• Sonuç bulunamadı

Para politikası, faiz oranlarının yönetimini ve para arzının belirlenmesini içermektedir. Para politikası faiz oranlarını, enflasyonu ve iş döngüsünü etkilemektedir. Para politikası araçları; açık piyasa işlemleri (APİ), reeskont oranı ve kanuni karşılık oranlarıdır (Mishkin and Eakins, 2000: 8-221).

Para çarpanı (= 1+ nakit paranın banka mevduatına oranı / kanuni karşılıkların banka mevduatına oranı + kanuni karşılıkların banka mevduatına oranı) ile parasal tabanın (Dolaşımdaki kağıt ve madeni toplam nakit para + bankaların merkez bankası kasasında tuttukları kanuni karşılık toplamı) çarpımı para arzına eşit olduğundan merkez bankası para politikasını, para çarpanını ve parasal tabanı kontrol ederek uygular. Merkez Bankası APİ ve reeskont oranı enstrümanları ile parasal tabanı

kontrol eder. Kanuni karşılık oranı ile de para çarpanının büyüklüğünü belirler. Merkez Bankasının 3 para politikası aracını kullanarak para arzını ne şekilde kontrol ettiği aşağıda açıklanmıştır (Bocutoğlu, 2014: 175-177):

Açık Piyasa İşlemleri: Merkez Bankasının para miktarını değiştirmek amacıyla devlet tahvili alıp satmasına açık piyasa işlemleri denir. Merkez Bankası elindeki tahvilleri satıp piyasadan para çekerken bazen de devlet tahvili satın alarak piyasadaki para miktarını artırır.

Reeskont Oranı: Bankaların nakit rezervleri geçici olarak belirli bir tutarın altına düştüğünde Merkez Bankasından borç alabilmektedirler. Merkez Bankalarının sağlamış olduğu bu kaynak karşılığında uyguladıkları faize reeskont oranı denir. Merkez Bankası para arzını azaltmak istediğinde reeskont oranını artırmaktadır. Bu durumda bankaların borçlanma maliyetleri artacağı için Merkez Bankasından borç almak istemezler ve para arzı kısılır. Merkez Bankası reeskont oranını düşürdüğünde ise tersi durum geçerli olur ve para arzı artar.

Kanuni Karşılık Oranı: Bankalarda açılan mevduatın belirli bir oranının kanuni karşılık olarak merkez bankasına yatırılması zorunludur. Bu tasarruf sahiplerini korumak amacıyla yapılmaktadır. Banka mevduatının merkez bankasına yatırılması zorunlu olan oranını merkez bankası artırdığı zaman bankaların piyasaya verecekleri kredi miktarı azalacağı için para arzı da azalacaktır. Tersi durumda ise para arzı artacaktır.

Para politikasının genel olarak 6 tane amacı vardır (Mishkin and Eakins, 2000: 8-221):

 Yüksek istihdam

 Ekonomik büyüme

 Fiyat istikrarı

 Faiz dengesi

 Finansal piyasa dengesi

Merkez bankalarının belirlenen kesin hedeflere örneğin fiyat istikrarı ile yüksek istihdama ulaşmayı istemeleri kendileri için bir problem teşkil etmektedir. Ayrıca merkez bankaları hedefleri doğrudan etkileyemezler. Merkez bankası belirli bir zaman diliminden sonra (Normalde bir yıldan fazla sürede) hedefleri endirekt olarak etkileyebilmek amacıyla kullanabileceği bir dizi araca (Açık piyasa işlemleri, reeskont oranı ve kanuni karşılık oranı) sahiptir. Eğer merkez bankaları bir yıl sonra fiyat düzeyi ve işsizlik oranı ne olacak diye görmeyi beklerse, politikalarını revize edebilmeleri için bu durumda çok geç kalmış olabilecektir. Bu durumda yanlış politikalardan geriye dönüş zor olacaktır (Mishkin and Eakins, 2000: 224).

Normal bir bankanın işlemlerine bakıldığında çok çeşitli ve karmaşık görünmesine rağmen şu şekilde bir operasyonel tanıma ulaşabilmek mümkündür; kurumsal olarak bir bankanın cari işlemleri kredi vermek ve halktan mevduat toplamaktır. Bankalar sermayenin ekonomiye tahsisi konusunda da çok önemli bir role sahiptirler. Yüzyıllar boyunca ekonomideki finansal işlemler yalnızca bankalar üzerinden gerçekleştirilmiştir. Son 50 yılda ise finansal piyasalar önemli derecede gelişmiş ve finansal yenilikler önemli şekilde ortaya çıkmıştır. Çağdaş bankacılık teorisi bankaların fonksiyonlarını 4 temel kategoriye ayırmaktadır (Freixas and Rochet 2008: 1-2):

 Likidite sağlama ve ödeme hizmetleri,

 Varlıkları dönüştürme,

 Riskleri yönetme,

 Bilgi işleme ve borçluları gözlemleme.

Geçmişte ulusal hükümetlerin bir kısmı bilgi paylaşmak, iş birliği yapmak ve ihtiyatlı bir uluslararası banka tüzüğü oluşturmak için önemli çabalar sarf etmişlerdir. Bu çabaların sonucunda bankacılık denetimi üzerine Basel Komitesi 1974 Eylül ayında OECD ülkelerinin öncülüğünde, banka süpervizörleri arasında iş birliğini artırmak amacıyla kurulmuştur. Basel Komitesinin çalışma konuları 3 temel alana yöneliktir ve bunlar sayılacak olursa (Hughes and MacDonald, 2002:262):

 Ulusal otoritelerin bankalarının dış kuruluşları bakımından süpervizörlük sorumluluklarının paylaşılmasını koordine etmektedir. Bunun amacı bankaların süpervizörlük faaliyetlerinin dünya çapında etkili bir şekilde yürütülmesini sağlamaktır.

 Komite ayrıca üyeleri arasında süpervizörlük standartlarının yükseltilmesini sağlamaya dönük araştırmalar yapmaktadır.

Merkez bankaları ise 3 önemli fonksiyonu yerine getirmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Bunlar (Çoban, 2012: 376):

 Devletin bankası olmak,

 Banknot ihraç tekeline sahip olmak,

 Likiditenin son mercii fonksiyonuna sahip olmak.

Ayrıca merkez bankaları bir ekonomide hükümetleri finanse etmek, finansal sistemin gelişmesine katkıda bulunmak, para politikasını uygulamak gibi görevleri yerine getirmektedir. Merkez Bankaları fiyat istikrarını sağlamak ve ulusal paranın değerini korumakla da görevlidirler. Bankaların rezervlerini ellerinde tutarak ödemeler sistemini yönetmektedirler. Bu sayede en son kredi veren kuruluş olarak bankaları denetleme ve düzenleme yoluyla finansal sistemin istikrarını sağlamaktadırlar (Altuntaş, 2012: 73).

Merkez bankaları kendi araçlarıyla, değişken amaçlarını gerçekleştirebilmek için para politikalarını farklı stratejileri takip ederek yönetmektedirler. Merkez bankalarının stratejisi şu şekilde ilerlemektedir; istihdam ve fiyat seviyesi hedeflerine ilişkin karar verdikten sonra değişkenlerden orta düzeyli hedefler olarak adlandırılan para toplamı (Para arzının çeşitli ölçüleri M1, M2, M3 gibi) ya da faiz oranları gibi (Kısa, uzun vadeli) istihdam ve fiyat seviyelerine direkt etkide bulunan bir seti seçerler. Ancak bu orta düzeyli hedefler bile merkez bankası politikalarından direkt olarak etkilenmezler. Bu yüzden merkez bankaları bu amaca ulaşmak için bir diğer değişken seti olan operasyonel hedefleri (Diğer adıyla enstrümanlar olarak adlandırılan) seçmektedirler. Bunlar merkez bankası politika araçlarının en esnek olanlarıdır (Mishkin and Eakins, 2000: 225).

Yukarıda açıklanan hususlar ışığında merkez bankalarının fonksiyonları ülkeden ülkeye değişmekle birlikte benzer olan fonksiyonlar şunlardır;

 Merkez bankaları para piyasasını düzenlemektedir.

 Likiditenin son merciidir.

 Hükümet gelirlerini tahsil etmektedirler ve harcamalarını ödemektedirler.

 Merkez bankaları ticari bankalara borç vermektedirler

 Merkez bankaları fiyat istikrarını sağlamaktadırlar.

Merkez bankasının fiyat istikrarını sağlama fonksiyona ilişkin olarak; Friedman ve Schwartz (1963) ABD’nin para tarihi yayınlarında, para arzı ile çıktı arasında (Özellikle büyük depresyon zamanında) yüksek pozitif korelasyon olduğunu tespit etmişlerdir. Bunun sonuçlarını basit IS/LM modelinde (Para arzının bütünüyle merkez bankası tarafından kontrol edildiğini varsaydıkları) göstermişlerdir. Aslında, baz para merkez bankası tarafından kontrol edilse de para arzının diğer bileşenleri faiz oranlarındaki değişiklikleri belirlemektedir. Neticede para stoku, makroekonomik performans yönünden borç verenlerin, borç alacaklara vermeye hazır oldukları toplam kredi seviyesine tanımlı olan ekonominin finansal kapasitesine göre daha az önemlidir (Freixas and Rochet 2008: 195).

Merkez bankası politikalarının etkinliği yönünden tam sermaye mobilitesine sahip dışa açık ekonomi ve tam esnek döviz kuru varsayımlarında Mundell-Fleming Modeline bakıldığında, merkez bankalarının para politikası etkindir. Reel para arzının artması üretim ve istihdam seviyesini değiştirmektedir. Şekil 6’da tam sermaye mobilitesi ve tam esnek döviz kuru varsayımı altında para politikası gösterilmiştir (Bocutoğlu, 2014: 451-453).

Şekil 6’da BP=0 doğrusu üzerinde iç ve dış faiz oranları (R=Rfo) birbirine eşittir.

A noktasında milli gelir (Y1) dengede iken merkez bankasının iç faiz oranını düşürmek

suretiyle genişletici para politikası uyguladığında; para piyasasını temsil eden LM doğrusu paralel olarak LM’ konumuna kayar. Faiz oranı RFo’dan R1’e düşer ve milli

gelir Y2’ye yükselir. LM doğrusu paralel olarak LM’ konumuna kayar. Reel para arzı

sonucu iç faiz oranı (R1) dış faiz (RFo) oranının altına düştüğünden ülkeden sermaye

çıkışı başlar, ödemeler bilançosu açık verir, bu durumda yerli para değer kaybederek reel döviz kuru yükselir ve ihracat artar. İhracatın artması dış ticaret çarpanı

mekanizmasını harekete geçirerek milli geliri artırır ve mal piyasasını temsil eden IS doğrusu IS’ konumuna kayar. Sonuç olarak milli gelir A’’ noktasında R=Rfo faiz oranı

ve Y3 milli gelir bileşiminde dengeye gelir. Reel para arzının artması üretimi artırmıştır

(Bocutoğlu, 2014: 451-453).

Şekil- 6: Tam Sermaye Mobilitesi ve Tam Esnek Döviz Kuru Varsayımı Altında Para Politikası

Kaynak: Bocutoğlu, 2014: 452.

Yıllar geçtikçe merkez bankaları uygulamalarında da yenilikler ortaya çıkmaya devam etmiştir. 1990’lı yılların başına doğru gelindiğinde ilk olarak Yeni Zelanda’da enflasyon hedeflemesi uygulanmıştır. Yeni Zelanda bu konuda ilk adımı attığından beri sayısı 20’den fazla olan gelişmiş ve gelişmekte olan ülke bu uygulamaya geçmişlerdir. Enflasyon hedeflemesi yapan ulusal merkez bankaları sayısı halen artmaktadır. Türkiye ve Endonezya bu uygulamaya geçen en yeni ülkelerdir. Bu uygulamaya geçen ülkelerin seçimlerinden ötürü memnun oldukları gözlemlenmektedir (Walsh, 2009: 196).

Enflasyon hedeflemesi sert para politikası kuralları olmaktan ziyade para politikası için genel bir çerçeve niteliğindedir. Ancak, enflasyon hedeflemesinin bazı önemli bileşenleri söz konusu olup bunlar (Hammond, 2012: 5):

 Enflasyon hedefindeki nicel oran kamuya açıklanmalıdır,

 Para politikası enflasyon tahminini de içeren geniş bir bilgi setine dayanmalıdır,

 Saydamlık olmalıdır,

 Hesap verilebilirlik olmalıdır.

Bankacılık tarihi göstermiştir ki, bankaların likit olmayan kredileri, mevduat toplayarak finanse etmelerine başladıkları günden itibaren bir çok resesyon bankacılık sistemine güven kaybıyla sonuçlanarak atlatılmıştır. Sonrasında bankalar toplu halde itibarlarını korumak için özel olarak işbirliği sistemleri geliştirmişlerdir. Bu sistemler hükümetlerin gelişmiş ülkelerin bankacılık sistemi üzerine kontrol yükümlülüğünü getirmeye karar vermelerinin ardından merkez bankaları tarafından dönüştürülmüş ve üstlenilmiştir (Freixas and Rochet 2008: 307).