• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: YUVAMIZ DERGİSİNDEN TÜRLERE GÖRE SEÇİLMİŞ

4.1.13. Makale örnekleri

Atatürk konusu varken Kasım ayında başka bir konuya değinmem düşünülemez. Ölümünün 48. Yıldönümünde O’nu saygı ve hayranlıkla anmak bir insanlık borcu. Birkaç yıl önce O’nun bir fotoğrafının altına yine bir Kasım ayında şöyle bir ikilik düşmüştüm:

“Durmadan ilerleyen altın çağsın. Gönüllerdesin, ölmedin, sağsın.”

O artık bir fikirler topluluğunun bir simgesi olup çıkmıştır. O bakımdan ölmemiş, ölmeyecektir. Atatürk, Atatürkçülük olup çıkmıştır artık.

O’nun bazı sözlerini buraya aktarmakla iyi bir iş yaptığıma inanıyorum.

- Küçük hesaplar peşinde koşup toplumun birlik ve beraberlik konularını hiçe sayanlara:

“…Büyük işlerin, önemli teşebbüslerin, ancak ortak çalışma ile temini kabildir.” - Sırası geldiğinde öğretmenden çok şeyler bekleyen, ancak öğretmene bir şey vermek istemeyen toplumlara:

“…Dünyanın her tarafında öğretmenler toplumun en fedakâr ve en muhterem insanlarıdır.”

- Ben kendi işime, kendi hesabıma bakarım. Benim için Mekke de bir, Kudüs de bir, diyenlere:

“…Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlerin şikârıdır.”

cezalandırdığını söyleyecek kadar hurafe zihniyet taşıyan vaizlere:

“…Hurafelere bağlılık, milletleri uyandırmaktan alıkoyan en ağır bir kâbustur.” - Birçok gerçekleri halktan saklamanın neticede halkın yararına olacağını savunup günlük politikalarını sürdürmek isteyenlere:

“…Halkı umumi ahvalden haberdar etmek son derece önemlidir.”

-Yarının analarının birkaç kalıplaşmış bilgi ile yetiştirilmesinin yeterli olabileceğini savunan ya da bu inançta olanlar için:

“…Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri güzide evlatlar sayesinde olmuştur.”

- Sanata değer vermeyen, sanatçının kadrini bilmeyenlere:

“…Bir millet sanat ve sanatkardan mahrumsa, tam bir hayata malik değildir.”

2. YASAL MÜCADELENİN TATLI MEYVELERİ

Batı Trakya Müslüman Türk azınlığı, son zamanlarda en kötü şartlar altında en mutlu ve umutlu günlerini yaşıyor.

Bundan üç- beş yıl öncesine kadar her hangi bir yabancı yayın organında kendisi hakkında iç sahifelerde birkaç satır yazı yazıldı diye, büyük bir olay olmuşçasına mutluluk duyan toplumumuz insanı artık, dünyaca ünlü yayın organlarının birinci sahife manşetlerinde yer alıyor.

Bunun dışında, yakın geçmişe kadar, Batı Trakya’da ezilen, haksızlıklara uğrayan, ayırımlara maruz kalan bir azınlık toplumunun varlığından bile habersiz olan uluslararası kurum, kuruluş ve yabancı ülke yöneticileri bugün, bu azınlığın varlığını ve sorunlarının büyük bir kısmını bildikleri gibi, bu bilgilerini açıkça söylemekten ve ülkemiz yöneticilerinin dikkatlerini çekmekten de geri kalmıyorlar.

Yakın zamana kadar en yakınlarımızı dahi Bat Trakya’ya getirerek sorunlarımızı ve yaşantımızı yerinde görmeleri için ikna etmeğe muvaffak olamazken bugün, dünyanın ta öbür ucundan, Amerika’dan, İskandinavya’dan gözlemciler aramıza gelmekte ve ülkelerine döndüklerinde gördüklerini tüm ayrıntılarıyla hükümetlerine ve bağlı bulundukları kuruluşlarına rapor etmektedirler.

İşte bu gözlemlerin sonucudur ki Avrupa Güvenlik ve İşbirliği (AGİK) toplantılarında yabancı delegeler toplumumuz yaşantısından söz ederek ve belgeleri konuşturarak ülkemiz yöneticilerini, bu ayırım ve haksızlıklar politikasını izledikleri için sıkıştırmaktadırlar.

İşte bu gözlemler sonucudur ki, ülkemizin de imzasıyla tanıdığı Helsinki izleme komitesi adına Helsinki Watch adına “Yunanistan’da Etnik Kimliğin İmhası” başlıklı 40- 50 sahifelik kitap- raporlar hazırlanmakta ve tüm dünyaya toplumumuzun yaşantısı en canlı ve inkâr kabul etmez bir biçimde sergilenmektedir.

İşte bu gözlemler sonucudur ki, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığının yıllık raporunda Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının yaşantısına geniş yer ayrılmakta ve pek çok sorunlarımız, maruz kaldığımız haksızlıklar ve ayırımlara yer verilmektedir. “Gizli gebe kalan aşikâre doğurur” misali, yıllarca sürdürülen ayırımcı ve eşitsizlikler politikasının açığa çıkmasından fevkalade şaşkına dönen ülkemiz yöneticileri, bu rezaletlerin ört- bas edilmesi için hangi dala tutunacaklarını şaşırmış durumdalar.

Bu şaşkınlıkların doğal sonucu olarak da hataları örtmek isterken de hata üstüne hata yapıyorlar.

Azınlık insanının yüzde doksanından fazlasının yaşadığı Rodop ve Ksanthi illerindeki seçilmiş müftülerin ABD Raporu hakkındaki görüşlerini almak yerine Dimetoka’da kendi kuklaları olan ve kendinden başka kimseyi temsil etmeyen bir Muammer Çıfıt’ı televizyonlara çıkararak “azınlığın sesi” gibi göstermeye çalışıyorlar.

İlimizde yaklaşık kırk bin azınlık oyu pazarından nasibine kendi bölgesinde sadece YEDİ oy düşen bir Yaşar Halil’i televizyon ve yayın organlarına çıkararak “Azınlık bile bu Rapora karşı çıktı” demeye gelen sözleri defalarca söyletirken, 120 bin kişilik azınlık toplumunun hakiki sesi ve temsilcisi olan bağımsız milletvekillerimizin varlığını adeta unutuyorlar.

Bütün bu şaşkınlık alameti girişimleri ile de, akılları sıra hem ülke kamuoyuna hem de yabancı ülke temsilcileriyle insan hakları üzerinde hassas uluslar arası kuruluşları yanıltabileceklerini sanıyorlar.

Ancak, inancımız odur ki, kendilerinin de çok iyi bildikleri gibi, “Güneş balçıkla sıvanmaz”. O yabancı devlet adamları ve kuruluş temsilcileri her şeyden önce kendi gözlemlerine inanırlar; daha sonra da yedi oyluk gücü bilinen bir Yaşar veya kendinden başka kimseyi temsil etmeyen bir Muammer yerine, Batı Trakya Müslüman Türk topluluğunun gerçek sesi ve temsilcisi olan bağımsız milletvekillerinin ve seçilmiş müftülerinin görüş ve düşüncelerine itibar gösterirler.

Onun için de dost ve müttefikleri olan ülkemiz yöneticilerini üzmek pahasına, yayınladıkları raporlarından Batı Trakya’daki gerçek yaşantıyı, baskı, haksızlık ve ayırımları dile getirirler.

Onun için de Başbakan Sayın Miçotakis’e telgraf çekerek Bağımsız Milletvekillerimizin dokunulmazlıklarının kaldırılmaması için talepte bulunurlar. Bugünlere gelinilmesi elbette kolay olmadı. Yabancı yayın organlarında birkaç sıra yazı yazılmasından ABD Raporlarında hatırı sayılır yer almak için elbette büyük ve durmak bilmeyen yasal mücadeleler verildi.

Yılların birikimi olan yasal toplum mücadelemizin meyvelerini toplamaya başladığımız bugünlerde, başta Bağımsız Milletvekillerimiz olmak üzere, bugünlere ulaşmamızda katkıları bulunan adlı veya adsız tüm toplum kahramanlarına ve mücahitlerine burada okurlarımız adına sonsuz şükran duygularımızı belirtmek istiyor ve şuna inanıyoruz: Birlik- beraberlik içinde verilen yasal mücadeleden Batı Trakya Müslüman Türk toplumu mutlaka kazançlı çıkacaktır!

3. ATATÜRK VE LAİKLİK İLKESİ

Büyük Atatürk’ün, laiklik ilkesini getirmekle Devletine, Milletine ne denli iyilikte bulunduğunu zaman geçtikçe TÜRKLÜK daha güzel anlayacak, daha güzel değerlendirecek. Laikliğin “Din düşmanlığı” olmadığını, bilakis “Vicdan hürriyeti” olduğunu kabul etmeyen tek bir Türk dahi kalmayacaktır.

Atatürk, laiklik ile din ve devlet işlerini birbiriden ayırmıştır. Türk tarihinin bütün safhalarını inceleyerek, yapılan hataları objektif bir bakışla birer birer tesbit ederek altını çizmiş ve eski imparatorluk enkazının üzerine yeni, modern Türkiye

Cumhuriyeti’nin temellerini çok sağlam esaslar üzerine oturtarak sonsuza kadar

varlığını sürdürecek güçlü bir devlet kurmuştur.

Osmanlı tarihinde, dinin devlet işlerine karışması zaman zaman hatalı olmuş, bazı fetvalar Türk Cihan İmparatorluğu’nun gerilemesine sebebiyet vermiş, ilerlemesine bir engel teşkil etmiştir. Matbaa bir fetva yüzünden, Batı’dan asırlarca sonra Türk yurduna girebilmiş. Bu durum aydınların kalbini incitmiş, Türklüğü mutazarrır etmiştir. Batı, ilimde- fende fersah fersah ilerlerken halkımız tekkelere- zaviyelere çekilmiştir. “Bir hırka, bir lokma” felsefesini, içimize giren münafıklar- gayr-i Müslimler atmış, milletimizi geri bırakmak için ellerinden ne gelirse yapmışlardır. Fütuhat Devri’nde Padişah, Şeyhülislam’dan çok mühim bir fetva istemişti. İlerici

uygulamalar getirecek bu fetva hakkında Şeyhülislam hiç düşünmeden red cevabını verir ve Padişah planını uygulayamaz. İlerici Padişah elbette ölümüne dek buruk bir acı içinde yaşamak mecburiyetinde kalır.

Bir zamanlar nur yüzlü hocalar, Ak Şemsettinler, Molla Güraniler ışıktı Türk Milletine… İbni Sinalar, Ali Kuşçular gibi ilim ve fen adamlarımız birer meşaleydiler… Lakin sonraları içimize giren eller, bizi uyuttular… Hurafeler örümcek ağı gibi beyinleri ördü… Çağın gerisinde kalındı. Asla dini bilgisi olmayan kişiler başlarına kocaman birer sarık sardılar, kendilerine Hoca, Molla, Şeyh, Derviş… süsü verdiler ve gerçek hocalarda onların arasında kayboldular. İşte bu bilgisiz kişileri sezmiş olan bir şair bakınız onları ne güzel dile getiriyor:

“Hırka vü taç ile zahid kerem et sikleti ko Âdeme cübbe vü destar keramet mi verir” Bugünkü Türkçemizle anlamı şöyledir:

“Ey zahid, başındaki kocaman sarığa ve sırtındaki cübbeye güvenme?...

Benzer Belgeler