• Sonuç bulunamadı

Metafizik Kavramlara Yönelik Eleştiriler

2. BERTRAND RUSSELL’IN MANTIK ANLAYIŞI

2.1. BERTRAND RUSSELL’IN KLASİK MANTIĞA BAKIŞI

2.1.1. Metafizik Kavramlara Yönelik Eleştiriler

Aristoteles’e göre kategoriler, varlığın çeşitli sınıflarını ifade eder demiştik. Aristoteles’e göre on kategori vardır ve bu terimler kendi başlarına bir şeyi tasdik ya da inkâr etmezler. Kategori konusu, Russell’dan önce de mantıkta tartışma konusu

olmuştu. İslam dünyasında kimi mantıkçılar kategori konusunu eleştirmiştir. İbn Sînâ’ya göre kategorilerin varlıklarının niteliği bakımından bilgisi metafiziğin işidir.

Kant da kategorilerden söz etmiş, ancak dört tane kategori olabileceğini bunların da varlığa değil zihne ait özellikler olabileceğini savunmuştur.

Russell, Aristoteles ya da Kant’ın kategori sözcüğü ile ne demek istediklerini anlamadığını söyler. Ayrıca kategori teriminin felsefede yararlı olduğuna inanmadığını da belirtir. On kategoriden oluşan listenin nasıl hazırlandığına dair hiçbir açıklama olmaması da ona göre bir eksikliktir.1

1 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi İlkçağ, Çeviren: Erol Esençay, İlya Yayınları, İzmir 2001,

54

Aristoteles’in kategorilerinden biri tözdür. Töz, diğer kategorilerin kendisine yüklendiği öznedir. Aristoteles’e göre birinci ve ikinci dereceden tözler vardır. Kategoriler arasında yüklem olmayan bir tek birinci dereceden tözlerdir. Örneğin “Ahmet, insandır.” önermesinde Ahmet birinci dereceden tözü belirtir. İnsan terimi ise Ahmet’in üyesi olduğu türdür ve ikinci dereceden tözü belirtir.

Russell’a göre gerçek olanın değişmezliğine olan sıradan inanç metafizik bir kavram olan tözün ortaya çıkmasına neden olmuştur.2 Russell, birinci anlamında tözün kişi ya da hayvanı, ikincil anlamında ise tür ya da cins olarak insan veya hayvanı belirttiğini anlatır. Ancak ikinci derece tözlerin daha sonraki yazarlarda kötü bir metafiziğe yol açtığını söyler.3

Russell, öz kavramı hakkında da yorumda bulunmuştur. Öz kavramı ona göre kafa karışıklığına sebep olmasının yanında Aristoteles’ten sonraki hemen her felsefede yer almasından dolayı üzerinde bir şeyler söylemeye değerdir. Russell, klasik mantıkta öz kavramı ile anlatılmak istenenin, bir şeyin kimliğini kaybetmeksizin değişmeyen özellikleri olduğunu belirttikten sonra Sokrates örneğini verir. Sokrates bazen mutlu, bazen mutsuz; bazen iyi, bazen de hasta olabilir. Bu özellikler değişebildiğinden onun özünün kısımları değildir. Sokrates’in insan oluşu onun özüdür. Ama Russell, bunun sadece dilsel bir kolaylık sağladığını, bir sözcüğün özünün olabileceğini fakat bir şeyin özünün olamayacağını savunur.4

Ona göre töz kavramı da tıpkı öz kavramında olduğu gibi dilsel bir kolaylık sağlamanın ötesine geçemez. Yine Sokrates örneği üzerine konuşur. Sokrates’i anlatırken onu, başına gelen olaylar üzerinden anlatırız. Bu da bizi onun başına gelen olaylardan bağımsız ve somut bir Sokrates olduğu düşüncesine götürür. Ama eğer Sokrates’in varlığı düşünülecekse ona bir şeyler olmalıdır. Dolayısıyla da Sokrates başına gelenlerden daha somut değildir.5

Russell, klasik mantıkta töz kavramının tüm özelliklerinden ayrı bir şey olarak düşünüldüğünü ama özellikleri ortadan kaldırdığımızda ve tözün kendisini kafamızda

2 Bertrand Russell, Mistisizm ve Mantık, Çeviren: Ayseli Usluata, Varlık Yayınevi, Ankara 1972, s.34. 3 Russell, Batı Felsefesi Tarih İlk Çağ, s.281.

4 Russell, Batı Felsefesi Tarih İlk Çağ, s.282. 5 Russell, Batı Felsefesi Tarih İlk Çağ, s.282.

55

canlandırmaya çalıştığımızda geriye bir şey kalmadığını görebileceğimizi savunur. Bu kez da Mr. Smith örneği üzerinden düşüncesini açıklamaya çalışır. Mr. Smith’e baktığımızda bazı renkler görür, onu dinlediğimizde bazı sesler duyarız. Böylece düşünce ve duyguları olduğu sonucuna varırız. Peki, tüm bunların dışında Mr. Smith olguların üzerine asılı durduğu bir kanca mıdır? Russell’a göre böyle bir kancaya ihtiyaç yoktur. Mr. Smith sadece belirli olgular topluluğuna verilen isimdir.6

Russell’a göre, metafizik ya da düşünce yoluyla evreni anlama çabası, insanlarda süre giden iki itkinin birleşmesi ya da çatışmasından oluşmuştur. Bunlardan biri insanları gizemciliğe, diğeri ise bilime sürükler.7 Russell’a göre bilim adamları doğayı incelerken umutlarını ve beklentilerini bir yana bırakmalıdırlar. Filozoflar da doğruya ulaşmak istiyorlarsa böyle davranmalıdırlar.8

Russell, gizemcinin dünyasının gerçek olup olmadığını bilmediğini, bu dünyayı da ne yadsımak ne de onu açığa vuran kavrayışın gerçek dışılığını açığa vurmak niyetinde olmadığını söyledikten sonra asıl yapmak istediğini açıklamaya çalışır. En önemli gerçeklerin ilk önce gizemli kavrayışla bulunduğunu ancak sınanmamış ve desteksiz bir kavrayışın gerçeklik için yeterli bir teminat olmadığını savunur.9

Russell, tarihsel süreç içinde içgüdü ve aklın karşıt gösterildiğini bunun da sıradan olduğunu vurgular. 18. yüzyılda bu karşıtlık aklın üstünlüğünde iken daha sonra oluşan romantik akım etkisiyle sezgiye verilen önemin arttığını açıklar. Aynı dönemlerde geleneksel tanrıbilimin savunmasının sadece akılla yapılmasının güçleşmesi üzerine, inançlarına karşı bilimi bir tehlike olarak görenlerin içgüdüyü akla yeğlediklerini söyler.10

Russell’a göre içgüdü ve aklın karşıtlığı bir yanılsamadan ibarettir. İçgüdü, sezgi ya da kavrayış, aklın sonradan onayladığı ya da reddettiği inanca götüren ilk şeydir. Onaylama, inançlarla uyuşmayı içerir. Akıl, yaratıcı olmaktan çok uyuşma sağlayıcı ve

6 Russell, Batı Felsefesi Tarih İlk Çağ, s.282,283. 7 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.5.

8 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.13. 9 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.21. 10 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.21.

56

denetleyici bir güçtür. Salt mantıksal alanlarda bile yeni olana ilk ulaşan akıl değil kavrayıştır.11

Russell’a göre felsefenin ilgilendiği konular gibi çok güçlü içgüdüsel inançlar kimi zaman tümüyle yanılabilir. Bu tür durumlarda aklın düzenleyici aracılığı gerekir. Burada içgüdünün tümüne karşı çıkış yoktur. Sadece körü körüne bağlanmaya karşı çıkış vardır. Aklın düzeltmeyi amaçladığı içgüdünün tek yanlılığıdır, içgüdünün kendisi değil.12

Russell, sezgi ve zihnin faydalı oldukları için geliştiklerini söyler. Ona göre zihin, uygar bir kişide bireye yararlılıktan öteye geçmiştir, sezgi ise uygarlık arttıkça yok olma yolundadır. Genellikle çocuklarda yetişkinlerden, eğitim görmemiş kişilerde ise eğitim görmüşlerden daha büyük oranda görülür. Köpeklerde ise sezginin insanlarda bulunanı aşması olasıdır.13

Russell’ın bu yorumunda Darwin’in (1809-1882) Türlerin Kökeni (1859) yapıtıyla açıkladığı Evrim Teorisi’nin izlerini görmek mümkündür. Gerçi o, evrimcilik için asıl felsefeyi oluşturan sorunlarla ilgilenmediği yorumunu yapmış olsa bile birkaç paragraf sonra da değişiklik ve sürekliliği anlamadıkça dünyayı da anlayamayacağımızı anlatır.14

Sezginin yanılmaz olup olmadığı hakkında ise Russell, sezginin zihinde olmayan bir inandırıcılığı olduğunu kabul ediyor. Fakat yakından incelendiğinde sezginin de zihin gibi yanılabilir olduğunun görülebileceğini savunuyor.15

Felsefenin amacı, Russell için dünyanın kuramsal olarak anlaşılmasıdır. Bunun hayvanlar, ilkel insanlar ya da giderek uygarlaşan insanlar için bile pratik bir önemi yoktur. Bu nedenle içgüdünün işlenmemiş yöntemlerinin bu alana uygulanmalarının

11 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.22. 12 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.23. 13 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.26.

14Evrim teorisi ve bu teorinin felsefi yansıması hakkındaki görüşleri için bkz. Bertrand Russell, Dış Dünya Üzerine Bilgimiz, Konuşma I.

57

elverişli bir temel bulmayacakları açıktır. Felsefe çok ince ve uygar bir araştırmadır. Felsefede başarı, içgüdüsel yaşantıdan arınmayı gerektirir.16

Russell’a göre iyi ve kötü arasındaki ayrım tikel şeylerin tikel özelliklerinin ayrımıdır ve felsefenin alanına girmez. Örneğin sevgi ve nefret, felsefede nesneler karşısındaki tutumlardır. Bu tutumların genel biçim ve yapısı felsefenin sorunudur. Ama sevgi ve nefret arasındaki ayrım biçim ya da yapı ayrımı olmadığından felsefenin alanına değil ruhbilimine girer. Böyle şeylerin artık arka planda kalmaları gerekir. Bunlar filozof için esin kaynağı olabilirler ancak.17

Bu tür bir ayrışma Russell’a göre diğer bilimlerde de gerçekleşmiştir. Bilim öncesi zamanlarda durum böyle değildi. İnsanlar gökbilimi, astrolojiye inandıkları için öğreniyorlardı. Gökbilim, yarar ve zarar düşünülmeden incelenmeye başlandıktan sonra, daha önceleri bu bilimle uğraşanların çoğu artık bu bilimin uğraşmaya değer olmadığını düşündü ve bıraktı. Örneğin Platon’un Timaeus isimli kitabının ana bölümlerinden biri yeryüzünün hayranlık verici olduğunu anlatır. Ancak çağdaş fizikçi yeryüzünün hayranlık verici olup olmadığıyla ilgilenmez, sadece olguları bulup açığa çıkartmakla uğraşır.18 Bu durumun felsefeye de yansıması gerektiğini Russell şu sözlerle dile getirir:

İyi ve kötü gibi kavramların dünyayı anlatmakta anahtar işlevi görmesi gerektiği inancı, özel bilimlerden kovulunca felsefeye sığındı. Fakat bu inancın bu son sığınaktan da kovulması gerekir.19

Russell’a göre, duyularla algılanandan farklı bir gerçeğe inanma, genellikle metafiziğin kaynağı olan belirli duygusal durumlarda ortaya çıkmaktadır. Böyle zamanlarda mantığa ihtiyaç duyulmaz. Bu nedenledir ki gizemciler mantık kullanmaz. Duygusal kanıların yoğunluğu azalınca kişi inançlarını destekleyecek mantıksal sebepler aramaya başlar. Kişinin mantığı ile kanıtladığı karşı düşünceler ise gizemciliğin paradokslarıdır. Sonuçta ulaşılan mantık bilime ilişkin bilgi vermede yetersizdir. Böyle durumlarda Russell, kişilerin mantıklarındaki yanılgıyı bulmalarını salık verir. Ama gizemcilerin böyle yapmadıklarını aksine mantığı gerçek olmamakla suçladıklarını ifade eder. Russell’a göre yerleşmiş inançların ve bilimsel gerçeklerin

16 Russell, Mistisizm ve Mantık, s.29. 17 Russell, Dış Dünya Üzerine Bilgimiz, s.32. 18 Russell, Dış Dünya Üzerine Bilgimiz, s.33. 19 Russell, Dış Dünya Üzerine Bilgimiz, ay.

58

uyuşmazlığı ancak bu şekilde açıklanabilir. Böyle bir mantığın yansız ve açık olamayacağını ifade eder.20