• Sonuç bulunamadı

3. Devletin Özgürlüklerin Sınırlandırılmasında Dikkat Etmesi Gereken Temel

1.3 Maddi ve Manevi Varlığını Korumak

Çalışmamızın bu başlığı altında insan onuru kavramıyla kişinin maddî ve manevî varlığı ifadesi birlikte ele alınacaktır. Bunun sebebi iki kavram arasında fark bulunmadığı bilakis birbirleriyle zorunlu ve doğal bir ilişkinin var olmasındandır. Nitekim 1982 Anayasasının başlangıç bölümünde de her iki ifadenin birlikte kullanıldığı görülmektedir (Her Türk vatandaşının ….onurlu bir hayat sürdürme ve

159 maddî ve manevî…). Genel kişilik hakkı (kanaatimizce bu ifade maddi/manevi

kişiliği karşılamaktadır) dinamik olarak nitelendirilirken, insan onuru statik olarak değerlendirilmektedir (Gören, 1992: 174)5

. Kişiliği geliştirme ilkesini özellikle insan onurunu koruma ilkesi çerçevesinde değerlendirmek gerekir (BVerfGE 35, 399). Ancak bu şekilde bir yaklaşımla insan onurunun 82 Anayasasının tüm maddelerini kapsayan/etkileyen bir hüküm oluşturduğu fikri kabul edilebilir. O halde insan onuru hukuksal açıdan genel eylem özgürlüğü sağlayan bağımsız bir temel haktır. (Gören,1992:174).

Anayasasının başlangıç bölümünde yer alan “Her Türk vatandaşının …onurlu

bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu…” hükmüyle (Gören,1992: 179) 17. maddesindeki

“maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkı” ve 5. maddesinde yer alan “devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı düzenlemeler, devlete olumlu edimde bulunma yönünden pozitif bir yükümlülük getirmektedir. Bu tür olumlu edim gerektiren hakların Anayasada yer alması bireye yargı yoluna başvurma hakkı (sübjektif kamu hakkı) vermez. Bu tür düzenlemeler bireye ve kanun uygulayıcılarına hak arama/tespit etme yönünden bir yetki tanımamakta ve fakat kanun koyucuya yönelik siyasal nitelikte direktifler veren hükümler olarak kabul edilmektedirler. Gören, 1982 Anayasasının başlangıç ve 17. maddesinde belirtilen düzenlemelere aykırı bir durumla karşılaşan vatandaşın, hukuk yoluna, Federal Almanya‟da yürürlükte olan “anayasal şikayet” müessesine benzer bir uygulama aracılığıyla başvuramaması eksikliğinin, “anayasal şikayet” mekanizmasına benzer bir düzenlemenin Türk hukuk sistemine kazandırılmasıyla çözüleceğini ifade etmektedir (Gören, 1992: 179-180). Gören‟in ifade ettiği anayasal şikayet mekanizması (Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu), 12 Eylül 2010 tarihli referandum sonucunda, 6216 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile Anayasanın 148. maddesinde yer almıştır.

5

160

İnsan onuru ahlaki bir değerdir. Anayasada düzenlenmiş olması insan onurunun hukuki bir değere yükseltildiğini gösterir. Bu sebeple devletin bireyin onurunu savunmak ve imkânları çerçevesinde onu korumak gibi pozitif bir yükümlülüğü vardır. Anayasa Mahkemesi (AYM) "insan onuru" kavramını6

, kişinin hangi durumda bulunursa bulunsun insan olmasından ötürü kazandığı değer(ler)in tanınması ve sayılması olarak tanımlamış, insan haysiyeti değerinden daha aşağı düşünce ve davranışın buna muhatap olan kişiyi insan olmaktan çıkaracağını belirtmiştir7

. Bireyin onuru ve maddi/manevi gelişimi kendisini ilgilendirir. Bu düşünce artık kısmi olarak doğrudur ve hemen hemen tüm pozitif hukuk sistemleri tarafından kabul görmektedir. Buradaki kısmilik, bireyin günümüz koşullarında yaşamış olduğu toplumun diğer bireylerini de etkileyecek karar ve eylemlerde bulunma zorunluluğunu göstermek amacıyla kullanılmıştır. Nitekim 1982 Anayasası da tıpkı Alman Anayasası gibi bireyin kişilik haklarına ve değerlerine karışmadan, bireyi bulunduğu topluma ait ve bağlı olması anlamında bir birey-toplum ilişkisi modelini benimsemiştir. Federal Almanya Anayasa Mahkemesi‟nin kararındaki şu ifadeler, bireyin toplumsal hayat içerisinde yaşayacağı süreci çok güzel ifade etmektedir: “Birey eylem özgürlüğüne, kanun koyucu tarafından sosyal yaşamı

geliştirmek ve desteklemek için o günün koşullarına göre katlanabilirlik ölçüsünde ve bireyin bağımsızlığının korunması koşuluyla konulacak sınırları hoş görmek zorundadır” (Gören, 1992: 168).

1982 Anayasasının başlangıç ve 17. maddesinde zikredilen maddi/manevi kişiliği geliştirme temel hakkı, anayasanın diğer maddelerinde yer alan ve bireyi ilgilendiren tüm hakların temelini oluşturmaktadır. Anayasanın 17. maddesinde düzenlenen “maddi ve manevi kişiliği geliştirme hakkının” sınırlandırılması için özel sınırlandırma sebepleri belirlenmemiştir. Bu hakkın sınırlandırılması için de Anayasanın 13. maddesindeki genel sınırlandırma ilkeleri kabul edilecektir. Anayasada yer alan her hakkın merkezinde (çekirdeğinde) insan onuru bulunduğundan, sınırlandırmalar da bu temel yapıtaşına/çekirdeğe dokunmamak gerekir. Hatta öyle ki bu çekirdek (insan onuru), Anayasanın 13. maddesindeki genel

6 Mahkeme kararında insan haysiyeti şeklinde yer alan kavram, anlam karmaşasına neden olmamak amacıyla çalışmamızda insan onuru olarak yer almıştır.

7

161

sınırlandırma ilkeleriyle de zedelenemez (Gören, 1992: 174-175). O halde bireyin maddi ve manevi kişiliğini geliştirme hakkını kullanabilmesi anayasada yer alan tüm haklarının (yaşam, eğitim, din ve vicdan, düşünce özgürlüğü vb.) korunması ve yasal dayanaktan yoksun bir şekilde sınırlandırılmamasıyla mümkündür. İnsan onuru da tüm bu hakların çekirdeğinde/merkezinde olduğundan bireyin maddi ve manevi kişiliğini geliştirme hakkını sınırsız yaşamasının birinci koşulu, bireyin insanlık onuruna müdahale edilmemesidir. Öyle ki 1982 Anayasasının 13. maddesindeki genel kısıtlamalardan bile insanlık onuru etkilenmemelidir. Ancak bu şekilde birey anayasada ifade bulan “maddi ve manevi kişiliğini “ geliştirebilir. Bu çerçevede insan onuru kavramının anayasada tekrardan ele alınmasında fayda olduğunu düşünüyoruz. Bu düşüncemizin sebepleri ise Gören‟in8

a) Bireyin maddi ve manevi kişiliğinin gelişmesinde ve diğer haklarının kullanılmasında hayati öneme sahip insan onuru olgusunun, tıpkı Federal Almanya Anayasasında olduğu gibi anayasanın değiştirilemez hükümleri arasına eklenmesi düşüncesine katılıyoruz9; b) Eğer yasa

koyucu tarafından temel hakların sınırlandırılmasında genel kısıtlama sebepleri belirlenecekse, zedelenmesi halinde bireyin tüm haklarının yok hükmüne düşeceği

kabul edilen hayati öneme sahip bir olgunun, tıpkı “özüne dokunmama” ilkesi gibi bireyin haklarının kullanımının sınırını oluşturması gerekir. Diğer bir ifadeyle insan onuruna dokunmama ilkesinin anayasanın 13. maddesindeki genel sınırlandırma ilkeleri arasında sayılması gerektiği kanaatindeyiz.

Benzer Belgeler