• Sonuç bulunamadı

Merkez Çevre Kuramının Günümüz Eleştirisi

Merkez çevre paradigmasının, Türk modernleşmesini, tanımlayıcı argümanlar olarak kullandığı; Kemalist iktidar ve İslami muhalefet, otoriter devlet ve demokratik toplum ekseninde incelemesi sonucu, merkez-çevre kuramını donuklaştırma eğilimi ortaya çıkmıştır. Kuramın aşkınlaşma eğilimi ve modernliğin bütün safhalarında geçerliliğini koruduğu varsayımı, iki farklı toplumsal sınıfın mücadelesi kabulünü doğurmuştur. Bu nedenle de farklı zaman dilimlerinde yaşanan siyasal gelişmelerin sebep olduğu, merkez ve çevre geçişlerinin görmezden gelinmesine kaynaklık etmiştir (Açıkel, 2006: 33-34).

Mardin’in merkez ve çevre modelinde tahayyül edilebilen bir gerilim ve bu gerilimin, değerler ve inançlar üzerinden de devlet ve toplum ilişkisinde belirleyiciliği söz konusudur. İçeriğini doldurduğumuzda merkez, gerek geleneksel unsurlardan gerekse de tarihsel olgulardan beslenmektedir. Shils (2002: 86), toplumun merkezini hayati bir alan olarak betimleyerek; merkezin vazgeçilmezliğini ve bir o kadar da

30

çatışmanın kaçınılmazlığını ifade etmektedir. Çevre, merkeze yönelimin dışında kalanlar ancak merkezi değer ve inançlara aktif reddi barındıran veya barındırmayabilenler tarafından meydana gelmektedir (Shils, 2002: 94). Bu açıdan çevrenin oluşumu yine çevrenin kendi devinimi sayesinde gerçekleşmektedir. Mardin’in Türk siyasetine uyarladığı merkez çevre modelinde ise kültürel ve sosyo-ekonomik değişimlerin ürettiği öncüller arasındaki sürekli değişimin gerçekleşebilmesi ihtimali; Türk siyasetinin çatışmacılığını, sınırlılığını ve sıkışmışlığını göstermektedir. Toplumsallaşmanın gerçekleşememiş olması, bu nedenle bireysel yer edinmenin ve kimlik ediniminin kısıtlı kalması; çatışmacılığı doğurmaktadır. Sosyolojik kaidelerin müsaade etmediği istisnai dahi olan her şeyin yokluğundan ve bireysel keşfin gerçekleşememiş olmasından dolayı siyasa her açıdan sınırlandırılmaktadır. Bireyin ve toplumun üzerinde yer edinen, aşkınlık atfedilen değerlerin ve inançların değiştirilemez olduğu yönündeki kanaat ile de toplum içerisinde birey; devlet içerisinde de toplum sıkışmaktadır. Tüm bu tahlillerin işaret ettiği nokta ise, merkez ve çevre modelinde yalnızca değerler ve inançlar üzerinden değil; roller üzerinden bir okumanın isabetli olacağı düşüncesidir.

Türk siyasetinde bahsettiğimiz tüm olgular, nevrotik bir yapının yaşadığı sancıların doğurduğu sonuçlardır. Bu açıdan Mardin’in merkez ve çevre arasında belirttiği gerilimli temaslar tarihsel paradoksları içermektedir. Türk siyasasını açıklayacak yerleştirmeler ölçeğinde, merkezin ve çevrenin, Osmanlı imparatorluğu devlet örgütlenmesinde bahsedilen unsurlara sahip olduğunu söylemek zordur. Osmanlı modernleşmesi, sultan, asker ve ulema sınıflarının güçlendirilmesini bu sayede devletin muhafazasını ifade etmektedir (Divitçioğlu, 1971: 94). Modernleşme sürecinde siyasal gelişimin ve değişimin ürettiği temel faktör askeri modernleşme olarak kabul görmektedir. Öyle ki bu durum, Mardin’in merkez çevre modelinde merkeze yerleştirilen batıcı ve laik bürokratik sınıfın geleneksel bir uzantısı olarak görülebilir. Ancak Fransız İhtilali’nin etkilerinin nüfuz ettiği devlet teşkilatının ordu olması, açıklanması gereken bir paradoksu ortaya çıkarmaktadır. Merkezi otorite, kendine tehdit olarak gördüğü temel iki unsur olan; çevrenin, merkeze karşı ayaklanmasına ve Batı’da yankı bulan fikirlerin Osmanlı topraklarına girmesine karşı askeri modernizasyonu geniş çapta uygulamıştır. Öncelikli iki temel tehdit unsurunun bertaraf edilmesindeki çözüm ise ordunun asker ihtiyacının geleneksel olarak süregelen bir şekilde Anadolu’dan karşılanması olmuştur (Moreau, 2010: 4). Çevrenin

31

kültürel unsurlarına sahip askerlerin, Batı’da gelişen sosyo-ekonomik gelişmelerin ürettiği unsurlara maruz kalmasıyla birlikte Türk siyasasında merkez ve çevre arasında sürekli bir değişimin ihtimali yer edinmiştir. Bu açıdan merkez çevre modelinin, sınıfsal aktörlerini belirlemekteki tutarlılığına, yine kuramın kendisinden yola çıkarak, eleştiri söz konusu olabilmektedir. Bu bağlamda Mardin’in merkez çevre uyarlamasında temel eleştiri noktası; çevrenin merkeze yürüyüşünün mümkün olabileceği, ters yüz olmasına istinaden sınıfsal aktörlerin ve düşüncelerin değişebilirliliği fakat merkez ve çevre geriliminin bir kısır döngü halinde devam edeceğidir.

Mardin, merkez çevre modelinde toplumsal kopukluğu modernleşme çizgisinde açıklamaktadır. Ortaya koyduğu temel tezde, yöneten-yönetilen ilişkisi üzerinden Türk siyasetindeki seçkin odaklı bir yaklaşım okunmaktadır. Geç modernleşmenin ve küreselleşmenin etkisine eş zaman diliminde yakalanmasıyla, Türk siyasetindeki çözülmeler, modele eleştirel olarak güncelleme gereksindirmektedir. Pozitivist asker-sivil bürokrat sınıf ve muhafazakâr halk/kitle arasında sıkışmışlık, 1990’lı yıllarda yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmelerle birlikte çoklu çatışma alanlarının görünürlük kazanmasıyla, kategorize edildiği alanı aşmıştır. Bu açıdan merkez ve çevre modelinde belirtilen tarihsel sınıflandırma bir ters yüz olma sürecine girmiştir. Ulus devlet, siyasal düzleminde modern üst kültürü meydana getirmekle birlikte, Batı tarzı kültürel sermayeyi bürokratik-askeri kadrolar elinde tekelleştirmiştir. Zor kullanma tekelinin bir uzantısı olarak; meşruiyetini dayandırdığı anlamda, siyasal sermayede, kültürel sermaye ile birlikte Cumhuriyet’in kurucu kadrosu elinde yoğunlaşmıştır. Ulusal ordu, ulusal kültür, ulusal ekonomi, ulusal entelijensiya gibi ulusal tüm alanlar çoğu zaman yönetilen halklara rağmen ulus devletin varoluşsal mekanizmaları işlevini görecek şekilde üretilmiştir. Ancak küreselleşme ile birlikte ulus devletlerin tekeli de kırılma ve çözülme sürecine girmiştir. Toplumsal alanların kontrol ve idealize edilmesi de büyük oranda engellenmiştir. Diğer açıdan Mardin’in, modernleşmenin ve ulusal kültürel sembolik etkileşim alanının ortaya çıkmasının önemli bir bileşeni olarak atfettiği, iletişim devrimleri; küreselleşme ile birlikte ulus devletlerin etki alanlarını ve kapasitelerini sınırlayıcı bir vaziyet edinmiştir (Açıkel, 2006: 49-50).

Mardin’in klasik merkez çevre analizine yöneltilebilecek önemli bir eleştiri de, İslami muhafazakâr çevrenin mutlak anlamda çoğu zaman merkez tarafından

32

türetildiğini ihmal etmiş olmasıdır. Merkez çevre modelinde, modernleşmenin karşıtlığında konumlandırılan İslami muhafazakâr çevre küreselleşme ile birlikte ciddi anlamda bir dönüşüm yaşamıştır. Çevreyi temsil eden toplumsal sınıflar, Batı eğitiminden geçen kendi seçkin sınıfını sahneye taşımıştır. İslami muhafazakâr çevrenin bu seçkinler sınıfının merkezin kurumlarından geçmiş olması, Kemalist modernleşmenin açtığı kanallar aracılığıyla görünürlük kazanması eleştirinin temel noktalarıdır. Bu bağlamda, Kemalizm’in Türkiye’de İslami modernizmin itekleyicisi olduğunu söylemek mümkündür. Bu durumda merkez ve çevre modelinde konumlandırılan ve aralarında yalnızca çatışmadan bahsedilen, Kemalizm ve İslami muhafazakârlık ilişkisini farklı tarihsel dönemler içerisinde ele almak gerekmektedir (Açıkel, 2006: 52-53).