• Sonuç bulunamadı

Mondros Mütarekesi hükümlerinin ihlal edilmesine karşı Türk milleti nasıl bir tepki göstermiştir?

MONDROS MÜTAREKESİ VE UYGULAMASI

3) Mondros Mütarekesi hükümlerinin ihlal edilmesine karşı Türk milleti nasıl bir tepki göstermiştir?

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

Anahtar Kavramlar

Mütareke (Ateşkes): Savaşan tarafların karşılıklı olarak savaşı durdurmaları ya da belli bir süre için savaşa ara vermeleridir.

Maverâ-yı Kafkasya: Güney Kafkasya ya da Transkafkasya.

İstihkâm: Düşman saldırısını durdurmak ya da düşmana karşı savunma yapabilmek amacıyla düzenlenen yer.

Reddi-i İlhak: İşgal altındaki toprakların işgalci devletlerin egemenliği altına girmesini reddetme durumu.

Giriş

1918 yılı ortalarından itibaren İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşı’nda ağırlıklarını hissettirmeye başlamışlar, Osmanlı Devleti’nin aralarında bulunduğu İttifak Devletleri ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardı. Dördüncü yılına giren I. Dünya Savaşı’nın getirdiği mali yükü karşılamakta sıkıntı yaşayan İttifak Devletleri, Sovyet-Rusya’nın savaştan çekilmesi neticesinde elde ettikleri kazanımlar dışında cephelerde genel anlamda başarısız durumdaydılar. Bu bağlamda konuya eğildiğimizde ve Osmanlı Devleti özelinde meseleye baktığımızda karşımıza üç ana cephe çıkmaktadır. İlk cephe; Sovyet-Rusya ile imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması sonrası oluşan yeni konjonktürde şekillenen Kafkasya Cephesi’dir.

İkinci cephe; Osmanlı kuvvetlerinin Kanal (Süveyş: Mısır) Cephesi’nde başarısızlıkla neticelenen harekât sonrasında maruz kaldıkları karşı taarruz ve ortaya çıkan Şerif Hüseyin İsyanı ile birlikte önemi daha da artan Suriye-Filistin Cephesi’dir. Ve nihayet üçüncü cephe;

İngiliz kuvvetlerinin taarruzu ile açılan ve Osmanlı kuvvetlerinin Kutü’l Ammare’deki başarılarına karşın gerileme eğiliminde oldukları Irak Cephesi’dir. Bu ana cepheler dışında Osmanlı Devleti açısından manevi önemi son derece yüksek olan ve Arap İsyanı neticesinde farklı bir boyut kazanan Hicaz Cephesi’nde de işler hiç iyi gitmiyordu. Ayrıca Osmanlı kuvvetlerinin bir kısmı Aden ve Yemen gibi bölgelerde merkezle irtibatları zayıflamış hâlde mücadelelerini sürdürmeye çalışırken, sınır dışındaki Galiçya ve Makedonya gibi cephelerde müttefik ordularına yardım amacıyla gönderilen birlikler bulunmaktaydı.

8.1. Osmanlı Devleti’ni Mütareke İstemeye İten Şartlar

I. Dünya Savaşı’nın sonlarında ortaya çıkan şartlar Osmanlı Devleti’ni mütareke istemeye itmiştir. Savaşın son yılı içerisinde Osmanlı Devleti, Kafkasya Cephesi dışında başlangıçtaki hedeflerinden çok uzaktaydı. 3 Mart 1918 tarihinde İttifak Devletleri ile imzaladığı Brest-Litovsk Antlaşması’nı uygulama noktasında bazı zorluklar çıkaran Sovyet-Rusya’nın engelleyici tavrı üzerine Osmanlı kuvvetleri, antlaşma ile taahhüt edilen toprakları geri almak üzere harekete geçtiler. Bu minvalde Osmanlı kuvvetleri önce I. Dünya Savaşı esnasında Ruslar tarafından işgal edilen toprakları, ardından söz konusu antlaşma ile taahhüt edilen ve 1878 yılında imzalanmış olan Berlin Antlaşması ile kaybedilen Elviye-i Selase (Kars, Ardahan ve Batum)’yi geri almayı planlıyorlardı. Bu planın hayata geçirilmesi esnasında Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’da Sovyet-Rusya otoritesi çökmüş, gerek Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin faaliyetleri ve gerekse Güney Kafkasya’da bulunan Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan temsilcilerinin yeni bir düzen kurma arayışları Osmanlı Devleti’nin bu bölge ile de yakından ilgilenmesini gerekli kılmıştır. Bu süreçte Osmanlı Devleti öncelikle I. Dünya Savaşı öncesinde sahip olduğu topraklarda otorite kurmaya çalışırken Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan temsilcileri Maverâ-yı Kafkasya Komiserliği çatısı altında bir araya gelmişlerdi. Ancak gerek Kafkasya’daki iç dinamikler ve gerekse dış etmenler Maverâ-yı Kafkasya Komiserliği’nin kısa bir süre içerisinde dağılmasına neden oldu. Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Cumhuriyetlerinin bağımsızlıkları ilanı sonrasında oluşan yeni konjonktür ile yakından ilgilenen Osmanlı Devleti siyasi ve askerî bir denge unsuru olarak bölgede etkinliğini artırmak zorundaydı. Osmanlı Devleti bir yandan yeni kurulan üç cumhuriyetle siyasi temaslarını sürdürürken diğer yandan teşkil edilen Kafkas İslam Ordusu 1918 yılı Haziran ayı ortalarından itibaren Bakü’ye yönelik bir harekât başlattı.

15 Eylül 1918 tarihine gelindiğinde Bakü, Kafkas İslam Ordusu’nun kontrolüne geçmiş, Osmanlı birliklerinin bir kısmı da Dağıstan içlerinde mevzi almışlardı. Genel olarak değerlendirildiğinde Kafkasya Cephesi’nde Osmanlı Devleti savaşın başlarındaki kayıplarını telafi edebilmiş, hatta yeni kazanımlar sağlanmıştı. Ancak diğer cephelerinde durum hiç de iç açıcı değildi.

Suriye-Filistin Cephesi’nde bir yandan İngiliz taarruzu diğer yandan 1916 yılı ortalarında patlayan Şerif Hüseyin İsyanı’nın etkileri, durumu son derece vahim bir hâle getirmişti. Bu isyan ile eş zamanlı yürütülen İngiliz taarruzu, coğrafi koşullar ve salgın hastalıklar 1917 yılı sonlarına doğru Gazze ve Kudüs’ün kaybedilmesiyle sonuçlandı. İngiliz kuvvetlerinin 30 Eylül 1918 tarihinde Şam’ı ele geçirmeleri ise cephede tam bir panik havası yarattı. Artık Mustafa Kemal Paşa’nın başında bulunduğu Osmanlı kuvvetleri Halep’in güneyinde yeni bir savunma hattı kurmaya çalışırken, Osmanlı Hükümeti İtilaf Devletleri nezdinde temaslarda bulunarak bir mütareke yapmaya çalışıyordu. Ne var ki Mondros Mütarekesi için görüşmelerin başladığı 27 Ekim 1918 tarihinde İngilizler Halep’i ele geçirecek bu kez Mustafa Kemal Paşa, Halep’in kuzeyinde yeni bir savunma hattı kurma arayışına girecekti.

Savaşın son dönemlerinde Irak Cephesi’ndeki tablo da Suriye-Filistin Cephesi’ndekinden pek farklı değildi. Osmanlı kuvvetlerinin 29 Nisan 1916 tarihinde Kutü’l Ammare’de büyük bir darbe vurdukları İngiliz kuvvetleri 1917 yılı başlarından itibaren yeni

bir harekât düzenleyerek 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat’ı, 7 Mayıs 1918 tarihinde de Kerkük’ü ele geçirmişlerdi. Osmanlı kuvvetlerinin 25 Mayıs 1918 tarihinde geri aldıkları Kerkük 25 Ekim 1918 tarihinde tekrar İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edildi. Bu cephede de Osmanlı kuvvetleri İngilizlerle birlikte yer yer isyan eden Arap kabileleri, ağır coğrafi koşullar ve salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalıyorlardı. Mondros Mütarekesi imzalandığı sıralarda Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın başında bulunduğu Osmanlı kuvvetleri Musul’un yaklaşık 120 kilometre güneyinde yeni bir savunma hattı kurabilmişlerdi.

Osmanlı birliklerinin yardım amacıyla görevlendirildikleri müttefik cephelerinde durum çok daha vahimdi. Bilhassa İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Devleti’nin müttefiki Bulgaristan’a karşı açtıkları Makedonya (Bulgaristan) Cephesi’nden gelen haberler Osmanlı Devleti açısından en az Irak, Suriye - Filistin ve Hicaz cephelerinde alınan başarısız sonuçlar kadar, hatta daha fazla endişe verici idi.

İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşı’nda birçok cephede üstünlük sağladıkları hâlde savaşa bir türlü son veremiyorlardı. 1918 yılı Eylül ayı içerisinde İtilaf Devletleri, Makedonya Cephesi’ni açarak İttifak blokunu parçalamayı planladılar. Bu amaçla Fransız Kumandan Franchet d’Espérey, 15-24 Eylül 1918 tarihleri arasında yaklaşık 70.000 kişilik Makedonya ordusuyla, Manastır - Doyran hattında taarruza geçerek Bulgaristan’ı bozguna uğrattı. İtilaf Devletleri’ne müracaat eden Bulgaristan 29 Eylül 1918 tarihinde Selanik Mütarekesi’ni imzalayarak savaştan çekilmek zorunda kaldı.

Bulgaristan’ı savaş dışı bırakarak, İttifak Devletleri arasındaki irtibatı büyük ölçüde kesmeyi başaran İtilaf Devletleri iki kola ayrılarak bir yandan Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nu diğer yandan Osmanlı Devleti’ni tehdit etmeye başladılar. 17 Ekim 1918 tarihinde Edirne’ye doğru harekete geçen İtilaf kuvvetleri Karaağaç’ı işgal ettiler. Böylece Osmanlı Devleti’nin müttefikleri ile karadan irtibatı ve iletişimi kesilmiş oldu. Bir kaç gün içerisinde İtilaf kuvvetleri Bulgaristan’ın kontrolünü tamamen ele geçirdiler. Osmanlı istihbaratı, İtilaf kuvvetlerinin bir yandan Avusturya - Macaristan diğer yandan Edirne-Çatalca hattı üzerinden İstanbul’a yönelik bir harekât başlatacaklarını bildiriyordu. Edirne semalarında dolaşan İngiliz uçakları Edirne ve çevresine beyannameler atarak, “Bulgaristan gibi hareket etmezseniz hâliniz perişandır” şeklindeki ifadelerle Osmanlı asker ve ahalisine gözdağı vermeye çalışıyor, Ege’de bulunan İtilaf Devletleri donanması Çanakkale Boğazı’nı abluka altında tutuyor ve karadan yapılacak bir operasyonu denizden desteklemek üzere bölgede hazır vaziyette bekletiliyordu.

Edirne’ye yönelik bir harekât ihtimaline karşılık Meriç Nehri ile Karaağaç arasındaki stratejik önemi haiz köprülerin tahrip edilmesi ve kış mevsiminin yaklaşması nedeniyle kısa vadede İtilaf kuvvetlerinin bölgeye yönelik bir harekât başlatma ihtimalleri zayıftı ama baharın gelmesi ile birlikte harekât kaçınılmaz olacaktı. İtilaf kuvvetleri karşısında Osmanlı Devleti’nin Trakya’yı savunabilecek ölçüde kuvvete sahip olamaması -ki, bölgede yaklaşık olarak 8.000 neferden oluşan bir Osmanlı kuvveti bulunmaktaydı- başkentin, dolayısıyla devletin varlığının doğrudan tehdit altında kalması anlamına geliyordu. Osmanlı Devleti’nin müttefikleri de artık mücadele edecek kudrete sahip değillerdi. Nitekim 14 Eylül 1918 tarihinde Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu, 25 Eylül 1918 tarihinde Bulgaristan ve 5 Ekim 1918 tarihinde de Almanya İtilaf Devletleri’ne müracaat ederek mütareke talebinde

bulunmuşlardı. Müttefiklerinin durumu, mali sıkıntılar, Irak, Suriye-Filistin ve Hicaz cephelerindeki başarısızlık ile birlikte Trakya üzerinden İstanbul’a yönelik bir harekât ihtimali karşısında Osmanlı yöneticileri mütareke istemekten başka çıkar yol bulamadılar. Bu kadar kötü koşullar altında çok küçük olsa da tek umut, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Woodrow Wilson’ın ABD Kongresi’nde açıkladığı Wilson Prensipleri idi.

8.2. Wilson Prensipleri

8 Ocak 1918 tarihinde düzenlenen ABD Kongresi’nde açıklanan Wilson Prensipleri, milliyetçilik esasları ve ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri doğrultusunda hazırlanmış olduğundan çok uluslu devletleri, bilhassa Osmanlı Devleti’nin geleceğini yakından ilgilendirmekteydi.

Genel olarak incelendiğinde açık diplomasi, serbest ticaret, demokrasi ve milliyetçilik düşünceleri esas alınarak formüle edildiği anlaşılan Wilson Prensiplerinin 1917 yılında İtilaf Devletleri safında I. Dünya Savaşı’na katılan ABD’nin, savaş sonrasında kurulacak yeni dünya düzeninde pay sahibi, hatta belirleyici olma düşüncesinin bir ürünü olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Diğer bir yönüyle Wilson Prensiplerinin ABD’nin gerek I.

Dünya Savaşı sırasındaki gerekse savaş sonrasındaki ideolojik, askerî, ekonomik ve siyasi hesaplarının bir tezahürü olduğu söylenebilir.

Wilson Prensiplerinin doğrudan Osmanlı Devleti’nin geleceğini ilgilendiren 12.

maddesi ile Türklerin çoğunlukta olduğu sınırlar dâhilinde -bağlı ulusların yaşam güvenliklerini ve özerk gelişimlerini garanti altına almak koşuluyla- millî bir devletin kurulması ve Boğazların uluslararası güvenceler altında serbest ticarete açılması öngörülmekteydi. Bu maddenin I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı siyasi çevrelerinde küçük bir umut ışığı olması gayet doğaldı.

Öte yandan I. Dünya Savaşı sonrasında kurulacak yeni düzeni tasarlamak üzere toplanan Paris Barış Konferansı’nda yapılan görüşmeler sırasında henüz ABD’nin etkili bir aktör olamadığı ve bu anlamda belirleyici gücün İngiltere olduğu net bir şekilde görülecekti.

Wilson’ın 14. maddede belirttiği uluslar birliği, Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) adı altında kurulacak ancak bu cemiyet İngiltere’nin kontrolüne geçecektir. Bunun üzerine Wilson geri plânda kalacak ve prensiplerini hayata geçirme imkânı kalmayacaktır.

8.3. Mondros Mütarekesi’ne Gidecek Heyetin Oluşturulması ve Görüşmeler

II. Meşrutiyet’in ardından kurulan rejim gereği Osmanlı Devleti’nde yönetme yetkisi Padişah, Hükûmet, Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan arasında paylaştırılmıştı. İttihat ve Terakki Fırkası’nın II. Meşrutiyetten itibaren Meclis-i Mebusan, 1913 tarihinde düzenlenen Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra Hükûmet ve Meclis-i Ayan üzerinde etkisi artarken Padişah II.

Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile yerine getirilen V. Mehmed Reşad’ın yetki alanı giderek daralacaktır. I. Dünya Savaşı’nın son dönemlerine kadar bu durum devam edecek, ancak savaşta alınan başarısızlıklar İttihat ve Terakki Fırkası’nın ülkedeki nüfuzunun günden güne azalmasına yol açacaktır.

Bu arada vefat eden Padişah V. Mehmed Reşad’ın yerine 4 Temmuz 1918 tarihinde VI. Mehmed Vahdettin geçmişti. Vahdettin tahta çıktığında I. Dünya Savaşı İttifak Devletleri aleyhine neticelenmek üzereydi. Nitekim yaklaşık üç ay içerisinde müttefiklerinin ardından Osmanlı Hükümeti İspanya aracılığı ile Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’a müracaat ederek mütareke teklifinde bulundu (6 Ekim 1918). Ancak İtilaf Devletleri’nin İttihatçıların egemen olduğu Talat Paşa Hükümeti’nin mütareke talebine olumlu yanıt vermeyecekleri anlaşılıyordu. Bu nedenle İtilaf Devletleri ile mütareke yapma ihtimali olmayan Talat Paşa Hükümeti iktidardan çekilirken (8 Ekim 1918), Padişah Vahdettin, yeni Hükümeti kurma vazifesini Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa’ya verdi. 14 Ekim 1918 tarihinde kurulan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nin öncelikli gündemi İtilaf Devletleri ile mütareke yapmak idi.

Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, 18 Ekim 1918 tarihinde Kutü’l Ammare’de esir alınan ve İstanbul’da esir bulunan İngiliz General Charles Vere Ferrers Townshend aracılığıyla mütareke teklifini İngiliz Akdeniz Filosu Başkomutanı Koramiral Arthur Gough Calthorpe’a iletti. İlgili mercilere danıştıktan sonra bu teklife olumlu yanıt veren Calthorpe, Osmanlı Hükümeti’nin Limni adasının Mondros Limanı’nda yapılacak mütareke görüşmelerine bir heyet göndermesini talep etti.

İttihatçıların etkisinin azalması Padişah Vahdettin’in siyasi meselelere doğrudan müdahale edebilmesini olanaklı hâle getirmişti. Nitekim Padişah, Mondros Mütarekesi görüşmelerine, Saltanat ailesine mensup Damat Ferit Paşa’nın katılmasını arzuluyordu. Bu arzusunu Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya bildiren Padişah, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın muhalefeti ile karşılaştı. Esasında hükûmet, Nurettin Paşa’nın mütareke görüşmelerine katılmasını istiyordu ama neticede Bahriye Nazırı Rauf Bey, Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Kurmay Yarbay Sadullah (Güney) Beylerden oluşan bir heyetin görüşmelere katılması konusunda uzlaşma sağlandı.

26 Ekim 1918 tarihinde Mondros Limanı’na ulaşan Osmanlı heyeti mütareke görüşmelerini İtilaf Devletleri adına İngiliz Koramiral Calthorpe’un başında bulunduğu bir heyet ile birlikte yürüttü. 27 Ekim 1918 tarihinde görüşmelerin başlamasıyla birlikte Calthorpe, İtilaf Devletleri’nin mütareke taleplerini içeren bir taslak metni Osmanlı heyetine iletti. Calthorpe, 29 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı heyetine Mondros Mütarekesi’nin nihai metnini sunarak bu metnin imzalanmasını ya da görüşmelere son verilmesini istedi. Bu dayatma karşısında Osmanlı heyetinin mütarekeyi imzalamaktan ya da görüşmeleri keserek savaşın devam etmesine yol açmaktan başka seçeneği kalmamıştı. Osmanlı heyeti birinci seçeneği tercih ederek 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzaladı.

8.4. Mondros Mütarekesi

Mondros’ta bir çeşit dayatma sonucunda Osmanlı heyeti tarafından imzalanan mütareke 25 maddeden oluşmaktaydı. Genel olarak bakıldığında Boğazların açılması, asayişi sağlamakla görevli birlikler dışında ordunun terhisi, silahların ve donanmanın teslimi suretiyle Osmanlı Devleti’nin savunma mekanizmalarını devre dışı bırakmayı amaçlayan Mondros Mütarekesi’nin hemen hemen bütün hükümleri, özellikle vurgulamak gerekirse; Boğazlardaki istihkâmların ve Toros tünellerinin işgali, bütün demiryollarının, İtilaf Devletleri zabıtası

tarafından kontrol altına alınması, hükûmet haberleşmesi dışındaki telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletleri’nin güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması hâlinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olmaları (7. madde) ve altı vilayet adı verilen yerlerde bir karışıklık olursa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını (24.

madde) İtilaf Devletleri’ne bırakan muğlak hükümleri mütareke sonrasında Osmanlı Devleti aleyhine kullanılabilecek şekilde tasarlanmıştı. Osmanlı harp esirlerinin esareti devam ettiği hâlde İtilaf Devletleri ile Ermeni esir ve tutuklularının serbest bırakılacak olmaları da cabasıydı.

8.5. Osmanlı Hanedan ve Üst Düzey Devlet Ricalinin Galiplere Bakışları

Mondros Mütarekesi gereği mütarekenin yürürlüğe gireceği 31 Ekim 1918 günü öğleden sonra tarafların savaşı kesinlikle durdurmaları ve mütarekede belirtilen hükümleri uygulamaları gerekiyordu. Ancak İtilaf kuvvetleri ilk etapta içerisinde “işgal”, “teslim”,

“denetim” ya da “kontrol” ibarelerinin geçtiği mütareke hükümlerini gerekçe göstererek haksız bir şekilde İskenderun, Musul ve İstanbul gibi stratejik öneme sahip Osmanlı topraklarını işgal altına almak isteyecekler; bu aşamada hanedan ve üst düzey devlet ricalinin galiplere ve özellikle İngilizlere karşı yaklaşımlarında derin fikir ayrılıkları ortaya çıkacaktı.

Daha önce bahsedildiği üzere Filistin Cephesi’nde Osmanlı kuvvetlerinin başında bulunan ve sonradan Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal Paşa, Halep’in kuzeyinde bir savunma hattı kurmayı başarmıştı. Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin İskenderun’a doğru ilerleyeceklerini önceden sezmişti. Böyle bir duruma karşı gerekli tertibatı aldıran Mustafa Kemal Paşa birliklerine, İngilizlerin ilerlemesi hâlinde ateşle karşı konulmasını emretmiş ve bu konuda 6 Kasım 1918 tarihinde Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı bilgilendirmişti. Hükümetin bundan farklı bir tavır sergilemesi hâlinde “töhmet altında kalacağını” vurgulayan Mustafa Kemal Paşa bu durumda komutayı teslim etmek üzere yerine başka bir komutan tayin edilmesini istemişti. Ne yazık ki İstanbul’dan Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşan cevaplar, Hükümetin İngilizlere ateşle karşı konulmasını istemediğini gösteriyordu. Öncelikle Mustafa Kemal Paşa’ya bölgedeki İngiliz kuvvetlerinin başında bulunan General Edmund Henry Hynman Allenby’nin, İskenderun’un teslimini talep ettiği ve bu talebin karşılanmaması hâlinde şehri zorla işgal edeceği bildirilmiş, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın tavrında herhangi bir değişiklik olmamıştı. 8 Kasım 1918 tarihinde bu kez Ahmet İzzet Paşa, İskenderun’u işgal için herhangi bir hak ve salahiyete sahip olmadıkları hâlde,

“İskenderun şehri için mütareke feshedilemeyeceğinden”, müracaat hâlinde şehrin tahliye ile teslim edilmesini emretti. Mustafa Kemal Paşa bunun mahzurlarını bir kez daha açıkladıysa da Sadrazam’ı ikna edemeyeceğini anladığından İskenderun’un tahliye ve teslimi için ilgililere talimat vermek zorunda kaldı. 9 Kasım 1918 tarihinde Osmanlı kuvvetleri tarafından tahliye edilen şehir İngilizlere teslim edildi. Bu durumda bulunduğu cephede bir çözüm umudu kalmayan Mustafa Kemal Paşa siyasi temaslarda bulunmak üzere İstanbul’a dönmeye karar vermişti.

Irak Cephesi’nde ise İngiliz kuvvetleri, Kerkük’ü işgal etmiş ve Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın başında bulunduğu Osmanlı kuvvetleri ancak Musul’un yaklaşık 120 kilometre güneyinde yeni bir savunma hattı kurabilmişti. Mütareke’nin yürürlüğe girmesinin üzerinden