• Sonuç bulunamadı

Üns makamı başlı başına ayrı bir makam olmaktan ziyade muhabbet makamına tabi onun eseri bir makamdır.752 Mekkî ve Gazalî’de eserlerinde üns makamını muhabbetin bir yan ürünü olarak zikretmişlerdir.

Sözlükte; ülfet ve ahbaplık etmek, bir nesne veya bir kimseye olan alışkanlık içli dışlı, senli benli, samimi olma hali şeklinde tanımlanır. Bir kimseyle üns halinde olmak, onun sohbetinden hoşlanmak, onunla birlikte sükun ve huzur içinde bulunmaktır.753

749 Mekkî, a.g.e., c.2, s.135. 750 Gazalî, İhyâ, c.4, s.355. 751 Sülemi, a.g.e., s.25

752 Gazalî, İhyâ, c.4, ss.272,313.

753 İbn Manzur, a.g.e., c.1, s.112; Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili II (Manevî Haller), İstanbul:

136

Gazalî büyük oranda Muhasibi’den yararlanarak754 ünsü; Allah’ın cemalini, yakınlığını düşünmekle kalbin ferahlayıp sevinmesi, şeklinde tarif eder.755 Mekkî’ye göre üns; ilahi kudretin lütufları sayesinde, müşahede sahibinde, sıfatların yakinen görülmesinden kaynaklanan yakınlık halidir ve bu durum mutluluk ve esenlik içerir.756

Mekkî’nin tespit ettiği, ondan da Gazalî’nin aldığı Allah Teala’yla ünsiyetin alametleri şu şekildedir: Öncelikli olarak, Allah ile ünsiyet kuran kimse, halvetten zevk alır ve halk arasına karışmaktan hoşlanmaz. Sevgi ve ünsiyetin kendine hakim olduğu kimseler için tenha yerler ve gizli görüşmeler arzu edilen yerlerdir. Nitekim dağdan indiği vakit İbrahim b. Edhem’e,”Nereden geliyorsun?” diye sorduklarında, “Allah’la ünsiyetten geliyorum” demiştir. Ünsiyet eden, Allah’a yakarmanın onu zikretmenin tadına varır. Mekkî ve Gazalî’ye göre, Allah ile ünsiyet edenin, İbrahim b. Edhem gibi dağa çıkmasına da gerek yoktur. O toplum içinde bulunsa dahi, bedeniyle insanlar arasında olsa da kalbiyle Allah’ı hatırlayıp, onun zikriyle meşgul olur.757 Bu yüzden ünsiyet sahibi giderek başkalarından uzaklaşır. Bu uzaklaşma bedenen olabileceği gibi sadece kalben de olabilir. Öyle ki ünsiyet eden, sevgilisinden başka her şeyi gönlünden atar. Çünkü O, Allah’tan başkasıyla ünsiyet ettiğinde, bu ünsiyetiyle Allah’tan uzaklaşmış ve muhabbet derecesinden düşmüş olur. Nitekim Mekkî ve Gazalî’de yer alan rivayetlere göre, Allah Teala kulunun seher rüzgarından, kuş sesinden zevk almasını kendisiyle kulunun arasındaki bir engel olarak nitelendirmiştir.758 Allah Teala haricinde bir kimseyle ünsün tek istisnası hak dostlarıyla olan ünstür. Zira hak dostlarıyla üns, Allah’la üns gibi görülmüştür. Bunun dışındakiler hoş karşılanmamıştır. Üns hali muhabbette ulaşılabilecek en üst makamlardan olduğu için bu makamda, muhabbetin en ince haliyle yaşanması dikkat çekicidir. Bu sebepten Allah’la ünsiyet eden kulun bir anlık kuş sesinden hoşlanması dahi muhabbetinde noksanlık olarak değerlendirilmiştir.

Dolayısıyla gerçek anlamda ünsiyetin tezahürü, kulun akıl ve fehimini, münacatın zevkine kaptırıp, ona dalmasıdır. Namazda iken evinin yandığını, hasta ayağının

754 Margareth Smith, “Gazalî’nin Öncüsü Muhasibi”, Mesut Okumuş (çev.)Tasavvuf Dergisi, 9, 2002,

s.426.

755 Gazalî, İhyâ, c.4, s.313; Ravdatü’t-Talibîn, s.131. 756 Mekkî, a.g.e., c.2, s.126.

757 Mekkî, a.g.e., c.2, ss.127; Gazalî, İhyâ, c.4, 307, 313-314. 758 Mekkî, a.g.e.,c.2, s.107; Gazalî, İhyâ, c.4, s.307.

137

kesildiğini fark etmeyenleri bu konuda örnek olarak zikredebiliriz.759 Üns hakkında en çok görüş beyan eden sûfîlerden olan Zünnûn’un bu hususta, “Ünsün en aşağı derecesi, kulun ateşin içine atılması, fakat bu halin bile onu ünsiyet ettiği zattan gaip kılmamasıdır” demiştir.760 Cüneyd ise üns halini anlatmak için Serî Sakatî’nin şöyle dediğini nakleder: “Kul o hale ulaşır ki kılıç ile yüzüne vurulsa acısını hissetmez”761 Bu gibi tezahürleri, ünsün, ne denli rıza makamına yakın olduğunu göstermesi yönünden öneme haizdir, kanaatindeyim. Nitekim bir sonraki bölümde bu husus üzerinde detaylı durulacaktır. Gerek üns gerekse rıza, muhabbetin neticesi olan makamlar olduğu için aralarında benzerliklerin olması gayet doğaldır.

Üns, sevinç coşkunluk içeren, resmiyetin ortadan kalktığı bir kavram olduğu için, havf ve reca makamlarında olduğu gibi tek başına istenen neticeyi veremez. O nedenle ünsün tamamlayıcı bir kavrama ihtiyacı vardır. Söz konusu bu kavram da “heybet”tir. Heybet sözlükte, saygıyla karışık korku hissi anlamına gelir.762 Hak Teâla kulun kalbine cemal sıfatıyla tecelli edince üns, celal sıfatıyla tecelli edince kulun bu tecelliden nasibi heybet hissidir.763 Heybet, Hakka yakınlığın meydana getirdiği endişe hissidir, O’nun yakınlığından mahrum olma korkusudur.764 Kuşeyri’ye göre, heybet haline daima gaybet hali ( kendini kaybetme hali) eşlik eder.765 Gaybet hali şu duruma benzer; bazen insan büyük ve önemli bir kişinin huzurunda bulunduğu zaman onun heybetinin etkisinde o kadar kalır ki ne söylediğini, ne yaptığını bilemez. Hatta kendi varlığını bile kaybeder. Hiç bir şeyin farkında olmaz. Sûfîler gerek Yüce Allah’ın huzurunda gerekse sıfatların tecellileri karşısında böyle bir hal yaşar.766 Kuşeyri’ye göre heybet- üns; havf- reca, kabz-bast hallerinden sonra gelen onlardan daha üstün ve daha latif iki haldir. Eğer derecelendirmek gerekirse en altta havf ve reca, onun üstünde kabz ve bast, en üstte de heybet ve üns bulunur.767 Tasavvufi düşüncede birbiriyle bağlantılı bu gibi kavramların bir arada kullanılması onun şahsiyet terbiyesinde yakaladığı başarıyı anlamamıza yardımcı olmaktadır. Zira salikin his ve heyecanları belli bir denge içinde

759 Gazalî, İhyâ, c.4, s.307. 760 Kelabazî, a.g.e., s.125. 761 Kuşeyrî, a.g.e., 138.

762 Uludağ, Tasavvufun Dili II, s.85. 763 Hucvirî, a.g.e., s.526.

764 Yılmaz, a.g.e., s.211. 765 Kuşeyrî, a.g.e., s.138.

766 Uludağ, Tasavvufun Dili II, s.88. 767 Kuşeyrî, a.g.e., s.138.

138

yönlendirilmiş, böylelikle onun hedefine daha rahat bir şekilde ulaşması temin edilmiştir.

Muhabbeti bilmeden ünsü bilmek imkansızdır. Üns ancak muhabbetin oluşmasından sonra ortaya çıkar, dolayısıyla Allah ile kul arasında muhabbeti inkar edenler, Allah ile kul arasında ünsün de olamayacağını iddia etmişlerdir. Kelamcılardan bazıları, teşbihe delalet eder korkusuyla üns, şevk ve muhabbeti inkar ederler.768 Çünkü muhabbet gibi ünsün de aynı cinsler arasında olabileceğini iddia ederler. Dolayısıyla kulun Hakk ile aynı cins ve şekilde olması imkansız olunca, onunla beraber üns hali tasavvur edilemez. Onlara göre Şayet üns mümkün olursa ancak Allah’ın zikriyle ünsiyet edilebilir. Zikir ise O değil, O’ndan başkadır. Çünkü zikretmek kulun sıfatıdır. Dolayısıyla bu iddia sahiplerine göre kulda üns hali değil, heybet hali galip olmalıdır.769 Mekkî ve Gazalî’nin de içinde bulunduğu sûfîlerin büyük kısmı ise, muhabbet için aynı cinsten olmanın şart olmadığı gibi üns için de böyle bir şartın söz konusu olmadığı görüşündedirler. Gazalî muhabbet ve ünsü inkar edenleri, kabuğu ileri geçemeyen, öze inemeyen kimseler olarak tanımlar.770 Hucvirî, şeyhinin: “Kullarım benden soracak olurlarsa, deki ben onlara yakınım”,771 “Muhakkak ki kullarım”,772 “De ki kullarım”,773 “Ey kullarım bugün sizin üzerinize korku yoktur, sizler mahzun olacak da değilsiniz.”774 ifadelerinden sonra Hakk ile üns imkansızdır diyenlere şaştığını rivayet eder. Zira kul bu lütfu görünce mutlaka onu sever, onu sevince de onunla ünsiyet eder. Çünkü dosttan heybet bîganeliktir. Üns ise vahdettir, birliktir. İnsanoğlunun sıfatı kendisine nimet verenle üns halinde olmaktır.775 Eserinde üns halinin baskın olması gerektiğini düşünenlerle, heybet halinin üstün olması gerektiğini düşünen kesimin iddialarına karşılıklı yer veren Hucvirî, kendi görüşlerini de şöyle açıklar. Ona göre, her iki kesimin haklı olduğu taraflar vardır. Zira herkes, içinde bulunduğu hale göre yorum yapmıştır. Bu da cemal ve celal tecellileri arasında ki farktan kaynaklanır. Sonuçta, fena sahibi

768 Mekkî, a.g.e., c.2, s.126; Gazalî, İhyâ, c.4, s314. 769 Hucvirî, a.g.e., ss.526-527. 770 Gazalî, İhyâ, c.4, s.314. 771 Kur’an, 2:186. 772 Kur’an, 15:42. 773 Kur’an, 14:31. 774 Kur’an, 43:68. 775 Hucvirî, a.g.e., s.527.

139

olanlar, “heybet öncedir” der. Beka ehli olanlar ise “üns üstündür” der.776 Bu durum büyük oranda tasavvufi düşüncenin subjektif yapısından kaynaklanmaktadır ve ilk bakışta sufi sözleri arasında bir çelişki olduğu kanısını uyandırmaktadır. Bu sadece üns makamında değil diğer tasavvufi makamlarda da sık karşılaşılan bir durumdur.

Muhabbetin neticesi olan üns kulda rahatlık ve naz (inbisat) haline sebep olur. Şöyle ki, kulda ünsiyet devam edip sağlamlaştığında, değişiklik ve hicab korkusu kalmaz. Bu hal kulun sözlerinde, fiillerinde ve münacatında serbestliğe, neşeye sebep olur. Üns makamındaki kul, kendinde heybetin ve korkunun az olması nedeniyle, tazim ve saygıya yakışmayan bazı sözler ve hareketlerde bulunur. Allah Teala bu durumu, sadece üns makamına yücelttiği kulları için hoş görür.777 Zira Yüce Allah, bazı kimselerin yaptıkları bir işten razı olur; aynı işi yapan başkasına gazap eder. Bu onların hallerinin ve makamlarının farklı oluşundan ve haklarında önceden takdir edilmiş bir hikmetten dolayıdır.778 Örneğin, daha önce de geçtiği üzere Hz.Adem ve İblis emre muhalefet ederek aynı günahı işlemişlerdir. Ancak iblis, Allah Teala’nın lanetine maruz kalırken, Âdem daha önce seçilmişliği ve hakkındaki güzel sözden dolayı Rabbi tarafından af edilmiştir.779 Peygamberler arasında da makamlarındaki farklılıktan kaynaklanan, benzer durumlar söz konusudur. Hz. Musa ve Hz. Yunus Peygamberleri, karşılaştırdığımızda Hz. Musa’nın sözlerinden birçoğunun, üns makamındaki bir kimsenin ifadesi olduğu anlaşılır. Hz.Musa’nın: “Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin”,780 “Rabbim doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor”,781 “Rabbimiz onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız”,782 gibi ifadeleri, bir başkası için edebe aykırıdır. Allah Teala onun bu gibi sözlerini hoş görmüştür. Çünkü onu üns ve yakınlık makamına yerleştirmiştir. Bu yüzden O, bu tarz ifadeler kullanabilmiştir. Oysa ki, Yunus Peygamber zihninden geçirdiği bir fikirden dolayı kabz ve heybet makamına yerleştirilmiş, balığın karnına hapsedilmiştir.783

776 Hucvirî, a.g.e., ss.527-528.

777 Mekkî, a.g.e., c.2, s.127; Gazalî, İhyâ, c.4, s.314. 778 Gazalî, İhyâ, c.4, s.316; Ravdatü’t-Talibîn, s.131. 779 Mekkî, a.g.e., c.2, s.130; Gazalî, İhyâ, c.4, s.315. 780 Kur’an. 7:155.

781 Kur’an, 26:12,13. 782 Kur’an, 20:45.

140

Benzer ayırım Hz. İsa ve Hz. Yahya için de sözkonusudur. Şöyle ki İsa Peygamberin nazlanması kendi kendine selam vermesidir: “Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun”784 demesi üns makamında müşahade ettiği ilahi lutuflardan kaynaklanır. Oysaki Yahya, heybet ve haya makamında olduğu için Allah Teala onu övüp, “Doğduğu günde, öleceği günde, tekrar dirileceği günde, ona selam olsun”785 buyurmuştur.786

Mekkî ve Gazalî’nin eserlerinde, makamlarından ve önceden seçilmiş olmaktan kaynaklanan ayırımların sebep olduğu başka örnekler de yer almaktadır. Allah Teala kendisiyle nazlanabilen, ünsiyet kuranlarla arasındaki mesafeyi kaldırmıştır. Hatta onların söyledikleri birtakım sözler, avam nezdinde küfür olarak nitelendirilebilmektedir. Oysa onlar, Allah’ın kendilerini sevdiğini ve onun nezdinde itibar ve mevki sahibi olduklarını bilirler. Cüneyd-i Bağdadî onların durumu için: “Üns sahiplerinin yalnızken öyle münacatları olur ki, bunlar avam arasında küfür sayılır” demiştir.787 Mekkî ve ondan nakille Gazalî bu tür münacatlara örnek olarak Süleyman peygamberin teyze oğlu Asaf ile Berah-ı Esved’in münacatlarına eserlerinde yer vermişlerdir. Okuyanı gülümseten bu münacatlar tasavvufî düşüncenin esnek yapısını göstermesi açısından da önem arzetmektedir.

Rivayete göre Allah Teala Hz.Süleyman’dan, teyze oğlunu, günahları konusunda uyarmasını ister. Süleyman durumunu Asaf’a bildirince, Asaf kum tepelerinin üstüne çıkar ve ellerini kaldırarak Allah’a şöyle yalvarır: “Yüce Allah’ım sen sensin, ben benim, aciz bir kulunum. Sen bana imkanları bahşetmez ve beni bağışlamazsan ben nasıl tevbe edebilirim. Sen beni korumazsan, ben nasıl korunabilirim ve sana nasıl yönelirim”. Bunun üzerine Allah Teala: “Doğru söylüyorsun, sen sensin, ben benim, bana tevbe ile yönel, tevbeni kabul ettim” buyurur.788 Asaf’ın münacatından daha çarpıcı ifadeleri Berah-ı Esved’in yakarışında görmekteyiz. Rivayet edildiğine göre; İsrail oğulları, uzun bir kuraklık dönemi geçirmiştir. Musa Peygamber yetmiş bin kişiyle yağmur duasına çıksa da Allah Teala sadece Berah’ın yağmur duasına çıkmasını

784 Kur’an, 19:33. 785 Kur’an, 9:33.

786 Gazalî, İhyâ, c.4, s.316.

787 Mekkî, a.g.e., c.2, s.153; Gazalî, İhyâ, c.4, s.315. 788 Mekkî, a.g.e., c.2, s.129; Gazalî, İhyâ, c.4, s.316

141

ister. Bunun üzerine Musa, Berah’ı arayıp bulur, kendileri için yağmur duasına çıkmasını ister. O da dağa çıkar ve şöyle dua eder: “Allah’ım bu senin işin olamaz. Senin hilmine bu yakışmaz. Sana ne oldu? Yağmurların mı bitti? Yoksa esen yeller emrine itaat mi etmiyor? Yoksa katındaki hazinen mi tükendi? Yoksa günahlara fazla mı kızdın? Sen günahları çok bağışlayan ( Gaffar) değil miydin? Günahları yaratmadan önce rahmeti yaratmadın mı? Bizlere şefkati sen emretmedin mi? Yoksa imtina ettiğin bir şeyi mi bize emrediyorsun? Ya da zaman geçer kayboluruz diye bir an önce bizi cezalandırmak mı istiyorsun? Nedir bu?”. Berah’ın duası biter bitmez İsrail oğullarının toprakları yağmura kavuşmuştur.789 Şüphesiz Berah’ın sözleri avam nezdinde isyan şeklinde algılansa da aslında, Rabbiyle latifeleşen, ondan yine ona sığınan bir kulun ifadeleridir.

Hucviri’de yer alan bir menkıbede; Hace İmam Hizamî bir ağaca çıkmış dal keser. Oradan geçen Ebu Fadl Hasan, onu görmeden Allah’a şöyle yakarır; “Ya İlahî bir seneden fazla bir zaman oldu ki başımdaki saçları tıraş ettirebilmem için bana bir akçe bile vermedin, dostlarına böyle mi muamele edeceksin?” Bu sözü söyler söylemez oradaki ağacın bütün yaprakları, dalları ve gövdesi altın haline geliverir. O zaman da şöyle der: “Acayip bir iş! yaptığımız tarizler, tümüyle îrazdan ibaret oldu ( yüz çevirme haline geldi) acaba gönlün ferahlaması için seninle konuşamayacak mıyız?”790

Neticede çalışmamızda yer verdiğimiz bu menkıbelerle anlatılmak istenen; ünsiyet neticesinde, niyazlarda ortaya çıkan naz halinin açıklanmasıdır. Şüphesiz bu ve benzeri ifadeler sûfîler nezdinde de ihtiyatla karşılanan, hassasiyet gerektiren sözlerdir. Söyleyenin özel durumu neticesinde sözün isyan anlamı kaybolup, söz latifeye dönüşür. Gazalî Rabbiyle yakınlığı olmadan bu ifadelerde bulunanları uyarır ve bu tarz sözlerin, söyleyeni küfre götürebileceğini hatırlatır.791 Gazalî’nin bu husutaki hasasiyeti onun ehli sünnet çizgisinde bir tasavvuf anlayışı geliştirme çabasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, tasavvufun özgün yapısını muhafaza etmek adına, sözkonusu rivayetlere eserinde yer vermekten de kaçınmamıştır.

789 Mekkî, a.g.e., c.2, s.129; Gazalî, İhyâ, c.4, ss.314-315. 790 Hucvirî, a.g.e., s.345.

142

Üns hakkında söylenebilecek bir başka husus da ünsiyette, sıkıntılardan kurtulma, sükunet ve kalp huzurunun olmasıdır.792 Seven ancak sevdiği ile itminana ulaşır. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla itminana (huzura ) kavuşur” ayeti793 Allah’la ünsiyet etmekle huzura kavuşur, şeklinde tefsir edilmiştir.794 Zira kulun Allah dışında her şeye sırtını dönebilmesi ancak ulaştığı bu tatmin sayesinde mümkün olabilir.

Buraya kadar ancak seçkin bir azınlığın sahip olabileceği kadar latif bir makam olan üns makamını kısaca tanıtmaya çalıştık. Heybet makamıyla beraber değerlendirdiğimiz üns makamı, muhabbet makamının bir uzantısıdır, hatta onun alametlerinden biridir. Dolayısıyla ünsün ön şartı muhabbettir. Yani Allah’la ünsiyet kurabilmek için öncelikle ona muhabbet duymak gerekir. Ayrıca tıpkı muhabbet makamında olduğu gibi ezelde bu makama seçilmiş olmak gerekir. Yani kişinin yaratılış gereği bu makama istidadının olması gereklidir.