• Sonuç bulunamadı

1. SOSYAL HAYATA KARŞI PROTEST TAVIR

1.1. KADIN SORUNSALI

1.1.10. Modernizmin Etkisinde Kadın

Dünya tarihi açısından bakılacak olursa sanayi inkılâbı ile birlikte kadının çalışma hayatına dâhil edilmesi, kadın hakları noktasındaki sorgulamanın başlangıcını oluşturmuştur. Sosyo-ekonomik gelişmelerin etkisiyle birlikte kadınların demokratik haklardan yararlandığı gerçeğini göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Fakat farklı bir açıdan bakılacak olursa, çok masum olmayan bir hak iadesi söz konusudur. Modernizmin tetikçisi kapitalist ekonomiler, kadını üretim ve tüketim alanındaki zincirlerini genişletmek amacıyla kadına sınıf atlatmaya çalışmışlardır. 124 Barbarosoğlu, Medyasenfoni, s. 42- 43 125 a.e., s. 110 126 Aktaş, Şirin’in Düğünü, s. 168

Gelişen imkânları dâhilinde kadın, ürettiğinden daha fazlasını tüketmeye yönlendirilmiştir. Öncelikle modern kadın imajı oluşturulmaya, ardından bu imaj doğrultusunda güçlü-güzel-bakımlı kadın ambalajına sokulmaya çalışılmıştır. Moda ile desteklenen ve tüketmeye dayalı bu slogan, kadınların çağın gerisinde kalmamak adına bu imaja sıkıca sarılmalarını sağlamıştır.

Türk toplumunda kadının yeri, dünyadaki uygulamalara göre oldukça farklıdır. Kadın hakları noktasında İslam hukukunun belirli bir döneme kadar uygulanması neticesinde kadın, dünyadaki hem cinslerine göre daha evvel belirli haklara sahipti. Evi idare eden kadın, üretime ve tüketime de zaten dâhil olmuştur. Fakat Ataerkil bir yapının dinden daha ağır bastığı ailelerde kadın bizim ezilmiş, görülmemiş, ya da yok sayılmıştır demeden geçilmemesi gerekmektedir.

Fatma Barbarosoğlu’nun “Medyasenfoni” adlı romanında Neşe

karakterinin halasının arkadaşı olan Nebahat Hanım, Neşe’nin her gelişinde ortaya döktüğü eskiye dair resimler üzerinden Cumhuriyet kadının vasıflarını anlatırken, modernliği nasıl algıladığını anılarını şahit göstererek anlatıyor. Nebahat Hanım karakteri üzerinden, toplumda modernliği bir çıplaklık göstergesi olarak algılamasının yanlışlığını ve sadece modernliğin yüzeysel algılanışına karşı yazarın protest tavrını sergilediği pasaj şu şekildedir:

“Gümüşhane’nin en güzel gelin - kayınvalidesiydik valla. Şöyle çarşının içinden geçtik mi bütün esnaf dışarı çıkardı. Hatta bir keresinde halanı benim kızım zannedip de istemeye bile kalktılar biliyor musun? O benim gelinim ayol, dedim. Gelinin de ne diye öyle pazara çıkardın diye sordu köylü kadının birisi. İstanbul’da modern olmak ne ki! Gidin Gümüşhane’de modern olun! Becerebilirseniz tabii. Hiç pabuç bırakmadık biz böyle örümcek kafalılara.”127

Yukarıdaki örnekte Nebahat Hanım, kendini modern olarak göstermeye çalışırken, aynı zamanda dindar kesime karşı da bir aşağılamaya gitmiştir. Burada kendi gibi düşünmeyen herkesi “örümcek kafalı” diyerek ezmeye had bildirmeye kalkmıştır.

Medeniyeti dansla, çıplaklıkla algılayanlar, toplumda algı oluşturmak adına filmlerle, kitaplarla, dergilerle desteklemekten kendilerini alıkoymamışlardır. Cihan

Aktaş’ın “Bana Uzun Mektuplar Yaz” adlı romanda Aslı’nın yurtta kaldığı yılbaşı

127

akşamında gösterilen filmlerden birisi Türkan Şoray ve Ediz Hun’un oynadığı “Güllü” filmidir. Filmde medeniyetin gereklerinin dans ve çıplaklık olarak verilmesi, dini nikahın toplum tarafından nasıl konumlandırıldığı gibi meselelere değinilmiştir. Filmin kendi içinde de medeniyet denilen yeni dünya düzeninin insan eti yiyen, insanı insanlıktan çıkaran yapı olduğunun eleştirisi verilmiştir.

“ Hamsi Köyün okuma yazma bile bilmeyen Güllü'sü kendisini köyde bırakıp kaçan imam nikâhlı kocasını bulmak için geldiği İstanbul’da koca şehirle başa çıkıyordu. Güllü Türkân Şoray vefasız ve yalancı kocasından intikam almak için şıklaşarak sosyete güzeli Gül'e dönüşüyordu. Fakat sosyete hayatının türlü türlü tuzaklarına asla yakalanmıyor, "Sarılmadan dans olur mu, sarılmadan medeniyet olur mu, hem imam nikâhı nikâh sayılmaz.’’ diyen Ediz Hun'a, "Haçan ben istemiyrum öyle medeniyetu" diye itiraz ediyordu. Güllü'yü himaye ediyormuş gibi gözükürken lüks bir araba fiyatına rakiplerine satan gazeteci Süleyman Turan yaptıklarından utanmaya başlayınca, ona şöyle demişti: Sen anlayamazsın Güllü. Biz insan eti yeriz. Biz insanı insanlıktan çıkartırız.”128

Cihan Aktaş’ın aynı adlı romanında yer alan aşağıdaki pasajda, Aslı’nın

okulunda düzenlenen 19 Mayıs gösterileri için öğretmenler ve öğrenciler arasında bir kıyafet tartışması yer alıyor. Romanda solcu beden öğretmeni olarak kurgulanan Mehpare Hanım karakteri, gösterilerde kızlara kolsuz tişört ve kısa şortlarla gösterinin yapılmasını ister. Bazı öğrenciler ve Müdür Namık Bey bu kıyafete karşıdırlar. Mehpare Hanım ise kıyafet konusunda diretirken, bir yandan açıklığın bir medeniyet olduğunu göstermeye çalışmakta, bir yandan da ırkçlık üzerinden bir aşağılamaya gitmektedir.

“19 Mayıs’larda sahalarda uzun eteklerle gösteriler yaptığımız için Batı’ya Araplar gibi görünüyoruz. İftihar ederim bununla, dedi Ayşe. Peygamberimiz de Arap’tı değil mi… Bence de, dedim, kısa etmek giymekle hiç alâkası yok uygar yani medeni olmanın. Bunu Mehpare’ye anlatamazsın, dedi Nilüfer. Fakat bu şehir halkı tutucudur, sahaya hücum ederler, hadise çıkar, skandal olur, gazetelere yansır… Namık Bey kısa şortlu kıyafetten yana olmadığı için onu bu sözleriyle uyardığı halde Mehpare Hanımefendi kararından geri dönmedi. Çağdaş dünyaya ayak uydursunlar efendim!” 129

Yukarıdaki örnekte Cihan Aktaş, protest tavrını Ayşe karakteri üzerinden göstermektedir. Yazar, ırkçılık ve dinsizlik üzerinden oluşturulmuş modernizm algısına karşı eleştirisini bu örnekle ortaya koymuştur.

128

Aktaş, Bana Uzun Mektuplar Yaz, s. 185.

129

Fatma Barbarosoğlu’nun “Hiçbiryer” adlı romanında Şahin başkahramandır. Bir gün vapura binen Şahin’in dikkatini bir kadın çeker. Kadının bu şekilde rahat tavırlarının olmasını yadırgayan Şahin, aynı zamanda kadından çekinir. Kadına bakacak olsa tersleneceğinden emin olduğu için başını diğer tarafa doğru başını çevirir ve gözlerini kapatır.

Bu örnekte modernizmle birlikte kadının mahremiyet alanlarındaki genişlemenin eleştirisini yapan Fatma Barbarosoğlu, kadının örnekteki gibi özgürleşmesinin eleştirisini Şahin üzerinden yapmaktadır.

“ Haydarpaşa’da iniyor. Vapurda bakımını yapan bir kadın dikkatini çekiyor. Kadın vapurda değil. Güzellik salonunda. Kimseleri umursamıyor. Saçlarını tarıyor. Dökülen saçlarını omuzlarından topluyor. Düşük göz kapaklarına mavi bir kalem çekiyor. Dudaklarına ruju itina ile sürüyor. Tekrar tekrar emiyor dudaklarını. Dudaklarını emerken bacaklarını ritmik bir şekilde sallıyor.” 130

Fatma Barbarosoğlu’nun “Son On Beş Dakika” adlı romanında yer alan

aşağıdaki örnek, moda kavramının kadına dayatmış olduğu güzellik kavramının somutlandırıldığı ve sorgulandığı bir örnektir. Babasına içki parası kazanmak için küçük yaşta çalışmaya başlatılan bir kızın hikayesine yer veren yazar, modanın ve toplum baskısının bir genç kızın hayatını altüst etmesini romanında bu isimsiz kız ile yapmaktadır.

Genç kız roman boyunca bir isme sahip değildir. Yazar belki bu isimsizleştirmeyi, genç kızın “tinercinin kızı” aşağılamasıyla yaşadığı toplum baskısını üzerinden almak için veyahut hayatta kendine dair bir iz bırakma çabası içerisinde olmamasından kaynaklı yapmış olabilir. Çünkü örnekteki genç kız yaşadığı sıkıntıları bir kenara atıp, hiç olmayan biri gibi davranmaya çalışmaktadır. Ona göre; kendisine babası yüzünden yukarıdan bakanlara, giyim-kuşamı, hovarda yaşamı ile yukarıdan bakacak ve bu sayede çevresinin acıdığı kız olmayacaktır.

“Hiç evlenmeyecek, hep güzel olacak, herkes bakacak ona. Bir bakan bir daha bakacak. Kendine bakanlar oldukça evlenmemenin, asla evlenmemenin acısını hiç hissetmeyecek. Ayyaşın kızı olmanın acısını hissetmeyecek. En güzel çağında kıyacak sonra canına, en mutlu anında. Böylece sonsuza kadar mutlu, sonsuza kadar güzel kalacak.”131

130

Barbarosoğlu, Hiçbiryer, s. 25

131

Modernizmin güzellik algısının eleştirildiği örnekte, aynı zamanda modern zamanlarda kişilik ve inanç ilişkisi bağlamından bakıldığında, kavramların nasıl yer değiştirdiğini görebiliyoruz. Yapılan bazı araştırmalarda din faktörünün insanı intihar eyleminden alıkoyduğu görülmüştür.132 Dini inanç yerine konulan modernizmin baskıları, genç kızın üzerinde yeni bir inanç kavramı oluşturmuştur. Bu inanç güzel olmak ve sonsuza kadar güzel kalmaktır. Genç kız için sonsuza kadar güzel kalmanın yolu, genç ve güzel olduğu yaşlarda canından vazgeçmektir. Romanın sonuna doğru “güzel bir ölüm olur ve herkes benden bahseder, ölmek için Cuma iyi bir gün” diyerek yaşamına son verir. Modernizmin ağırlıklı olarak güzellik kavramı ile kadınlara olan baskısı bu örnekle eleştirmiştir.

Cihan Aktaş’ın “Sınıra Yakın” adlı romanının başkahramanı Efsane,

arkadaşı Masume’nin bir benzetmesi üzerine, modernizmin kadın üzerinde baskıladığı güzellik ve güçlü kadın olma imajını eleştiren bir örneği de aşağıdaki gibidir. Efsane’yi İran sinemasının ünlü aktristlerinden biri olan Hediye Tehrani’ye benzetir. Kendisini zayıf olmasına rağmen güçlü olmaya çalıştığını, fakat kolundaki yaralanma sonucu bir eksikliği kapatma adına olduğunu söyler. Efsane yaşadığı sıkıntılara rağmen ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadındır. İyi bir müslüman kadın kimliğine sahip olmaya çalışan Efsane’nin kendini güzel göstermek adına roman boyunca bir çaba göstermediğini görmekteyiz. O da bu durumu verilen örnekte ve romanın diğer sayfalarında ara ara dile getirmiştir. Modernizmin insanoğluna ağır hediyelerinden birisi de, güzellik ve güçlü olma uğruna “ben” bilincini körüklemesi olmuştur. Yazar, modernizmin kadını zamanla bencilleştirdiğini Efsane üzerinden göstermiş ve eleştirmiştir.

“Masume Hediye Tehrani’ye benzetir beni, zayıf görünür, ama dayanıklı, sessiz ama içinde volkan kaynıyor. Yanıldığını söylerim. Güçlü olma önemsediğim doğru, kolumun eksikliği beni güzel olmaktansa sağlıklı olma öncelemeye zorluyor. Güçlü olduğumda kolum yüzünden daha az eksiklik duyacağımı düşünmeden edemiyorum. Çevremde güzel ve güçlü olmak için çabalayan çok kadın var. Böyle zorlu bir uğraşıya dalınca insan kendi benliğine saplanıyor bir yerde, bunu da görüyorum” 133

132

Zuhal Ağılkaya, “İntihar ve Din: İntihar Girişiminde Bulunanlar Üzerine Empirik Bir Araştırma”,

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 38, Ocak 2010, s. 176,

http://dspace.marmara.edu.tr/bitstream/handle/11424/1735/2010.pdf?sequence=1&isAllowed=y, (Çevrimiçi), 15 Aralık 2017

133