• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.3. Cumhuriyetin İlanından Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde Türk Siyasetine Genel

3.4.3. Laiklik Tartışmasında Ordu-Demokrat Parti Gerginliği

1950’den önceki yıllarda, demokrat liderler, devletin laik temelinde hiçbir esaslı değişikliğe izin vermeyeceklerini vurgulamaya çok itina gösteriyorlardı. Bu tutumları DP’yi sert şekilde eleştirmeye başlayan “Sebiluirreşat” dergisi gibilerince temsil edilen İslami akımlar tarafından hakarete uğramalarına ve daha köktenci birtakım muhalefet partilerinin kurulmasına yol açmıştı. Bu partilerin içinde en önemli olanı Millet Partisiydi (Zürcher , 1999:339). Aslında bu noktada şu tespiti yapmak mümkün görünmemektedir: CHP’nin otoriter yönetiminden bunalan halk kurulması ihtimal muhalefet partisine (DP’ye) beklentilerini gerçekleştirme yönünde iyi sinyal vermekteydi. İlk yıllarda bu sinyali almayan – alma gereği duymayan beklide – DP İslami söylemi kullanarak azalan desteğin tekrar çoğalması için dini siyasete alet edecektir.

Demokratlar din kumrunun (Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla) bürokrasiyle bütünleşmesine son vermediler. Her imam-hatip bir devlet memuru olarak kalmaya devam etti. Bununla beraber, tarikatlar gibi özel dinsel örgütlerin varlığını kabul ettiler ve hatta 1954 ve 1957 seçimlerinde nurcuların desteğini kabul etmekle bu tür örgütleri meşrulaştırmış oldular. Demokrat liderler İslam’a yönelik tavırlarıyla dinin zorunlu olarak kalkınmayla uyuşmaz olmadığını zımnen kabul etmişlerdir. Bu kabulleniş Atatürkçü doğmaları özümsemiş olan ve yönetici zümre içindeki konumlarını Batı’ya yönelik pozitivist bakış açısının temsilcileri olmalarına borçlu olan (Memurlar, Öğretmenler, Akademisyenlerin ve :Subayların dahil olduğu) eğitimli seçkinleri çoğunluğuna göre, kendi kültürel hegemonyalarını ve siyasal arenadaki ve devlet aygıtındaki tekellerini tehdit ediyordu. Bu da onların İslami kanıtlarının siyasal olmayanlarının bile dışa yansıtılmasına gösterdikleri tepkilerinin niçin neredeyse isterikçe tepkiler olduğunu açıklamaktadır. Kendini Atatürk’ün mirasının bekçisi addeden ordu içerisinde, DP’nin Kemalist Geleneklere ihanet ettiği kanısı çok güçlüydü. Bu göreceğimiz gibi, hükümetin felaketi olacaktı (Zürcher, 1999:340).

1958 yılında, Hükümet ile silahlı kuvvetler arasında bir şeyler olabileceğinin ilk işaretleri görüldü. Aralık 1957’de dokuz subay hükümete karşı bir gizli tertip hazırlamaktan dolayı tutuklandı. Tutuklanmalar 19 Ocak 1958’de halka açıklandı. Demokratlar, ordunun önde gelen subaylarının yönetimle ve bilhassa İsmet Paşa ile olan yakın ilişkilerinden dolayı orduya karşı hep güvensizlik duymuşlardı. Ama ordunun yönetim kademesinde 1950’de yapılan temizlik hareketinden sonra daha rahatlamışlardı. Gerçekten de, silahlı kuvvetlerin üst

kademesinin on yılın uzunca bir süresi boyunca seçimle gelmiş hükümete sadık kaldığı anlaşılıyor. Ancak bu durum artık 1950’lerin sonlarında bütün subayların sadık kalacağını garantilemiyordu. Bunun sebebi, NATO üyeliği ile ABD’nin silahlı kuvvetlere yaptığı para yardımının ve verdiği bilgi hizmetlerinin neden olduğu temel değişikliklerde yatmaktaydı (Zürcher, 1999:347).

3.5. 12 Mart 1971 İhtilaline Giden Süreçte Siyasetin Durumu

3.5.1. 27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesi

Türk halkı, 27 Mayıs 1960 sabahı saat üçte askeri bir darbe olduğunu radyodan Albay Alparslan Türkeş tarafından okunan bildiri yayınlandığında öğrendi. Bildiri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin “kardeş kavgasına yer vermemek” ve “demokrasiyi içine düştüğü buhrandan” kurtarmak maksadıyla ülke yönetimine el koyduğu duyuruyordu. Bildiri darbenin yansızlığını önemle vurgulamaktaydı (Zürcher,1999:351). Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nda bir grup albay ve daha alt rütbeli subayların gerçekleştirdiği 29 Mayıs 1960 Darbesi, Demokrat Parti yönetimine ve parlamentoya olduğu kadar ordu hiyerarşisine karşı yapıldığı için sonrakilerden (12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980) farklı anlam taşımaktadır (Tunçay, 1997:192).

Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs’ta hükümete el koymasının gerekçelerini üç ana temele dayandırıyordu. Birinci gerekçe, Demokrat Parti’nin demokrasiden sapmış olmasıydı. İkinci gerekçe, Demokrat Parti’nin kendi yandaşlarına değişik ve ayrıcalıklı işlem yaparak halkı ikiye bölmesiydi. Üçüncü gerekçe ise Demokrat Parti’nin Atatürk devrimlerinden ödünler vermesi ileri sürülmüştür. (Özbudun, 1966 Aktaran : Kongar , 2000:156). Demokrasiyi genişletmek iddiasıyla iktidara gelen bir partinin (DP) yönetiminden askeri bir müdahale ile uzaklaştırılması ilk olacak ama son olmayacaktır. Bundan sonraki iki darbede de (1971 ve 1980) yukarıdaki gerekçelerden özellikle demokrasiden sapmış olmak ordu tarafından gerekçe olarak kullanılacaktır.

Askeri eylemin birinci sorunu yönetime el koyma işlemi başarıyla sonuçlandıktan sonra, bir önder bulmaktı. 27 Mayıs’ta önce bir mektup yazarak Demokrat Parti iktidarını demokratik olmayan tutumlarından dolayı uyaran eski Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal

Gürsel (1895 – 1966) olaya etkin olarak katılmasına karşın önderliğe getirildi. (Ulay 1968, Aktaran, Kongar, 2000: s, 156). Darbeyi gerçekleştiren subayların isimleri uzun zaman açıklanmadı. Çünkü, Ankara’da bulunan subayların hemen hepsi eyleme katılmışlar ve daha sonra da yönetimi bir süre elinde bulunduran komite’nin üyeleri olarak çalışmalardı. En sonunda, büyük bir kargaşalık içinde 38 subayın adı “Milli Birlik Komitesi” üyeleri olarak saptanabildi (Erkanlı, 1972 Aktaran Kongar. 2000:156).

MBK o sırada 38 subaydan oluşuyordu (biri Eylül’de öldü ve yerine bir başkası alınmadı). Görünüşte Cemal Gürsel cuntanın lideriydi. Ama gerçekte, devlet başkanının yardımcısı olan Başbakanlık Müsteşarı olan Albay Alparslan Türkeş MBK’nin önceleri en nüfuslu üyesiydi. Kıbrıslı bir Türk olan Türkeş, çoğu meslektaşlarından çok daha bilgili ve İngilizceye mükemmel hakim karizmatik bir şahsiyetti. Halk tarafından pek yaygın şekilde tanınmıyordu, ama 15 yıl önce İkinci Dünya Savaşı sonunda biraz kötü ün kazanmıştı. O tarihte, Pantürkizm’e, muhtemelen Nazilere, duyduğu yakınlıktan dolayı suçlanmış, sonradan aklanmıştı. MBK içerisinde, siyasal sistemde köklü bir reform isteyen ve siyasal partilere hiçbir itimadı olmayan köktenci kanadın temsilcisiydi (Zürcher, 1999:353).

Ordu, başından beri, basit bir hükümet değişikliğiyle yetinmemek gerektiğine inanıyordu. Darbenin yapıldığı gün İstanbul Üniversitesi’nden rektör Sıdık Sami Onar başkanlığında beş hukuk profesörü Ankara’ya getirildi ve kendilerine anayasa hazırlama görevi verildi. Bu profesörler ertesi gün,modern bir fetvaya benzetilen, bir bildiri yayınladılar. Bu bildiride profesörler, DP hükümetinin (özellikle de Tahkikat Komisyonlarını kurduğu için) anayasaya aykırı davranmış olduğu ve bu yüzden meşruluğunu yitirdiği gerekçesiyle askeri müdahaleyi halkı gösteriyordu. Bu yorum MBK tarafından kabul görünce, ordu Demokrat Parti’yi doğrudan karşısına almış oldu ve ordunun partiler üstü olma iddiası son buldu 31 Ağustos’ta DP’nin çalışmaları durduruldu ve 29 Eylül’de parti kapatıldı (Zürcher,1999:353). Öncelikle belirtilmelidir ki, 1960 darbesi ülkede realizmin demokratikleşmesi yönünde 1946’da açılan yolu genişletmiştir. Darbe sonucu hazırlanan anayasayla “sol” düşünce başka hiçbir zaman bulamayacağı bir hareket serbestliğine kavuşmuştur.

Darbe başarıyla gerçekleştirilince Hükümet üyeleri ve Demokrat Parti Milletvekilleri tutuklandılar. Baskı önlemlerinin alınmasında Demokrat Parti iktidarı ile işbirliği içinde olan yüksek düzeydeki kimi sivil ve askeri kişilerde (sayıları çok az olmakla birlikte) bunlara eklendi. Tutuklananların yargılanmalar için yassı ada da “Yüksek Adalet Divanı” adı altında

özel bir mahkeme kuruldu.Devrilen iktidara karşı, bu mahkemede on dokuz dava açıldı (Gürsoy, 1971 Aktaran : Kongar 2000:157). Davaların sonunda Demokrat Parti önderlerinden on beşi için ölüm cezası verildi. Milli Birlik Komitesi mahkemenin oybirliğiyle ile verdiği üç ölüm cezasını onayladı. Hakkında oy birliği ile ölüm cezası verilen dördüncü kişi, Celal Bayar, yaşlılık nedeniyle bağışlandı. Eski Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu (1910 – 1961) ile eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan (1975 – 1961), 16 Eylül 1961’de asıldılar. Eski Başbakan Adnan Menderes de, kendini öldürme girişiminden sonra 17 Eylül ‘de idam edildi (Kongar, 2000:157).