• Sonuç bulunamadı

III. Homoerotizmle Süreklilik İçindeki Erkek Homososyalliğinin Dönüşümü

III.II. Kentli Homoerotik Alt-Kültür

III.II.I. Erkek Homoerotizminin Kurucu Öğesi Olarak Homososyalleşme Mekânları

III.II.I.I. Meyhane

Meyhaneler içkinin, müziğin, dansın ve aşkın mekânı olarak hem Osmanlı klasik edebiyatında hem de gündelik hayat anlatılarında sıkça yer alır. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar, kadınların pek fazla girmediği meyhaneler,278 erişkin erkeklerle genç oğlanların erotik etkileşimleri açısından önemli mekânlardı. Reşad Ekrem Koçu, Osmanlı meyhanelerinin birçok farklı kesimden müşterisi olduğunu ama bu müşterilerin kendi ihtiyaçlarına göre meyhaneye farklı saatlerde geldiklerini anlatır.279 Gelibolulu Mustafa Âlî, meyhanelere gelenleri iki sınıfa ayırır; ilk grup asabi civanlar, zamparalar ve mahbûbdostlardan oluşur; ikincisi ise gece gündüz meyhanelerde içen, ömrünü buralarda geçirenlerdir. İlk gruptakilerin mahbûblarıyla meyhaneye gelip sonra da halvethanesine döndüklerini anlatan Mustafa Âlî, bunları ikinci gruptaki işsiz güçsüz Araplar ve Ruslar kadar hakir görmez.280

İçki servisi yapan sâkiler ve köçekler, meyhanelerin çekiciliğini artırıyorlardı.

Sâkinin Osmanlı klasik edebiyatındaki yeri ayrı bir çalışmanın konusunu oluşturacak kadar büyüktür. Aşk, mey, meyhane ve sâki birbirlerine sıkı sıkıya örülmüş öğeler olarak, tasavvuf imgeleminde de önemli role sahiptir. Sâki, şarabı -aşkı- sunan kişi olarak âşığın

278 Hakan Kaynar, “Muhabbet Baki Mahbubân Kayıp: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Meyhaneler,” İstanbul Araştırmaları Yıllığı 3 (2014): 13.

279 Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler, 15.

280 Şeker, Gelibolulu Mustafa ‘Âli, 365.

kendisinden geçmesinin sorumlusudur.281 Şiirsel evrenin dışında da sâki, meyhanelerin en önemli öğelerindendi. Evliya Çelebi, meyhanelerde hânende, sâzende, çalgıcı ve oyuncuların bulunduğunu anlatırken, meyhanecilerin sevimli dilber çocuklarından ve onlara düşkün müşterilerinden söz eder.282 Abdülaziz Bey meyhanelerde hademe ve sâkilerin güzel gençlerden, köçeklerin de değme rakkaslardan seçildiğini söyler.283 Reşad Ekrem Koçu da İstanbul meyhanelerinde çalışan sâkilerin, Sakız Adası’ndan gelen güzel oğlanlar arasından seçildiklerini ve yirmili yaşlarının başına kadar müşterilerce makbul görülmeye devam ettiklerini anlatır.284

Meyhanelerin erotik karşılaşmalar için sundukları olanaklar, genç sâki oğlanların elinden içki içmek ve güzelliğiyle nam salmış köçeklerin danslarını izlemekle sınırlı değildi. Meyhanelerin, genellikle üst kısımlarındaki ayrı bir mekânın hem kadınlarla hem de oğlanlarla fuhuş için kullanıldığına dair kayıtlar bulunmaktadır. 1725'de Abdullah isimli bir köle, diğer suçlarının yanı sıra İstanbul'da meyhanesine ayaktakımını topladığı ve

281 Andrews, Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı, 197. Bu edebi figürlerin uzun dönemler boyunca ve geniş bir coğrafyada varlığını sürdürmesi, tarihsel olarak dönüşümlerini göz ardı etmemize neden olmamalı.

Andrews ve Kalpaklı, cenetteki gılmanların dünyevi yansımaları olan sâkilerin, farklı bağlamlarda farklı anlamlar kazandıklarını söyler. On altıncı yüzyılda Galata'daki meyhanedeki muğbeçe ile on dördüncü yüzyıl Şiraz'ındaki sâki birbirlerinden oldukça farklıdır. Andrews ve Kalpaklı, The Age of Beloveds, 159.

282 Evliyâ Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Sayahatnamesi 1. kitap, 421, 424.

283 Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri: Toplum Hayatı, cilt I, haz. Kâzım Arısan ve Duygu Arısan Günay (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995), 309.

284 Reşad Ekrem Koçu'nun yaptığı renkli ve arzu dolu mahbûb tiplerinin tasvirlerinin ayrıntılı bir dökümünü yapmak bu tez çerçevesinde imkânsız, fakat yukarıda sunduğum kuru tarihsel döküme, tarihin hayaletlerinin dadanmasına izin vermek adına onun muğbeçe tasvirini alıntılamak istiyorum: “Çoğu ahalisinin güzelliği, vücut yapısı, el ayak kıyı düzgünlüğüyle meşhur Sakız Adası'ndan suret-i mahsusada getirilirlerdi, adalı Rumlardı, kendilerine has tuvaletleri vardı: alınlarında kakül, şakaklarında zülüf, favori değil, uçları kıvır kıvır zülüf, başlarında kırmızı fes, festen siyah bir kaytanla omuz üzerine sarkıtılmış, düşürülmüş mavi bir top püskül, sırtlarında göğsü mutlaka açık ve kolları mutlaka sıvanmış beyaz gömlek, üstünde de önü çapraz kavuşur ipek veya sırma işlemeli kolsuz bir yelek, ‘fermene,’ belde siyah kuşak, onun altında kara bezden şalvar, bol ve uzun ağlı, yerde uzun sürünecek kadar uzun ve yürürken iki yana nümayişle sallanacak kadar bol ağlı şalvar, paçalar geniş ve ayak bilekleri üstünde, hizmette ayakları mutlaka çıplak ve çıplak ayaklarında mutlaka takunya. Yeni yeni tüylenmiş veya taze karanfil bıyıklı o gençlere de 'palikar' denilirdi.” Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler, 34. Pek çok muğbeçe ve sâki, Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'nin maddelerinde ele alınmış, bu maddelere Sabiha Bozcalı başta olmak üzere Ansiklopedi'nin geniş çizer kadrosunun çekici erkek tasvirleri eşlik etmiştir. Sâkilerin ırksallaştırılması, erkek homoerotizminin ulus kimliğinin dışına atılması ile ilişkilidir. Koçu'nun tarihyazımı ile hatırlama, utanma ve öznellik arasındaki ilişkileri daha sonra ayrıntılı biçimde tartışacağım.

oğlanları pazarladığı için cezalandırılmıştır.285 Zarinebaf, hem kadınları hem de oğlanları pazarladığı için tutuklanan bir meyhaneciden söz eder.286 On dokuzuncu yüzyıl haniçi meyhanelerini anlatan Koçu, bekâr uşağı çırakların meyhane kapandıktan sonra cömert müşterileri “yatsı misafirliğine” davet ettiklerini yazar.287 Sayers'ın on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısından geç bir tarihe ait olmadığını söylediği Hikâyet'in kahramanı Sansar Mustafa, kaçırdığı mahbûb Ahmed'i, bir meyhanenin üst katındaki odada saklar.288

Osmanlı devleti açısından her zaman sorunlu mekânlar olan meyhaneler, on sekizinci yüzyıl ile birlikte toplumsal isyanın da mekânı olarak görülmeye başlanır. Bu dönemde kentin tekinsiz grupları olan yeniçerilerin ve bekârların toplanma yeri olarak görülen meyhaneler kapatılmaya çalışılır. Her ne kadar meyhanelerden alınan vergiler toptan gözden çıkarılmalarını engellese de on sekizinci yüzyıl boyunca yaşanan yasaklama girişimleri sonucunda, on dokuzuncu yüzyıl başında meyhanelerin sayısı yarı yarıya azalır.289

Tanzimat’tan sonra, alkol tüketilen mekânların sayısında yeniden bir artış yaşanır.

Georgeon, on dokuzuncu yüzyılda alkolün çok daha geniş bir Müslüman nüfus tarafından, gizlenmeye gerek duyulmadan tüketildiğini aktarır.290 Tanzimat döneminde, en azından seçkin sınıflar arasında, alkol tüketimi bir yaşam biçiminin parçası olarak kabul edilir.291 Alkolle özdeşleştirilen yeniçerilerin ortadan kalkması, alkol tüketimine yeni anlamlar yüklenebilmesini mümkün kılar ve alkol, seçkinler arasında modernleşmenin ve

285Zarinebaf, Beşiktaş gibi deniz kıyısındaki uzak köylerdeki meyhanelerde kadın fahişelerin de pazarlandığını söylüyor. Fariba Zarinebaf, Crime and Punishment in Istanbul 1700-1800 (Los Angeles ve Londra: University of California Press, 2010), 101.

286 Zarinebaf, Crime and Punishment in Istanbul, 101.

287 Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler, 50.

288 “Amma bu Sansar Mustafa, odası, Mumhane Kapısı'nda bir meyhaneci var idi, adına Panayot derler idi, anın meyhanesinin yukarısında bir odası var idi, anda yatıp kalkardı.” Sayers, Tıflî Hikâyeleri, 147.

289 Çokuğraş, Bekâr Odaları ve Meyhaneler, 180.

290 Georgeon, “Ottomans and Drinkers: The Consumption of Alcohol in Istanbul in the Nineteenth Century,”

içinde Outside In: Marginality in the Modern Middle East, der. Eugene Rogan (Londra ve New York: I.

B. Tauris, 2002), 15.

291 Georgeon, “Ottomans and Drinkers,” 18.

medeniliğin simgesi haline gelir.292 Medeniyet simgesi alafranga birahane ve gazinolarla, alaturka meyhanelerin birbirlerinden farklılaştıklarını dönemin tanıklıklarından anlarız. Bu meyhaneler, adeta yavaş yavaş silinmekte olan bir kültürün taşıyıcısı mekânlar haline gelir.

Ahmet Rasim, nazım eserler gazetelerden çekildikçe, kahvehanelerin, çaycıların ve özellikle de meyhanelerin şiir için önem kazandığından söz eder. Rasim, dönemin meyhanelerini şöyle hatırlar:

“Bütün bu saydığım yerlerde mevsim mevsim saz şairlerimiz muammalar asarak, koşmalar, Keremler, Âşık Garîbler, manicilerimiz destanlar, semaîler okuyarak (…) allı pullu cebkenli, sırmalı etekli hoş endam ve hoş hırâm, kâküllü, düzgünlü, benli, sürmeli köçekler oynatarak (...) atışmalar, kapışmalar, türlü türlü sululuklar, hattâ rezaletler arasında ömür geçirmişlerdir. (…) Buralarda oturuldukça ecdadın ses, söz, sûz u güdâz, bedbahtlık, sürûr ve emsâli tasavvufat ve tahsisât nâmına tecelliyât-ı rûhîyyesi kâbil-i lems ve temâs bir surette duyulur. Alafranga birahânelerde, gazinolarda ise bu hâlât katiyyen vâki olmaz.”293

Edebiyat çevrelerindeki mahbûbdostluk tartışmalarının da merkezinde yer alan Muallim Naci'nin de Râsim'in anılarında Hasan isimli bir uşakla kaçtığını anlattığı divane şair Celâl'in de İstanbul meyhanelerinin vazgeçilmez simalarından olduğunu okuruz.

Ahmed Midhat, son bölümde daha ayrıntılı inceleyeceğim Dürdane Hanım eserinde meyhaneleri yeniçerilerle, şiddetle ve erkek homoerotizmiyle ilişkilendirerek, bu tekinsiz mekânları Batılı kültürün kıyısında bir yere konumlandırır. Erkek homoerotizminin giderek daha fazla bireysel patoloji söylemleri çerçevesinde anlamlandırıldığı 1926’da Osmanlı nöropsikiyatrisinin kurucu ismi Mazhar Osman (Uzman) (öl.1951) erkek eşcinselliğinin

292 Age., 17.

293 Ahmed Rasim, Matbuat Hatıralarından, 194-5

nedenlerinden birinin alkol olduğunu söyleyerek şöyle devam eder: “Artık sarhoşta utanma ve korku kalmaz, hiss-i bedî' ve ahlak da silinir. Bıyıklı sakallı muğbeçe on beş yaşındaki bir kız kadar müştehî görünür.” Fakat içkiye ve erkek homoerotizmine dair yegâne söylem yeni tıbbî söylem değildir. Reşad Ekrem Koçu’nun tarihyazımı yirminci yüzyıl ortasında bu baskın söyleme meydan okur ve meyhane, onun hatırlama ve benlik inşası pratiğinde önemli bağlamlardan biri olarak öne çıkar.