• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: YUVAMIZ DERGİSİNDEN TÜRLERE GÖRE SEÇİLMİŞ

4.1.3. Belge örnekleri

Uliça Ferdinant No.17 SOFYA

(Gayet mahremdir ve yalnız zata mahsustur) Muhterem efendim,

MÜSLÜMAN-TÜRK aleminin bekasının ilanihaye hür ve müreffeh bir tarzda idamesi zımnında; devlet-i tiyye’ce ve “bab-ı meşühad”ça bilimum muhasım müstevliye karşı ilan edilen “cihad-ı ekber”i öğrendik. Bu azim durum karşısında Garbi Trakya’daki binlerce on binlerce “evlad-ı fatihan” çocukları “cihad-ı ekber”e icabet edememenin ve müstevliye karşı da cephelerde fiilen harp edemeyişin tevlit ettiği vahim bir manevi ızdırap; ve gayet ciddi bir infial içerisindedir. Malumunuz olduğu veçhiyle bizler de başka “müstevli hâkimiyeti”ndeyiz.

Bütün bu vahim ve elim durumlara rağmen; biz “evlad-ı fatihan ahfadı” devlet-i aliyyemize imkanlarımız nisbetinde kadın-erkek ve ihtiyar-genç acilen muavenette bulunmak için “karar” aldık… Evlatlarımızın kafileler halinde Şarki Trakya’ya geçmeleri ve “İmparatorluk Ordusu”na acilen ilhak ve iltihak etmelerinin imkansızlığını sizler ve zat-ı aliyye’mize elyevm yalnız “maddi muavenet”te

bulunabileceğimizi vahim bir üzüntüyle ifade etmek istiyorum. Zira, arzuyu umumiyemiz, “cihad-ı ekber”e fiilen iştirak etmek idi.

Muhterem efendim,

Kısa süre evvel, bilhassa Garbi Trakya’da yalnız,”ülema-yı benam” arasında oluşturmuş olduğumuz gayet ha’fi bir “ilane-i milliye komisyonu”nca beldemizden 5 bin reşad altın teberru toplanmıştır. Balkan harbi faciasının tevlid etmiş olduğu namütenahi mahrumiyete rağmen; bütün “evlad-ı fatihan ahvadı” fakru zaruret içersinde bulunduğu halde; pek çok nişanlı kızlarımız ve yeni evli gelinlerimiz en “nadide ziynet”lerini sür’atle paraya tahvil etmiştir. Hatta köylerdeki fakir çobanlar dahi ellerindeki birkaç hayvanı satarak “cihad-ı ekber”e maddi muavenette bulunmakla hakiki bir “hamiyyeti milliye” örneği olmuşlardır. Gönül arzu ederdi ki, en fakirimiz bu durum karşısında bir “karun” olsun ve bütün “hazine”lerini de “devlet-i kaliyye”ye teberru etsin… Heyhat, heyhat!...

Pek muhterem efendim,

Belde halkımızdan toplanan 5 bin reşad altınızat-ı alilerinize elyevm Egridere müftüsü Hasan Fehbi Efendivasıtasıyla gönderiyorum. Her’an “devlet-i aliyye”nin alacağı bilimum “mutasavver karar”lara ve herhangi bir emrinizedaima muntazırım. Cenab-ı Hak, acilen “kahhar sıfatı”nı bütün müstevlilerin üzerinde tecelli ettirsin… Âmin, âmin!..

Naciz şahsım ve bilumum Garbi Trakya’daki “evld-ı fatihan ahvad”ı adına en samimi selamlarımı arz ederim.

Gümülcine ülema ve eşrafından: Hafız Ali Galip

 Gümülcine Ülema ve Eşrafından Hafız Ali Galip Beyefendi 29/ Teşrinsani/ 1330

SOFYA (Zata mahsus mahremdir) Muhterem hocam,

Bir süre evvel, elyevm Egridere müftüsü Hasan Fehbi Efendi 2-3 fedaisiyle sefarethaneye teşrif ettiler. Tarafınızdan gönderilen 5 bin altın reşadla adeta “tarihi vesaiki” haiz pek değerli mektubunuzu aldım. Cihad-ı ekber lehinde sizlerin ve belde

halkının göstermiş olduğu samimi gayretten son derece mütehassis oldum. Durumu ayrıca sefirimiz Ali Fethi beyefendiye deintikal ettirdiğimde gayet mütehayyirane ve içten gelen birsevinç iştiyakiyle göz yaşlarını tutamadı… Keza bendenizde…

Muhterem hocam,

Sizlerin gayet hamiyyetperverane gayretleri ve son derece de cesaret-i medeniyye ile meşbu oluşunuz daha yıllarca evvel, tarafımızdan bilinmektedir. Mektubunuzda ifade etmiş olduğunuz “karun zenginliği” filvaki bazı ahvalde bir “güç” ifade ediyorsada;haddizatında “manevi zenginlik” diğer zahiri zenginliğinkat kat fevkindedir. Şu husus olduça vazıh bir gerçektirki, sizlerin hamiyyetperverane ve vatanperverane gayretleriyle Garbi Trakya’lı kardeşlerimizin toplamış oldukları 5 bin reşad altın, mevcut bütün “karun hazineleri” nin fevkindedir. Elyevm, eğer, “sine-i millet”teki “mütekeb bir karun”lar da bir nebze “vicdan” varsa; bu durum karşısında utanmalıdırlar.

Şuna emin olunuz ki, sizlerin nezdinde bilumum Garbi Trakya’lıların taşımakta olduğu mümtaz hasletler milletimizin diğer cüz’itamlarında var olduğu sürece; bu millet muhasımlarının karşısında daima namağlup ve muzaffer olacaktır. Bu itibarla Garbi Trakya Türkleri “muhteşem tarih”imizde fevkalade mümtaz bir mevki işgal edecekleri tabiidir.. Zira, Garb-i Trakya Türkleri “muhteşem tarih” imizde fevkalade mümtaz bir mevki işgal edecekleri tabiidir... Zira, Garbi Trakya Türkleri, bu teberru vesilesiyle “devlet-i aliyye”ye ne nisbette metbu olduklarını gayet vazıh bir tarzda tevsik etmişlerdir.

Muhterem hocam,

Atide herhangi bir vesile hasıl olduğunda; sizlerle yakinen görüşmek ve Garbi Trakya ile Rumeli’yi Şarki mevzularında istişare etmek arzusundayım. Zira, Balkan’ların bilhassa “yakın ati”sinde müstakar bir “devlet siyaseti” görülmemektedir. Balkan’lardaki Türklüğün müstakar şartlarda bekasının idamesini temin etmek her birimizin “vazife-i asli”sidir. Bu bakımdan; sizlere atide bugünkünden çok daha fevkalade “vazife-i milli”nin tevdi edileceği tabiidir. Bu itibarla şahsınıza karşı her’an muhtelif unsurlarca yapılması muhtemel menfi faaliyet, meş’um suikası vs.’den masun kalmak için, daima müteyakkız olmanız elzemdir.

milliyetperver unsurlara gıyabi olarak en samimi sevgi ve hürmetlerimi arz ederim. Ataşemiliter: Mustafa Kemal

4.1.4. Bilmecelere örnekler

1. KİBRİT

Saat 11’i çalarken karakolda, komiser Atıf, baş komiser Erol ve sanık Suat Ateş vardı.

Baş komiser Erol, “Devam et” dedi.

Suat Ateş anlatmaya başladı: “Ali Rıza’nın kayıkhanesinde saat 10:30 sıralarında Celal’le beraberdim.” Diyen Suat Ateş, dudaklarını ısırdıktan sonra sözüne devam etti: “Bir alacak yüzünden kavga etmeye başladık ve beni suya yuvarladı. Celal yüzme bilmediği için ben sandalıma kadar yüzüp, onun çekip gitmesini bekledim. O gittikten sonra tekrar sahile yüzüp takımlarımı aldım ve sandala binip balığa çıktım.” “Bu elbiselerle mi?”

“Evet, döndüğüm vakit hava karanlıktı. Kayıkhaneye giden yolda ayağıma Celal’in cesedi takıldı.”

Komiser Atıf: “Hava karanlıksa ayağına takılanın Celal’in cesedi olduğunu nasıl anladın?” diye sordu.

Suat Ateş: “Kibrit çakıp baktım.” Deyip cebinden bir kutu kibrit çıkardı. Baş komiser: “Suya düştüğün vakit kibritler cebinde miydi?” diye sordu. “Evet”.

“Yalan söylediğin anlaşılıyor. Ger döndüğün vakit kibritler daha kurumamıştı. Yaş kibritte yanmaz.”

“Kibritleri elbisemle beraber güneşte kurutmuştum”.

Baş komiser Erol: “Cesedin yanında yanmış kibrit bulunmamıştı” dedi. “Yaktığım kibritleri cebime koymuştum. Bakın hala cebimde.”

Baş komiser tavana baktı, sonra: “Bu adam yalan söylüyor. Atın cezaevine.” Dedi. Suat Ateş’in yalan söylediği nereden belli? Anladınız mı?

CEVAP: Kibritler bir kere ıslandıktan sonra kurutulsalar dahi yanmazlar. Suat Ateş’in yalan söylediği buradan anlaşılıyor.

2. YALANCI

Küçük Ali daha henüz kalkmamıştı. O gün misafirliğe gideceklerdi. Annesi Ali’nin çiviye asılı pantolonunu aldı. Ütülemeye başladı. Birden ceplerinden birisindeki şişkinlik kadıncağızın dikkatini çekti. Elini soktu. Anne elini cepten çıkardığı zaman, avucunda üç tane kâğıt para vardı. Bunlar üç tane beşer yüz drahmilikti. Anne, çok üzüldü ve merakla:

“Ali, bu paraları nerden bulmuş? Dedi.

Az sonra baba da aşağıya gelmişti. Anne, durumu ona anlattı. Sonra, daha fazla merakta kalmamak için Ali’yi uyandırmaya karar verdiler.

Kahvaltı masasının başında toplanıncaya kadar ona hiçbir şey söylemediler. Söze baba başladı:

“Ali”, dedi. “Annen senin pantolonunun cebinde bin beş yüz drahmi bulmuş. Bu paraları sen nerden ele geçirdin?”

Ali, bir kova soğuk su altında kalmış gibi irkildi… Kekelemeye başladı. Sonra: “Şey,” diye savunmaya geçti, “o paralar benim. Biriktirdim. Biriktirdim ya… Günlerden beri hiç harcamıyordum. Biriktirip sakladım.

Babası kaşlarını çatıp:

“Nereye saklıyordun?” diye bağırdı. Ali çevresine bakındı. Yanında, içinde kalın kalın kitaplar olan bir kitaplık vardı. Ali, kitapları görünce sevindi:

“Buraya babacığım,” dedi, “işte şu kalın kitabın içine saklıyordum. O kitabın içinde, yedi ile sekizinci sayfa arasına koyardım paralarımı.”

Anne atıldı:

“Niçin yedi ile sekiz arasına?”

“Tabii annecim, bak kitap kalın, sayfaların arasında aramak zor. Kaybolabilir. Onun için ezberlediğim bu iki sayfa arasına koyardım. Hiç unutmazdım ve kaybetmezdim.”

Baba sofradan fırladı: “Sen yalancısın”, dedi.

Uzanıp kitabı aldı. Tekrar bağırdı:

“Bizi inandırmak için nasıl da yalan söylüyorsun.” Babası, Ali’nin yalan söylediğini nasıl anladı?

CEVAP: Kitaplarda 7. Sayfayla 8. Sayfa aynı yaprak üzerinde bulunur. Onun için hiçbir para 7. Sayfayla 8. Sayfa arasına konamaz. Ali, 8. İle 9. Sayfa deseydi karşısındakileri belki inandırabilirdi.

4.1.5. Biyografi örnekleri

1. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Türk Ulusunu köleleşmekten kurtaran, onu çağdaş uluslar topluluğunun en şerefli üyelerinden biri yapan Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılının bahar aylarında Thessaloniki’de doğdu. Annesi Zübeyda Hanım, babası da Ali Rıza Efendi’dir. Thessaloniki’nin orta halli ailelerinden biridir.

Bir gümrük memuru olan babası, annesini aldatarak, modern eğitim yapan Şemsi Efendi okuluna yazdırmış ve böylece Mustafa Kemal, tahsil hayatına başlamıştır. Kısa bir süre sonra babası ölmüş ve dayısının yanına gitmiştir. Daha sonra, önce Mülkiye Rüştiye’sine girmiş, ardından da, annesinden gizli olarak, Askeri Rüştiye sınavlarını vermiş ve böylece 1893’te Askeri Rüştiye öğrencisi olmuştur.

Rüştiye’den sonra Manastır’daki İdadiye’ye girdi ve oradan da 1889’da mezun olup İstanbul’daki Harp Okulu’nda eğitimini sürdürdü.

1902’de Harp Okulu öğrencisi oldu. 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı olarak mezun oldu.

Bir Türk Subayı olarak meslek hayatına başladıktan sonra cepheden cepheye koştu. Suriye cephesinde, Trablusgarp’ta, Balkan Savaşlarında, Birinci Dünya Savaşında, Çanakkale’de ve daha birçok cephede savaşlara katıldı. Bu savaşlarda gösterdiği kahramanlık ve üstün zekâsıyla herkesin dikkatini üzerine çekti.

Bu arada memleketin siyasi gidişi ile yakından ilgilendi ve çökmekte olan İmparatorluğun içinden Türk Ulusunu kurtarmak için açık veya gizli çeşitli çalışmalarda bulundu, planlar hazırladı.

Nihayet, 1919’un 19 Mayısında Samsun’a çıkarak, düşmanları ülkesinden atmak üzere bir halk direnişi başlattı. Önce Amasya Genelgesini yayınladı. Ardından Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak, önemli kararlar alındı. Bu kararların ruhunda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri yatmaktaydı.

Başkanı oldu. Yeni bir Anayasa hazırlayarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulmuş oldu.

Yeni bir ordu hazırlayarak, Kurtuluş Savaşını başlatan Mustafa Kemal, Başkumandan sıfatıyla bizzat savaşa katıldı ve 30 Ağustos 1922’de Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ni kazanarak, yeni Türkiye’nin ufuklarını açmış oldu.

Bu savaş, Lozan Antlaşmasıyla tescil edilerek, bugünkü Türkiye’nin sınırları tüm dünyaca resmen tanındı.

Savaşlardan sonra 29 Ekim 1923’te Yeni Türkiye’ye “Cumhuriyet” adını verdi ve yeni Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Böylece Osmanlı İmparatorluğu tarihteki devresini tamamlamış oldu.

Daha sonra Türk Ulusunun çağdaş toplumlar düzeyine gelebilmesi için, birbiri ardından devrimleri sıraladı. Bunlar arasında hilafetin kaldırılması, harf devrimi, kıyafet devrimi, kadın- erkek eşitliği, Medeni Hukuk, takvim, saat ve değer ölçülerindeki değişiklik yer almaktadır.

Yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak, 10 Kasım 1938’de saat 9’u 5 geçe İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’nda gözlerini yaşama kapadı. Ancak kurmuş olduğu Cumhuriyet sonsuzluğa dek yaşayacaktır.

4.1.6. Deyimler örnekleri

El kovar, ev kovmaz.

Ölümün örneği, davulun bayrağı yok.

Kendini bilmeyen çavuşlar, döner pisliğini avuçlar. Pezevenkten vefa; zehirden şifa olmaz.

Kel öldünen sırma saçları olurmuş.

4.1.7. Duyuru örnekleri

1. B.T.T. Öğretmenler Birliği Duyurusu

İLKOKUL ÖĞRENCİLERİ ARASINDA a) Genel Kültür yarışması,

c) Kompozisyon yarışması yapılacaktır. (1988 Nisan ayı içinde) Tüm ilgililere önemle duyurulur.

B.T.T.T. Öğretmenler Birliği adına

G. Sekreter Başkan

Hüsamettin Tevfik Cahit Aliosman

2. B.T.T. Öğretmenler Birliği’nin Mesajı

“1987- 1988 ders yılının tüm üyelerimize ve Batı Trakya öğretncilerine hayırlı, uğurlu, başarılı olmasını diler, en derin saygılarımızı sunarız.”

Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği Yönetim Kurulu Adına Genel Sekreter Başkan

HÜSAMETTİN TEVFİK CAHİT ALİOSMAN

4.1.8. Efsanelere örnekler

1. KARYAĞDI

Ankara’da Ulus semtinde Karyağdı Türbesi adı ile bilinen bir ziyaret yeri vardır. Bu Türbe için şu hikâyeyi anlatırlar:

Osmanlı İmparatorluğunun ihtişamlı devirlerinde Ankara’da güzel bir Türk kızı yaşarmış. Bu kız aynı zamanda akıllı, terbiyeli ve iyi kalpliymiş. Her gönüle düşen kıvılcım onunkine de düşmüş. Bir delikanlı, efendi gibi yiğit olan bu kıza gönlünü kaptırmış.

Genç varmış, babasına anlatmış durumu. Baba da bilir ki oğlunun evlenme çağıdır. Kızın babasına varırlar. Allah’ın emri Peygamber’in kavli hatırlatılır. Fakat kızın babasının niyeti başkadır. O kızını akrabalarından birine verecek ve büyük bir başlık alacaktır. Kayınpeder adayını bir türlü razı edemezler. Gençler için tek yol kalmıştır. Delikanlı bu yolu dener ve başarır.

Kızının kaçırıldığını duyan baba buna çok kızar. Kızına ve delikanlıya şöyle beddua eder:

“Allah canını alsın da çocuk yüzü görmeyesin!”

Kaçaklar gizlice evlenirler. İlk gece kız, içinde bir sıkıntı olduğunu söylese de sebebini bir türlü anlayamadılar. Aradan günler, haftalar, aylar geçer. Kızın yakında

bir çocuğu olacaktır. Aylardan Temmuz… Hava güneşli, etrafı bunaltıcı bir sıcak kaplamıştır. Evde günlerini sayan hamilenin canı kar yemek ister, ama bu havada kar bulmanın imkânı mı var? Kız ellerini göğe kaldırır, Allah’a niyazda bulunur:

“Allah’ım şimdi bir kar yağdırsan da avuç avuç yesem…” Aradan fazla zaman geçmez, o sıcak hava kaybolmuş, kar yağmaya başlamıştır. Herkes ne olduğunu anlamamıştır. Güzel kız muradına ermiştir, avuç avuç, doyasıya kar yer. Kar yer yemesine ama bir müddet sonra rahatsızlanıverir, yediği kardan üşütmüştür. Çok geçmeden karnındaki çocuğu ile birlikte hakkın rahmetine kavuşur.

Çevre halkı bunun adına bir Türbe yaparlar ve oraya defnederler, Türbesine de Karyağdı adını verirler.

2. ALBASTI

Halkımız arasında “albastı” veya “albasması” diye adlandırılan bir hadise vardır.

Gerçekte böyle bir şey var mıdır, yok mudur, bilinmez. Ama Anadolu halkının muhayyilesi böyle bir hadiseyi ve onun kahramanlarını uzun yıllardan beri yaşata gelmişlerdir. Gümüşhane’nin Öbektaş Köyünde Albastı ile ilgili şöyle bir efsane anlatılır.

Köy halkının cin adını verdiği bir mahlûk, genç bir lohusayı rahatsız etmeye başlar. Kadın, nihayet dayanamayıp kocasını haberdar eder. Böylece koca, karısını koruyacak, lohusayı rahatsız eden güç ortadan kaldırılacaktır.

O gece kadının kocası gizlenerek cinin gelmesini bekler. Gece yarısından sonra cin gelerek kadının gırtlağına sarılır. Koca saklandığı yerden çıkar ve cinin üzerine hemen bir iğne takar. Bu cin, üzerindeki iğne ile birlikte o eve yıllarca hizmet eder. Bir yandan da ev sahibine yalvarır. Sonunda dayanamayıp yakasındaki iğneyi çıkarırlar ve o da gider. Köylülerin dediğine göre alkarısı gelmemiştir.

4.1.9. Eleştiri örnekleri

1. GELİN

TV-1 ‘de 9 Ocak 1987 Perşembe günü Türk Sinema Tarihi adlı programda Lütfi Akad’ın “Gelin” adlı filmi oynadı.

Türk filmleri içinde kaliteli film bulmak zor. Filim eleştirmenlerinin çoğu bu kanıda. Ben bir seyirci olarak haftada, bazen de on beş günde bir oynatılan yerli-

Türkçe filmleri baştan sona oturup seyredemiyorum. İnsana pek bir şey vermiyor. Gerçekçilikten uzak, fantezi filmleri. İçlerinde iyi olanları da var elbet. Ancak pek az.

Baş rolünü ünlü yıldız Hülya Koçyiğit’in oynadığı “Gelin” adlı film de iyi, diye niteleyebildiğimiz filmlerden biriydi. Gerçekçi, Türk toplumunun önemli bir kesiminde – ne yazık- hala geçerliliğini sürdüren, üfürükçülük, muska, şu- bu gibi ilim dışı inanışları, paranın, ancak insan yaşamını iyiye doğru götürme aracı olduğunu bilmeyenleri, önyargının hatalı yönlerini, hoşgörüsüzlüğü, gözler önüne serip seyirciyi iyi yönde düşünmeye sevk eden yapıcı bir filmdi “Gelin”.

Bu arada yine TV-1’de seyrettiğimiz yerli dizi filmlerden de bir seyirci olarak söz etmek isterim

Küçük Ağa, Kartallar Yüksek Uçar, Acımak, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Duvardaki Kan, Yarın Artık Bugündür gibi dizi filmler kendilerini rahatlıkla seyrettiren, bir yerde o pek ünlü olarak nitelendirilen, aslında konu bakımından bazı yinelemelerden öteye geçmeyen yabancı dizileri hiç aratmayacak düzeyde filmler. İnsana, komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünmese bu dizi filmlerimizin derinlik bakımından Dallas ve Hanedanlar gibi dizilerden bazı yönleriyle üstün olduklarını da fark edebiliriz. Doğruya doğru, eğriye eğri. Yerli sinemalar- filmler için aynı şeyleri söylemek elbette ki kendini bilmezlik olur.

2. ATA’YA UZATILAN DİL

Atatürk’ü dinsizlikle itham edenler varmış. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, halka yaptı bir konuşmada bu konuya uzun uzun değindi ve Atatürk’e dinsiz diyenlere en uygun cevabı verdi:

“Atatürk’e dinsiz diyenler, kendileri dinsizdir.” İşte iki kere ikinin dört ettiği kadar doğru söz.

Tabii ki az buçuk tarihi bilenler ve de aklını çalıştıranlar için.

4.1.10.

Fıkralara örnekler

Benzer Belgeler