• Sonuç bulunamadı

Delil Olamayacak Şeyin Delil Makamında Sunulması

C. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI

1.2. ARAP DİLİ VE BELAGATINDA İRONİ

2.1.6. Kur’ân’daki Sözlü İroniler ve Uygulama Biçimi

2.1.6.10. Delil Olamayacak Şeyin Delil Makamında Sunulması

İnsanlar yaptıkları veya savundukları bir şeyi kanıtlamak için bazı deliller ortaya koymaya ihtiyaç duyarlar. Ancak bazıları kibir ve gurur kompleksine girerek

646 Mennâ‘ Halîl el Katttân, Mebâhîs fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetü Vehbe, Kâhire 1995, s. 250. 647 Kasas, 28/49.

648 İsrâ, 17/88. 649 Hûd, 11/13. 650 Yûnûs, 10/38.

651 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s. 60; Ebu’s-Su‘ûd, İrşâdu’l-Âkli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kur’ân’il-

Kerîm, c. 1, s.65.

652 İbn Âtiyye, el-Muharerü’l-Vecîz fi Tefsîri’l-Kitâbi’l-Âzîz s. 65; er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, c. 2,

s. 129; Ebu’s-Su‘ûd, İrşâdu’l-Âkli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kur’ân’il-Kerîm, c. 1, s. 65;.

yaptıkları hataları düşünüp doğruyu bulmak yerine yanlışlarını haklı göstermeye kalkışır ve buna bir dayanak bulmaya çalışırlar. Ancak bu kişilerin delil olarak öne sürdükleri şeyin bir gerçeklik payı olmadığı zaman aklî muhakemeye elverişli olmadıkları ortaya çıkmakta ve bu nedenle de gülünç duruma düşmektedirler. Kur’ân’da buna örnek olacak şu âyetleri verebiliriz:

ٌَنوُلَعْفَيٌَكِل هذَكٌاَنَءاَبهاٌاَنْدَجَوٌْلَبٌاوُلاَق “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk" dediler.”654 Mekke müşrikleri, özellikle de Kureyşliler, bir taraftan Hz. İbrahim’in (a.s.) soyundan gelmekle övünüyor ve onun takipçileri olduklarını ileri sürüyor, diğer taraftan Hz. İbrahim'in, hayatı boyunca şiddetle karşı durduğu ve her zaman mücadele verdiği şirk belasına bulaşmışlardı. Sonra, bu müşrikler, kendilerini Hz. İbrahim'in getirdiği dine çağıran Hz. Muhammed’e tıpkı atalarının Hz. İbrahim'e karşı çıktıkları gibi karşı çıkıyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, dostu, Peygamberi ve hanîflerin önderi olan Hz. İbrahim’in ne derece tevhide bağlı olduğunu ve şirke nasıl düşman olduğunu hatırlatmaktadır. Elçisi Muhammed'e O’nun haberini, varisi olduklarını ve dinine bağlı olduklarını söyledikleri ümmetine okumasını emretmektedir. Böylece Hz. İbrahim'in Mekke'deki müşrikler gibi putlara taptıkları için babası ve kavmine karşı nasıl bir mücadele verdiğini, koştukları şirkten dolayı onlara nasıl karşı çıktığını, içine düştükleri sapıklıktan nasıl tiksindiğini ve onlara hayret ederek nasıl "Siz neye tapıyorsunuz?" şeklindeki tahkîr edici sorular yönelttiğini görsünler.655 Görsünler ki; İhlâs ve tevekkül sahibi olsunlar, ortağı olmayan tek Allah'a ibâdet etsinler, şirkten ve müşriklerden uzaklaşsınlar ve ona uysunlar.

Şüphesiz Allah Hz. İbrahim'e, daha küçük yaştan itibaren bir yetkinlik vermiş, daha yetişkinlik döneminde kavminin Allah ile beraber putlara tapınmasına karşı durmuş, onların durumunu hoş karşılamayıp reddetmişti.656 “Hani babasına ve

kavmine: Nelere tapıyorsunuz?”, bağlanıp durduğunuz şu putlar da nedir? demişti.

Hz. İbrahim (a.s.), onların putlara taptıklarını bildiği halde, aleyhlerine delil sunmak ve fayda ve zarar veremeyen bu cansız şeylere taptıkları için akılsız oldukların ortaya

654 Şuara, 26/74.

655 Kutub, fi Zilâli’l-Kur’ân, c. 5, s. 2602.

koymak için bu soruyu sordu. Onlar da: “Putlara tapıyoruz ve onlara ibâdet etmeğe

devam edeceğiz dediler”. Hatta bunu sevinerek ve övünerek söylediler. Çünkü,

“putlara tapıyoruz” demeleri yeterli bir cevapken onlar, akılsızlıklarına doymamış olacaklar ki, yaptığıyla iftihar eden kimse gibi daha fazlasını söylediler. Yani "Putlara tapıyoruz" ifadesinden sonra bunun övünüp böbürlenmek ve gönüllerindeki sevinci ortaya koymak üzere "Biz onlara ibadetten hiç ayrılmıyoruz." dediler.657 Bunun üzerine Hz. İbrahim (a.s.) onların uyuşan kalplerini uyandırmak, düşünme ve anlama kabiliyetini kaybeden donmuş akıllarını uyarmak üzere: “O da dedi ki:

Çağırdığınızda sizi duyuyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar veriyorlar mı?” Zira

kendisine tapılan bir ilahın en azından, kendisine ibadet edip dua eden kullarını işitmesi gerekir. Eğer işitemeyen sağır ve donuk varlıklar ise onların fayda veya zarar verebileceğini nasıl düşünebiliyorsunuz? Onlar hiçbirini iddia edemeyip bu hususta hiçbir şey söyleyemiyorlar. Zaten Hz. İbrahim'in bunu aşağılamak ve kınamak için sorduğunu kesinlikle biliyor ama Hz. İbrahim’in söylediklerini çürütecek bir kanıt da bulamıyorlar. Onların taklitçiliğe sarılmaktan başka çareleri kalmamış olacak ki ancak: “Hayır! Atalarımızı böyle yapar gördük.” diyebilmişlerdir. Böylece putlarının, söylenenlerden hiçbirini yapamadıklarını kabul etmek ve sâdece atalarını böyle yaparken görüp onların peşlerinden sürüklendiklerini itiraf etmiş oldular. Bu da onların delilsiz kaldıklarının belirtilerindendir.658 Bu konuda Ebu Su‘ûd da şöyle der: “Putperestler, bir kez dahi olsa putların fayda ve zarar veremeyeceklerini itiraf ettiler ve gerçeği söylemeye mecbur kaldılar ki o da putperestlerin taklitten başka bir dayanaklarının olmadığını göstermektedir.”659 İşte o zaman Hz. İbrahim (a.s.), sabırlı ve yumuşak huylu olmasına rağmen onları hiddetle sarsmaktan, heykel ve benzeri şeylere tapılmasına müsaade eden bozuk inançlara karşı düşmanlığını ilan etmekten başka bir yol bulamamış ve onlara: “Neye tapmış olduğunuzu görüyor musunuz? Siz

ve geçmiş atalarınız. Doğrusu onlar, benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabi müstesna, demişti.” Yani, eğer şu taptığınız şeyler gerçekten bir ilah iseler ve güçleri

varsa, haydi bakalım bana bir zarar dokundursunlar. Ben onlara düşmanım, onları takmıyor ve onları düşünmüyorum bile.660 Ya da Allah'tan başka taptıklarınız

657 es-Sabûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, c. 2, s. 383; ez-Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-Münîr, c. 10, s. 180-181. 658 es-Sabûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, c. 2, s. 383.

659 Ebu’s-Su‘ûd, İrşadi’l-Akli’s-selim ila Mezaya el-Kur’ân’il-Kerim, c. 6, s. 248. 660 İbn Kesîr, Tefsîrü’l Kur’âni’l-Âzim, c. 6, s. 146.

“benim düşmanımdır.” Ben onlara tapmıyorum. Bu anlamda ta’riz sanatı

kullanılarak, aslında onların kendilerine tapanların düşmanı olduğunu kasetmektedir. Çünkü onlara tapanlar onlardan zarar görmektedirler. Fakat bu durumu onlara ta'riz yoluyla tasvir etmiştir. Çünkü ta'riz, nasihat konusunda sarahattan daha faydalıdır. Bu kabule daha şayan olan, kendi nefsinden başladığı bir öğüt olduğunu, hissettirmek içindir.661

ٌَلَعٌاَنْدَجَوٌاَمٌُعِبَّتَنٌْلَبٌاوُلاَقٌُ هّاللهٌَلَزْنَاٌاَمٌاوُعِبَّتاٌُمُھَلٌَليٖقٌاَذِاَو وُعْدَيٌ ُناَطْيَّشلاٌ َناَكٌ ْوَلَوَاٌاَنَءاَبهاٌِهْي

ٌِباَذَعٌىهلِاٌْمُھ

ٌِري ٖعَّسلا “Kendilerine, Allah'ın indirdiğine uyun denildiği zaman, hayır, biz

babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?”662 Yüce Allah, bir önceki âyette kullarına dünya hayatında ve âhirette bahşettiği bazı nimetlerine işaret buyurarak insanların O’nun emrine tabî olmaları için sebeplerinin olduğunu vurgulamaktadır. Allah, insanları yeryüzüne yerleştirmiş onlar için nehirleri, hayvanları, ağaçları ve meyveleri yaratmıştır. Gökleri yeryüzüne korunmuş bir tavan yapmış ve göklerdeki yıldızları, bulutları, bulutlardan yağdırdığı yağmur, kar ve doluyu insanların istifadesine sunmuştur. İnsanlara buyruklarını ulaştırmak için peygamberler göndermiş, kitaplar inzal etmiştir. Şüphelerini gidermek için de açık ve gizli nimet ve lütuflar bahşetmiştir. Bütün bunlara rağmen, insanların hepsi îman etmemiş, bazıları küfür ve inadında diretmiştir. Bunlardan bazıları Allah’ın varlığı, birliği ve O'nun peygamber göndermesi hususunda bir bilgiye, bir delile veya hak bir kitaba dayanmadan tartışanlar olmuştur.663 Bu nedenle “Kendilerine, Allah'ın indirdiğine uyun denildiği

zaman, hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler.” Onların

inkâr konusunda atalarının izinden sürüklenmekten başka hiçbir delilleri yoktur. İşte dayandıkları tek delilleri budur. Ne bilgiye ne de akıl ve düşünceye dayanmayan bu tuhaf kanıtları, donmuş ve taşlaşmış taklitten başka bir şey değildir. İslâm dini, onları kurtarmak ve düşünmek için akıllarını özgür bırakmak istemiş fakat onlar bunun yerine taklidi tercih etmişlerdir. Kur'ân, onların akıllarına ışık tutmak, düşünce yapılarına hareketlilik ve uyanıklık katmaya çalıştıkça onlar, geçmişin sapkınlık ve

661 es-Sabûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, c. 2, s. 383; ez-Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-Münîr, c. 10, s. 171; 662 Lokman, 31/21.

şaşırmışlığından kurtulmayı kötümseyerek bunlara sıkıca tutunuyorlar. Daha sonra Cenâb-ı Allah, inkârî manada (yani red için) taaccüb ifade eden ironi amaçlı bir soruyla onları yermekte ve dolaylı olarak bu mesnetsiz tutumun nereye varacağına işaret etmektedir: “Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?”. Yani ey babalarının yaptıklarını kendilerine delil ve düstur edinenler; ne dersiniz, ya onlar sapmış iseler ve ve siz de onları takip ederek onların düştükleri duruma düşmüş iseniz de mi? Yani bu tutum, şiddetli bir azaba götürmek için şeytanın planlamalarından başka bir şey değilse ve sizleri de aynı akıbete götürecek olsa da aynı tutum ve davranışları sürdürmeye devam edecekmisiniz? İşte yüce Allah, eşsiz evrensel kanıtın arkasından uyarıcı ve etkin bir dokunuşla insan psikolojisini derinden sarsan bir ifadeyle işi bitirmektedir.664