• Sonuç bulunamadı

1.3. ESERLERİ

2.1.6. Kişiler Dünyası

2.1.6.2. Norm Karakterler

Romanın kurgusal yapısını oluşturan yapı taşlarında olan kahramanlar, kurmaca evrende birçok işlevi yerine getirirler. Özellikle roman başkişisinin boyut kazanmasında rolü olan norm karakterler, “roman başkişisi ile toplum arasındaki iletişimi sağlayan bir

55

izleklerini destekleyip ön plana çıkardığı için romanın başarısına katkıda bulunan dinamiklerden biridir.

Sancı..Sancı… romanında norm karakter olma hüviyetine sahip olan kişi Petra’dır.

Alman bir üniversite öğrencisi olan, 20’li yaşlarında, durgun, az konuşan, duyarlı ve merhametli yapısıyla Osman’ı etkileyen, Günter’le Dassel Sokağı’nda oturan Petra; anlatı sürecinde kendini tanıma ve gerçekleştirme şansı bulur. Osman, Petra’yı “ fareli sokağın

kızı” (SS, 12) olarak tanımlar, çünkü Petra’nın yaşadığı yer sosyo-ekonomik açıdan

öğrencilerin, işçilerin yaşadığı, gelir seviyesinin düşük olduğu bir yerdir.

Petra,“başkişinin yaşadığı tecrübenin derinliklerine dalmamızı sağlayan bir

sıçrama tahtası” (Stevick, 2004: 179) görevi görür. Böylece Osman’ın sevgi ihtiyacı, bir

kadın tarafından sevilmenin onun ruhunda yarattığı tahribatın farkına varılmasını sağlar. Osman’ı kamburu ile kabul eden, ona acıdığı için değil Osman’dan etkilendiği için onunla birlikte olan biridir. Uzun zamandır Günter ile birlikte yaşayan ama kendini mutlu hissetmeyen Petra, hayatında bir şeylerin eksikliğini fark eder fakat buna bir ad koyamaz. Osman’ı tanıyınca biri tarafından sevilmenin, önemsenmenin onda yarattığı duygu durum karmaşasını yaşar.

Sevginin kaynağı; paylaşıma, yaşamın değerini anlamaya ve farkındalığa, özgür olabilmeye, etkilemeye ve etkilenmeye dayanır. “ Kişi yaratıcı bir sevgiyle sevebiliyorsa,

kendisi de sever; yalnız başkalarını seviyorsa, hiç sevemiyor demektir.” (Fromm, 1995:

61) Sevgi hem özne hem de nesne durumunda olduğunda gerçekliğini ve anlamını kazanır. Günter, Petra’yı sevmişse bile sevgisini ortaya çıkarma yönteminden dolayı Petra sevgisizlik hisseder. Günter’in ona “annecik” diyerek yaklaşmasını aşka ve samimiyete dayanmayan bir yaklaşım olarak bulur. Bu yüzden Günter’i karşılaştığı ve ona sevgiyi, ilgiyi hissettiren başka birine tercih eder. Petra, Osman’ı sevmeye başlayınca kendini de tanır ve varoluşuna anlam aramaya çalışarak benliğini de sevmek ister.

“İyi yürekli ve sağduyu sahibi” (Forster, 2016: 99) Petra, ruhunun sıkılmışlığını

56

penceresinin yanında sık sık oturup dışarıyı izler; dışarıya ve nesnel dünyaya açılan bu pencere Petra için bir kaçış simgesidir. Kendiyle baş başa kaldıkça daha çok yalnızlığa itilen Petra, Osman ile birlikte olur. Onun kamburuna dokunurken acıma ya da iğreti hissetmez, onu anlamlandırmaya çalışır.

Petra’nın sıkıntılı ve mutsuz halleri vücut diliyle açığa çıkar. Yaşanan stres ve gergin yüklü anların dışarıdan görülür hale gelmesini sağlayan dudak ısırma, sık sık başvurduğu bir eylemdir. Günter ile tartıştığı bir gün söylemek isteyip söyleyemedikleri, kendini ifade edemeyişi yüzünden dudaklarını ısırır (SS, 63). Günter, onu anlamadığı gibi

“Aman, bu karı takımı değil mi!..” (SS, 48) duygusunu hissettirdiği için Petra onun

aldırmaz ve hoşgörüsüz olduğunu düşünür.

Petra, “yuvarlaktır ve boyut kazanmaya müsaittir” (Stevick, 2004: 167). Yuvarlak kişilerin kişiliklerinin sınırları tam olarak çizilmediği için değişime ve çok yönlü gelişime açıktırlar. Kişiliklerinin boyutları, roman boyunca büyür ve bizi şaşırtabilir. Keza, okuyucu Petra’nın Osman ile birlikte olduktan sonra onu terk edeceğini roman boyunca sezer fakat bizi asıl şaşırtan şey Petra’nın Günter’i de terk edip tek kişilik bir serüvene atılmasıdır. Böylece ‘kendi’ olma reaksiyonunu başlatır.

Anlatının diğer norm karakteri ise işçi tipiyle karşımıza çıkan, yaşamı drama ve çıkmaza dönüşecek olan Hasan’dır. “Öteki roman kişilerindeki sapmaları görüp

yargılamamızı sağlayan ahlaki bir ölçü olan” (Stevick, 2004: 179) Hasan saf, iyi niyetli,

bizde acıma duygusu yaratan, korkak ve silik bir karakterdir.

İstanbul’dan geldikten sonra zenginleşmenin yolunu bulan ve ayak takımı arasında saygı duyulan birine dönüşen Export Remzi’nin dükkânı Türklerin sık sık uğradığı bir yerdir. Hasan da memleketteki babasına büyük bir radyo almak için gittiği gün Osman ile bu mekânda karşılaşır. Osman, Remzi Bey’den iş ister, Remzi Bey ise onu oyalamak için yarın gelmesini söyler. Gerçekte bedensel engelinden dolayı hiçbir işte çalışamayacak olan Osman’a acıyan Hasan, ona 20 mark verir. İlk defa tanıştığı birine merhamet edip ona karşılıksız para veren üstelik kendi maddi imkânları da çok iyi olmayan Hasan ahlaki

57

bir ölçüt olarak belirir. Okuyucuya yabancı ülkelerde aynı memleketten gelen insanların birbirine karşı acımasızlıklarını gösteren kişi ise Export Remzi adındaki tüccardır. Ayrıca emekle çalışarak para kazanan Hasan, illegal işlerle kazancını büyüten Remzi’deki ahlaki sapmaları görmemizi sağlar.

Yuvarlak karakterler, taşıdıkları misyon bakımından büyük bir öneme ve derinliğe sahiptirler. Olay örgüsü boyunca ortaya çıkan yeni gelişmeler ışığında değişip şekil değiştirirler. Ruhen ve zihnen büyüyen bu kişiler okuyucuyu şaşırtırlar. Bu kişiler insan gerçeğini aktarmada kart karakterlere göre daha inandırıcıdırlar. Hasan, anlatı sürecinin başında Almanya’da yaşadığı ve bir işe sahip olduğu için kendini şanslı hisseder. Çünkü Almanya’da yaşayan birçok kişi işsizdir. Hasan’dan daha az ücrete çalışmak isteyen birinin bulunması durumunda onu işten çıkartabileceklerini düşünür. Üç çocuğu köyde kalan Hasan onlara her ay 100 mark gönderir ve bu da çocuklarının maddi olarak iyi yetişmesini sağlar. Bu yüzden eşi Ayşe’nin memlekete gitmek için beklemesini isterken bizi şaşırtarak Ayşe’yi bir an önce köye göndermeye karar verir. Lakin bu kararı aldığı gün Ayşe kaza geçirmiştir ve bu gerçeği asla öğrenemez.

Hasan aile kurumunu korumak isteyen ve bu minvalde eşine sahip çıkıp çocuklarını düşünen; norm karakterler içerisinde sahip olduğu ideal değerlerle romandaki yapıyı rahatlatan bir portre çizmektedir.

Özetle, anlatı dünyasında, başkişinin kendini gerçekleştirmesine yardımcı olan norm karakterler, başkişinin tamamlayıcısıdır. Vak’a zincirindeki iç gerginliğin oluşturulmasını sağlayan bu karakterler oldukça işlevsel bir görevi ifa ederken taşıdıkları misyon bakımından önemlidirler. Varlıklarını anlatı dünyasının derinliğini yansıtmaya, özünü genişletmeye ve güçlendirmeye borçludurlar.

2.1.6.3. Kart Karakterler

Kurgu dünyasının diğer bir önemli oyuncuları ise kart karakterlerdir. Kart karakterler, ne yaparlarsa yapsınlar, hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, her zaman

58

ve her yerde tek bir fikrin ve niteliğin temsilcisidirler. Taşıdıkları değer veya fikir dışında başka bir niteliğe sahip değiller. Onlar bir cümle ile tanımlanabilir, bu yüzden içinde yer aldıkları eser unutulsa bile onlar zihnimizde yer edinir ve ne zaman okuyucu ile karşılaşsalar, hemen tanınırlar.

“Bu karakterler, tek bir karakteristik özelliğin vücut bulmuş şeklidir.” (Forster,

2016:175) denilebilir. Son derece belirgin özellikleri olan bu kişiler, vaka zinciri boyunca değişime uğramazlar ve yuvarlaklaşma niteliği göstermezler. Çizilen kişiler tolumun değişik katmanlarından oluştukları için faklı bir sese ve niteliğe sahip bu karakterler skalasını inceleme şansı buluruz.

Romanın kart karakteri konumunda yer alan kahramanlardan biri Günter’dir. Yazar bu kişiyi bize şu şekilde tanıtır: “Bu Günter,-iki diş dolgusu ve bir yüzük fazlasıyla.”(SS, 9) ifadeleriyle karşımızda yer almaktadır. Sarı ince bıyıklı, Petra’nın sevgilisi, arkadaşı, erkeği konumunda olan Günter; Petra ile birlikte yaşar ve ona “annecik” diye seslenir. Günter’in bu özelliği akılda kalmasını ve nerde görürsek bu niteliği ile tanımamızı sağlar. Tek boyutlu bir karakter olan ve merhamet duygusu gelişmeyen Günter, içinde bulunduğu toplumun diğer acımasız bireyleri gibi Osman’la dalga geçer. Günter sağlıklı, genç bir Alman olmasına karşı Petra’nın ruhunun derinliğini ve karmaşasını göremez; onu kendisiyle baş başa bırakır bu yüzden Petra gittikçe içine kapanık ve yalnızlaşmış bir kadına dönüşür. Petra’nın olumlu yönde gelişmesine ve büyümesine engel olan kişidir. Osman-Petra-Günter aşk üçgeni romanın çatışma dinamiklerini oluştururken Petra’nın psikolojik gerilimini arttırır ve sonuçta Petra kişiliğini bulmanın peşine düşer. Günter gibi karakterler, anlatı dünyasında “dibinde kurşun olan bir oyuncak gibi nereye fırlatırsanız

fırlatın, hep ayağının üzerine düşer.”(Stevick, 2004:177) ve her şeye rağmen tabiatindeki

nitelikleri korur.

Günter, bananeci ve pervasız tavırlarıyla Osman’a karşı acımasız, egoist ve kibirli davranarak içinde yaşadığı toplumun kültürünün portresini ortaya koyar. Kendi ülkesinin karakteristiğini ruhunda barındırarak sembolleştiren bu kart karakter kibri yüzünden sevgilisi Petra’yı, fiziksel açıdan daha malul biri olan Osman’a kaptırır.

59

Başlangıçta romanın şahıs kadrosunun Türk ve Alman işçilerden, öğrencilerden, çocuklardan oluştuğu görülse de bu kişilerin her biri farklı bir niteliği ile ön plana çıkar. Kurgunun en göze çarpan kart karakterlerinden diğeri ise sabit fikirli bir yapılanmanın ürünü olan Remzi’dir. Bu karakterin en belirgin niteliği “köşe dönmeciliğin timsali” (Eronat, 2010: 52) olarak görülmesi, sömürgeci yapısıyla gurbette kendi hemşehrilerinin sırtına binerek, onları küçümseyerek modern dünya normlarına uymaması ve giyimiyle, konuşmasıyla, görgüsüzlüğüyle banal bir kasaba esnafı özelliğini korumasıdır. İllegal işlerle zengin olmuş; Almanya’daki diğer Türklerin zor durumda olmalarından ve işsiz kalmalarından zevk alan, onları aşağılayan bu karakter aklımızda bu özellikleri ile yer edinir. Remzi, “Uzay boşluğunda ya da yıldızlar arasında, tavla pulları gibi oraya buraya

itilen, boyutları, önceden saptanmış ışıklı diskler gibi” ( Forster, 2016: 109) dir.

Romandaki işlevi gurbetçi Türkler arasında Almanya’da zenginleşmiş olanların diğer Türkleri nasıl ezdiği iletisini vermektir. Export Remzi’nin dükkânı diğer gurbetçi Türkleri bir araya getirir nitekim Osman ve Hasan’ın karşılaştığı metin halkalarından birinin mekânıdır. Export kelime anlamı itibariyle dışarıya satılan mülk, mal anlamına gelirken Export Remzi, kendi toplumuna yabancılaşmış bireyleri de temsil eder. Büyüdüğü toplumun misafirperverlik, yardımseverlik gibi ahlaki değerlerini kaybetmiş; ruhsuz biri olma özelliği taşıyan bu karakter adının önüne gelen sıfatla aynileşmiş olur.

Romanın metin halkalarından birinde aksiyonu harekete geçiren entrik güç Ayşe’dir. Eşiyle beraber Almanya’da yaşayan Ayşe, üç çocuğunu memleketinde bırakmak zorunda kalmıştır; bu yüzden mutsuzdur ve derinlerde bir sancı duyar.

Memlekette bıraktığı çocukları gözünde tüter, bir an önce Türkiye’ye çocuklarını görmeye gitmek için hayaller kurar. Bir gün fabrikada, birlikte çalıştığı Wolfgang adındaki Alman’ın kullandığı bir yükleyicinin çarpmasıyla canından olur. Okuyucuda

“karışık tepkiler uyandırarak” (Stevick, 2004: 177) trajik bir ölümün etkisiyle merhamet

uyandırır. Almanya’nın bir anne için ifade ettiği acıklı durumu sembolleştirir. Ayşe namuslu, çalışkan ve fedakâr bir Anadolu kadını örneği sergilerken gurbette yaşayan Türk kadınının karşılaştığı zorlukları gösterir okuyucuya. Güvencesiz ve niteliksiz işlerde

60

çalışan bu kişilerin hayatı pamuk ipliğine bağlıdır; her an hayatlarını kaybedebilecekleri gerçeği su yüzeyine çıkar.

Romanda kurgulanmasında önemli bir işleve sahip olan kart karakterler, tek bir karakteristik niteliğin somutlaştırılmasında, yazarın vermek istediği temayı çarpıcı bir şekilde ortaya koymaya yarayan bir araçtır.

2.1.6.4. Fon Karakterler

Fon karakter bakımından geniş bir perspektif sunulan eserde, verilmek istenen izleklere uygun düşecek şekilde derinlikten yoksun bu kişiler yaratılır. Bireysel derinlikten yoksun kalan bu karakterler vaka halkalarına ivme kazandıran önemli birer güçtür. “Bireysel anlamda önem ve boyut kazanmaksızın tamamen isimsiz birer ses olarak

kalan” (Stevick, 2004: 173) fon karakterler, romanda bir an için ilgi odağı haline gelmeyi

başarırlar lakin bu durum uzun soluklu olmaz.

Emine karakteri romanda “mekanik” (Stevick, 2004: 179) bir rol üstlenmiştir. Emine Almanya’da bir atölyede ‘G Bölümü’nde çalışan, abisiyle yengesiyle ve küçük yeğeniyle kalan, evin işlerini yapan, yeğeniyle ilgilenen, geleneklerin ve göreneklerin koruyucusu konumundadır. Hayattan beklentisi namuslu ve dürüst biriyle aile kurmak olan Emine’yi abisinin bir ahbabı olan Kazım adındaki Türk işçi ister. Birkaç kez abisinin izniyle Kazım’la buluşan Emine, ondan hoşlanır ama Kazım’ın daha önceden Alman bir kadınla sevgili olduğunu öğrenince evlilik umudu yok olur. Çünkü içinde büyüdüğü toplum normlarına göre hayatını yaşayan Emine ve abisi için bir Türk’ün evlilik bağı olmadan başka biriyle yaşaması kabul edilecek bir durum değildir. Sosyal statüsüne denk gelecek şekilde bu kişi yerel dil özellikleri taşır ve bozuk bir Türkçe ile konuşur.

İşlevsel yönü yüksek olan fakat fon karakter olarak karşımıza bazen yuvarlaklaşma özelliği gösterme eğiliminde olan Ulrike de romanın odağı olan sancı izleği üzerinde ele alınır. Eski sevgilisi Manfred ile bir süre birlikte olan ve bu ilişkinin sonucu olarak hamile kalan Ulrike, çocuğu aldırma düşüncesindedir ama bu operasyon ülkede legal olmadığı

61

için teyzesi Jutta aracılığıyla bu olayı çözmek ister. Ulrike ahlaki açıdan iyi biri olmasına rağmen güçlü bir özellik sergileyemeyen silik ve ezik kadın portresi çizilir. “Çabucak

yılgınlığa düşen, olayların altında ezilen, rüzgârın gelişine göre uçuşan bir yaprak ve akıntıya kapılmış bir çöp gibi aciz ve edilgen bir konumda” (Çetin, 2009:144) olduğu için

teyzesi Jutta’nın sorunu çözmesini umar. Romanın son metin halkasında Osman ile karşılaşması ve birlikte aynı yere gitmeleri olay örgüsünün “entrik yapı”(Çetişli, 2004: 61) kazanmasına olanak sağlar. Ulrike’nin kişiliğinde ve hayatında onun zıttı olan Türk kadınlarının hayatı daha net belirginleşir. Yazar bu sayede Alman bir genç kızın bir erkekle evlilik olmadan birlikte olabilme ve hamile kalabilme durumunu gösterirken Emine, Kazım’ı beğenmesine rağmen dedikodu olup adı çıkmasın diye kimseye itiraf edemez.

Anlatıdaki bu karşıt durumlar iki toplumun evliliğe ve birlikteliklere karşı mevcut paradoksunu ortaya çıkarır. Ulrike-Manfred ilişkisinde olduğu gibi sağlıksız beraberliklerde aile mefhumu kurulamadığı gibi kadınların mağduriyeti noktasında Ulrike’nin hamile olup bu duruma çözüm bulamaması ve çaresizliği gözler önüne serilir. Diğer taraftan Emine’nin Kazım’ı beğenmesine rağmen örf ve töre neticesinde ilgisini belli edememesi ve evliliğe giden yoldaki kültürel değerler bir aile kurmasına engel olur.

Romanda fon karakterler, birtakım işlevleri yerine getirmek için yapılanan “çeşitli

karakterlerden oluşmuş bir grup”(Stevick, 2004: 173) kahramandan meydana gelir.

Yabancı bir ülkede Türkler arasındaki sosyal ortamı ve beşeri ilişkileri oluşturma görevini üstlenen bu nitelikteki kahramanlardan biri de Ayşe ile aynı yerde çalışan, gurbetçi kadınlardan biri olan Reyhan’dır. “Tip, birbirine az çok benzer insanların temel

özelliklerini, ana niteliklerini, toplayan, temsil eden kişidir” (Çetin, 2009:147). Reyhan,

Emine ve Ayşe ile aynı atölyede çalışır. Kocası Hamza’dan dayak yiyen, her türlü eziyeti sineye çeken, çocuğu olmadığı için toplum tarafından ayıplanan biridir. Bu yüzden sancı duyar ama çaresiz olduğu içi bir şey yapamaz.

Yazarın ustalıkla itibarilik kattığı bu karakterler, eserin güç kaynağını yaratırken yapısındaki enerji ve canlılığı izleklerle birleştirir. Fon karakter olarak

62

değerlendirilebilecek diğer kişiler ise: Emine’nin şiddete meyilli, hayatın anlamsızlığını ve kaba kuvvetle güç gösterisini ön planda Türk erkeği tipi olan Hamza; evliliğindeki çatlakları çözemeyen bu yüzden anlık unutma aracı olarak alkole sığınan Peter; Peter’den beklediği ilgi ve sevgiyi bulamayınca başka erkeklerle birlikte olmak isteyen Susanne’dir. Sanayileşmiş ülkelerin büyük kentlerinde bireyselleşme sonucu yalnızlığa ve sessizce ölüme terk edilen Jutta Teyze de; geldiği ülkeye ebeveynlerine göre daha çabuk adapte olmaya çalışan, hayatın erken olgunlaştırdığı çocuk tipi Hüseyin; gurbette memleketinden birine karşılıksız yardım eden ve Türk insanının yardımseverliğini simgeleyen Hasan’ın tanıdığı İsmail sayılabilir.

2.1.7. Tematik Kurgu

Romanının tematik kurgusunun bireyin varoluş sorunları üzerine şekillendiği görülür. İnsanın en temel ihtiyacı olan sevgi ile; diğer bireyler arasında sayılmak, mutlu ve statik bir ilişki kurma, yeme-içme ve barınma ihtiyacını karşılamak için iyi bir gelire sahip olmak, çocuk sahibi olmak gibi insani gereksinimlerden ve duygulardan yoksun kalan bireylerin ruhsal çöküntüsü ve sancısı romana yansıtılır. Temalar, romanın kurgusal yapısını tamamlayarak anlatıya çok boyutluluk katar. Bireylerin, sevgisiz ve iletişimsiz bir toplumda var olma savaşı, Osman’ın her gittiği yerde yalnızlığa mahkûm oluşu, onu bir girdap gibi içine sürükleyen sancı ve buna rağmen kendini, karşı cinsten birini ve başkalarını sevme çabası gibi sorunlar islenmiştir.

Romanda ele alınan temaları şu şekilde sıralayabiliriz: 2.1.7.1. Sevgisizlik

Sevmek, sevilmek ve aşık olmak bireyin kendini gerçekleştirmesinin en önemli basamaklarıdır. İnsanın temel fiziksel ihtiyaçlarından sonra gereksinim duyduğu en önemli ihtiyacı da ‘sevmek- sevilmek’ olgusudur. İçgüdüsel duygularını törpüleyen insan, içinde yaşadığı sosyal yapıyla ve kendi ruhsal bütünlüğünü tamamlamak için sevgi bağını geliştirmelidir. Sahte ve derinliği olmayan günübirlik sevgiler bireyin kendisiyle ve karşı cinsle bütünleşmesini sağlayamaz.

63

Erich Fromm’un ifadesiyle sevgi, “kişinin bütünlüğünü, bireyselliğini yitirmeden

birleşmesidir. Sevgi insanlarda etken bir güçtür; kişiyi öbür insanlarla birleştiren bir güç” (Fromm, 1995: 27) tür. Roman kişilerinin hepsi sevgisizlik yaşar, onların içlerinde

taşıdıkları büyük bir sancı vardır. Sahte sevgiler, günübirlik birliktelikler bireyin karşı cinsle bütünlüğünü tamamlamasını engeller. Sancı..Sancı… romanında kişilerin çoğu sevgiyi tadamamış, bu duyguyu bilmedikleri için de o duyguya erişmekte zorluk yaşayan bireylerdir. Roman başkişisi Osman bedensel engelinden dolayı hem toplum tarafından sevilip kabul edilmez hem de karşı cins tarafından. Osman’ı doğup büyüdüğü yerden kilometrelerce uzağa savuran şey sevgisizliktir. O içinde yaşadığı toplum tarafından aşağılanmış, ezilmiş, hor görülmüş ve kadınlar tarafından reddedilmiştir. Son umudu geldiği bu gurbet diyarında, Almanya’da, fiziksel engeli ve ruhu ile birlikte kabul edilmektir. Sayısız düş kırıklığıyla ortaya çıkan umutsuzluk onu büsbütün kıskacına alır. Başkaları tarafından sevilmeyen özne konumundaki Osman da kendini sevmez. Kendini sevmeyen hatta kendi gölgesinden bile nefret eder duruma gelen Osman için Petra son umududur.

Nitekim romanda; “Kendiyle geçinemediği yeni bir şey değil. Bir sürü düş…

Gerçeklenmedik, gerçekleşmez düşler….Yanılgılar, düş yıkıntıları, umutsuzluklara kapılmalar… Zorla umut yaratmalar…” (SS, 87-88) yargıları da Osman’daki düş

kırıklığının ve sevgisizliğin boyutlarını göstermeye yeterlidir.

Petra, Osman’dan etkilenir, aralarında kısa süreli de olsa duygusal ve tensel bir birleşme yaşanır. Roman başkişisi Osman için bu büyük bir umuttur ama aynı zamanda bunun en kısa sürede biteceğini de hissederek korkuya kapılır. Petra, Osman’ın yaşadığı yurt odasının duvarına Almanca yazdığı şu cümleyi okur: “Umut…hala umut…” (SS, 226) Osman’ın bu küçük odası Pandora’nın kutusu gibidir. Tüm olumsuzluk duygulara rağmen içinde var olan, kalan tek şey umuttur.

Petra, Günter ile sevgi üzerine bir ilişki kuramamıştır; alışkanlıklar ve ihtiyaçlar üzerine kurulu bu ilişkiyi daha sonra fark eder ve Günter’i bırakır. Osman’ın varoluşunu

64

bir kadınla tamamlamak istediğini anlayan Petra, onu daha büyük bir yıkımla karşı karşıya bırakmamak için terk eder.

Hasan’ın eşi Ayşe ile aynı fabrikada çalışan Emine yalnız bir genç kız olarak

Benzer Belgeler