• Sonuç bulunamadı

Merkez-Çevre Kuramında Siyasal Hayatın Fikirsel ve Tarihsel Aktörleri

Yeni Osmanlılar hareketi, fikir muhalefeti olarak okunabilecek ve modernleşme sürecinin kırılma noktasını simgeleyecek bir oluşum olarak kabul görmektedir (Mardin, 2005: 86). Geleneksellik ile modernizm arasındaki sınırların ne derece belirginleştirileceği ve İslami motiflerin, modernleşme ile birlikte nasıl bir nüans yakalayacağı tartışmaları dönemin yenilikçilerinin çıkış noktasıdır (Kadıoğlu, 2005: 810). Yeni Osmanlıların temsilcileri özellikle edebiyat alanında bu sorunsaldan hareket etmişlerdir. İslami temele dayanan bir modernleşme yerine modernleşmenin batı medeniyeti ekseriyetine resmedilmesinden bahsedilse de; Mardin’e (2005: 88) göre, İslami felsefe ve ahlaki değerler yoluyla Yeni Osmanlılar, modernleşmenin kültürel boşluğunu doldurma fikrini savunmuşlardır. Nihayetine bakıldığında ise

21

modernleşmenin, batı medeniyetinin belirleyiciliği doğrultusunda ilerlemesi, yitirilen bir fikre daha ışık tutmaktadır. Modernleşmenin, Osmanlı toplumunda geç tanışılan bir tarihsel olgu olması bu kültür durumuna verilecek bir cevap karşılığındadır; kültür kurumlarının ve edebiyat biçimlerinin kültürel unsurları barındırmamasından dolayı, Batı’ya rağmen Batılı olma çabaları nüksetmiştir (Köseoğlu, 2009: 506-507).

Osmanlı imparatorluğunda siyasal hayatı etkilemesi yönünde; hürriyet, demokrasi ve özgürlük fikirlerinin Yeni Osmanlılar ile duyulur hale gelmesi bir yana; dinin belirleyici niteliğinin ideolojik bir inanç sistemine bürünmesi gibi durumlar, incelemeye değer öneme yükselmektedir. Batılılaşmanın siyasallaşması, içeriğindeki davranış ve düşünce kalıplarının toplumsallaşması ve bu bağlamda etkilediği kurumların dönüşmesidir. Modernleşme sürecinin batı medeniyetine has unsurlarının dini ve kültürel olarak dizayn edilmesi; pozitivist/rasyonalist anlayışın kültürcü bir anlayışla harmanlanarak toplumsallaştırılmasıdır (Kahraman, 2009: 131-133). Pozitivist/rasyonalist yaklaşımın cumhuriyet döneminde kurucu kadronun sosyo-kültürel ve siyasal alandaki kalemi işlevini görmesi, merkez ve çevre modelinde Yeni Osmanlıların rolünü aydınlatmaktadır.

Yeni Osmanlıların başlattığı yeniliklerin siyasal sistem açısından en önemli üç kazanımını ise Çaha (2005: 364) padişahın yetkilerinin hukuki bir çerçeveye oturtularak sınırlandırılması, anayasal bir sistemin tesis edilmesi ve siyasal kararlara imza atacak bir meclisin oluşturulması olarak belirtmektedir. Ancak merkeziyetçilik anlayışı içerisinde iktisadi kalkınma planlarını, kültürel ve dinsel normlar içerisinde de demokrasi taleplerini dile getirmeleri; Yeni Osmanlılar hareketindeki bir bölünmüşlüğe işaret etmektedir (Ahmad, 2009: 39). Fikir ayrılığına rağmen Yeni Osmanlıların, Mardin’e (2005: 88) göre birlikteliğini sağlayan temel faktör “terakki” fikrinde buluşmalarıdır. Ve 19. ve 20. Yüz yıllara kadar devam eden kalkınma, ilerleme düşüncesindeki birliktelik anlayışları, Jön Türklerin İttihatçı kanadı ve cumhuriyet dönemindeki Kemalist kadrolarca birlikte farklı açılarda seyretmiştir (Ahmad, 2009: 39).

Yeni Osmanlıların edebi ürünleri ile zihinlerde yer edinen ve tarihsel zorunluluğun besleyiciliği sayesinde de gittikçe genişleyen fikirleri ve düşünceleri doğrultusunda bir sonraki kuşakları etkilemiş olması, Osmanlı ve Türk siyasal hayatında kaçınılmaz sonuçları beraberinde getirmiştir. Jön Türkler, istibdat dönemi olarak literatürde yer edinen Sultan Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı, Yeni Osmanlıların özellikle

22

hürriyet fikrinden etkilenerek ideolojik inançları perspektifinde hareket etmişlerdir (Mardin, 2005: 96-97). Modernleşmeye paralel olarak Osmanlı toplumundaki kimlik çözülmeleri, Jön Türkler açısından “Devlet-i Ebed Müddet” anlayışı üzerine inşa ederek yaşaya gelmiş bürokrasi ve tebaanın varoluş anlamını derin bir krize sokmuştur (Aksakal, 2010: 249).

Jön Türklerin sahip olduğu en önemli ayırıcı özellikleri, modernleşme sürecini Yeni Osmanlılarda olduğu gibi İslami değerlerle ele almak yerine, cumhuriyetin kurucu ideoloji olarak da kendini gösterecek olan Türk milliyetçiliğini siyasi hayata taşımalarıdır (Mardin 1994: 62). Jön Türklerin milliyetçiliğini oluşturan etmenler, teorik çerçeve içerisinde sınırlandırılacak ölçüde değildir, ancak cumhuriyet dönemindeki devlet kurma ve toplum inşası sürecinde kullanılan bir harç olarak da değerlendirilmemelidir. Osmanlılık kimliği, tarihsel geçmişi itibariyle imparatorluk toplumunu adlandırmak üzere atfedilen öğe yerine; hanedan üyelerinin toplumsal farklılığını simgeleyen bir unsur niteliğini kazanmıştır. Tanzimat döneminde politik kimlik arayışı olarak ilk başvurulan Osmanlıcılık, Jön Türklerin fikir ve düşüncelerinin sert tutumunun belirli ölçüde tetikleyicisi olmuştur (Öğün, 2009a: 345). Osmanlıcılık üzerine yanılgıyı kaldıracak nokta, tek başına Jön Türk hareketine ivme kazandırmış olmamasıdır. İdeolojik açıdan Tanzimat dönemi bir diğer hususta dinin yerini, milliyetçi argümanlara bırakması sürecinin çalkantısını da içermektedir (Mardin, 1991: 20). Harekete ivme kazandıran ve sinir uçlarını yüzeye çıkaran, Jön Türklerin Abdülhamit’in İslamcılık lehine yürüttüğü birlik hareketine şiddetle karşı çıkmalarıdır. (Aydın, 2009: 123-124). Bu bağlamda sınıfsal zemin arayışı, Jön Türk hareketinin sınıfsal temeli ve bu temelin belirlediği siyasal sistem Osmanlı Devleti’nin son döneminde dini eğitim yerine Batı medeniyetini tanıştıran eğitimden geçen bürokratik kadrolara, geç kalmış burjuva devrimini gerçekleştirme gibi bir misyon yüklemiştir (Timur, 2010: 55). Cemiyet örgütlenmelerinin belirgin geçişlere sahip olmaması durumu, ortak zaman dilimlerinde, fakat farklı düşünce kesitlerinde incelemeyi gerektirmektedir. 1876 Anayasası’nın tekrar kabul ettirilmesi Jön Türklerin temel yaklaşımlarının en önemli göstergesidir. Tarihsel örnekten yola çıkıldığı takdirde, bir sonraki kuşağı İttihatçı kanadın aksine, Jön Türklerin toplumsal bir değişiklik amacını taşımadıklarını söylemek mümkündür (Ahmad, 2010: 33).

Jön Türk hareketinin oldukça geniş kitleye sahip olması ve ortak düşüncelerde birleşmenin zor hale gelmesi, örgüt içerisinde fikir ayrılıklarına yol açmıştır. Bu

23

ayrılıkların ilki, İttihat ve Terakki Partisi’nin organik bağını oluşturan; Ahmet Rıza’nın öncülüğünde Terakki ve İttihat Cemiyeti adını taşıyan birlikteliğin savunduğu merkeziyetçi oluşuma karşı; ikincisi Teşebbüs-i Şahsi adında birleşen, devletin merkeziyetçilik ile değil adem-i merkeziyetçilik esasına göre yönetilmesi savını ileri süren, Prens Sabahattin’in başını çektiği oluşumdur (Aydın, 2009: 122). Merkez ve çevre modelinde Yeni Osmanlılar, büyük oranla merkezin meydana gelişine dair izleri bırakırken; Jön Türklerin siyasi hayatta bıraktıkları izler takip edildiğinde merkez ve çevre ayrımında muhalif karakterin dayanağına ulaşılabilir. Diğer önemli sayılabilecek yaklaşım, erken dönem siyasal iktidar ve muhalefet gerilimlerinin siyasi hayatta yaratıkları olumsuzluklardan dolayı, devlet ve toplum ilişkisindeki tezahürünü açıklayacak tarihselliğe sahip olmasıdır. Siyasi hayattaki ortaklığın, düşünce ayrılığında son bulması ise devlet mekanizmasının doğal refleks kazanmasındaki ana sebebini teşkil etmesi açısından önemlidir. Cumhuriyet döneminde çevreyi temsil eden muhalefet partilerinin kendi kendilerini feshetmeleri, sosyal mirasa dayanamamalarının da sonucu olarak güvensizlik ortamının toplumsal alanlara yayılması; merkezin devlet siyasetinde ulusun ve yurttaşlığın kültürel aşaması üzerinden kim yönetiyorsa, onun ulusunu (cujus regio ejus natio) yaratmasını sağlamıştır (Schmitt, 2012: 117).

Türk siyasi hayatında devlet ve toplum içerisinde iki ayrı çelişkinin olamayacağının ön sözleşmesi İttihat ve Terakki Parti’si ile hayata geçmiştir. Siyaseti biçimlendirme ve siyasayı yönlendirme eğilimlerinden dolayı İttihat ve Terakki’nin hâkim olduğu dönem içerisinde ne muhalefet ne de kitlesellik söz konusu olabilmiştir. Jön Türk hareketinden farklı olarak, İttihat ve Terakki ideolojik kurgusunu, ulusçuluğun temellerini atarak başlatmıştır (Kahraman, 2010b: 188). Padişahın geleneksel otoritesinin tamamıyla yıkılışının ve ikinci meşrutiyetin ilan edilişinin, İttihat ve Terakki Cemiyeti sayesinde olduğu yönündeki yaygın kanaat sayesinde örgütün itibarı artmış ve iktidarı güç kazanmıştır (Ahmad, 201: 32). Böylelikle otoriter tutumunu belirleyecek unsurları içermek adına İttihat ve Terakki, örgütsel yapısını oluşturan subaylar ve aydınlar eliyle, siyaset mekanizmasının işleyişini anlamlandıracak terminolojiyi “idam” olarak seçebilmiştir (Kahraman, 2010b: 126).

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir önceki kuşakları Genç Osmanlılar ve Jön Türkler arasındaki fikri mirasın, İttihat ve Terakki’nin siyasi hayata derin nüfuz edişi ile çok daha farklı dönüşümlere uğradığını söylemek mümkündür. Genç Osmanlılar

24

ve Jön Türkler açısından kıyaslandığında İttihat ve Terakki devlet idaresinde üst komuta merkezlerinin yönetimini ele geçirmek iddiasındadır (Akşin, 2011: 57). 1913 Kongresi’nde kendisini siyasi parti ilan ederek iktidarı ele geçirerek, esnaf, amele, spor, gençlik, kadın ve kültür dernekleri, paramiliter kuruluşları aracılığı ile oldukça yaygın ve kitlesel bağları olan örgüt haline gelmiştir (Akal, 2012: 39-40).