kimlerin neden demokrasi ve özgürlüğe karşı çıktıkları anlatılmaktadır. Bu yazılarda bazen doğrudan CHP'nin özgürlük ve demokrasi önünde nasıl baskı ve engellemeler oluşturduğu ele alınırken bazen de tamamen kamuoyunu konuyla ilgili didaktik bilgilendirmeye yönelik genel değerlendirmeler yapılmıştır. DP’nin kuruluş aşamasında DP sözcüsü akademisyen Köprülü’nün baskınlığında yürütülen bu tartışmalar halkın "demokratlık" kavramını öğrenmesi için partinin savunduğu ilke ve idealleri anlayabilmesi için çok önemli bir eğitim faaliyetidir. Bu yazılar nedeniyle Köprülü ve Menderes CHP'den ihraç

edilmişlerdir. “Münevver İstibdat” yazısı, tek partili rejimle ilgili şiddetli eleştiriler içeriyordu. Köprülü'nün muhalefeti ise Ulus yazarı Falih Rıfkı Atay ile polemiğin çıkmasına neden oldu. Emin Erişirgil, 1 Eylül 1945 tarihli Ülkü Dergisi’nde “Demokrasi ve Parti Terbiyesi” yazısı ile polemiğe dahil oldu ve DP kurucularının muhalefetini çıkar çatışmasına ve mizaç farklılığına, memleketi ve dünyayı bilmemeye, gaflet içinde olmaya bağladı. Bu kişilere Türkiye’yi hukuki bir devlet olmaktan çıkarmaya kastetmemelerini önerdi. Başbakan Şükrü Saraçoğlu bu polemiği yumuşatmak için bir demeç verdi. Ancak yuvarlak konuşması polemiğin daha da kızışmasına neden oldu. “Sırça Köşkte Oturanlar” ve Erişirgil'e hitaben yazdığı “Açık Konuşalım" yazılarında Köprülü tartışmayı sürdürdü. CHP yönetimi 11 Eylül’de toplanarak, Köprülü’ye, bir uyarı yazısı yollayarak davranışlarının amacını sordu. Köprülü bu soruya da Vatan’da yazarak yanıt verdi. Aynı günlerde Adnan Menderes’de “Başbakan’ın Demeci Münasebetile” yazısı ile siyasi polemiğe

katıldı ve Başbakan Saraçoğlu’nu açık konuşmamakla eleştirdi. Menderes’ göre,

Hiç şüphe yok ki, Anayasaya tam uygun bir demokrasi kuramamış dahi olsak, memleketimizde yurttaşların ferdi ve şahsi hürriyet ve masuniyetleri teminat altındadır. Ancak yurttaşın siyasi hak ve hürriyetlerinin tahditlere uğratıldığı da su götürmez bir hakikattir. Kimse inkar edemez ki, memleketimizde başta milletvekili seçimi, hemen bütün seçimler, gitgide tayin mahiyetini almıştır. Yine memleketimiz, sebepleri ne olursa olsun, tek parti sisteminden kendini henüz kurtaramamıştır. 21 Eylül 1945 tarihinde, Köprülü ve Menderes partiden ihraç edildi. Köprülü ve Menderes’in içine düşürüldüğü eleştiri ve suçlama yazılarını dikkatle izleyen Celal Bayar da, Basın Yasası’ndaki haberleşme özgürlüğünü sınırlandıran 17. ve 50. maddelerin değiştirilmesi isteği ile hazırladığı yasa tasarısının, parti grubunda reddedilmesinin ardından 26 Eylül 1945 tarihinde İzmir milletvekilliğinden, 27

Kasım'da ise Koraltan partiden çıkarıldı (Timur, 1994; Koçak, 2000; Eroğul, 2003).

Bu gelişmelerin sonunda, Ocak 1946'da Demokrat Parti kuruldu ve Genel Başkanı Celal Bayar oldu. Kurulduktan altı ay içinde erken seçim yapılması kararı CHP tarafından DP’nin genel seçimlerde iyi bir sonuç almasını engellemek üzere alındı. Böylece, DP’nin kurulması ile birlikte CHP tarafından hemen seçime gidilme kararı alındı. Çünkü CHP arkasındaki halk desteğini kaybetmişti ve kaybettiği halk büyük bir hızla örgütlenen DP'ye katılmaktaydı. Çandar (1999), CHP’nin destek kaybının ve DP'nin halkın desteğini kazanmasının nedenlerini şu şekilde açıklamıştır: (1) işçi sınıfının sendika kurma, sözleşme yapma, grev vb. haklarından mahrum olması ve bu nedenle ağır yükler ve kısıtlamalara maruz kalmaları, (2) Küçük toprak sahipleri, topraksız köylülerin yoksullaşarak ağır vergi yükü altında ezilmesi, (3) Tüccar ve sanayicilerin savaş yıllarında elde ettiği bol kazançtan vazgeçmemeyi istememesi, Milli Koruma Kanunu ve Varlık Vergisinden korkarak CHP'den

desteklerini çekmeleri, (4) Esnaf ve Zanaatkarların da Milli Koruma Yasasından duyduğu sıkıntı, (5) Büyük ve orta boydaki tarım işletmeleri de bu dönemde kazanç sağlamışlardır. Toprak Mahsulleri Vergisi ve Çiftçiyi Topraklandırma Yasası'ndan rahatsızlık duymuşlardır. Çandar’a göre, bütün bu yasaların yapılmasıyla belirli çıkarlara dokunulmuş ve

Benzer Belgeler