• Sonuç bulunamadı

MİSTİKLİK VE L.WITTGENSTEIN’IN TRACTATUS’U

Tractatus’un mistikliğini onu doğuran gelenekten yani analitik gelenekten ayrı düşünmemek

gerekir. Analitik felsefenin ve özellikle de mantıkçı pozitivizmin uğraştığı problemler, çözülemez gibi görünen sorunların sahte sorunlar olduğunu göstermeye çalışırken, gerçekte ontolojik sınırları da keşfetmiştir denilebilir. Russell, Wittgenstein’ın Tractatus’ta öne sürdüğü mistik algılayışı önceleyen bir mistiklik öğretisini Ottoline Morell’e yazdığı mektuplarda şekillendirdiği ‘Hapishaneler’ (Prisons) adlı kitapta -ki Russell bu kitabı bitirememiştir- ve Ekim 1912 tarihinde Hibbert Journal’de

119 Joachim Schulte, Wittgenstein:Eine Einführung, Reclam Verlag, Dietzingen, 1989, s. 57

120 Bkz. Donald Peterson , Wittgenstein’s Early philosophy: The three Sides of the Mirror, University of

yayımladığı ‘Dinin Özü’ adlı makalesinde öne sürer.121 Hapishaneler adlı kitap ilhamını, Shakespeare’in Hamlet’inin ‘Dünya bir hapishane ve Danimarka da onun en kötü yerlerinden biri’ adlı dizesinden alır. Russell’ın bu kitapta tasarladığı ana düşünce, insan hayatının duvarlarla çevrelenmiş olduğu ve bu duvarların oluşturduğu hapishaneden kurtulmayı sağlayacak olanın da ‘temaşa dini’ olabileceği şeklindedir. Russell bu düşünceyle Tanrı’ya veya ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor değildir. Aksine o, sonlu benlikleri geri planda bırakan, sonsuzlukla gerçekleşebilecek bir mistik birleşme tasarımlar.122 Bu tasarım Tractatus’ta ‘sub specie aeternitatis’ şeklinde kendini gösterir. Russell ile Wittgenstein arasında böyle bir benzerliğin veya etkileşimin bulunması ilginçtir. Russell’ın Principia

Mathematica gibi bir kitaptan sonra mistik bir maceraya girmesi, mantıkçı pozitivizmin çabalarının

mistik bir bakıye bıraktığı şeklinde bir genelleme yapmaya imkan vermese bile, bu durum, aşağı yukarı aynı şekilde Wittgenstein‘da da tekrar ederek en azından bu iki filozof hakkında geçerli olabilecek bir iddiaya haklılık kazandırır. Çalışmamızın merkezinde yer alan, dilin ve dünyanın sınırlarına yönelik her saldırı girişiminin ‘anlaşılamaz’ sıfatını haiz bir bakıye bırakacağı varsayımı böylece bu iki filozof bağlamında görüldüğü gibi makes bulmaktadır. Mantıkçı pozitivizmin diğer filozoflarında böyle bir eğlimin var olup olmadığı araştırılmaya değer bir konu olmakla birlikte, Wittgenstein’a yakınlık duyan kimi Viyana Çevresi filozofları (mesela Neurath) Wittgenstein’ın mistik ilgilerini bilmektedir. Ne olursa olsun, biz Russell ve Wittgenstein’ın mistik yönelimlerini yeterince cesur girişimler olarak algılayabilir ve filozof olmanın ayrıcalığını belki de bu noktada bulabiliriz. Mistiklik açısından Tractatus’a giriş yapmadan önce Batı düşüncesinin mistiklik algılayışının hikayesine değinmek, Wittgenstein’ın mistiklik algısının ön-dayanaklarını bulmamıza yardım edecektir.

1. GENEL OLARAK MİSTİSİZM

İnsanın akıl ve mantık yoluyla ulaşamadığı bazı ilahi veya doğaüstü kuvvetlerin/hakikatlerin bulunduğu kabulü, bu hakikatlere ulaşmak için başka vasıtalar kullanılması gerektiği düşüncesini ve bu düşünce paralelinde de en uygun yolları ortaya koyma girişimlerini öne çıkarmıştır. Bu girişimler genel olarak metafizik ve din çerçevesi içinde ele alınır. Batı felsefesinin hakim olduğu düşünsel ortamlarda mistik ifadesinin genellikle bulanık, kapalı ve hatta ürkütücü olarak karşılandığı yine batılı olan bazı düşünürlerce ifade edilir.123 Bulanıklık ve kapalılığın açıklık idealinin önündeki en büyük engellerden biri olduğu söylenebilir ve Batı felsefesi bu ikilemin, -özellikle de Yeniçağ’dan günümüze- çözüme ulaştırılması gayretlerinin tarihi olarak nitelendirilebilir.

121 Ray Monk, Dahinin Görevi, Çev. Berna Kılıçer- Tülin Er, Kabalcı yayınevi, İstanbul, 2003, s. 106. 122 Ray Monk, age., s. 72.

123 Goeffrey K. Mondeollo, The Metaphysics of Mysticism, A Commentary on the Mystical Philosophy of

‘Mistik’ sözcüğünün Yunanca bir fiil olan ‘myein’den geldiği kabul edilir ve bu fiil de gözleri kapatmak manasına gelir. Johannes Hirschberger bu kelimenin anlamsal karşılıklarıyla ilgili olarak şu tespitleri yapar:

1. Tanrı’yla bir olmak, tanrısala veya Mutlak’a varmak (ulaşmak) için dış dünyadan yüz çevirme teşebbüsü (mistik deneyim). Görünüşler, görülebilir/fark edilebilir, kesintili/süreksiz, dünyevi/maddi, çeşitli veya rastlantısal olma anlamında da anlaşılabilir.

2. Mistik deneyimler öğretisi; herhangi bir insanın sahip olduğu gidimli/istidlali bir aklın, içinde en yüksek bilginin temaşa edildiği ulaşılamaz gerçekliği, anlam-dışı, sezgisel bir surette kavraması öğretisi.

Mistiklik tanrısal olanla bütünleşmeyi amaçlar (Lat., unio mystica). Bununla beraber, mistikle Tanrı arasında mistiğin üstesinden gelebildiği/aşabildiği bir yarığın oluştuğu varsayılır.124

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi mistik durumu ve mistik kişiyi belli bir kalıp dahilinde ele almak oldukça güçtür. Bu güçlük hiç şüphesiz, mistikliğin bilindik deneyim türleri arasında yer almaması ve ona alışılagelmiş bilme ve tecrübe usulleri aracılığıyla yaklaşılması neticesinde ortaya çıkar. Mistisizm üzerine kaleme alınmış eserler ve mistisizmi yüksek insani ilgiler olarak algılayan düşünürler arasında yine de ortak bir noktanın var bulunduğu söylenebilir. Bu ortak nokta, mistikliğin insan doğasının yüce olanla kurduğu kaçınılmaz bir münasebet neticesinde ortaya çıktığı şeklinde ifade edilebilir.

Mistisizm ve Felsefe adlı kitabında W.T. Stace bu hususu ayrıntılı bir şekilde ele alır. O kitabının

önsözünde mistikliği ‘zihnin halleri’ olarak nitelendirir. Bu terkip batılı mistikliği anlamak açısından çok önemlidir. Batılı olmayan mistik anlayışların farkını ortaya koyabilmemize de imkan verir. Öte yandan, Stace, ‘Mistisizm’ sözcüğünün batıdaki algılanma biçiminin de bir talihsizlik olduğunu ama, tarihsel nedenlerden ötürü bu kavramı kullanmanın zorunlu olduğunu ifade eder.125 Öte yandan Fritz Mauthner myeinin miyopla etimolojik bir ilişkisinin bulunduğunu gerekçe göstererek, mistik kelimesine bu yoldan verilecek bir anlamı sağlıklı bulmaz. Mauthner, bunun yerine mystes’in daha uygun olduğunu düşünür. Mytes, evrenle gizemli bir birlik oluşturma anlamındadır ve bu anlamıyla da mistiklerin öğretilerine ve deneyimlerine daha uygun düşmektedir. Mauthner’e göre, mistikliğin tarihi ukalalık, iflas ve umutsuzluktan ayrı düşünülemez. Bu üç hususiyeti hem Ortaçağ’da Skolastik’te ve hem de günümüzde bulmak mümkündür. Dindarlar ve filozofların başlangıçta sahip oldukları ukalalık (Wissenshochmut) zayıfladığında iflasa dönüşür ve bu da umutsuzluk doğurur. Umutsuzluğu ise