• Sonuç bulunamadı

1. SOSYAL HAYATA KARŞI PROTEST TAVIR

1.1. KADIN SORUNSALI

1.3.1. Aile İçi İletişimin Adı Şiddet

Fatma Barbarosoğlu’nun “Medyasenfoni” adlı romanında yer alan örnekte,

Tayfun karakterinin kadın yazar olduğu için ne yazması gerektiğini baskı yoluyla direttiğini görüyoruz. Tayfun’a göre erkeklerin ne yazacağı, ne dinleyeceği, ne düşüneceği bellidir. Kadınlar erkekler gibi değildir. Ona göre tekinsizdir. Bu nedenle kadın yazar Zeynep Fişekçinin ne yazması gerektiğini baskı yoluyla kabul ettirmeye çalışır. Fatma Barbarosoğlu’nun baskının da bir şiddet türü olduğu, bazı kimselerin şiddetin farklı türleriyle iletişim dilleri kurduklarını dile getiriyor.

“Baskı da bir iletişim biçimidir değil mi? Şiddet de bir iletişim biçimidir.”213

Cihan Aktaş’ın “Bana Uzun Mektuplar Yaz” adlı romanında şiddetle

alakalı iki örneği ele aldığımızda; bunlardan ilki Aslı ‘nın öğretmenlerinden biri olan Şadiye öğretmenin eşi tarafından uygulanan şiddet, bir diğeri de Aslı’nın babasından ve öğretmeninden yediği tokatla uygulanan şiddet.

Şadiye Hanım dönemin şartlarına bakılırsa çalışan, eli ekmek tutan, eğitimli bir hanım. Gözünü morartacak kadar eşinden şiddet görüyor ve bu durumu sadece

211

Karahüseyin, Zan, s. 41

212

Barbarosoğlu, Son On Beş Dakika, s. 77

213

öğrencilerinden saklamak için çaba sarfediyor. Utanması gereken kendisiymiş gibi makyajla eşinin eserini kapatıyor.

Bir diğer şiddet de Aslı’nın babasının bir defter yüzünden kızını dövmesi ve Aslı’nın öğretmeninin, Aslı’nın bir dergiye yazdığı yazı sonucunda kendisine attığı tokat. Cihan Aktaş, romanlarında şiddeti farklı türleriyle örneklendirmeye çalışmış ve karakterleri aracılığıyla eleştirmiştir.

“Şadiye Hanım rol dağılımı toplantısında yüzüne sürdüğü pudrayla hayalete benziyordu. Siyah gözlükler takmıştı ama yine de gözlerinin şişi moru belli oluyordu. Merdivenlerden inerken kaydım, ayakkabılarım da iyi değildi, aman çocuklar dikkatli inin çıkın merdivenleri, öyle topuklu çizmeler falan giymeyin, diyordu. Kocası içkiliyken dövmüş aslında. Nasıl katlanıyor dayak yemeye?”214

“Tuhaf kadın şu annem, beni yatıştırmak için hiç inanmadığı şeyler söylemekten kaçınmıyor. Canım bir kerecik vurdu işte, iyi etmedi ama olan oldu; sen dayak atan baba mı gördün sanki ‘ymiş. Ben niye, hangi gerekçeyle dayak atan baba görmeliymişim ki? Kendimi tıpkı Nusret Bey’den tokat yediğim sırada hissettiğim gibi cansız bir nesne, iradesiz ve şahsiyetsiz bir şey, bir et parçası gibi hissettim; üzerinde tokatların sakladığı bir et parçası…”215

Fatma Barbarosoğlu’nun “Son On Beş Dakika” adlı romanında herşeye

örtü diken Müeyyet Hanım, dokuz defa ağır ameliyatlar geçirmiş, uzun süre hastanelerde yatmış bir kadındır. Bir gün eşinin sebebini bile anlamadığı bir tokat vurmasıyla yüzü şişmiş ve bir türlü inmemiş. Bunun üzerine doktor doktor gezerek sebebini bulmaya çalışmışlar. Müeyyet Hanımın şişin olduğu yerde, dişin tam altında kanserli doku bulunur. Kadın ağız kanseriyle, kocasının attığı tokatın kanseri ortaya çıkarmasıyla tanışır. Fatma Barbarosoğlu kocanın hareketini hiç de kenara atmaz ve eleştirisini Müeyyet Hanımın “vuruşunu affedecek değil” sözüyle yapar.

“Rahmetli. Rahmet okuyalım. Bir tokat aşkedivermişti yüzüne. Neden olduğunu hiç bilemediği bir tokat. Günlerce şişi inmemişti…

…Rahmetli o tokadı vurmasaydı. Vurmasaydı. Vuruşunu affedecek değil. Belki de hiç ortaya çıkmayacaktı (kanser olduğu).”216

214

Aktaş, Bana Uzun Mektuplar Yaz, s. 160

215

a.e., s. 270-271

216

Yasemin Karahüseyin’in “Hemzemin” adlı romanında Pembe’nin temizliğe

gittiği evin sahibi Aysel’in anılarında annesi yer alır. Annesi babasından çok eziyet görmüş bir kadındır. Babasının şiddeti sadece dayakla kalmaz, aynı zamanda yaptığı her davranışı ile annesini kısıtlamaya, aşağılamaya ve hakir görmeye devam eder. Aysel karakterinin üzerinde derin izler bırakan şiddet dolu baba ile ezilmiş anne modeli hem yazarımızın eleştirdiği hem de Aysel’in sonraki hayatına etkisi ile şiddet içerisinde büyüyen çocukların hayatını nasıl şekillendirdiğini gösteren bir örnek olarak karşımıza çıkar.

“Babası bencilliği, kıskançlığı, hoyratlığıyla ürkütmüş, sindirmişti annesini. Hep beraber lunaparka gittikleri o gün, tek başına zincirli salıncaklarda dönerken ayaklarını havaya kaldırmış, tatlı bir duyguyla insanların üstünden geçerken, eşinin çizdiği dairenin dışına çıktığını hissettiği o an yaşamıştı annesi. İstemeye istemeye uzaklaştığında gökyüzünden, salıncaktan yere indiğinde, kocası hışımla karşısına dikilmiş, eteğin uçuştu, bacakların göründü diyerek herkesin içinde tokat atmış yüzüne. Oysa eteğinin altında pantolon vardı. İlk kez ağlamamıştı annesi. Sanki az evvel kocası, kalabalığın içinde onu kişiliksizleştirmemiş gibi Aysel’in kulağına eğilip “Biliyor musun ben kuş oldum!” demiş, gülümsemişti.”217

Cihan Aktaş’ın “Sınıra Yakın” adlı romanında Efsane’nin eski eşinin

kıskançlıklarını hatırladığı bir anıda; eski eşi Selman’ın karısının kıyafetlerini makasla doğraması, eşinin gitmek istediği bir yere haberi olmadan gittiği için fazla tepki göstermesi kadını kısıtlayıcı ve birey olmaktan uzaklaştıran uygulamalar olarak hikaye edilmiştir. Cihan Aktaş bu örnek ile hayattaki bir gerçekliğe ayna tutmuş, bu tür bir kısıtlamanın da kadına uygulanan şiddetin bir türü olduğunu göstermeye çalışmış, kadını sindirmenin farklı yollarından biri olan bu davranışları eleştirmiştir.

“Selman'ın psikopat, öyle ki kıskançlık nöbeti tuttuğunda elbiselerimi makasla doğrar, ardından kapıyı çekip giderdi. İşimde gösterdiğim başarıları küçümser, arkadaş çevremi hor görürdü. Ondan izin almadan bir arkadaşımla görüştüğümü öğrendiğinde kıyameti kopartırdı. Boşanma noktasına gelmemizin sadece görünürdeki sebebidir, ona haber vermeden ablamla buluşmak için Sarıkamışa yaptığım seyahat.”218

Fatma Barbarosoğlu’nun “Son On Beş Dakika” adlı romanında yer alan

Doktor Ahmet Bey aile içinde bir otoriteye sahiptir. Doktor Ahmet Bey örneği bir babanın hem evladına hem de karısına kendi markasını yüceltmek için nasıl baskı

217

Karahüseyin, Hemzemin, s. 35

218

uyguladığının bir örneği olarak gösterilmektedir. Örnekte, kadın sadece evinde eşlikten azat edilmiş değildir. Aynı zamanda bir parya gibi evden giriş ve çıkışları da denetim altına alınmış, babasına layık bir evlat yetiştirebilmek için çocuğuna gardiyanlık yapmaya çalışan bir kadın haline dönüştürülmüştür. Kadının eş olarak görülmemeye başladığını “Karantina olduğu için kendisi de uğramıyordu” sözüyle yazar ironik bir dile eleştirmiştir.

“Dr. Ahmet Bey (kocasından böyle bahsetmesi gerekiyor. Emir böyle. Bizim bey deme hakkı hiç olmadı. Bizim bey derse göz hizasına düşer. Hayır, o hep yukarıda olmalı. Dr. Ahmet Erçetin o. Herhangi biri mi?) Dr. Ahmet Erçetin Hazretleri buyuruyor: bu kız bu sene de kazanamazsa kendinize yeni bir gezegen bulun. Kızın kazanmasını sen sağlayacaksın. (kızmış. Kız dediğin senin kızın. Ona o tuhaf adı sen koyduydun. Kimselerde olmayan bir isim diye koyduydun. Yeni bir marka yaratacağım kızımdan diyordun ya. Bebek büyüdü marka öldü.) sorumluluk senin, bunca yıl kazanamadıysa senin yüzünden. Etek etek para döktüm. Özel okul, dershane, saati bilmem kaç dolardan hocalar. Demek ki senden aldığı genler baskın…

…Beril üniversiteyi kazanıncaya kadar Dr. Ahmet her türlü ‘sosyalliği’ yasaklamıştı. Bayramlar bile sadece yarım saat idi. Bu evden kimse dışarı çıkmayacak ve kimse eşikten içeri girmeyecek. Karantina var. Karantina olduğu için kendisi de uğramıyordu. On beş günde bir teftiş için…

... Kızımı tıp fakültesi mecburiyetinden azat et. Beni kendi doğurduğum çocuğa gardiyanlık yapmaktan azat et. Üç durak ötedeki anneme gidebilme hürriyetini bahşet bana.”219

Cihan Aktaş’ın “Sınıra Yakın” adlı romanında yer alan Efsane’nin ablası

Mina, eşi tarafından duygusal bir şiddete maruz kalır. Eşinin kendisini aldattığını öğrenen Mina, ilk etapta eşinden boşanmak ister ama dul kadına olan önyargıdan ve boşandığı zaman kaybedeceği konfordan kaynaklı bir türlü cesaretini toplayamaz, boşanmaktan vazgeçer. Eşinin kendisini güzel görmemeye başlaması, eşinin cinsel konularda kaçamaklarını hoş görmesi gerektiğini söylemesi; karısını sadece kendisine yemek yapan, eve maddi olarak katkı sağlayan ve çocuklarına bakan bir kadın olarak görmesi kadını hizmetçiden farklı bir konuma koymayacaktır. Mina örnekte açıkça eşi tarafından duygusal bir şiddete maruz kalmaktadır. Yazar, Mina’nın eşi üzerinden bir eleştiri getirmiştir.

219

“Her zaman pek çok kadının duygusal sebeplerle ezildiğini, küçük konforlarını yitirme korkusu yüzünden istismar edilmeye ve aşağılanmaya rıza gösterdiğini bir kınamayla dile getiren ablam, kendisi de benzeri bir kaderi yaşamaya razı oluyor.”220

“Kadın Alman ve ablamdan en az on yaş küçük. Mina'ya bakılırsa, yeteneksiz, alelade bir ressam. Boşanmanın lafını ettirmese de, ressam kadından da vazgeçmeye yanaşmıyordu eniştem.

...Tanıyordu kendisini, dul bir kadın olarak rahat edemezdi toplum içinde. Arkadaş çevresini yitirmeye başlar, can ciğer olduğu evli kadın arkadaşlarıyla eskisi gibi görüşemezdi. Öyle gecenin bir yarısında uçağa atlayıp uzak ülkelere gidemez, her mekâna rahatlığıyla girip çıkamazdı.”221