• Sonuç bulunamadı

Memnuniyetle kabul etmek, hoşnut olmak, sızlanmamak gibi manalara gelen rıza;795 kaderin tecellileri karşısında kalbin huzur ve sükûn halinde olması, Allah’ın ezeli takdirinin kendi tercihinden daha hayırlı olduğuna inanarak, sızlanma ve şikayeti bırakıp, her şeyi kalp huzuruyla karşılamak, şeklinde tarif edilmiştir.796

Rızanın üns, şevk, bast, kabz, fena gibi tasavvufî kavramlardan farkı, Kur’an ve hadislerde sık sık geçen, üzerinde ümmetin icmaın olduğu bir kavram niteliği taşımasıdır.797 Tasavvufi düşüncenin rıza kavramına en önemli katkısı hiç şüphesiz onu muhabbetle ilişkilendirmesidir. Yazarlarımızdan Mekkî ve Gazalî’nin öncüleri Muhasibi’de olduğu gibi rızayı muhabbetin neticesi, ondan türeyen bir makam olarak görürler.798 Her ne kadar Mekkî ve Gazalî rızayı bir makam olarak kabul etse de, klasik kaynaklarda rızanın hal mi makam mı olduğu tartışılan bir konudur. Hucviri’ye göre

792 Mekkî, a.g.e., c.4, s.469. 793 Kur’an, 13:28.

794 Mekkî, a.g.e., c.2, s.127; Gazalî, İhyâ, c.4, s.307. 795 Cürcânî, a.g.e., s.116.

796 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, ss.396-397. 797 Hucviri, a.g.e., s.284.

143

Muhasibiyye ekolü rızayı bir hal kabul etmiş ve Horasanlılar da bu görüşünü benimsemişlerdir. Irak ekolü ise rızayı bir makam olarak kabul etmiştir.799 Kuşeyri ise, Hucvirî’nin tam tersi bir iddia ileri sürerek; Horasanlıların rızayı makam, Iraklıların hal olarak kabul ettiğini belirtir. Her iki yaklaşımı telife çalışan Kuşeyri; “Rıza başlangıçta kulun çalışmasıyla elde edildiği için makam sayılır. Sonu itibariyle kazanılan bir şey olmadığından hal olarak kabul edilir” görüşünü dile getirir.800 Afifî’ye göre, Kuşeyri’nin bu tespiti en makul olandır. Zira rızayı bütünüyle kulun amellerinin katkısının olmadığı vehbî bir hal saymak mübalağadır. Çünkü bu yaklaşım riyazet ve mücahadenin değerini ortadan kaldırır. Rızayı bütünüyle kulun kesbine bağlamak da Allah’ın dilediğine bahşettiği ilahî inayet yolunu gölgeleyeceği için yine abartılı bir yaklaşım olur. Dolayısıyla rızanın başlangıçta kesbi, nihayetinde vehbi olduğunu söylemek daha doğrudur. Ayrıca rıza sûfî hayatın özü ve sembolü kabul edilen bir kavramdır. Dolayısıyla böyle bir tartışma tasavvufî hayatın mahiyetini ortaya koyması adına da önem taşır.801 Nitekim tasavvuf araştırmacısı Nicholson, ilk zahidlerin yaşantılarını en iyi tasvir eden kavramın rıza olduğu kanaatiyle802 bu hadiseye işaret eder.

Kur’an’da, “Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” şeklindeki ayetlerden803 rızanın; biri Allah’ın kulundan razı olması, diğeri kulun Allah’tan razı olması şeklinde, iki yönünün olduğunu çıkarmak mümkündür. Ayetlerdeki sıralamadan da anlaşılacağı üzere Allah’ın rızası, kulun rızasından öncedir. Allah’ın kulundan razı olması, onu, emirlerine uyan ve yasaklarından kaçan bir halde görmesidir. Kulun Allah’tan razı olması da, kulun Allah’ın koyduğu hükümlerden ve mukadderattan rahatsız olmamasıdır.804 Özellikle kulun Allah’tan, onun kazasından razı olması, derin ve kapalı bir mevzudur. Gazalî, rıza konusunda tezat gibi görünen hususları ancak Allah’ın dinde fakih kıldığı kimselerin anlayabileceğini söyler.805 Örneğin çoğu kimse, insanın arzu etmediği bir şeye rıza göstermesini inkar etmiştir.

799 Hucviri, a.g.e., ss.287-288. 800 Kuşeyrî, a.g.e., s.339. 801 Afifi, a.g.e., s.237.

802 Reynold Nicholson, “Tasavvufun Kaynağı ve Gelişimi Üzerine Tarihi Bir Araştırma”, Ankara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7, 1998, s.691.

803 Kur’an, 5:119; 9:100; 58:22; 98:8.

804 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili- III: Makam ve Marifet, İstanbul: Mavi Yayıncılık, 2007, s.77.

144

Onlara göre, insan başına gelen bela ve musibetlere ancak sabredebilir, rıza gösteremez. Zira sabırda tahammül etme, hazmetme anlamı vardır. Rızada ise bundan öte, gönül hoşluğuyla kabullenme ve içine sindirme bahis konusudur.806 Oysa ki Mekkî ve Gazalî gibi muhabbeti sistemlerinin ana unsuru haline getirmiş sûfîler için, musibetlere rıza göstermek hiç de muhal bir durum değildir. Çünkü seven sevdiğinin her yaptığına razı olur.807 Görüldüğü gibi rızayı sabırdan ayıran en önemli fark, onun muhabbetle daha yakın bir bağının olmasıdır.

Gazalî, Mekkî’den de yararlanarak, muhabbet ehlinin hoşlanılmayan bir durumla karşılaştığında, ne şekilde rıza gösterdiğini maddeler halinde açıklar. Rıza-muhabbet ilişkisini ortaya koyması yönünden onların bu tespitleri bir hayli önem arzeder: Buna göre öncelikle muhabbet ehli olan kişi, hissettiği derin sevgi nedeniyle acıyı hissedemez hale gelir, sevgi acıyı örter.808 Bu hal savaş esnasında yüksek öfke ve korkudan dolayı kişinin yaralandığını fark etmeyip, bunu ancak kanı görünce anlamasına benzer. Aynı şekilde bir kişi, kendisi için önemli bir şey düşünürken, ayağına diken battığını fark etmeye bilir. Bütün arzusu sevgilisi ve onu görmek olan mahbubun hali de buna benzer. Onu üzecek pek çok olayla karşılaştığı halde, aşırı derecedeki sevgisi nedeniyle üzüntüyü hissetmez. Eğer bu sıkıntı başkasından değil de sevdiğinden geliyorsa, sıkıntıları hiç duymaz. Sûfîler içinde bu durumun örneği çoktur: Sehl’in bir hastalığı vardı, fakat tedavisiyle ilgilenmezdi. Neden böyle yaptığını soranlara; “Ey dost, sevgilinin darbesi acıtmaz” demiştir.809 Bir rivayette; Cüneyd, Serî Sakatî’ye, “Seven kimse, belanın acısını duyar mı?” diye sorar. Serî, “Hayır” der. Cüneyd, “Kılıç darbesi dahi olsa da mı?”diye sorusunu tekrarlayınca Serî; “Evet kılıç yarası olsa da acısını duymaz” diye cevap vermiştir. Mısırlı kadınların Yusuf’un güzelliğinin karşısında ellerini kestiklerini fark etmemeleri de bu durumun örneklerindendir.810 Daha önce geçen üns makamında da benzer durumlar zikredilmiş, üns halinin rıza haliyle olan yakınlığından söz edilmiştir.

806 Uludağ, Tasavvufun Dili -III, s.78.

807 Mekkî, a.g.e., c.2, ss.109, 141; Gazalî, İhyâ, c.4, s.320. 808 Mekkî, a.g.e., c.2, s.133; Gazalî, İhyâ, c.4, s.320. 809 Gazalî, İhyâ, c.4, s.320.

145

Seven kişi, sevgiliden gelen eziyet ve sıkıntıyı, sevgisinin yoğunluğundan hissetmeyeceği gibi sevgiliden gelen her şey -buna sıkıntı ve eziyetler de dahildir- muhabbet ehline hoş gelir. Rabia, “Kul ne zaman Allah Teala’dan razı olur” sorusuna, “Musibete duyduğu sevinç, nimete duyduğu sevinç kadar olduğu zaman” demiştir.811 Rabia’nın öncüsü zahidelerden Muaze Adeviyye eşi ve oğlunu bir gazada aynı gün içinde kaybeder, yakınları taziye için geldiklerinde onlara, “Merhaba eğer beni tebrik etmeye geldiyseniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Yok başka bir gaye için geldiyseniz, haydi dönün geldiğiniz yere” dediği rivayet edilmiştir.812 Ruveym’in; “Rıza hükümleri (musibetleri) sevinçle karşılamaktır”,813 Ömer b. Abdü’l-Aziz’in, “Kaderin tecelli edeceği anları beklemekten başka bir mutluluğum kalmaz oldu”814 şeklindeki sözleri sözkonusu hale işaret etmektedir.

Şüphesiz musibetler karşısında sıkıntı duymamak, hatta bundan zevk almak, muhabbetin ileri derecesine sahip olanlar için mümkün bir durumdur. Bununla birlikte, elemin acısını hissettiği halde, rıza gösteren muhabbet ehli de vardır. Bu şekil rıza iki yolla mümkündür: Birincisi, kişinin gelecekteki istifadesinden dolayı şu anki acılara rıza göstermesidir. Örneğin kan aldıran, bunun acısını duyduğu halde ona razı olur, hatta bu işi isteyerek yapar. Kan alan kişiye teşekkür eder. Çünkü bunun kendi yararı için olduğunu bilir. Aynı şekilde, tedavi için ilacın acılığına, ameliyatın sancısına dayanır.815 Nitekim Şakik Belhi; “Sıkıntının mükafatını bilen, ondan kurtulmaya heves etmez” demiştir. Rivayete göre Feth Mevsilî’nin hanımı yolda giderken düşer ve tırnağı kopar. Hemen gülmeye başlayan kadın, “Acımıyor mu?” diye soranlara; “Buna karşı alacağım mükafat, bana acısını unutturdu”, diye cevap verir.816

Acıyı hissettiği halde buna tahammül ve rıza göstermenin ikinci yolu, hiçbir karşılık beklemeden, sırf sevgilinin gönlünü hoş etmek, arzusuna sahip olmaktır. Bişr’in naklettiği bir rivayette, kendisi Abadan’da cüzzamlı, saralı ve kör bir adamla karşılaşır. Adamın sarası tutmuş, karıncalar vücuduna üşüşmüş, etini yemektedir. Adamın başını

811 Kuşeyri, a.g.e., s.340; Mekkî, a.g.e., c.2, ss.80; Gazalî, İhyâ, c.4, s.320.

812 Cümâlüddin Ebu’l-Ferec Abdu’r-Rahman İbnü’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve, Mahmud Fahurî-Muhammed

Kal’acî (tah.), Beyrut: Daru’l-Marife, 1979, c.4, s.23

813 Kuşeyrî, a.g.e., s.341.

814 Mekkî, a.g.e., c.2, s.79; Gazalî, İhyâ, c.4, s.319. 815 Gazalî, İhyâ, c.4, s.323.

146

kaldırır, kucağına alır. Adam ayıldığında; “Benimle Rabbim arasına giren bu boş adam kimdir? Rabbim beni parça parça yapsa benim ona ancak sevgim artar” demiştir.817

Görüldüğü gibi musibetlere gönülden rıza göstermek, ancak muhabbet halini yaşamakla mümkündür. Yukardaki örneklerde musibet tanımlamasıyla; malda eksilme, dünyevi bakımdan zarar görme, sevdiklerini yitirme, hastalık gibi kişiye ağır gelen, onun tarafından hoş görülmeyen haller kast edilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken ince bir nokta vardır. Rıza makamında bir kişinin başına gelen musibetler, onun günahları neticesinde kendisine dünyada verilen cezalar değildir. Bu musibetler, onun için bir rahmet, bir imtihandır.818 Örneğin, içkili araba kullanıp kaza yapanla, karşı tarafın hatası yüzünden kaza yapan iki kişiyi karşılaştırdığımızda, bunlardan ikincisinin durumu, rıza makamına daha uygundur. İçkili araba kullanan kişinin, uğradığı musibet için, Allah’ın muradı böyleymiş deyip, rıza göstermesi bir nevi kendi kendini kandırmadır. Bu yolla kendi kusurunu görmezden gelir. Oysa ki kusurlu davranmadığı halde kaza yapan için, Allah’ın muradı daha açık ve net görülmektedir. Ayrıca ceza olarak başa gelen musibet karşısında sükuneti korumak daha kolaydır. Oysa ki, kendi eliyle kötü bir durumla karşılaşmaya zemin hazırlamadığı halde, böyle bir durumla karşılaşanın, bu halde iken sükunetini muhafaza etmesi, onun bulunduğu makamın göstergesidir.

Bir sufi olduğu kadar kelamcı vasfını da haiz olan Gazalî, İhya’da rıza hususunda tartışmalı mevzulara değinmiştir. “Dua rızaya ters bir durum mudur?”, “Günaha rıza göstermek doğru mudur?” gibi problemleri detaylı bir şekilde ele almıştır. Biz konumuzun sınırları dışında kaldığı için bu mevzulara çalışmamızda yer vermeye gerek duymadık.

Daha önce de değindiğimiz üzere makamlar, birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaz. Kesiştikleri pek çok noktalar mevcuttur. Muhabbet ve rıza makamları da aralarında neden sonuç ilişkisinin olduğu iki önemli makamdır. Nitekim bu iki makamın faziletinin göstergelerinden biri, kul için yalnız dünyada değil ahirette de devam eden makamlar olmasıdır. Rıza makamı, muhabbetin yanında tevekkül, kanaat, zühd, sabır, şükür gibi makamlarla yakın temas halindedir. Mekkî; “Rıza makamının başı sabırdır,

817 Gazalî, İhyâ, c.4, s.321. 818 Mekkî, a.g.e., c.2, ss.85,89.

147

sonra kanaat gelir, ardından sırasıyla zühd, muhabbet ve tevekkül gelir” demiştir.819 Sâlik başına olumsuz bir durum geldiğinde sabır gösterir, daha kötüsü olmadığı için şükreder. Varlık da yokluk da onun için birdir. Çünkü salik zühd sahibidir. O nedenle varlığa sevinmez yokluğa üzülmez, bu manada lehte ve aleyhte tercih ve istekte bulunmaz. Çünkü Rabbinin hikmetini ve tedbirini iyi bilir. Bütün sebepleri yerine getirip, sonuçta Allah’ın takdirine itiraz etmez, kanaat ve tevekkül eder. Tüm bu iyi nitelikler kulu, Allah’ın takdir ettiği her şeyden hoşnut olmaya götürür. Zira gerçek manada Allah’ı seven bir kul için bu durum, doğal bir sonuçtur.