• Sonuç bulunamadı

Modern Rasyonalitenin Yükselişi: René Descartes

II. BÖLÜM:

2.2. ANTİK YUNAN DÜŞÜNCE MİRASINDAN KOPUŞLAR:

2.2.2. Modern Rasyonalitenin Yükselişi: René Descartes

Modern düşüncenin akıl kavramının ana hatlarının belirginleşmesi ve felsefeye yön veren bir yöntemin geliştirilmesi René Descartes’ın (1591–1650) kartezyen düşüncesi ile gerçekleşmiştir. Descartes ile başlayan yeni felsefî yöntem aynı zamanda modern

83 Alasdair MacIntyre, 2001, Erdem Peşinde(After Virtue), s. 246.

84 Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, çev: Tufan, H., Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2002 s. 52.

felsefedeki ikiliklerin belirginleşmesi anlamına da gelmiştir. Özne ve nesne arasındaki modern ayrım, Descartes’ın kartezyen düşüncesi ile şekillenir. Touraine’in de söylediği gibi, Descartes’ın felsefesi bir “Tin ya da Varlık felsefesi değil, bir Özne ve varoluş felsefesidir.”85 Descartes modern felsefenin öznellik düşüncesini inşa eden

“ben” (ego) kavramı üzerinde kurar felsefesini. Descartes’ın “insan doğası” algısı, öncelikle onun “ben” kavramını ve bu “ben”in sahip olduğu akıl kavramının içeriğini nasıl inşa ettiğinin anlaşılmasıyla mümkün olacaktır. Dolayısıyla Descartes’ın özne felsefesindeki epistemolojik tutumu, onun ahlâkî kavramlara yönelik tutumunun anlaşılmasında önem kazanmaktadır.

Descartes, Metod Üzerine Konuşma adlı eserinde kesin olarak şüphe duyulamayacak bir hakikatin nasıl bulunabileceğine dair düşünceler geliştirir.

Felsefenin, daha önceki felsefe geleneklerinin kesinlik anlayışından farklı bir

“kesinlik” taşıması gerektiğini düşünür. Matematik, geometri ve mantığın yöntemlerinin işe yarar yanlarının benimseneceği yeni bir yöntem geliştirmeye yöneldiğini yazar. Descartes, daha önceki felsefelerin tutarsızlıkları olduklarını ve akıllıca olamayacak düşünceleri de barındırabilen bir felsefe olduğunu görüp, kanıtlarının kesinliğini ve apaçıklığını gördüğü ve bundan dolayı da zevk aldığını söylediği matematiksel kesinliği felsefesinin merkezine yerleştirir.86 Modern felsefenin yönünü belirleyecek yöntemsel ilkeler belirler. Bunlardan en önemlisi:

“Doğruluğunu apaçık olarak bilmediğim hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek”

şeklinde belirtilen ilkedir.

85 Alain Touraine, 2002, a.g.e. s. 61.

86 René Descartes, Metot Üzerine Konuşma, çev: Sahir Sel, K., Sosyal Yay. İstanbul, 1994, s. 12.

Descartes, kendi ‘ben’inin (ego) var olduğu görüşüne, her şeyden şüphe etmek ile başlayıp, şüphe eden birinin “düşünen bir varlık olarak ben” (cogito) olduğuna ve düşünen bir ben’in de “var” olması gerektiği düşüncesi ile ulaşır. “Şüphe”, geleneksel felsefeden çok farklı bir biçimde, modern felsefenin başlangıç noktasını oluşturur.

Bilme isteği, hayranlık ya da hayret, bilgiye giden yolda, yerini şüpheye bırakır.

Böylelikle geleneksel düşünüş tarzlarından da şüphe duyulur ve gelenek yerini yeni olana, modern olana bırakır. Descartes, felsefesinin temel ilkesini “düşünüyorum o halde varım” (cogito ergo sum) düşüncesi ile ifade eder. Böylelikle “ben” kavramı varlığın “var” olarak kavranabilmesinin zemini haline gelir. Varlıkların “var”

oluşlarına tanıklık eden varlık cogitodur. “Ben” bedenden farklıdır ve Descartes için şu anlamı taşıyacaktır: “Ben, bütün özü (mahiyeti) ve doğası düşünmek olan ve var olmak için hiçbir yer’e ihtiyacı bulunmayan ve maddî hiçbir şeye bağlı olmayan bir cevherim.”87 Fakat bunu bilmek ile kendisinden daha mükemmel bir varlık fikrini ortaya koymuş olduğunu düşünerek, mükemmel varlık fikrinin kaynağının ne olduğunu araştırır. Daha az mükemmel bir varlığın en mükemmel varlık kavramını elde edebildiğini düşünmek, Descartes için hiçten bir şeyin meydana gelmesi kadar saçma olacağından, en mükemmel varlık fikrinin ancak Tanrı’nın varlığı ile mümkün olacağı sonucuna varır.88 Descartes’in bu düşüncesi, insanın kendi ‘ben’inin ve onun bilgisinin, Tanrı’nın varlığıyla açıklanması ve temellenmesi düşüncesinin tersine, Tanrı’nın varlığının, insanın ‘ben’ düşüncesi üzerinden matematiksel kesinliğe erişebilen bir akılla temellenmesi üzerine kurulur.

87 René Descartes, 1994, a.g.e. s. 33.

88 René Descartes, 1994, a.g.e. s.34.

Descartes, aklı ahlâkî erdemler için en önemli kılavuz olarak görür. Aklın doğru olarak kullanılması, iyinin doğru bir bilgisini verir ve iyi olmak ile zevkler uzlaşmaz değildirler, bilakis, aklın doğru kullanımı erdemler için meşru olan zevklerin de tadılmasını sağlar. İhtiraslar da hor görülmek yerine onları akla bağlı kılmak gerekmektedir.89 Descartes, Metod Üzerine Konuşmalar adlı eserine sağduyunun dünyada herkese en iyi paylaştırılmış şey olduğunu söyleyerek başlar. Bunun anlamı, herkesin aklı olduğu ve kanıların başka başka olmasının nedeni ise daha az ya da daha çok akıllı olunması değil; akıl yürütürken göz önünde bulundurulanların farklı olmasıdır.90 Akıl, insanlarda eşit olarak var olan bir yetidir. Descartes insanlar arasındaki aklî becerilerin ve kanaatlerin farklılığını aklın yöntemlerinin farklılığı ile açıklayarak, yöntemin önemini vurgular. Ahlâkî fail olarak insanın iyi bir ahlâka ve erdemlere sahip olması, bir akılsal yöntem meselesidir. Descartesçı özne ve nesne ikiliği modern felsefenin bilgi anlayışını da derinden etkilemiştir. Özne, kendi varlığının bilgisini kendi ben’inden yola çıkarak kanıtlamaktadır artık, çünkü “özne”

insan öznedir, Tanrısal öznenin varlığı, düşünen özne olarak insanın varlığından hareketle, ikincil olarak kanıtlanan bir gerçekliktir. Kartezyen düşünce, nesnenin bilgisine sağduyuya sahip herkeste ortak olan ya da olabilecek olan doğru akıl yürütme ile varılacağını düşünür. İnsan doğası herkeste aynı olan bir sağduyuya sahiptir. Farklılıklar yöntem farklılıklarıdır. “Ben” Descartes’ın felsefesinde tarihsel bir gerçekliğe sahip ve dolayısıyla da toplumsal bir insana tekabül etmez. Touraine, Descartes’ın dünyasını şöyle betimler: “Descartes’ın dünyası ne doğanın ne de evrensel tinin dünyası değil, şüphe eden ve bu anlamda Tanrı’dan ayrı olan, ama

89 René Descartes, Ahlâk Üzerine Mektuplar, çev: Karasan, M., M.E.B. Yay. İstanbul, 1992, s. 46.

90 René Descartes, 1994, a.g.e., s. 8.

aynı zamanda da, Özne’yi, yani Ben’in içindeki Özne/Ben’i ortaya çıkaran bir geri dönüşle, sağlam bir desteği ancak kendisinde bulan insanın dünyasıdır.”91

Descartes, şüphe yöntemi ile kesinliğinden artık şüphe edilemeyecek düşüncelere vardıktan sonra, metodundan bazı ahlâkî ilkeler çıkarır. Bunlardan birincisi dinine, ülkesinin yasalarına ve adetlerine boyun eğmesi gerektiği ve başkalarında gördüğü ılımlı ve ölçülü davranışları benimsemesi gerektiğidir. İkincisi kesinliğinden emin olunduktan sonra bir düşünceye ve karara uymakta kararlılık göstermek; üçüncüsü, dünyanın düzenini değiştirmeye çalışmak yerine kendi düşüncelerini ve isteklerini değiştirmek gerektiğidir. Çünkü aklın doğru bir kullanımı ile talihin getirdiği acıların ve arzuların doyurulması ihtiyacının üzerine çıkılabilirdir. Bu da Descartes’ın meditasyon dediği derin düşünce ile düşüncelerin üzerinde egemenlik kurabilme anlamına gelir. Descartes için en temel ve önemli erdem hakikatin bilgisinde ilerlemekte sebat etmektir, çünkü onun için erdemli olmak ve iyi davranış aklın hakikatin bilgisine varmada uyguladığı yöntem ile mümkün olacaktır.92

Descartes’ın hakikate varmak için uygun akılsal yöntemi, aynı zamanda doğru ahlâkî davranışlara da götürür. Şüphe ile başlayan felsefî yönteminden çıkarsanan bu ahlâkî ilkeler, mutluluğa ulaşabilmeyi ve hakikate varabilmeyi hedeflemektedir.

Descartesçı “ben” kavramı ile felsefî düşünce, ben’in bakış açısından başlar. Ve

“ben” dışındaki varlıkların bilgisine Tanrı kavramı ile ulaşılabilmektedir. Ben’in başka bir varlığın gerçekliğine varması, onun eksiksizlik ve sonsuzluk fikirlerinin kendisi gibi bir sonlu ve eksikli bir varlıktan çıkarsanamayacağıdır. Bu demektir ki,

“ben” dışında da bir hakikat vardır ki, bu da Tanrı’dır. “Ben” ancak bu dolayım ile ve

91 Alain Touraine, 2002, a.g.e. s. 63.

92 René Descartes, 1994, a.g.e., s. 28-29.

Tanrı’nın varlığının kanıtlanması düşüncesi ile dışımdaki varlıkların, nesnelerin bilgisine ulaşabilirim. Böylece, Descartes ile şekillenen özne felsefesi ile insan doğası, bir töz olarak ve akıl yolu ile hem Tanrı’nın bilgisini kavrayabilen hem de kendisi dışındaki varlıkların hakikatine ulaşabilecek olan ve bir ahlâkî fail olarak kendisine ahlâkî ilkeleri koyabilecek olan bir “birey” olarak ortaya konulur. Fakat ne var ki, Descartes’ın kendi ahlâkî düsturunda belirgin olan temel, yaşadığı çağın ethosundan kaynaklanan bir karakterdedir. Bu durum, Hünler’in belirttiği gibi, Descartesçı epistemolojiden türetilebilecek bir ahlâkî düsturun hayata geçirilebilmesini mümkün kılacak bir ethosun bulunmayışından ileri gelir.93 Dolayısıyla modern felsefenin Descartesçı akıl kavrayışından türetilecek bir ahlâk, Aydınlanmanın, toplumu modern akıl kavrayışı temelinde yeniden örgütleme projesinin de esin kaynağı olur. Durkheim’ın, ahlâkî fenomenleri “bilimsel rasyonalist” bir temelde yeniden inşa etme çabası, aynı zamanda Descartesçı epistemolojiden türeyecek bir ahlâk kavrayışına uygun bir ethosu da mümkün kılabilme çabasıdır.

Kant, daha sonraları ahlâk metafiziğini akıl ile temellendirmesi ile devam edecek olan modern akılcılık ve modern epistemolojileri geliştirir. İnsanın doğasının “ben”

fikri etrafında örülmesiyle birlikte, şüphe yöntemi ile önceki felsefelerden ve dolayısıyla da teolojik anlama zeminindeki insan doğası anlayışlarından bir kopuş söz konusudur. İnsanın doğası “ben” öznesi ile nesne arasındaki ilişkinin yeniden belirlenmesiyle ve nesnenin kesin bilgisinin kaynağının insan öznenin -artık kozmik akıl gibi kavramlara gönderme yapmayan- aklı olarak tayin edilmesi ile kendi aklına muazzam bir önem veren, aklı sayesinde özerk olabilen ve güven duyan bir insan

93 Hakkı Hünler, Estetiğin Kısa Tarihi, Paradigma Yay., 1998, İstanbul, s. 48.

doğası düşüncesi gelişir. “İnsan usunun erişebileceği tüm doğruları incelemeye kalkan bir insan, anlıktan önce olan herhangi bir şeyi tanımadığını kesinlikle anlayacaktır, çünkü her şeyin bilgisi ona bağlıdır, o her şeyin bilgisine bağlı değildir.”94 Descartes için anlama yetisi “ben”i “ben” yapan şeydir ve duyularla imgelemden ayrıdır. Çünkü onlar doğuştan var değillerdir ve yanıltıcı oldukları için kesin bilginin kaynağı olamazlar. İnsanın doğası sonlu olduğu için hatalar yapabilmektedir ve Tanrı’nın bilgisine tam olarak erişemez, çünkü sonlu doğası buna engeldir. Ama Tanrı’nın varlığını aklı ile kavrayabilmektedir ve akıl Tanrı’ya ilişkin olarak sınırlı bir bilgiye sahiptir. Bu nedenle akıl, kendi hakikatine ve dış dünyanın hakikatine odaklanır, çünkü kesin bilgisi edinilebilecek gerçeklikler bunlardır.

Descartes ile birlikte modern bilimin kesin bilgisine ulaşılabilineceğini düşündüğü gerçeklik alanının sınırları da çizilmeye başlar. Bu sınırların neler olabileceğine odaklanan modern epistemolojiyi kuracak düşünüş tarzını, daha seküler bir zeminde kesin sınırları ile belirlemek de empirizmin amacını teşkil edecektir.