• Sonuç bulunamadı

Medih İfadelerinin Zem Maksadıyla Kullanılması

C. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI

1.2. ARAP DİLİ VE BELAGATINDA İRONİ

2.1.6. Kur’ân’daki Sözlü İroniler ve Uygulama Biçimi

2.1.6.4. Medih İfadelerinin Zem Maksadıyla Kullanılması

Sözcükler asıl anlamının yanında kullanım alanına bağlı olarak medih, zemm ve te’kîd gibi anlamlarda kazanmaktadır. Sözcükler özenle seçilerek asıl anlamının yanında yüceltme, yerme ve pekiştirme gibi anlamlar kazandırılarak kelama güzellik ve zenginlik katılmaktadır. Bazen de medih ifadeleri gibi seçilen sözcükler zemm maksadıyla tam tersi anlamda kullanılarak ironik ifadeler oluşturulmaktadır. Bununla muhatap üzerinde etki oluşturulmaya çalışılmaktadır. Kur’ân’da buna örnek olarak şu âyetleri verebiliriz:

ٌِ هّاللهٌَلوُسَرٌَمَيْرَمٌ َنْباٌىَسي ٖعٌَحي ٖسَمْلاٌاَنْلَتَقٌاَّنِاٌْمِھِلْوَقَو “Biz Allah’ın Peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i Öldürdük”

demeleri…”554 Kur’ân’ın birçok yerinde Yahudiler söz konusu edilmiş, onlara

sağlanan onca nimete rağmen her defasında yaptıkları nankörlükleri zikredilmiştir.

551 Kutub, fi Zilâli’l-Kur’ân, c. 4, s. 2408. 552 Saffat, 37/22-23.

553 Kutub, fi Zilâli’l-Kur’ân, c. 5, s. 2986. 554 Nisa, 4/157.

Bu nankörlüklerinden biri de kendilerini kurtuluşa çağıran peygamberlerine karşı kurdukları tuzaklar ve onları öldürme teşebbüsleridir. Hz. Meryem’e iftira atmaları ve Allah’ın elçisi Hz. İsa’yı öldürdüklerini söylemeleri de bunlardan biridir. Bu âyette, “Allah’ın Peygamberi” kısmına baktığımızda Yahudilerin dilinden bir ironi kendini hissettirmektedir. Yahudilerin Hz. Îsâ’yı “Allah’ın Peygamberi” olarak nitelemeleri ironi üslûbundan ibarettir. Çünkü onun peygamberliğini kabul etmiş olsalardı, onu öldürme teşebbüsüne girişmezlerdi. Yahudilerin O’nu burada “resul” vasfıyla zikretmeleri, zahiren onu peygamber olarak kabul ettikleri görünse de hakikatte onu kötülemek ve alaya almak için tasarladıkları ters yönlü bir ifadedir. Yahudiler, bu tür hareketleriyle iftihar etmiş ve bunu kendilerince bir başarı olarak değerlendirmişlerdir.555

ٌهشَنٌاَمٌاَنِلاَوْمَاٌىٖفٌَلَعْفَنٌ ْنَاٌْوَاٌاَنُؤاَبهاٌُدُبْعَيٌاَمٌَكُرْتَنٌ ْنَاٌَكُرُمْاَتٌَكُتوهلَصَاٌ ُبْيَعُشٌاَيٌاوُلاَق ٌََلاٌَكَّنِاٌاُٶُ

ٌُميٖلَحْلاٌ َتْن

ٌُدي ٖشَّرلا “Dediler ki: "Ey Şu'ayb! babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında

dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”556 Yüce Allah, gönderdiği bütün dinlerle insanların doğru bir inanca sahip olmasını sağlamayı amaç edindiği gibi aynı zamanda can ve mal güvenliğini, ırzı, aklı kısacası her türlü hak ve hukuku korumayı da amaç edinmiştir. Buna karşın müşrikler dini yıkmak için daima mücadele etmiş, yıkamadıkları takdirde ise onunla alay ederek zayıflatmaya çalışmışlardır. Bu âyette de bu türden bir konu ele alınmıştır. Hz. Şuayb, bir olan Allah'a ibadet etmeye ve ticaret ahlakına ilişkin söyledikleri hem insan yapısına daha uygun hem de insanın onur ve hürrüyetini daha çok güvence altına alan davranışlar olmasına rağmen kavmi, bunların hürriyeti engelleyen bir budalalık olduğunu düşünerek onu küçümsemiş ve alaya almışlardır. Halbuki Hz. Şuayb, getirdiği ilâhî hükümlerle canı ve malı güvence altına alarak hürriyeti geliştirmeye çalışıyordu. Çünkü can ve mal güvenliğinin olmadığı bir yerde hürriyetten bahsetmek mümkün olamaz. Ancak şu var ki, yolsuzluğa ve sömürgeciliğe alışmış olanlar, hürriyetin sadece kendi hakları

555 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, c. 11, s. 101; İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, c. 6, s. 20; Yazır, Hak

Dîni Kur’ân Dili, c. 3, s. 134-135; es-Sabûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, c. 1, s. 216.

olduğunu ve istediklerini yapma özgürlüğüne sahip olduklarını zanederler.557 Yalnız Hz. Şuayb'ın tevhid inancına, ahlak ve hukuka ilişkin söylediklerini reddetmek yerine özellikle değersiz gösterip etkisiz kılmaya çalışıyorlardı. Onun peygamberliğiyle alay etmek için bunların hepsini onun kıldığı namaza bağlıyor ve namazıyla alay ediyorlardı.558

Hz. Şuayb (a.s.) çok namaz kılmakla tanınıyordu.559 Bundan dolayı kavmi onu namaz kılarken gördüğünde birbirlerine kaş ve göz işareti yaparak ona güldükleri nakledilmektedir. Çünkü ibadetler içinde dinin direği olan namaz, huşu ehli olmayan kişilere ağır gelir. Allah'tan başka herşeyi bir kenara bırakıp, Allah’ın huzurunda divan durmanın ve başını secdeye koymanın hazzına varamayanlara faydası olmayan boş bir çaba olarak görünmektedir. Bunun için namaz kılanları alaya almak, onlarla eğlenmek azgın kâfirlerin öteden beri âdetleridir.560

Sakındırmayı namaza “ةولص” nispet etmelerinde istihza vardır.561 Ama asıl ironili ifade Hz. Şuayb’a yöneltilen “ديشرلاٌميلحلاٌتنلأٌكنإ” ifadesidir. Zahirde kavminin onu, halim akıllı ve doğru bir kimse olarak nitelediklerini görmekteyiz. Fakat onlar eğer bu ifadenin hakiki manasını kastetselerdi o takdirde ona inanmaları gerekirdi. Ayrıca Hz. Şuayb'ın ibadet ve davranışlarını alaya almış olmaları da gerçekten onu aklı başında biri olarak görmediklerini göstermektedir.562 Kaldı ki onlar, aklı başında olgun bir kimseden böyle bir tutumun beklenemeyeceğini ona bildirmek istemektedirler.563 Bu inkârcılar, Hz. Şuayb’ın hakkında söyledikleri bu vasıflar ile - hakkikatte böyle ise de- kendilerince alay etmek istemişlerdir. Onları buna sevk eden en önemli âmil de inkâr ve tekebbürdeki aşırılıklarıdır.

Benzer bir üslupla gelen bir diğer âyet:

ٌ نوُن ْجَمَلٌْمُكْيَلِاٌَلِس ْرُاٌى ٖذَّلاٌُمُكَلوُسَرٌ َّنِاٌَلاَق

557 Karaman ve Diğerleri, Kur’ân Yolu, c. 3, s. 193. 558 Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 5, s. 35. 559 el-Cevzî, , Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, s. 669. 560 Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 5, s. 35.

561 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s. 494; el-Beydâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, c. 3, s. 145. 562 İbn Kesîr, Tefsîrü’l Kur’âni’l-Âzim, c. 4, s. 344; Karaman ve Diğerleri, Kur’ân Yolu, c. 3, s.

194.

“Firavun, Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir dedi”564. Yüce Allah’ın buyruklarını insanlara ulaştırmak için gönderilen Peygamberler, öncelikle insanlarla iletişim kurup onları hakka davet eder, gerekli gördüklerinde davalarını Allah’ın izniyle olağan üstü olaylarla (mucize) desteklemişlerdir. Bu diyaloglardan biri de Hz. Mûsâ ve inatçı bir kafir olan Firavun arasında geçmektedir. Şimdi bu mücadeleyi Kur’ân’da geçtiği şekliyle anlatarak gerek Firavun’un başvurduğu ironik söylemleri gerekse de Firavun’un Hz. Mûsâ karşısında düştüğü ironik durumu tespit etmeye çalışacağız.

Hz. Mûsâ, “Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni peygamberlerden

kıldı…” “Firavun, Alemlerin Rabbi de nedir? Dedi” Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir” Firavun, “etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) dinlemez misiniz? Dedi”

Mûsâ, “O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir dedi” Firavun, “Bu

size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir dedi” Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir dedi”

Firavun, “Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan

ederim dedi”565

Hz. Mûsâ Firavun'a: “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim.” dediğinde, Firavun kendisine: Benim dışımda ilah edindiğin “âlemlerin Rabbi de nedir”demişti. Aslında bununla Firavun'un nasıl azgın ve inatçı bir kafir olduğu haber verilmektedir. Hz. Mûsâ, şöyle demişti: “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her

şeyin Rabbidir.” Bunların hepsini yaratan, onların ilahı ve onlarda tasarruf yapabilen

tek sahibi olup O'nun ortağı yoktur. “Eğer siz, yakîn getirenlerden iseniz.” Sizin inanan kalpleriniz, gerçekleri gören gözleriniz varsa. İşte o zaman Firavun, etrafındaki devlet erkânına dönüp Hz. Mûsâ'yı yalanlamak amacıyla alaylı bir şekilde: “İşitmiyor musunuz?” Mûsâ'nın, benim dışımda bir ilahı olduğunu ifade eden şu söylediklerine şaşmıyor musunuz?566 şeklinde bir soru iletiyor. Ya da “İşitmiyor musunuz?” Mûsâ'nın cevabı suale uygun değildir. Ben O'na âlemlerin

564 Şuara, 26/27. 565 Şuara, 26/21-29.

Rabbi'nin gerçek mahiyetini sordum. O da bana O'nun yaptıklarını zikretti.567 Ya da Mûsâ O'nun göklerin Rabbi olduğunu iddia ediyor. Halbuki gökteki varlıklar kendi kendilerine hareket ederler, hiçbir etki edici varlığa muhtaç değildirler gibi materyalist bir görüş öne sürerek rab olma sıfatının başkasına nispet edilmesine hayret etmektedir.

Daha sonra inkâr etmekte ısrar eden Firavun’a karşı Hz. Mûsâ (a.s.), genel tanıtımdan özel tanıtıma geçer. Zira kişinin kendi nefsinde bulunan kanıt, harici kanıttan daha belirgin ve düşünüldüğü zaman daha açıktır.568 Hz. Mûsâ da onlara: “Sizin de Rabbiniz ve önce geçmiş atalarımızın da Rabbidir” dedi. Bu Firavun’un konumuna ve kendini ilah görmesine karşın yöneltilmiş büyük bir darbedir. Alemlerin Rabbi, Firavun’un da Rabbi olduğunu ve Firavun da onun kullarından biri olduğunu açık açık belirtiyor. Yoksa o halkına karşı iddia ettiği gibi bir Rab değildir. Onun kavminin Rabbi de önceki atalarının Rabbi de Allah'tır. Bu sıfat Firavun’a karşı son derece etkili bir darbe olur. Etrafındaki devlet erkânıyla bunu dikkatli bir şekilde dinleyip düşünmesi mümkün olmamış, çaresizlikten hemen bu sözlerle ortaya çıkan Mûsâ’yı deli olarak nitelemeye başlamıştır.569 “Firavun da (kavmine) dedi ki:

Size gönderilen peygamberiniz şüphesiz delidir.” Yani benden başka bir ilah

olduğunu söylüyor. Demek ki bunda akıl yok, bu bir delidir dedi.

Bu tartışmada kullanılan kelimeler dikkat çekicidir. Firavun burada Mûsâ'yı alay tarzında "resulünüz (peygamberiniz)" ifadesiyle adlandırdı. “bana gönderilen elçi” demekten kaçınmış, muhataplarına, “size gönderilen elçi” diyerek570 bizzat peygamberlik konusunu hafife alarak aşağılamak ve bu şekilde insanları ona iman etmekten alıkoymak istemiştir. Yoksa O’nu kabul etmek veya böyle bir şeyin mümkün olabileceğini itiraf etmek için söylemiyor. Hz. Mûsâ’nın deli olduğunu söylüyor ki, dinini ve konumunu temelinden sarsan, insanları gerçek Rab olan Allah'a davet eden sözlerini etkisiz kılsın. Ancak bu küçümseme ve iftira Hz. Mûsâ’yı yıldırmıyor, aksine azmini güçlendiriyor. Zalimlerin ve haddi aşanların

567 ez-Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-Münîr, c. 10, s. 152. 568 es-Sabûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, c. 2, s. 377. 569 Kutub, fi Zilâli’l-Kur’ân, c. 5, s. 2592.

tahtını sarsan hakkikarleri haykırmaya devam ediyor.571 Şimdi de ikinci tanıtımdan daha açık olan üçüncü bir tanıtıma geçerek delilini pekiştirir572 ve Firavun’un oluşturduğu şüphelere muhatap olanlara şu sözüyle cevap verir “Eğer

düşünürseniz...” Sizde akıl varsa, siz de bundan fazla bir cevap olamayacağını gayet

iyi bilirsiniz şeklinde sert bir ifade kullanır. Daha önce "Eğer siz yakîn getirenlerden

iseniz..." ifadesiyle gayet kibar davranıp onları itham etmemişti. Sonra onların şiddet-

li ve ısrarlı olduklarını görünce onlara sözlerinin benzeri sert bir ifade ile karşılık vermiştir.573 “Doğunun, Batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.” O Allah ki Doğuyu yaratmış, yıldızlar oradan doğmaktadır. Batıyı yaratmış, yıldızlar oradan batmaktadır. Eğer bu adam (Firavun) gerçekten sizin Rabbiniz olduğunu düşünüyorsa, Allah’ın herşeyi bir ölçüye göre yarattığı şu nizâmı tersine çevirsin; Batıyı Doğu, Doğuyu da Batı’ya çevirsin. Buna karşın söyleyecek bir delili kalmayan Firavun, mağlûb olunca, makam ve gücünü kullanmaya başlayarak “Eğer benden

başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim” şeklinde

tehditte bulunmuştur. Böyle bir şeyin Hz. Mûsâ üzerinde etki yapacağını ve kendisine yarar sağlayacağına inanmıştır ki durum hiç de öyle olmamıştır.574 İşte önce Hz. Mûsâ’yı hafife alarak ve onunla alay ederek üstün gelmeye çalışan bu zorba, en sonunda kendisi ironik bir vaziyette çaresiz kalmış ve yine kendi adeti üzere zorbalığa başvurmuştur.