• Sonuç bulunamadı

Dönüş, yöneliş anlamlarına gelen tevbe; günahtan itaate, kulu yüce Allah’tan uzaklaştıran yoldan ona yaklaştıran yola dönmektir.544 Tevbe, kınanmış hareketlerin övülen hareketlere dönüştürülmesidir.545

Sûfîler, makamların sayısı ve isimleri konusunda fikir birliğine varmasalar da tevbenin salikin ilk başlangıç makamı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Sûfîlere göre tasavvuf yoluna tevbe kapısından girilir. Dolayısıyla tasavvufta tevbe; sıradan bir

543 Süleyman Derin, “Gazzâlî’de Allah Sevgisi”, Tasavvuf Dergisi, 5, 2001,s.147; Love in Sûfîsm,

s.138.

544 İbn Manzur, a.g.e., c.1, s.336; Ragıb İsfehanî, a.g.e., s.76; Gazalî, Mecmuatü’r-Resaili’l-İmam

Gazalî: Ravdatü’t-Talibîn ve Umdetü’s-Sâlikîn, İbrahim Emin Muhammed (haz.), Mısır:Mektebetü’t- Tevfikıyye, t.y., s.161; Kimya, s.522.

98

müminin günahından ettiği tevbeden farklı olarak, bir irkilme, teyakkuz, cezbe ve şehevi arzuların kaynağı nefisten kurtularak, Hakk canibine yönelme anlamlarını içerir.546 Tabakat kitaplarında İbrahim b. Ethem (ö.161/777-778), Şakîk Belhî (ö.194/810), Bişr el-Hâfî (ö.227/841), Fudayl b. İyâz (ö.187/803), gibi ilk sûfîlerin tasavvuf yoluna girerken ettikleri tevbeler, çarpıcı hikayelerle anlatılmıştır.547 Sûfîlerin tevbe olarak nitelendirdiği bilinç hali, ruhi hayatın alışılagelen doğal akışını, yeni ve tanımadığı daha üst derecedeki bir hayata döndürür. Fakat bu kolay olmaz, çoğu zaman sûfî, idrakin öncesinde derin bir kriz ve şiddetli bir üzüntü yaşar. Gazalî’nin hayatı bu şekil tevbenin en açık örneğidir. Bizzat kendisi tasavvuf yoluna girmeden önce yaşadığı büyük buhranı ‘el-Munkız mine’d-Dalâl’ adlı eserinde kaleme almıştır. Uzun süre kendisiyle mücadele etmiş akabinde büyük üzüntüler ve hastalıklar yaşamış, en sonunda tasavvuf yoluna girmeye karar vererek huzura ermiştir. İşte Gazalî gibi sûfîlerin benliklerine sızıp, onları tasavvuf yoluna sevk eden bu özel hal, kalbi kuşatan derin ve müessir bir şuur hali, derin bir inkılaptır.548 Neticede tevbenin tasavvuf yoluna giriş anlamında kullanımı günümüzde de özellikle tarikat çevrelerinde devam ettirilen bir uygulamadır.

Klasik kaynaklara baktığımızda birbirinden farklı tevbe tariflerine rastlamamız mümkündür. Şüphesiz bir makam olarak tevbenin kendi içinde birtakım şekilleri ve dereceleri vardır. Dolayısıyla sûfîler kendi derecelerine yahut da muhataplarının düzeylerine göre tevbeyi farklı şekillerde açıklamışlardır. Kimi sûfî tevbe sözüyle günahlardan, kötülüklerden tevbe etmeyi, başkası gafletten tevbe etmeyi; bir diğeri de kendinde hasenat ve taatı görerek bunlara takılıp kalmaktan tevbe etmeyi kast etmiştir.549 Her durumdaki kul için ayrı tevbe söz konusudur. Zira Gazalî’ye göre, avam olsun havas olsun durumlarına göre tevbe herkese vaciptir. Şöyle ki, insanların çoğu azaları ile isyandan uzak durmaz, şayet azası ile günah işlemese de kalbinde günah işleme düşüncesinden uzak kalamaz, böyle bir meyli olmasa da kendini Allah’ı zikirden alıkoyacak şeytanın çeşitli vesveselerinden uzak kalamaz. Bundan da korunursa Allah Teala’nın zat, sıfat ve efaline olan ilminde gaflet ve kusurdan kurtulamaz. Kısacası

546 Afifî, a.g.e., s.26. 547 Yılmaz, a.g.e., s.161. 548 Afifî, a.g.e., ss.25-27. 549 Serrac. a.g.e., s.69.

99

tevbe gerektiren durumlar derece derecedir ve bu durum da herkes için tevbenin gerekli olduğunu gösterir.550 Kaldı ki tevbe kişinin, sürekli iyiye doğru değişmesi gerektiğini fark edip, geçmişin bugüne göre eksikliğini anlayarak; bugününü dünden, yarınını bu günden daha ileriye götürme çabasıdır. Bunun için günahkar olsun ya da olmasın, müminler, veliler ve peygamberler tevbe eder.551 Dolayısıyla tevbe, kulun devamlı surette sahip olması gereken vasfı olmak durumundadır.

Tasavvuf litaratüründe özellikle tevbenin bir çeşidi olarak zikredilen inâbe kavramı Kur’an’daki anlamına paralel olarak çokça kullanılmıştır. İnâbe derecesindeki bir kimse günahlarından tevbe edip vazgeçerek ahlâkî bir kişilik teşekkülü konusunda kendini sürekli kontrol altında tutar.552 Mekkî’nin, gerçek tevbe ederek Allah’a dönmek, şeklinde tanımladığı inâbeyi,553 Hucvirî muhabbetle irtibatlandırır. Hucvirî’ye göre inâbe, küçük günahlardan ilahî sevgiye yönelmektir. 554

Mekkî ve Gazalî ise inâbeden ziyade genel olarak tevbe kavramını, tüm makamların hedefi olarak gördükleri muhabbet makamına göre anlamlandırmışlardır. Nitekim, Mekkî’ye nispet edilen İlmü’l-Kulûb’da kulun muhabbetteki dereceleri, tevbedeki durumuna göre tespit edilmiştir.555 Tevbe ve muhabbet arasındaki bağlantıya atfen yüce Allah Kur’an’da “Muhakkak Allah çok tevbe edenleri sever” buyurmuş,556 Allah Rasulü de benzer beyanlarda bulunmuştur. Bu ifadelerden günahın, Allah ile kul arasındaki sevgiyi olumsuz yönde etkilediği sonucunu çıkartabiliriz. Çünkü günahlar işlenmeye devam edildiği sürece yavaş yavaş kişinin kalbinin hissizleşmesine ve paslanmasına neden olur.557 Kul günahların sebep olduğu bu olumsuzluktan ancak tevbe ile arınarak kurtulabilir. Dolayısıyla kul, tevbe makamında Hz. Peygamber’in, “Pişmanlık tevbedir” hadisinde558 belirttiği üzere, günahından dolayı derin bir pişmanlık yaşar. Gazalî’ye göre bu pişmanlık sevgiliyi kaybetme acısından kaynaklanır. Zira kul gafletten uyanıp,

550 Gazalî, İhyâ, c.4, s.12. 551 Certel, a.g.t., s.210.

552 Abdurrahman Kasapoğlu, “Kur’an’da “İnabe” Kavramı: Dinî Tecrübe Açısından Bir Yaklaşım”,

Tasavvuf Dergisi, 22, 2008, s.144.

553 Mekkî, a.g.e., c.1, s.174. 554 Hucviri, a.g.e., s.430.

555 Mekkî, İlmu’l-Kulûb, Abdul Kadir Ahmed Ata (tah.), Mısır:Mektebeti Kahire, t.y., s.270. 556 Kur’an, 2;22.

557 Kur’an, Mutaffifin:14

558 Muhammed b. Yezid el-Kazvinî İbn Mâce, Sünen, Muhammed Fuad Abdül Bakî (tah.), y.y:Daru

100

günahın kendisiyle sevgilisi arasında bir perde olduğunu anladığı vakit, sevgilisini kaybedeceğinden endişelenerek, içinde derin bir acı duyar. Günahından dolayı büyük pişmanlık yaşar.559 Mekkî’ye göre mukarrebun zümresinden olanlar, Allah ile karşılaşacağı ana kadar aldığı her nefeste, yaptığı işlerden dolayı Allah’tan perdelenmekten yani ondan uzaklaşmaktan ve onun yüz çevirmesinden korkar.560 Hatta onların bu endişesi ahiret hayatını da kapsar. Muhabbet ehli cehennemi bir ayrılık yeri olduğu için istemez. Bu kimseleri korkutan vücutları yakan cehennem ateşi değil, gönülleri yakan ayrılık ve hasret ateşidir. Nitekim şair , “Aşığın gönlündeki hasret ateşi, o kadar şiddetlidir ki, cehennem ateşi onu soğutacak kadar serindir” der. Cehennemi ateş azabından değil de ayrılık yeri olduğu için istememek ancak muhabbet makamına ulaşmış kimselerin halidir. Gazalî bu hale sahip olmayanları çocukların durumuna benzetir. Şöyle ki bir çocuk, oyuncaktan mahrum kalmakla, hükümranlık mevkiinden mahrum kalma şeklinde iki farklı durumla karşı karşıya olsa, hükümranlıktan değil de oyuncaktan uzak kaldığına üzülür. O, top oynamayı, saraylarda oturup halka hükmetmeye tercih eder. Benzer şekilde behimî sıfatlara haiz insanlar da Allah’tan uzak kalmaktan üzüntü duymadıkları gibi ona yaklaşmaktan da zevk almazlar.561

Günah işlemek ve akabinde cehenneme gitmek dünya ve ahirette kul ile yaratıcısı arasındaki bağları zayıflatsa da, Mekkî ve Gazalî, günahkar bir kul için, Allah’ı sevmiyor demenin hatalı olacağı görüşündedirler.562 Gazalî, “İsyan muhabbetin aslının değil, kemalinin zıddıdır” der. Ona göre nice kimseler vardır ki sıhhatli olmayı arzu ettikleri halde bilerek sıhhatlerine zararlı olan şeyi yemekten geri kalmazlar. Onların bu davranışları kendi kendilerini sevmedikleri anlamına gelmez, ancak marifetleri zayıf, şehvetleri galip olduğu için sevgilinin hakkını yerine getirememektedirler.563 Her iki yazar da Sahabî Nuaym’ın halini bu iddialarına delil olarak sunar. Rivayete göre Nuaym, çok içki içer ve bu yüzden cezalandırılırdı.564 Yine bir defasında sarhoş olarak Resulullah’ın huzuruna çıkarılmıştı, bu sırada mecliste bulunan birinin ona lanet etmesi üzerine Resulullah; “Ona lanet etme, çünkü O, Allah ve Resulünü sever” buyurmuştur. 559 Gazalî, İhyâ, c.4, ss.6,35. 560 Mekkî, a.g.e., c.1, s.388. 561 Gazalî, İhyâ, c.4, s.27. 562 Gazalî, İhyâ, c.4, s.306. 563 Gazalî, İhyâ, c.4, s.306.

101

Görüldüğü gibi Allah Resulü o günahkarı, işlediği suçlara rağmen, Allah sevgisi dairesinden çıkartmamıştır.565 Tasavvufî düşüncede, peygamber hadisine dayandırılarak, günahkar kulların Allah sevgisi dairesinden çıkartılmaması, sufi hoşgörüsünün fikrî temellerinden biri olmuştur, kanaatindeyim.

Diğer makamlarda olduğu gibi tevbenin de dayandığı ana unsur, Allah’a imandır. Kul, ancak iman ettiği zaman Allah Teala’ya yönelir. “Lut ona iman etti ve “Ben Rabbime hicret ediyorum” dedi”566 ayetinde de işaret edildiği üzere Allah’a dönüş, O’na imandan sonradır.567 Dolayısıyla günahkar bir kimsenin durumunda ısrar etmesi imanındaki zayıflığa dayanmaktadır. Rasulullah’ın, “Zani, zina ettiği vakit mümin olarak zina etmez”568 sözü bu manadadır. Burada nefy edilen iman; Allah’ın varlığına, birliğine, sıfatlarına, kitaplarına ve peygamberlerine iman gibi, mukaşefe ilmine raci olan iman değildir. Buradaki murad, zinanın Allah’tan uzaklaştırıcı ve Allah’ın gazabını çektiğine dair olan imandır. Gazalî bu durumu şu örnekle açıklar: Doktor bir adama, “bu zehirdir bunu yeme seni öldürür” dediği halde, adam inanmayarak zehri yutsa, bu adam doktorun varlığına veya doktorluğuna inanmayarak zehri yuttu demek değildir. Yuttuğu şeyin kendini öldürecek düzeyde bir zehir olduğuna inanmayarak onu yuttu demek daha doğru olur. Zira onun zehir olduğunu bilen onu asla yutmaz. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi isyan edenin zaruri olarak imanı noksandır.569 Tevbe için zayıf da olsa iman gerekir. Kişi Allah’a inandığı için durumunu düzeltme ihtiyacı hisseder. Bu yüzden az da olsa imanı olan cehennemde cezasını çektikten sonra cennete gidebilecektir. Oysa imanı olmayan ebedi olarak cehennemde kalacaktır.

“Hadislerde Muhabbet” bölümünde de değindiğimiz üzere iman ve muhabbet arasında sıkı bir bağ vardır. Çünkü ikisi de güven temelinde sahip olunacak vasıflardır. İman, muhabbet, tevbe ilişkisini Gazali’de yer alan şu rivayet özetlemektedir: “İman yalnız kalbin dış kısmına girebilmişse, bunun sahibinin Allah’a olan sevgisi orta derecedir. İman, kalbinin özüne girdiği vakit, bu kimse Allah’ı tam manasıyla sever ve isyanı terk

565 Mekkî, a.g.e., c.2, s.102; Gazalî, İhyâ, c.4, s.306. 566 Kur’an, 29:26.

567 Mekkî, a.g.e., c.2, s.149.

568 Buharî, Sahih, 51/Mezalim, 31.bab, c.2, s.875; Müslim, Sahih, 1/İman, 24.bab, c.1, s.76. 569 Gazalî, İhyâ, c.4, s.10.

102

eder.”570 Bu sözde ayrıca sevgi ve itaat arasında ki doğru orantıya da dikkat çekilmiştir. Allah’ı seven hiçbir zorlama olmadan ona itaat eder, isyan etmez. İbn Mübarek bir beytinde:

“Allah’a isyan ederken, onu sevdiğini açıklarsın, bu ise saçma bir iddiadır. Eğer sevgin doğru olsaydı ona itaat ederdin çünkü seven sevdiğine itaat eder.”

sözleriyle düşüncesini dile getirmiştir.571 Ebu Muhammed’ten de konuyla ilgili olarak, “Sevgili, sevgilisinin sevmediği şeyi yapmayandır.”sözü rivayet edilmiştir.572

Mekkî’ye göre muhabbet ehlinin sergilediği itaatte, salih amelleri çok işlemekten ziyade, yasaklardan uzak durmak daha önemli bir husustur. Zira bir rivayette de geçtiği üzere; iyi işleri, iyiler yanında, fasıklar, günahkarlar da yapabilir. Günahları ise ancak sıddıklar terk edebilir. Kul hevasını terk ederek nefsinin olumsuz isteklerini de terk etmiş olur ve Allah’ın muhabbetine layık hale gelir. Bu konuyla ilgili bir haberde Hz.Musa, Hz.Hızır’a bu mertebeye neyle ulaştığını sorar. O da, “Günahların tamamını terk ederek” der.573 Kuşkusuz korkudan değil de sevgiden dolayı masiyetlerden uzak duran kimseyi harekete geçiren, cezalandırılma endişesi değildir. Onlar cehennem ve cennet olmasa bile günah işlemekten, sevgiliye muhalefet etmekten çekinirler.

İnsanı günaha sevk eden amillerin başında sahip olduğu hevası gelir. İnsanlar birbirinden farklı şekil ve derecede heva sahibi olduğundan, tevbede de muhtelif makamlara sahiptirler. Çünkü her kul, sınandığı heva oranında mücahede etmek durumundadır. Kul için var olacak muhabbeti ilahi de sahih olan tevbesi kadardır.574 Yani bir kulun zaten yapamadığı için değil de kudreti dahilinde olduğu halde bir günahı işlemekten vazgeçmesi onun muhabbetindeki samimiyetinin en önemli göstergesidir.

Tevvab olan Allah Tealâ’nın tevbeleri kabul etmesinin ön koşulu kulunu sevmesidir. “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir” ayetinde,575 sevmek-bağışlamak 570 Gazalî, İhyâ, c.4, s.306. 571 Gazalî, İhyâ, c.4, s.306. 572 Mekkî, a.g.e., c.1, s.384. 573 Mekkî, a.g.e., c.2, s.108. 574 Mekkî, a.g.e., c.2, s.158. 575 Kur’an, 3:31.

103

kavramları birbiriyle ilişkilendirilmiştir. Ayetten anlaşıldığı üzere Allah’ın mağfireti kuluna olan muhabbetinden ileri gelir, yoksa sevmeyen bağışlamaz. 576 İki kul aynı günahı işlemiş olabilir. Fakat seçilme ve korunma bakımından birbirinden ayrılırlar. Örneğin Âdem ve İblis ikisi de günah işlemiştir. Ancak işin sonucunda İblis, Allah Teala’nın lanetine maruz kalırken, Âdem, daha önce seçilmiş olduğundan dolayı Rabbinin affına mazhar kılınmıştır. 577 Mekkî, Hz.Süleyman’ın teyzesinin oğlu Asaf b. Berhiya’nın işlediği büyük günaha rağmen, mahbub makamında olduğu için tevbesinin kabul edildiğini bu konuya bir diğer örnek olarak vermiştir. Halbuki Asaf’a nazaran daha düşük seviyede isyan içinde olan Belam b. Baura ise yaptıklarından mazur görülmemiştir.578 “O dilediğine mağfiret eder, dilediğine de azap eder”579 ayetinde belirtildiği üzere Allah dilerse en büyük günahları dahi affeder, dilediğinin ise en küçük kusurlarını bile hesaba katar.580 Dolayısıyla tevbe hususunda kulu endişeye sevk eden durumlardan biri de budur. Günah işleyen bir insan hatalı olduğuna inanır ve bu inançla tevbe eder. Fakat tevbesinin kabulü için Hakk Teala’nın sevgisine layık olmak gerektiğine inandığından, tevbesinin kabulü konusunda şüphe eder. Çünkü vasıfları nedeniyle Allah’ın muhabbetini hak etmediğini düşünür ve ecel gelinceye kadar bu endişeyi taşır. Rabiatü’l-Adeviyye’nin, “ Günahım çok, tevbe etsem Allah kabul eder mi?” diye soran birine, “Hayır! O sana tevbeyi nasip ederse, ancak o zaman tevbe edebilirsin” demesi 581 bahsi geçen endişeye işaret etmektedir.

Gazalî’ye göre diğer makamlarda olduğu gibi tevbe makamı da ilim, hal ve fiilden oluşur. Tevbe imandan kaynaklanan bir ilme dayanır. İlim daha önce de söz ettiğimiz gibi, kulun günahı, Allah ile arasında bir engel olarak görmesi bilincine kavuşmasıdır. Bu aynı zamanda sevgiliden uzaklaşmak anlamına da gelmektedir. Bu hal kulda derin pişmanlık ve üzüntüye yol açar. Yaşanan pişmanlıktan sonra kul; geçmişini, şu anki durumunu ve geleceğini yeniden inşa etmeyi planlar. Önce içinde bulunduğu halde yapmış olduğu kusuru hemen terk eder. Gelecekle ilgili olarak da kendini sevdiğinden

576 Pak, a.g.e., s.209. 577 Mekkî, a.g.e., c.2, s.130. 578 Mekkî, a.g.e., c.2, ss.128-129.. 579 Kur’an, 5:18. 580 Mekkî, a.g.e., c.2, s.128. 581 Kuşeyri, a.g.e., s.185.

104

ayıran bu kötü işi ebediyen yapmamaya azmeder.582 Neticede tevbe geçmiş, gelecek ve yaşanılan anla irtibatlı üç boyutlu bir eylemdir. Gerçek tevbe için kişi geçmişe pişmanlık duymalı gelecekte aynı hatayı işlememe kararı ile birlikte yaşadığı ortamda günahı terk etmelidir.583 Tevbede gelecekle ilgili boyut yerine gelemeyeceğinden ölüm anında yapılan tevbe makbul görülmemiştir. Zira kişi dünya hayatının sonuna geldiğinden tevbedeki samimiyetini gösterebileceği bir zaman dilimine artık sahip değildir.

Tevbenin gelecekle ilgili boyutuna vurgu yapan Allah Rasulü de nasuh tevbesini, “Sütün memeye dönmediği gibi, kişinin tekrar günaha dönmemesidir” şeklinde tanımlamıştır.584 Tevbenin makam olabilmesi için de nasuh tevbesi olması gerekir. Zira, tevbe halinin manevi bir makam olabilmesi için gelip geçici değil, sabit ve devamlı bir beşeri vasıf olması gerekmektedir. Bu da ancak tevbe-i nasuh ile mümkündür.585 Ayette “Ey müminler Allah’a tevbe-i nasuh ile tevbe ediniz” buyrulur.586 Nasuh tevbesi her türlü şaibeden uzak ihlasla yapılan tevbedir. Rabia Adeviyye’nin “Tevbemiz dahi tevbeye muhtaç” sözünde kastettiği içtenlik ve samimiyettir.587 Muhabbetullah’ı ısrarla vurgulayan bir sufi olan Rabia’nın tevbeyi bu şekilde yorumlaması dikkat çekicidir. Onun bu ifadesi Allah ile arasına girecek en ufak bir hataya dahi tahammülünün olmadığını gösterir.

Buraya kadar bahsettiğimiz, tevbe ile ilgili hususları özetlemek gerekirse şunları söyleyebiliriz: Tevbe salikin çıktığı yolda attığı ilk adımdır. Bu adımla beraber salik, yönünü Allah’a çevirmiş ve onu bu yoldan alıkoyan her şeye arkasını dönmüştür. Mekkî ve Gazalî’ye göre salikin bu yolda en önemli hedefi muhabbetullahtır. Bu hedefe yürüyen salik ilk olarak günahların kendisini Allah’tan uzaklaştırdığını fark eder ve bu durumu telafi amacıyla, bulunduğu zamanı, geçmişini ve geleceğini hedefi doğrultusunda yeniden düzenler. Böylelikle, onu Allah sevgisine ulaştıracak ilk adımları atmış olur. Salikin bu yolculukta kararlı olması gerekir. Zira tevbeye sadık kalmak

582 Gazali, İhya, c.4, ss.35-36.

583 Nihat Dalgın, “İslâm’da Tevbe”, Diyanet İlmi Dergi, 32/3, 1996, s.63. 584 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1, s.446.

585 Certel, a.g.t., s.212. 586 Kur’an, 66:8.

105

sevgiye zarar veren kirlenmeyi önleyen özelliğiyle ne kadar matlupsa, tevbeyi bozmak da sevgiyle bağdaşmayan kirlenme içermesi nedeniyle o ölçüde istenmeyen bir durumdur. Yapılan her hata, hedeflenen istikametten sapma anlamına gelmektedir.