• Sonuç bulunamadı

1.3. ESERLERİ

2.1.5. Mekân

Mekân, olay kurgusunun devinim kazandığı yerdir. Şüphesiz gerçeğe dayalı olsun ya da hayalî olsun vakalar gerçekleşeceği bir platforma ihtiyaç duyar. Anlatı sisteminde, klasik anlamda mekânın dekor olarak kullanıldığı romanların tersine eserde mekân, kişileri ve temayı ön plana çıkaran bir görev yüklenmiştir. Modern eserlerin bir özelliği olarak kişilerin bulundukları yerle uyuşması ön plana çıkar.

“Mekân anlatı sisteminde statik (tek düze ve tek boyutlu) olmaktan çıkmış, ‘dinamik’ (işlevsel) bir unsur olarak yer almıştır”(Tekin, 2008:152) denilebilir.

Romandaki mekâna büyük çapta bakıldığında Almanya’dır. Küçük çapta ise olaylar ‘G’ bölümünün olduğu fabrika, Günter’in çalıştığı piliç kızarma makinelerinin üretildiği fabrika, istasyon, tramvay durağı, Petra’nın evi, kitapçı, Mensa, Dieter’in Yeri, Dassel Sokağı, Osman’ın yurt odası gibi yerlerdir. Mensa ve Dieter’in Yeri olarak belirtilen mekânlar tipik birer kafe, bar özelliği gösterirken hem Almanların hem Türklerin uğradıkları yerlerdir; istasyon ise Osman’ın sıkıldığında uğradığı, gecelerin derin sessizliğine sığındığı ve onun umutsuzluğuyla, nesnel dünyada yer edinemediğini gösteren bir alandır.

Vakaların Almanya’da vuku bulması esere bir ayrıcalık kazandırır. Başka bir ülke demek romanda; memleket özleminin, göç psikolojisinin yansıması, yabancılaşma ve uyum sağlama güçlüğü demektir. Nitekim bu kavramlar temada kendini göstererek şahıs kadrosunun somutlaştırılmasına yardım eder. Almanya sanayisiyle, ekonomik yapısıyla güçlü bir ülke imajı çizmesinin yanı sıra taşradan gelip henüz kasaba ve kent yaşamı ile tanışmamış bireylerin burada yaşadıkları agnostiği yansıtması açısından dikkate değerdir.

47

Bazı Türklerin içine girdikleri bu yeni ülkelerde adaptasyon sorunları yaşayıp alt kültür oluşturma sahneleri eserde ziyadesiyle yansıtılır.

Mekânın, karakterlerin psikososyal yapısını yansıtmada ve olay örgüsünün aksiyonunu tayin etmede çok önemli bir işlevi vardır. Almanya’ya göç eden Türkler bu yeni kültürde de önceki yaşamlarındaki aynı görüntüler ve sahnelerle karşımıza çıkar. Gösterme ve özetleme tekniği ile çizilen mekânlara uygun düşecek karakterler yaratılmış.

“Yüksek tavanı, uğultusu ve sigara dumanında, ilk kez gelmiş biri Almanya’da mı olduğuna bir kez şaşacaktır” (SS, 279) diye gösterme sanatı ile sunulan Türklerin

buluştuğu kahve, Türkiye’deki kahve kültürüne denk gelecek şekilde tüm sembolleri bu mekânla benzeşir. Çay dağıtan ortacı, kâğıt oynayan işsizler takımı, dürüm yapan çalışan, çapkınlık yapan ve kavga eden sosyo-ekonomik düzeyi düşük tipler… Tüm bu sahneler, verilmek istenen ileti olan kültür çatışması ve yabancı bir ülkede alt kültür oluşturma olgusuna uygun düşecek şekilde yaratılmıştır. Burası adeta küçük bir Türkiye panoraması gibidir. Aynı zamanda “yüksek tavan, uğultu, ve sigara dumanı” ile tasvir edilen bu alan insanın üzerine yürüyen bir labirent temalı mekân olma özelliği taşır.

Dış mekân olan Almanya’da sürekli yağmur yağar, hava kapalı ve gridir. Havanın nesnel yapısı kişilerin karakterine yansır. Osman Almanları soğuk bakışlı olarak niteler. Bu coğrafyanın insanlar üzerinde etkisi hissedilecek derecededir. Bireylerin bir kısmının fiziksel bir kısmının ise ruhsal yapısını şekillendiren bu coğrafya “dar mekân”(Çetin, 2009: 134) olma özelliği taşır. Çünkü dar mekânlar; kişilerin ruhsal sıkıntılarını, mutsuzluklarını ve bezginliklerini yansıtan alanlar olarak kurgu dünyasında yer alır.

Romanın geneline kapalı mekânların hâkim olduğu görülür. Bunlardan biri; içedönük, sessiz ve düşünceli, dudaklarını ısırarak içindeki birikmişliği dışavuran Petra’nın ruhsal yapısına uygun yaratılan evidir. Ev; soğuk, bakımsız, küçük ve boğucudur. Evin konumlandığı Dassel Sokağı, fareleri ile meşhurdur. Petra’nın dış dünyaya açılmasına olanak veren, hayal kurduğu ütopya ile simgeleşen nesne ise evinin penceresidir. Petra, içinde yaşadığı dünyadan memnun olmayan bu yüzden bir deniz

48

yolculuğuna çıkmak isteyen, içindeki kaçma duygusunu denizle simgeleştiren bir karakterdir.

“Labirentleşen mekânlar”( Korkmaz, 2015:85)bireyin yalnızlığını, karamsarlığını,

iletişimsizliğini ve sevgisizliğini ortaya koyar. Osman’ın yurt odası bakımsız, küçük bir çatı katıdır. Tavanında küçük bir pencere olan basık bir mekândır. Psikolojik açıdan mutsuz ve karamsar, fiziksel açıdan malul olan Osman, içinde yaşadığı nesnel çevreyi kendi ruhi durumuyla değerlendirir ve çevreyle kendisi arasında özdeşleşen unsurlar yaratır. “Osman’ın odası, onun bedeni gibi çarpık, ruhu gibi yalnız, ancak gönlü gibi

yüksektir” (Arseven, 2007: 243). Osman, Petra ile odası hakkında konuşurken aslında

labirent temalı mekânın bir özelliğini kendi ruhuyla özdeşleştirir.

Osman, “kimi zaman, yeryüzünde bir yerim olmadığını sanıyorum.”(SS, 90) diyerek bu dünyada yer edinmediğinden dem vurur. Bu ifade apaçık bir şekilde labirent temalı mekânın “dünyada kendi yerlerini tam olarak bulamamış insanlardaki sıkıntıyı (Bourneur-Quellet, 1989: 117) yansıtma özelliğiyle aynileşerek Osman’ın içinde yaşadığı ortamın boğucu havasını yansıttığı söylenebilir.

Tedirginliğin hâkim olduğu bir ruh yapısına sahip olan Ayşe’nin çalıştığı fabrikadaki G Bölümü de kapalı-dar mekândır. Mekanikleşmenin sembolü olan bu mekân duygusuz ve soğuktur. Yorgun ve gerilmiş sinirlerle paydos zilini bekleyen işçiler arasında Ayşe, huzursuzdur ve kocasına aynı yerde çalıştığı diğer bir işçi olan Wolfgang’ın onu taciz ettiğini söylemeyi planlarken gergindir. “Kendi ben’iyle de

uzlaşmaz bir çatışma yaşayan” (Korkmaz, 2016:195) Ayşe’nin trajik sonunu getiren de

bu kapalı ve makineleşmiş mekândır. Çünkü Wolfgang’ın kullandığı yükleyici araç ona çarpar ve Ayşe yaralanıp hastaneye kaldırıldıktan sonra hayatını kaybeder.

Reyhan’ın, bir zamanlar İstanbul’da kaldığı evi de kapalı mekân olan “basık bir

gecekondu odası”dır (SS, 166). Kahraman üzerinde ruhsal bir sıkışma yaratan bu ev;

Reyhan’ın mutsuz evliliğini, eşinden şiddet görmesini, gözyaşlarını ve çaresizliğini, kadere boyun eğişini anlatıda somutlaştırır. Burada kendisini korunaklı ve güvende

49

hissetmeyen Reyhan’ın Almanya’daki evi de devam eden huzursuz ruh haline paralel dar mekân olma özelliğini yineler. Reyhan burada da kendini kuşatılmış ve sıkıştırılmış hisseder.

Emine’nin abisinin evi de kapalı mekândır. Emine karanlık, basık bir evde küçük bir sedirde uyur. Kendi ailesine ve evine kavuşma hayali kurarken tüm beklentileri yıkılır bu yüzden kapalı mekânda sıkışıp kalır. Bulunduğu konumdan dışarıya baktığında kendisine umut verecek bir manzarayla karşılaşamaz.

Romandaki diğer kapalı-dar mekân ise hastanedir. Hastanelerin doğası gereği soğuk, insana acıyı ve umutsuzluğu, ölümü anımsatan, psikolojik olarak olumsuz duygu ve olguları çağrıştıran bir yerdir. Hastanenin bekleme odasındaki ışıkların yanıp sönmesi yoğun bakımda olan eşi Ayşe’yi burada bekleyen Hasan’ın “ruhundaki parçalanmışlığın

somut bir göstergesi” (Eronat, 2010:49) olarak belirir. Hasan, ölümün gölgesini hisseder

bu yüzden Ayşe’den çıkacak canı kara bir kuşa benzetir.

Labirent temalı mekân özelliği taşıyan alanlardan diğerleri ise Dieter’in Yeri ve Mensa’dır. İkisi de müşterilerinin sıkılganlığını, hayatta yer edinememelerini ve umutsuzca vakit geçirmek için uğradıkları yerleri temsil eder.

Kurgudaki kişilerin iç derinliğinin yansıması olarak mekân bir araç olarak kullanılır. Eğer kahraman ruhsal olarak iyi ve rahat ise mekânda ferah, güneşli, aydınlık, açık renk tonlarının hâkim olduğu bir yapıya dönüşür. Eğer o huzursuz ise mekân boğucu, kapalı, koyu renklerin ve çağrışımların yoğun olduğu bir nitelik taşır. Jutta teyzenin evi geniş mekândır. Çünkü Jutta dışadönük, güler yüzlü ve merhametlidir. Evi de bahçeli, güzel bir evdir, ferah ve aydınlık bir mekândır. Nitekim Ulrike’nin yaşadığı sıkıntıyı atlatmasında Jutta’nın yardım çabası ve telkiniyle burası Ulrike’ye sıcak, güvenli ve korunaklı bir ortam sağlar.

Romanın diğer geniş mekânı ise gurbetçilerin uğrak yeri olan Export Remzi’nin dükkânı bir şenlik, curcuna havası taşır. Türkçe çalan müzikler, duvarda asılı İstanbul tabloları, ışıklı levhası gibi özellikleri vardır. Memleket özlemini ve Türkiye’ye duyulan

50

sevgiyi, orda bırakılan aileleri, arkadaşları hatırlatan bu mekân kapalı mekânlara göre daha aydınlıktır ve geniştir. Sloganı ‘Her gün İstanbul’ olan bu dükkân Türkler için her türlü alım satımın, elektronik gibi hediyelik eşyaların satıldığı çeşitli evrak işlerinin, iş takibinin yapıldığı bir yerdir.

Anlatıda yer alan vakanın somutlaştırılmasında ve yaratılmak istenen izleklerin ön plana çıkarılmasında önem arz eden mekân çoğunlukla kapalı-dar mekân olarak karşımıza çıkar. Çünkü bu niteliğe sahip mekânlar mutsuzluk, yalnızlık, sevgisizlik, yoksulluk, yabancılaşma gibi temlerle iç içe geçer. Kahramanların ruhsal çatışma içerisinde olduğu mekân ve birtakım nesneler simgesel karakterleri tanımamızı ve özümsememizi sağlar.

Benzer Belgeler