• Sonuç bulunamadı

Mondros Mütarekesi Sonrası Ermeniler ve Ermeni Sorunu

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz

2) Osmanlı Hükümeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan Sevk ve İskân Kanunu’na göre hangi unsurlar hangi gerekçelerle yaşadıkları yerlerden göç ettirileceklerdi?

7.7. Mondros Mütarekesi Sonrası Ermeniler ve Ermeni Sorunu

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, 10 Nisan 1918 tarihinde, 1915 yılında yeni iskân bölgelerine sevk edilmiş olan Rum, Ermeni ve Araplardan altmış yaşını geçmiş ve yardıma muhtaç olanların memleketlerine iadesine karar vermişti. Savaşın sona ermesiyle 18 Kânûn-ı Evvel 1334 / 18 Aralık 1918 tarihinde çıkarılan “Geri Dönüş Kararnamesi” ile de savaş sırasında iskân yerleri değiştirilmiş olanlardan isteyen herkesin memleketlerine dönmelerini kararlaştırmıştı. Sevkiyat sadece Ermenilere uygulanmadığı için dönüş kararı da sadece Ermenileri değil, Rumlar, Araplar vs. gibi daha önce yerleri değiştirilmiş olan bütün grupları kapsıyordu. Ayrıca geri dönen Ermenilerin dönüşleri için gerekli masraflar da Osmanlı Devleti tarafından karşılanacaktı.

Ancak savaştan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin, kısa süre sonra başkentinin de İngilizler tarafından işgal edilmesi, mütareke döneminde İngilizlerin politikalarının etkin bir şekilde uygulanmasına neden olacaktı. Mondros Mütarekesi’nin ardından İngilizler, Osmanlı Devleti’ne baskı uygulayarak, Birinci Dünya Savaşı sırasında çıkarılan “sevk ve iskân kanunu” kararını alanların ve bu kararı uygulayanların – yani İttihatçıların - tutuklanmalarını istiyorlardı. İstanbul’da Ermenilere yapıldığı iddia edilen katliamlarla ilgili evraklar aranıyor fakat bulunamıyordu. Bütün aramalara rağmen İttihatçıları Ermeni sevkiyatı esnasında katliam yapmakla suçlayabilecek hiçbir evraka rastlanamamıştı.

Ardından – yine 1918 yılı Aralık ayı başlarında - Ermenilerin sevk ve iskânı sırasında suç işleyenlerin tespit edilmesi için Adliye ve Dâhiliye memurlarından oluşan komisyonlar oluşturulmasına karar verilmişti. Meclis tarafından Ermeni sevkiyatı sırasında meydana gelen olayları tetkik etmek üzere heyetler oluşturularak belirlenen bölgelere gönderileceklerdi. Bu heyetler gittikleri bölgelerde sevkiyat sırasında meydana gelen suiistimalleri ve öldürme olaylarını araştırarak, suçlular hakkında bilgi ve belge toplayacaklar ve daha sonra suçlu görülenler mahkemelere getirtilerek yargılanacaklardı. 1919 yılı Ocak ayı içinde de sevkiyat sırasında vuku bulan suçların görülmesi için Divan-ı Harpler teşkil edilmişti. Oluşturulacak örfî idarelerle sevkiyat sırasında suç işlemiş olduğu tespit edilenlerin yargılanmalarının sağlanması hedefleniyordu. Neticede ülke genelinde on bölgede Divan-ı Harpler oluşturulmuştu. Daha önce bahsettiğimiz gibi Osmanlı Devleti 1916 yılında Ermeni sevkiyatı sırasında suçlu olan kişilerle ilgili yargılamaları yapmış ve birçok kişiyi de cezalandırmıştı.

Mütareke sonrası İngilizlerin baskısıyla kurulan bu Divan-ı Harpler tamamen işgal kuvvetlerinin denetimindeki yargı organlarıydı. Bunların içinde en önemlisi de İstanbul Divan-ı Harbi idi. Çünkü diğer bölgelerde suçlu görülen birçok kişi de İstanbul’a gönderilerek orada yargılanmışlardı. 1918 Aralık ayında Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görevlendirilen tahkik heyetleri, sevkiyat sırasında sözde katliam yaptıklarını iddia ettikleri birçok kişiyi İstanbul’da oluşturulan “İstanbul Divan-ı Harb-i Örfisi”ne göndererek burada yargılanmalarını sağlamışlardı. Bu mahkemede “Ermeni mallarına el koyma”, “karaborsacılık yapma”, “adam öldürme” ve “katliam” gibi suçlamalarla birçok kişi yargılanacaktı.

Yargılamalar sırasında ortaya atılan iddiaların tutarsızlığı ve şahitler tarafından verilen ifadeler arasındaki çelişkiler mahkemenin tamamen İngiliz etkisiyle ve yalancı şahitlerin ifadelerine dayanarak karar aldığını açıkça göstermektedir. Birçok Ermeni ve diğer gayrimüslim unsurların da görev yaptığı bu mahkemenin baktığı en önemli davalar “Yozgat Tehcir ve Taktil Davası”, “Trabzon Tehciri Davası”, “İttihat ve Terakki Mensuplarının Yargılanması”, “Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in Yargılanması” ve ülkenin değişik bazı bölgelerindeki Ermeni sevkiyatı ile ilgili davalardır. Ayrıca tutuklamalar sadece Ermeni sevkiyatı ile de ilgili değildir. “Bir devrin topyekûn yargılanması” doğrultusunda yürütülen soruşturmalarda tutuklanıp yargılanmak için İttihat ve Terakki döneminde çeşitli görevlerde bulunmuş olmak veya onları desteklemek yeterli bir nedendi.

Bu mahkemedeki yargılamalar sonucunda Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey ve Erzincan’da otelcilik yapan Hafız Abdullah Avni Bey isimli üç kişi idam edilmişti. Toplam 16 kişiye verilen idam cezası sadece bu 3 kişiye uygulanmıştı.

Yargılananlar arasından birçok kişi de başta hapis cezası olmak üzere çeşitli cezalara

çarptırılmışlardı. Bu yargılamalar sırasında yapılan adlî haksızlıklar, İtilaf kuvvetleri yetkililerinin birçoğu tarafından da kabul edilmiştir. 4 Nisan 1919’da, ABD’nin İstanbul Yüksek Komiseri Lewis Heck hükümetine, “yaygın bir şekilde, (yargılamaların) çoğunun kişisel intikam saikiyle ve İtilaf Devletleri yetkililerinin ve özellikle İngilizlerin kışkırtmasıyla yapılmakta olduğuna inanıldığını” bildirmişti. İngiliz Yüksek Komiseri S.A.G. Caltorphe da Londra’ya, “Yargılamalar maskaralığa dönüşmekte ve bizim ve Türk hükümetinin itibarına halel getirmektedir” diye yazıyordu. Komiser John de Robeck’in görüşüne göre de mahkeme öyle bir başarısızlık idi ki “onun bulguları hiçbir şekilde hesaba katılamazdı.” Bunlara rağmen yukarıda zikredilen üç kişi hakkındaki idam cezaları da uygulanacaktı.

Diğer taraftan gerek Ermeni Patrikhanesi gerekse de genel olarak Ermeni toplumu mütareke ve ardından devam eden Millî Mücadele dönemlerinde neredeyse tamamen devlet ve Müslüman ahali ile karşı karşıya gelmişti. Bu dönemde Ermeni ve Rum patrikhaneleri iş birliği içerisinde hareket ederek açıktan Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerde bulunacaklar ve Avrupalı devletlerden kendilerine İstanbul ve Anadolu’da bağımsız devletler teşkilini talep edeceklerdi. Bu konudaki taleplerini, savaş sonrası toplanan Paris ve Londra’daki konferanslara da ileten patrikhaneler, bu dönemde artık birer Osmanlı kurumu değillermiş gibi çalışmışlardı. Gayrimüslim ahalinin büyük çoğunluğu da patrikhanelerin bu faaliyetlerine paralel şekilde hareket ediyorlardı. Mondros Mütarekesi sonrası Anadolu’yu işgal eden müttefik kuvvetlerle açıktan iş birliği yapılıyor, çeteler teşkil edilerek Müslüman ahaliye saldırılar düzenleniyordu. Millî Mücadele sırasında Kuvâ-yı Milliye birlikleri işgal güçleri ile birlikte Rum ve Ermeni yerli azınlık grupları ile de savaşacaktı. Ancak Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması ve Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile bu süreç de noktalanacak, işgal güçleri ile iş birliği yapan Ermenilerin de büyük kısmı Anadolu’yu terk eden müttefik kuvvetlerle birlikte ülkeden ayrılacaklardı. Lozan Antlaşması sonrası ülkede kalan Ermeni azınlık da Türkiye Cumhuriyeti Devleti kanunlarına tabi olarak yaşamlarını sürdürmeye devam edeceklerdir.

Uygulamalar

1. Ermeni sorununun uluslararası bir sorun hâline gelişinden Millî Mücadele sonuna kadar imzalanan Ermeni sorununa dair antlaşmaları tarih sırasına göre sıralayarak, hükümleri açısından karşılaştırıp, değerlendiriniz.

Uygulama Soruları

1) 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan sevk ve iskân kanunu çerçevesinde sevke tabi tutulan unsurlar ve sevkin gerekçelerini açıklayınız?

2) Berlin Antlaşması ile II. Meşrutiyet dönemi arasında yaşanan Ermeni isyanları