• Sonuç bulunamadı

1.3. ESERLERİ

2.1.6. Kişiler Dünyası

2.1.6.1. Karakter Oluşturma ve Başkişi

Romanı başarılı kılan noktalardan biri de yaratılan karakterlerin gerçekçi ve inandırıcı olduğu için bizde yadırgama duygusu yaratmamasıdır. Kişiler tasarlanırken klasik anlamda sadece fiziksel tasvirler yerine onların psikolojik dünyaları, sosyal ilişki ağları, toplumsal statüleri ve bunların getirdiği yükümlülükler de olay örgüsünün akışı içinde verilmiştir. Temelde Sancı..Sancı… otobiyografik özellikler göstermekle birlikte Almanya sorununa da çizilen değişik tipler aracılığıyla dikkat çekmektedir. Yazar romanda çizdiği Osman ile birebir aynı kişi olduğunu kabul etmez ve romandaki Osman ile arasında dünyaya bakış farkının olduğunu ifade eder:

“Almanya’dayken pilim bitmişti. Sonra Sancı.. Sancı...'yı yazdım. Tabii orada kamburunu anlatan Necati ile Sancı.. Sancı...’nın kamburu Osman arasında dünyaya bakış farkı var. O beni biraz oyaladı. Mutfak yeni, malzeme yeni, bilmediğim türden. 29 yaşındaydım. O zamanlar bir şeyler yapmış olmak bile insana yetebilir. Tehlike de budur”

51

Romanda değişik karakter özelliklerine ve özyaşam öyküsüne sahip olan birden çok insanın yaşadığı sorunlar ayrı ayrı verilmiştir. Birbirinden oldukça farklı yapıda bulunan bu insanların ortak yanı hepsinin sancı hissetmesidir. Sancı izleği başlığı altında tüm kişiler ortak bir kümede toplanır. Türklerin Almanya’ya göçünü anlatan memleketçi romanların aksine bu romanda yazar, Türk- Alman karşıtlığını ön plana çıkarmaktan kaçınarak Türk veya Alman fark etmeksizin herkesin acı çektiğini, sosyal ilişkilerde, evliliklerinde çatlakların olduğunu gösterir. Anlatı kişileri genellikle toplumun alt tabakasını oluşturan işçilerden, öğrencilerden, çöpçülerden oluşur. Türk kahramanların sayısı kadar nerdeyse Alman kahramanlar da roman dünyasında yer alır.

Roman başkişi olarak karşımıza çıkan Osman şüphesiz yazarın hayatıyla benzer nitelikler taşır. Necati Tosuner’in kendi gözlemlerinden yararlanmış olması Osman’ın bedeni ve ruhu üzerine ayrıntılı olarak eğilmesine olanak vermiştir. Osman’ın iç konuşmalarında ve geriye dönüşlerinde birinci tekil anlatıcıya bürünerek ruhunda açılan uçurumları göstermesine tanık oluruz. Gerek dış dünyayı, gerek olayların yaşandığı sosyal ortamı, gerekse diğer kahramanların çok daha ayrıntılı ve objektif olarak sunulmasını sağlayarak romanın perspektifini genişletmiştir.

Osman adlı başkahramanın Türkiye’den Orta Avrupa’nın bir ülkesine uzanan hayatının konu alındığı anlatıda, romanın adı kahramanın hayat karsısındaki mücadelesinde yasadığı çıkmazı ve acıları ortaya koyar. Sonsuz bir döngü içerisinde kendisini tekrar eden yasam, Osman’a ve diğer roman kişilerine var oluşlarını özgürce ortaya koyabilecekleri bir alan yaratmaz. Osman, bedensel engelinden dolayı kadınlar tarafından reddedilen, alay edilen ve toplum tarafından hor görülen bir kişi olarak geçen mutsuz, yenik ve güçsüz gençlik yıllarını geride bırakarak yeni bir umutla yeni bir kente kaçar. Burada, toplum normlarının bireysel farklılıkları yok etmediği bağımsız bir yaşam sürdürmek ister. Önceki yaşamına göre bedensel engeli nedeniyle bu toplum tarafından dışlanmaz ama peşini bırakmayan özgüvensiz ruhu, ne kadar unutmak istese de onu, korkularının orta yerine sürükler.

52

Anlatıda yer alan başkişinin genç, fiziksel bir engelden muzdarip ve bir kadın tarafından sevilmek arzusunda olduğu görülür. Yazar, Osman’ın bedensel ve ruhsal acılarını zengin kelimeler ve çağrışımlarla nüanslarda hissettirir. Kahramanın ulaşılması zor ruh derinliklerini, duygu dünyasının kırılışlarını, dayanılmaz ruhsal ve toplumsal ezilmişliğini, hastalığının doğurduğu alay edilme ve itilme anlarını, dış dünyanın farklı nesne ve görünümlerini, başarıyla okuyucuya anlatır, tahlil ve tasvir eder, açıklar, gösterir. Tosuner’in romanı otobiyografik nitelik taşıdığı için bir bakıma “yazarın kendi hayatının

tutanakları gibidir.”(Tekin, 2008: 248)

Roman başkişi Osman ile yazarın yaşamının örtüştüğü diğer noktalar da şu şekilde sıralanabilir: ikisi de üniversite döneminde babasından gelen parayla ve arada bildiri dağıtarak geçimini sağlar, bir yurdun küçük bir odasında tavanında sadece ufak bir pencerenin olduğu odada kalır ve ikisi de otuzlu yaşlarındadır. Ayrıca Osman’ın kahverengi bir pardösüsü vardır, bazı bölümlerde bu eşya ile karşılaşırız. Yazar Almanya’ya gittiğinde sırtında bu pardösü vardır:

“İstanbul’da sırtıma göre ısmarlama dikilmiş, kahverengi bir pardösüm var, -dı. Renginin bıyıklarımın rengine düştüğünü söyleyerek kendimle dalga da geçiyordum. Kışın en soğuk günlerinde onu yitirdim. Kışı böyle ceketle geçirirsem, biraz akıllanır mıydım?.. Eh, biraz akıllanmaktan da kimseye bir zarar gelmezdi… Bir süre sonra, pek seyrek gittiğim bir birahanede, onu askıda beni bekliyor buldum.” (Tosuner, 2005: 100)

Osman başkişi olarak büyük bir görev ve sorumluluk yüklenmiş; hem toplumun engelli bireylere bakış açısını hem engeli nedeniyle sevgi ve kabul edilme ihtiyaçlarını doyuramamış bireyleri hem de başka bir ülkede yabancı ve parasız olmanın zorluğunu yansıtır. Bu sayede en önemli sorunsallar başkişi aracılığıyla ortaya atılır; bizde acıma, empati, inanç yaratır ve başkişi romanda ifade edilen “ahlak felsefesinin

somutlaştırılmasında” (Forster, 2016: 173) görev alır.

Yazar romandaki kişileri kendi kültür seviyelerine göre konuşturur, onlara biçilen rollere böylece uygun olmalarını sağlar. İşçi konumunda olan ve Türkiye’den göç eden

53

Hasan, Ayşe, Emine, Hatice Hanım, Remzi Bey, Reyhan, İsmail gibi kişiler psiko/sosyal statülerine uygun düşecek şekilde yerel dil ve ağız özellikleri taşıyan bir dille konuşurken Osman bu Türkler içindeki üniversite okuyan ve eğitim seviyesi diğerlerinden daha iyi olan tek kişidir. Bu yüzden Osman varlığının niteliğine uygun düşecek şekilde temiz bir Türkçe ve üslupla konuşan, duyarlılık seviyesi yüksek olan hatta dünyaca ünlü yazar Beckett’i okuyan ve kendi varoluşu ile bu eser arasında bağlantı kurmuş; entelektüel seviyesi yüksek olan bir kahramandır.

Osman, sevgi ihtiyacını doyuramadığı için bunun yarattığı ezilmişliği ve aşağılık psikolojisini diğer kişiler yoluyla da gösterir. Petra, Osman’ın kaldığı yurt odasına Osman ile birlikte çıkarken resepsiyonda çalışan kadın başını kaldırıp onları izler. Osman bu durumdan hoşnuttur çünkü başka insanlara, bir kadının onu sevebileceğini gösterme şansı yakalar. O, sadece fiziksel olarak sırtında taşıdığı kamburdan nefret etmez, onunla ilişkilendirdiği her şeyden nefret eder. Nitekim kendi gölgesinde bile kamburunu gördüğü için gölgesine bakmak istemez. Petra’nın Osman’ı öpmesi üzerine Osman, ziyadesiyle mutlu olur; çünkü bu öpücük onda yeni bir duygu uyandırır: Umut. Osman ezilen, aşağılanan, alay edilen biridir. “Acı çekti, eziklik duydu, sarsıldı, yıkıldı, eridi, dalgaya

vurdu…” (SS, 27)cümlesi bu durumun somutlaştırılmasında önem arz eder. Vücudunun

biçiminden rahatsız olan Osman, insanların onu nasıl nitelendirdiğini bilir “sokakta

görsen ‘kambur’ der geçersin…” (SS, 40) diyerek kadere boyun eğer ve insanların onu

nasıl nitelendirdiğinin farkında olduğunu hissettirir.

Başkişi Osman, fikri sabit olmuş ve sevgi için kapıları zorlayan biridir. Adeta yüzüne tek tek kapanan kapılara rağmen kadınlarla birliktelik kurmak için sınırları zorlar. Acı çekmeye alışmış hatta acı çekmek için uğraşan Osman’ın mazoşizme kayan eğilim ve belirtiler gösterdiği açıkça görülür.

İnsanlarla mücadele etmekten usanan ve yenilgiyi kabul eden başkişi için Petra yeni bir umuttur ve hayata yeniden tutunmasını sağlar. Osman Petra ile olan ilişkisini bir ipliğe atılmış düğüme benzetir ve bu düğüm, onun için Petra’nın ne istiyor olduğunu bilmemekten kaynaklanan bir sıkıntıdır. İstediği şey ise bu çözmek ve Petra ile birlikte

54

olmaktır. Kaybetmeye tahammüllü bir insan olmadığı için Petra'ya gidecekmiş gibi bakar. Osman’ın en çok korktuğu şey umutlanıp ardından yıkılmaktır. Nitekim korktuğu şey başına gelir çünkü sevdiği kadın tarafından terk edilir ve elinde sancıdan başka bir şey kalmaz.

Sevgi paylaşmak, aynı yöne bakmak ve fedakârlıkla ortaya koyulabilecek yüce bir değerken Osman’ın niyeti sevginin ötesindedir. Onun amacı bir kadın tarafından beğenilmek, dokunulmak ve bu sayede topluma kendini ispat etmektir. Bir an önce kendi hayatındaki bu çıkmazı netleştirmek ister. Bu yüzden aşkın basamaklarını teker teker çıkmak yerine birden çok basamağı atlayarak seçmeyi amaçlar. Nitekim Petra ile birlikte geçirdikleri gece bu hedefine ulaşır. Osman, topluma kendini ispatlamak isterken bunu Günter’i yenerek ve Petra’yı onun elinden alarak gerçekleştirir. Böylece Günter, onun için kendi gururunu ölçebilecek bir parametreye dönüşür.

Roman başkişisinin yasadığı iç çatışmalar romanı oluşturan temel dinamiklerdendir. Osman karakteriyle; çevresine kendini anlatamayan, bu nedenle yalnız olan, bireysel kimlik oluşturma çabası içindeki bireyin ruhundaki sancıyı ve iç çatışmaları odak noktası haline getirilir. Toplum karşısında varoluşunu ortaya koymak için mücadele eden Osman’ın Almanya’ya uzanan hikâyesi konu edilir. Sevgisizliğin, iletişimsizliğin ve güvensizliğin hâkim olduğu, ruhsal bir bunalıma sürüklenen ve yalnızlığına itilen Osman âşık olduğu Petra tarafından da terk edilince tekrar bezgin ve umutlarını yitirmiş bir kişi haline gelir. Çizilen bu karakter okurda hiçbir garipseme yaratmadan son derece başarılı bir şekilde işlenmiştir.

Benzer Belgeler