• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

5. Mengücekli Beyliği’nin İlhak Edilmesi

Türkiye Selçuklu Sultanı I. İzzeddîn Keykâvus’un 1220 yılında ölümü üzerine Selçuklu tahtına I. Alâeddîn Keykubâd geçmişti421. I. Alâeddîn Keykubâd zamanında Türkiye Selçuklu Devleti’nin Karadeniz sahilleri ve Kelkit havzasıyla olan ilgileri devam etmiştir. I. Alâeddîn Keykubâd’ın Karadeniz bölgesine yaptığı ilk hamle 1223 yılılında olmuş ve Erzurum Mengücekli Meliki Mugiseddîn Tuğrulşâh, Trabzon’a üç kez başarısız sefer yapmıştır. Erzurum meliki bu saldırılarında şehrin varoş yerlerinde kamp kurmuş ancak şehir çok iyi korunduğu için alınamamış, surların dış tarafı ve Pazar yeri kuşatmacılar tarafından yakılmıştır422.

I. Alâeddin Keykubad’ın Karadeniz sahilleri ve Kelkit havzasını da ilgilendiren ikinci bir stratejisi Erzurum şehriyle alakalıdır. Erzurum bulunduğu stratejik konumu itibariyle son derece önem taşımaktadır. Ayrıca Anadolu’dan geçen önemli yolların kesişme noktasında bulunması bakımından önemli olan Erzurum, Türkiye Selçukluları ile Eyyûbîler arasında bir tampon bölge durumundaydı. Türkiye Selçukluları ile Trabzon Rum Devleti arasında, Sinop’a ve buradan Karadeniz’in kuzeyine uzanan ticaret yollarını kontröl altına alma mücadelesi, Doğu Anadolu’da oluşturulan ittifaklar ile de yakından ilşkilidir. I. Sultan Alâeddîn Keykubâd’ın doğu polikası bu durumu kanıtlamaktadır. 1224 yılında Celâleddîn Hârezmşâh’ın Hindistan’dan bölgeye gelmesiyle423 siyasî yapı iyice karışmış, Celâleddîn Hârezmşâh, Eyyûbîler ve Gürcüler ile ittifak yaparak Erzurum ve Erzincan bölgesinde yerleşmek ve güçlü bir sultanlık

419

Orstrogorsky, a.g.e., s. 399; Koca, a.g.e, s. 35.

420

Tellioğlu, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar, s. 117; Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, s. 22.

421

Tarîh-i Âl-i Selçuk, s. 41; İbn bibi, a.g.e., C. I, s. 227.

422

Tellioğlu, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar, s. 119.

423

Moğolların Gizli Tarihi, “Manghol-un Niuça Tobça’an (Yüan-Ch’ao Pi-shi)”, çev. Ahmet Temir,

kurmak istiyordu424. Nitekim 1226 yılında Gürcülere ait olan Tiflis’ten başlayarak bölgenin tamamını kontröl altına almak425 suretiyle Trabzon Rum Devleti ile komşu olmuştur. Fakat Celâleddîn Hârezmşâh’ın Bolnisi civarında Gürcüleri yenilgiye uğratması sonucunda Gürcistan’ın batı bölgelerine hâkim olması, akabinde Eyyûbîler’in Ahlat Emîri Hüsameddîn Ali ile Selçukluların Erzurum Meliki Cihân Şâh üzerine saldırması ve son olarak Mengüceklilere ait olan Kemah ve Erzincan üzerine yürümesi büyük bir korkuya neden olmuştur426. Öte yandan Selçuklu sultanının Erzincan’da varlık gösteren II. Alâeddîn Dâvud Şâh ve Erzurum’da bulunan amcazadesi Cihân Şâh’ın memleketlerini müdafaa edemeyecekleri, hatta istilacılar ile birlikte işbirliği içerisine girebilecekleri yönünde kaygıları da vardı427. Nitekim II. Alâeddîn Dâvud Şâh, babası Fahreddîn Behrâm Şâh gibi Selçuklu Devleti’ne sadakat göstermemiş ve nihayetinde Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubâd ile olan ilişkisini bozmuştu. Hatta kendisinin bu tutumuna karşı çıkan devlet adamlarından bir kısmını ise öldürtmüş428, Türkiye Selçuklu Devleti’ne karşı Eyyûbî hükümdarı Melik Eşref, Celaleddin Hârezmşâh ve Alamut sahibi Alâeddîn Nev Müslüman ile anlaşma yoluna gitmekten çekinmemiştir429. Yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra bir diğer tehdit unsuru ise Moğollardır. Bu arada Celâleddîn Hârezmşâh, Azerbaycan bölgesi üzerine gelerek Doğu Anadolu’yu ciddi anlamda tehdit etmeye başlamıştır430. Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubâd, Hârezmşâh ve Moğol tehdidi karşısında Doğu Anadolu sınırlarını emniyet altına almak istiyordu. Nitekim Erzincan ve Erzurum hükümdarlarının Celâleddîn’in tesirinde kalması431, artık Erzincan ve Erzurum’un Selçuklular tarafından ilhak edilmesini kaçınılmaz hale getirmiştir432. I. Alâeddîn Keykubâd tüm bu tehlikelerin farkına varmış ve ilk durumda Hârezmşâhlar ile anlaşma yoluna gitmiştir. Fakat bu anlaşma teşebbüsleri sonuçsuz kalmıştır. Bunun üzerine Eyyûbîlerin, Erzurum ve Erzincan meliklerine yardım göndermesine fırsat vermeden ülkesinin doğu

424

Keçiş, a.g.e., s. 58.

425

Süryani Patrik Mihail, a.g.e., C.II, s. 299; Müverrih Vardan, a.g.e., s. 224.

426

Michel Kursanskis, “L’Empire de Trébizonde et les Turcs au 13e siécle”, Revue des Etudes

Byzantines, C. 46, Paris 1988, s. 118 vd. ; Piskopos Stepanos, “Vekayinâme”, A. G. Galstyan, Ermeni Kaynaklarına Göre Moğollar, çev. İlyas Kamalov, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2005, s. 65.

427

Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 65.

428 İbn bibi, a.g.e., C. I, s. 356. 429

Uyumaz, a.g.e., s. 42-43.

430

Aydın Taneri, Celâlu’ddîn Hârezmşâh ve Zamanı, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1977, s. 67.

431

Alâeddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüşa, çev. Mürsel Öztürk, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998, s. 368; Muammer Gül, Ortaçağlarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu (Tarihi Arka Plan ve

XIV. Yüzyıl Moğol Hâkimiyeti), Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2010, s. 91.

432

sınırlarında güvenliği tesis etmek adına sefere çıkarak 1228 yılında Kemah ve Erzurum’u, ardından da Erzincan’ı ele geçirmiştir433. Savaşın sonucunda esir edilen Mengücekli hükümdarı, Selçuklu sultanı tarafından affedilmiş ve kendisine Akşehir ve Âb-ı germ denilen Ilgın tımar olarak verilmiştir434. Mengücekli hükümdarının Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubâd’ı metbû olarak tanıması üzerine Eyyûbî hükümdarı Melik Eşref de Selçuklu sultanının ortadan kaldırmayı düşündüğü Erzurum Meliki Cihân Şâh’ı koruma altına almıştır.

Eyyûbîler ile bozuşmak istemeyen Selçuklu Sultanu I. Alâeddîn Keykubâd, kumandanlarından Ertokuş’u Mengücekli II. Alâeddîn Dâvud Şâh’ın kardeşi Muzaffereddîn Muhammed’in elinde bulunan Şarkîkarahisar üzerine gönderdikten sonra Kayseri’ye dönmüştür435. Emîr Ertokuş, Şarkîkarahisar’a varır varmaz şiddetli çatışmalar başlamış, kalenin sahibi Muzafereddîn ise yeterli erzak ve su sarnıçları bulunmasına rağmen halkının ikiye ayrılmasından ve akıbetinin kötü olacağından korkarak kendisine bir tımar verilmesi karşılığında kaleyi teslim edebileceğini beyan etmiştir436. Bu haberi öğrenen Selçuklu sultanı bu durumdan çok memnun olmuştur. Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubâd, Şarkîkarahisar ve buraya bağlı olan yerler karşılığında ona, Şam hududunda bulunan Rammam ve Nahr Kali nahiyeleriyle Afşin ve Kırşehir’i iktâ olarak vermiştir437. Böylece Şarkîkarahisar’a hâkim olan Selçuklular, Divriği kolu hariç olmak üzere Mengüceklilerin Erzincan kolunu ortadan kaldırmış oldular. Böylece Türkiye Selçuklu Devleti ile Trabzon Rum Devleti, güneydoğu Karadeniz bölgesinde sınır komşusu olmuşlardır. I. Alâeddîn Keykubâd Erzurum’dan sonra 1230 yılında Bayburt’u da kontrol altına alarak Kelkit havzasında önemli bir güç haline gelmiştir438. Moğol istilası zamanında dahi Bayburt’un Türkiye Selçuklu Devleti’ne tabi olduğu II. Gıyâseddîn Keyhüsrev adına basılan sikkelerden anlaşılmaktadır439.

I. Alâeddîn Keykubâd Mengücekli Beyliği’ne son verdikten sonra Sinop’tan Ünye’ye kadar olan Karadeniz bölgesi üzerinde yaptırımlarda bulunmuş ve hatta Maçka

433İbnü’l-Esîr, a.g.e., C. XII, s. 437-438; Gregory Abû’l-Farac, a.g.e., C. II, s. 525. ; Turan, Selçuklular

Zamanında, s. 355.

434İbn bibi, a.g.e., C. I, s. 367; Turan, İstanbul’un Fethinden Önce, s. 77; Uyumaz, a.g.e., s. 43; Turan,

Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 64-65.

435

Sümer, a.g.e., s. 9.

436

Uyumaz, a.g.e., s. 44.

437 İbn bibi, a.g.e., s. 370; Sakaoğlu, a.g.e., s. 64; Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 66.

438

Telloğlu, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar, s. 119.

439

yoluyla Trabzon şehrini kuşatmışsa da elverişsiz hava şartları ve şehrin direnmesi üzerine Komnenos hanedanlığı ile antlaşma yaparak bu şehri kendisine olan tabiyetini devam ettirmek şartıyla onlara bırakmıştır440. Erzurum ve Bayburt’un ele geçirilmesiyle birlikte441 Trabzon bölgesindeki Rumların bölgenin güneydoğu sınırındaki faaliyetleri engellenmiş ve Trabzon Rum Devleti sadece sahil şeridinde etkisini göstermeye mecbur bırakılmıştır442.

Sultan I. Alâeddîn Keykubâd bu tehlikeleri bertaraf ettikten sonra istkâmetini Karadeniz hâkimiyetinin önemli bir ayağı olan Kırım’a çevirmiştir. Ayrıca Moğol tehdidinden dolayı bölge üzerindeki tüccarların Selçuklu limanlarına sığınması ve onların boşalttığı yerlere Trabzon Rum Devleti’nin kendi tüccarlarını yerleştirmesi Selçuklu deniz ticaretini aksatmaya başlamıştır. Kırım’daki Moğol tehlikesinin tezahür etmeye başlamasıyla endişeye kapılan Selçuklu sultanı karşı atağa geçerek 1227/1228 yılında Emîr Hüsameddîn Çoban’ı Suğdak üzerine göndermiştir443. Bunun üzerine Emîr Hüsameddîn Çoban Kıpçak destekli Rus ordusu ile savaşa girerek sahte ricat taktiğini kullanıp rakiplerine büyük kayıplar verdirerek Suğdak bölgesine hâkim olmuştur444. Selçuklular şehri ele gçirdikten sonra kendilerine şikâyette bulunan mağdur tüccarlara mallarını iade etmişler ve Selçuklulara tabi olmaları şartıyla bölge idarecilerinin mevcut görevlerine devam etmeleri için izin vermişlerdir445. Böylece Suğdak’ın fethedilmesiyle birlikte Selçuklu Sultanı Alâeddîn Keykubâd deniz aşırı gerçekleştirmiş olduğu ilk seferinde büyük bir başarı elde etmiş ve ekonomik açıdan geliri yüksek olan büyük bir liman şehrine sahip olmuştur.

Dolayısıyla Mengücekli Beyliğini ortadan kaldıran I. Alâeddîn Keykubâd hem Kelkit havzasındaki hâkimiyetini garanti altına almayı hem de Karadeniz sahil şeridi dâhil olmak üzere Kırım’a kadar uzanan bölgelere sahip olmayı başarmştır. Sultan Keykubâd diğer yandan doğudan gelebilecek Gürcü ve Moğol tehlikelerini bertaraf

440 İbn bibi, a.g.e., C. I, s. 325-345; Osman Turan Samsun, Sinop ve Ünye sahillerinin kurtarıldıktan sonra

Erzincan’da bulunan kara ordusunun Melik Gıyâseddîn Keyhüsrev ve Atabey Mübâzereddin Ertokuş’un komutasında Gümüşhane yolu ile Zigana dağını aşıp Maçka’ya doğru ilerlediğini ifade etmektedir. Bkz. Turan, Selçuklular Zamanında, s. 361.

441

Uyumaz, a.g.e., s. 44.

442

Tellioğlu, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar, s. 119.

443

Cahen, Osmanlılardan Önce, s. 124; L. N. Gumilev, Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları, C. II, çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2013, s. 152.

444

Yakubovski, a.g.m., s. 210-211.

etmeyi de amaçlamıştır446. Selçuklu sultanı yaptığı tüm bu fetihlerle sadece ülkesinin sınırlarını genişletmekle kalmamış civar bölgelerdeki Hıristiyan unsurları kendi tebası haline getirmiştir447. Elbetteki bu husus Anadolu’daki Türk siyasi birliğinin sağlanması yolunda olumlu bir gelişme olarak kayda değer bir özellik taşıması açısından son drece önem taşımaktadır.

446

Selçuklu Sultanı Alâeddîn Keykubâd, Mengücekli Beyliği’ni ortadan kaldırdıktan sonra Trabzon Rum Devleti’ni de vasalı haline getirmişti. Sultan daha sonra Kelkit havzasında hâkimiyet kurma bağlamında önemli bir husus teşkil eden Gürcistan üzerine yürüyerek bu bölgeyi kendisine bağlamayı amaçlamıştır. Sultan Keykubâd, 1231/1232 yılında Moğol ordusundan bir gurubun, Gürcü Kraliçesi Rusudan’ın tahrikiyle Sivas’ı yağmalaması üzerine harekete geçerek Gürcistan üzerine bir ordu sevketmiştir. Fakat Selçuklu kuvvetlerini durduramayacağını anlayan Kraliçe Rusudan, kızını Selçuklu sultanının oğlu II. Gıyâseddîn Keyhüsrev ile evlendirmek suretiyle ateşkes teklifinde bulunmuştur. Sefere çıkan Selçuklu komutanı Melikü’l-Ümerâ Kemâleddîn, 40 parça kalenin, iki biyük ve mamur vilayetin fethedildiği haberiyle Kraliçe Rusudan’ın teklifini Sultan Keykubâd’a iletmiştir. Sultan bu teklifi kabul etmiş ve ordularının oradaki görevlerini tamamladıktan sonra geri dönmelerini emretmiştir. Bkz. İbn bibi, a.g.e., C. I, s. 323-324; Tellioğlu, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar, s. 120.

447 İbn bibi Sultan Alâeddîn Keykubâd’ın İslâm ve Hıristiyan aâlemi üzerinde kazanmış olduğu şöreti çok

iyi tasvir etmektedir. İbn bibi’nin bu konu hakkında sözleri şöyledir: “… Şanı, büyüklük zirvesinde ve yücelik doruğunda öyle bir yere ulaştı ki, Abhaz beldelerinden Hicaz sınırlarına, Ermen vilayetinin başından Yemen şehirlerine, Rus şehirleri yakınından Tarsus hududuna, Başkırd sınırının başlangıç noktasından Valaşkırd bölgesinin sonlarına, Antalya sehaddinden Antakya şehrinin sınırlarına, Suğdak ve Kıpçak sahrasından Irak sonlarına kadar Müslüman ve Hıristiyan yöneticileri ile Şam melikleri kendilerini onun kölesi (gulâm) sayarlar, onun divânından ve dergâhından emir alırlardı. Sikkelerini, minberlerini ve ülkelerinin nakidlerini (nukud-i memâlik), samimi dualar gerçek övgüler söyleyerek onun kutlu lakapları ve mübarek ismiyle şereflendirirdi. Bkz. İbn bibi, a.g.e., C. I, s. 242.

SONUÇ

Anadolu’nun çatısını oluşturan Kelkit Havzası, bu coğrafyanın bütününe hâkim olmak için jeopolitik açıdan çok önemli bir yere sahiptir. Hem deniz yolunun hem de iç bölgelerin kontrolü için vazgeçilmez bir doğal yapı arz eden bu havza pek çok mücadeleye de sahne olmuştur. İklim özellikleri ve su kaynakları bakımından yerleşime son derece elverişli bir özelliğe sahip olan bölge, Orta Asya’da Karahanlı ve Gazneli Devletleri arasında sıkışan Selçuklu Türkleri için yaşanılabilir bir yerdi. Mâverâünnehr’de yaylak ve kışlak hayatı yaşayan Türklerin hayat tarzına uygun olan bu bölgenin Büyük Selçuklu komutanı Çağrı Bey öncülüğünde 1018 yılında gerçekleşen Doğu Anadolu seferiyle keşfedildiğini söylemek mümkündür. Bu seferden sonra Türkmenler hızlı bir şekilde Anadolu’ya yerleşmeye başlamışlardır.

Çağrı Bey’den sonra Kelkit bölgesiyle temasa geçen Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey’dir. Tuğrul Bey’in 1054 ve 1057 yıllarında tertip etmiş olduğu seferler ileride Karadeniz bölgesinin fethi için zemin hazırlamış ve bu sayede Türkler gelecekte yapacakları fetihler için birçok yol ve güzergâhı tespit etme şansına malik olmuşlardır. Tuğrul Bey’in ardından bu bölge üzerinde 1064 yılında Sultan Alparslan’ın seferleri etkili olmuştur. 1071 yılında cereyan eden Malazgirt Meydan Muharebesiyle birlikte Anadolu’daki Türk ilerleyişi daha da artmış ve bu zaferden sonra Sultan Alparslan Dânişmendli, Saltuklu ve Mengücekli Beylikleri’nin temellerini atacak komutanlarına söz konusu sahayı iktâ olarak vermiştir.

Niksar civarında Dânişmendliler, Erzurum dolaylarında Saltuklular ve Erzincan havalisinde etkili olan Mengücekliler hâkimiyet kurdukları bu bölgelerde Kelkit havzasıyla ilgilenerek bölgenin Türkleşmesi bakımından önemli roller oynamışlardır. Bu münasebetle zaman zaman Bizans İmparatorluğu, Haçlılar ve Trabzon havalisinde etkili olan Gabraslar ile amansız mücadelelere girişmişlerdir. Bazı zamanlar ise Doğu’dan saldırıya geçen Gürcü kuvvetlerinin saldırılarını önleyerek Anadolu Türklüğünün bekasını teminat altına almışlardır.

Anadolu’daki kesif Türkmen nüfusunun yayılmasıyla 1075 yılında İznik merkezli kurulan Türkiye Selçuklu Devleti, Bizans sınırında gerçekleştirdiği akınlar ve Haçlı saldırılarına karşı Kelkit havzasında faaliyet gösteren zikrettiğimiz Türk beylikleriyle kimi zaman müttefik haline gelmiştir. Ancak Anadolu’da Bizans

mukavemetini kıran ve bölgedeki gücü elinde tutmaya başlayan Türkiye Selçukluları siyasi birliği sağlamak ve Anadolu’da kayıtsız şartsız tek siyasi güç olmak adına Dânişmendli, Saltuklu ve Mengücekli Beylikleri’ne son vermiştir.

Gerek Anadolu Türkmen beylikleri gerekse de Türkiye Selçuklu Devleti Kelkit havzasından başlayarak Karadeniz bölgesinin de Türkleşmesini sağlamışlardır. Mimari açıdan da hâkim oldukları bölgelerde izleri görülen bu Türk devletleri, Kelkit havzasını Anadolu fütuhatının önemli merkezlerinden biri haline getirmişlerdir. Günümüzde dahi Karadeniz bölgesindeki bazı köy isimlerinin bu Oğuz/Türkmen adlarından müteşekkil olması, Kelkit havzasında Türklüğe ait izlerin bu dönemin bakiyesi olarak günümüze kadar ulaştığını ve canlılığını koruduğunu göstermektedir. Bahsi geçen Türk siyasi teşekküllerinin, erken Ortaçağ Anadolusu’nun Kelkit havzasında Türklük lehine gerçekleştirmiş oldukları faaliyetlerin bugünün sosyo-etnik yapısının belirlenmesi bağlamında tarihsel bir önem taşıdıkları görülmektedir.

EKLER

Benzer Belgeler