• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.3. Cumhuriyetin İlanından Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde Türk Siyasetine Genel

3.5.10. Milli Nizam Partisi (MNP)

3.6.1.12 Mart Dönemi (1971-1973)

Türkiye siyasetinde < 12 Mart rejimi> diye adlandırılan dönem, 12 Mart 1971 günü Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanı beş generalin (biri amiraldir) gerçekleştirdikleri muhtıra darbesi ile başlar (Tunçay , 1997:226). Nisan 1973'te darbecilerin Orgeneral Faruk Gürler'in cumhurbaşkanlığı seçiminde safdışı bırakılması ile sona ermiştir (Tunçay,1997:227). İlk bakışta görülen parlamento çoğunluğuna sahip Başbakan Süleyman Demirel'in ve AP'nin hükümetten uzaklaştırılması ve kendilerine reformcu diyen teknokrat ve bürokratlardan

partiler üstü bir kabine kurulması. Oysa yaşananlar ve tarihe geçecekler daha başka (Tunçay, 1997:227).

En başta değiştirilmeyecek gerçek şu: Silahlı kuvvetler komutanlarının emir-komuta zincirinde verdikleri muhtıra ile başlatılan ve çok partili siyasetin (parlamentonun değil) fiilen askıya alındığı iki yıldan en az zararla çıkanların arasında AP lideri Süleyman Demirel ve partisi bulunuyor. Demirel ve partisi yıllardır karşısında yer aldıkları, 1961 Anayasası'nın özgürlükleri genişleten maddelerini değiştirme imkanına kavuşurlarken, AP'nin ekonomik ve siyasi görüşlerine şiddetle karşı çıkan ve CHP'den ayrı örgütlenmeye özen gösteren aydın işçi, öğrenci ve subay kesimi içinde dinamik muhalefet oluşturmayı başaran sosyalistleri devlet eliyle siyaset alanından uzaklaştırabiliyorlar (Tunçay, 1997:227).

Siyasetçilerin muhtıraya ilk tepkisi olumsuzdu. Demirel derhal istifa etmiş ve İnönü ordunun siyasete burnunu sokmasını şiddetle kınamıştı. Ancak çok kısa bir süre içinde her iki parti lideri daha uzlaşmacı bir tavır takındılar. Demirel partisine sakin olması uyarısında bulundu ve bekle gör tavrını benimsedi. İnönü ise, generaller tarafından göreve atanan yeni hükümetin başında, uzun yıllardır yakın ilişkide olduğu, CHP'nin sağ kanat mensubu Nihat Erim'in olacağı belli olur olamaz, bu hükümeti desteklediğini açıkladı (Zürcher, 1999:376).

Soldaki birçok kişi başlangıçta muhtırayı umutla karşılamış, onu sağcı bir hükümete karşı 1960 tipi bir darbe gibi yorumlamıştı. Kısa zamanda bunun müthiş bir yanılgı olduğu ortaya çıktı.Bu bir köktenci subaylar grubunun değil o sırada tüm dikkatlerini komünizm tehdidi hayaletine yöneltmiş olan yüksek komutanların darbesiydi (Zürcher, 1999:376).

1960 darbesi Atatürk'ün işaret ettiği demokrasi hedefinden şaşan Demokrat Parti'ye yönelmişken, 12 Mart muhtırası 1961 anayasasıyla hareket serbestliği kazanan ve TİP'le mecliste temsil edilmeyi dahi başaracak kadar güçlenmiş örgütlü sol ve yine örgütsüz sola karşı yapılmış görünmektedir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren yerini demokratik ve liberal batı olarak belirlediği için ve yine ordu, anayasanın kendisine verdiği 'vatanı ve milleti korumak' ilkesini sonuna dek uygulamaya kararlı olduğundan özellikle 1961 anayasasıyla güçlenen solun önünü kesmek ve ekonomik alanda liberalliğin ön plana çıkması için 12 Mart muhtırasını vermiş görünmektedir. Böylece 1960 darbesiyle demokrasi 12 Mart muhtırası ile de liberal ekonomi hakim kılınmak istenmiştir.

1971'de verilen 12 Mart 'Muhtıra'sı, şiddet eylemlerinin somut sonucuydu. 'Muhtıra'nın verilmesinden bir süre sonra, İsrail konsolosu öldürüldü ve bu kez, devlet şiddeti başladı. Bütün sol düşünceler, cezalandırıldı bastırıldı ve ezildi. Birbiriyle taban tabana zıt olan sol görüşler arasında bile ayrım yapılmadı (Kongar, 2000:174). Solun içinde hiçbir ayrım gözetilmemesi en azından dört nedene bağlanabilir. Birinci neden, 'gelenekçi-liberaller'in her türlü sol görüşü, komünizm ile eş görmeleridir. İkinci neden, Türkiye'de iktidara karşı olan her görüş ve eylemin tarihsel olarak, sürekli olarak komünistlikle suçlanmış olmasıdır. Örneğin, 1950'den önce CHP, DP'yi komünistlikle suçlarken, 1950'den sonra DP, CHP'ne komünist demeye başlamıştı. 1960'tan beri de Adalet Partisi, aynı suçlamayı , CHP'ye karşı özellikle bu parti sol eğilimini açıkladıktan sonra, sürdürüyordu. Üçüncü bir önemli neden, 'Muhtıra' hükümetlerini, denetim altında tutan askeri güçlerin her türlü sola, solun en ılımlısını da kapsayan biçimde karşı olmalarıdır. Böylece, bilinçli olarak bütün sol görüşler, komünizmle özdeşleştirildi. Amaç, Türkiye'de solun artık bütünüyle yok edilmesiydi. Dördüncü ve en önemli neden ise, 12 Mart'ın sınıfsal desteğinin iç ve dış sermaye grupları temsilcilerinden gelmesiydi (Kongar, 2000:174).

Doğrusu yukarıda sayılan nedenlerden ilgiye en çok mazhar olanı dördüncüsü gibi görünmektedir. Nitekim diğer nedenler, yani, siyasal partilerin birbirlerini komünistlikle suçlayıp oy peşinde koşmaları ve ordunun her türlü şeriat ve komünizm tehlikesine karşı reaksiyonu,Türk siyasetinde daha önce teşhis edilmiş olgulardı. Ancak sola karşı iç ve dış sermaye gruplarının etkisi kendini ilk kez 12 Mart muhtırasıyla göstermiştir. Muhtıra'nın AP yönetimine karşı devletçi-seçkinci bir hareket olmadığı kesindir.Nitekim Kongar'ın da belirttiği üzere Ecevit'le beraber (ortanın solu yaklaşımıyla) devletçi-seçkinci yaklaşım, Cumhuriyet Halk Partisi içinde yerini 'halkçılığa' bırakıyordu. Bu nedenle, ordunun siyasete karışması halk egemenliğine karşı bir saygısızlık olarak yorumlanmıştı. Ecevit ve arkadaşları, 'devletçi-seçkinci' yaklaşımı yadsıdıkları için, ordunun tepeden inmeci davranışı ile işbirliğine giremezlerdi. (Kongar,2000: s.175). Yine Zürcher'in de belirttiği üzere, solun bastırılmasında, ücret ve silahları ordu tarafından temin edilen sağcı sivillerin yeraltı örgütü olan 'Kontrgerillanın' da rol oynadığı gözüküyor. Bu örgüt, komünistlerin yönetime el koymaları halinde direnişi örgütlemek amacıyla kurulmuştu.Halk kontrgerillanın varlığından 20 yıl sonra Ecevit başbakanken haberdar oldu (Zürcher,1999:377)

19 Mart 1971'de Nihat Erim (1912-1980), yeni kabineyi kurmakla görevlendirildi. Erim, CHP'nin bir milletvekiliydi. Başbakan olabilmek için partisinden ayrıldı. Çünkü,

'Muhtıra' yeni hükümetin yansız olmasını öngörüyordu (Kongar, 2000:175). Erim'in CHP içinde liberal kanadın önde gelen isimlerden biri olduğu hatırlandığında ise bu yansızlık ilkesi biraz kuşkulu hale gelmektedir.Nitekim, CHP Erim hükümetini destekleme kararı alınca,'ortanın solu' akımının önderi ve partinin genel sekreteri olan Bülent Ecevit, görevinden ayrıldı.Hemen bunun ardından da bir televizyon konuşması yaparak, 12 Mart 'Muhtıra'sının, kendisinin ve arkadaşlarının savunduğu sol görüşlere karşı verildiğini öne sürdü (Kongar, 2000:175). Genel sekreter Ecevit ve arkadaşlarının muhalefetine karşı Erim hükümetinin CHP tarafından desteklenmesi Ecevit ve İnönü arasındaki temelli olmasa da düşünce farklılıklarından kaynaklanmaktaydı. Nitekim CHP içerisinde Ecevit'in ilkeli tutumu Mayıs 1972'deki heyecanlı kurultayda onun İnönü'yü parti genel başkanlığını terke zorlayıp yerine geçmesiyle ödüllendirildi. İnönü yaklaşık 50 yıl önce kuruluşuna katıldığı partiden Kasım ayında istifa etti (Zürcher,1999:379).

Erim kabinesi, anayasayı çok daha az liberal hale getirmeyi amaçlayan bazı anayasa değişiklikleri önerdi, Bu değişiklikler sağcı partilerin desteği ile Millet Meclisi'nce kabul edildi. Toplam 44 madde değiştirildi.Anayasanın 11. maddesinde belirtilen temel hak ve özgürlükleri yasayla sınırlama fırsatı yaratıldı:Üniversitelerin,radyo ve televizyon özerkliği sona erdirildi; basın özgürlüğü ve Anayasa Mahkemesi'nin yetkileri sınırlandı. Milli Güvenlik Kurulu'nun yetkileri ise, kabinenin talep etmediği konularda bağlayıcı tavsiyelerde bulunmayı içerecek şekilde genişletildi. Ayrıca, özel 'Devlet Güvenlik Mahkemeleri' kuruldu. Bu mahkemeler 1976'da kaldırılana kadar 3000'den fazla kişiyi yargılayacaktı (Zürcher,1999:378).

Bu değişikliklerin bazıları Erim'in halefi tarafından uygulamaya kondu.Cumhurbaşkanı Sunay'ın da onayıyla meclisten kendisine ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi isteyen Erim bu isteği reddedilince Nisan 1972'de istifa etmişti. Yerine Güven Partisi liderlerinden Ferit Melen geçti (Zürcher, 1999:378).

Cumhurbaşkanlığı sorununa gelince, Genelkurmay başkanı olan General Faruk Gürler (1913-1975) görevinden ayrıldı ve süresi dolmakta olan Cevdet Sunay tarafından 'Kontenjan Senatörlüğü'ne atandı. Süreç yedi yıl önce Cevdet Sunay'ın seçilişini andırıyordu.Fakat sonuç yedi yıl öncesinden değişik oldu. Meclis Faruk Gürler'e oy vermedi (Kongar,2000:178).

Partiler, bir Cumhurbaşkanının yerine (Sunay'ın durumunda olduğu gibi) bir genelkurmay başkanının kendiliğinden geçmesinin gelenek haline gelmemesi gerektiğinde birleştiler ve Gürler yenilgiye uğratıldı. Başka bir ödev bulmak epey güç oldu.15 gizli oylamadan sonra büyük partiler sonunda bir aday üzerinde uzlaşabildiler; Bu, senatör ve emekli amiral Fahri Korutürk idi. Korutürk 12 Mart darbesinden sonra yapılacak ilk serbest seçimlere yani Ekim 1973'e kadar geçici hükümeti yönetmesi için ekonomist Naim Talu'yu atadı (Zürcher,1999:379).

3.6.2.1973 Seçimleri

Seçim sonuçları pek çok kişi için beklenmedik bir olay oldu. Siyasal gözlemciler ve kamuoyu bir Adalet Partisi başarısı 450 iskemleli mecliste,CHP 185, AP ise 149 milletvekilliği kazandı. Partilerin hiçbiri salt çoğunluğu sağlayamadığı için bir ortak hükümet kurulması zorunluluğu doğmuştu (Kongar,2000:179). Ayrıca Milli Nizam Partisi'nin devamı olan Milli Selamet Partisi 48,Demokratik Parti 45 milletvekili çıkarmıştı ve her iki parti de sağ görünümlü, özellikle de dini değerlere vurgu yapan partilerdir.

Seçim uğraşı sırasında Adalet Partisi 'demokrasinin kurtarıcısı' rolünü benimsedi. Fakat demokrasi ile 12 Mart eylemi arasındaki çelişkinin bedelini, o dönemin sorumlu hükümeti olarak ağır ödedi 'Muhtıra' ile hükümetten ayrılmanın yanı sıra, bu duruma ters düşmekle beraber 'Muhtıra' sonrası siyasal uygulamanın da sorumluluğunu taşıyordu (Kongar, 2000:181).

Öte yandan Cumhuriyet Halk Partisi, yeni önderinin yönetiminde 'yenilik' kavramını seçim uğraşı sırasında büyük bir başarıyla kullandı: 'yeni Cumhuriyet Halk Partisi' 'yeni önderinin 'Yönetimi altında' yeni düzen' muştuluyordu (Kongar,2000:181). Toplumun değişen yapısı güçlü bir işçi sınıfı ve siyasal bakımdan bilinçlenmiş bir gecekondu halkı yaratmıştı. Bu grupların ileriye dönük yüksek beklentileri vardı. İşte CHP'nin kullandığı kavramlar bu gruplar için anlamlı önerilerdi. Bu gruplara ek olarak, pazar ekonomisiyle bütünleşmenin gerçekleştiği kırsal alanlardaki hızlı değişme süreci içinde yaşayanlar da CHP'nin kullandığı sol kavramlara değer verdiler (Kongar, 2000:181).