• Sonuç bulunamadı

MACAR BĠRLĠĞĠNĠN OLUġUM SÜRECĠ VE MACAR ANA YURDU

Macar anayurdu araĢtırıldığında, Avrupa‟da değil, Orta Asya‟da olduğu görülmektedir. Lakin Macarların uzun süre, çeĢitli siyasi teĢkilatların boyunduruğu altında yaĢaması, konar-göçerlikleri ve elbette ki kaynak yetersizliği gibi sebepler, anayurt tespitini zorlaĢtırmaktadır.

183 Bailint Homan, age., s. 26-27‟den naklen: Tüzel agt., s. 34.

184 Güngör, age., s. 51; Günal, age., s. 76; István Zimonyi, “Bulgarlar Ve Ogurlar”, GTT, 2, Ankara 2002, s.606-607; Roux, ege., s. 67.

Mevcut verilerden hareket eden Macar bilim insanları, anayurdun; önce Levedia185, ardından da Etelköz186 olduğunu belirtmiĢtir. Ġklim değiĢikliği ve kuraklık, birçok kabile gibi, Macar toplumu için de, siyasi baskılardan daha etkili bir göç nedeni olmuĢtur.187

Macar anayurdu; Macarların, Türk ya da Fin-Ugor menĢeli bir kavim olmasına göre tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Fin-Ugor kökenli oldukları iddiasından yola çıkan araĢtırmacıların iĢleri, son yüzyılda bu iddianın, hayli güçlenmesi dolayısıyla oldukça kolaylaĢmıĢ ve Türk iddiasında bulunanları geri planda bırakmıĢtır. Ancak Fin-Ugor kökenlilik iddiasına karĢı, Türk kökenlilik iddiasının en önemli dayanağı, B. Hóman‟ın iddiasıdır ki o; Fin-Ugor kabilesindeki Ugor‟un, Ogur‟dan farklı algılanamayacağını belirtmiĢtir. Dolayısıyla en baĢından belirtilmelidir ki, Macar ana yurdu tespit çalıĢmalarını, B. Hóman‟ın görüĢü doğrultusunda değerlendirmek yerinde olacaktır.

Fin-Ugor ve Samoyed halkından teĢekkül eden Ural toplumunun anayurdu, adından da anlaĢılacağı üzere Ural Dağları‟dır. ĠÖ. 10.000-4.000 yılları arası dönemde burada yaĢayan bu halk, ĠÖ. 4.000 yılında Ugor birliğinin çözülmesi üzerine Ġdil-Kama ırmakları arasındaki bölgeye yerleĢmiĢlerdir. Burada, ĠÖ. 2.000 ve ĠÖ. 1.000 yılında da çözülmeler yaĢanınca, Macarlar, bağımsız hareket etmeye baĢlamıĢtır. Bu tarihten sonra Macar anayurdunun, Ġdil (Magna Hungaria) ve Sibirya‟nın batısı olduğuna yönelik iki farklı görüĢ ortaya atılmıĢtır. Bir süre burada yaĢadıktan sonra, Onogur-Bulgarlarla karıĢan Macar kabileleri, bugünkü yurda, Hun baskıları dolayısıyla gelmiĢlerdir.188

185

Levedia: Lebedia olarak da adlandırılan, Don ile Özi nehirleri arasında kalan bölgedir bk. Naciye GüngörmüĢ, “Eski Macar KiĢi Adlarında Doğu Unsurları”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat

Araştırmaları Dergisi, S.9 (Güz), Ankara 2008, s.272.

186 Etelköz: Günümüzde Basarabya ve Moldova sınırlarında yer alan ve Etzelköz olarak da adlandırılan bu bölge; Macarların ana yurda geçmeden önce yerleĢtiği, Don ile Tuna nehri arasındaki bölgeyi kapsamaktadır. Karadeniz‟in en engin bölgesi sayılan bu alan eski ve ortaçağ kaynaklarında Ġskit ülkesi (bölgesi) olarak adlandırılmıĢtır. 360.000 kilometre karelik bir alanı kapsayan bölge Karpatlar, Karadeniz, Tuna, Volga (Ġdil) ve Slav dünyası ile sınırlıdır bk. Kiszely, age., s. 38; Sayous, age., s.26; Eckhart, age., s. 8.

187

Ligeti, age., s. 343. 188

A. Ural Birliği Dönemi

Ural anayurdu konusunda, çok fazla görüĢ vardır ve bu görüĢlerle ilgili herhangi bir birlik söz konusu değildir. Hatta Ural anayurdunun, Asya‟da değil, Avrupa‟da olduğuyla ilgili iddialar dahi mevcuttur. Bunlardan biri; Baltık Denizi‟nden Sibirya‟nın batısına kadar uzandığını, diğeri; Avrupa‟nın kuzeyine ek olarak, Asya‟nın kuzeybatı bölümünü, bir diğeri; Avrupa‟nın kuzeyinden Asya‟nın kuzeybatısına kadar olan kısmının tamamını, bir baĢkası ise; Orta Asya‟yı Ural anayurdu olarak göstermiĢtir. Ural anayurdunu tespit için, dilden yola çıkan araĢtırmacılar, XIX. asrın sonlarına kadar, Ural dilinin Orta Asya‟da olduğunu, bunun temelinde; Ural-Altay Dil Birliği arasındaki, Asya sınıflandırmasının yattığını belirtmiĢtir.189

Bunlardan E. Molnár, Ural anayurdu için; Çin ile Moğolistan arasındaki bölgeyi iĢaret etmiĢtir. Rona-Tas, bu görüĢe karĢı çıkarak, Ural-Altay dilleri arasındaki münasebeti reddetmiĢ ve Ural ana yurdunun, Hint-Avrupa ile Türk dilleri ile münasebet kurabilecek bir alanda olması gerektiğini öne sürmüĢtür. XX. yüzyılda, anayurdun tespitine, dilbilimsel verilere ek olarak biyocoğrafya190

metodu da eklenmiĢtir. Buradan hareket eden araĢtırmacılar191

: H. Paasonen, Z. Gombocz, M. Zsirai, F. Szinyei, I. Zichy, Gy. László, P. Hajdu ve bir dereceye kadar E. Molnár‟dır.192

ÇalıĢmalarında biyocoğrafi metottan ilk yararlanan; F. T. Köppen, arı ve bal (Mac: méh-méz) sözcüklerinden yola çıkarak, Ural‟dan da öteye geçip, Fin-Ugor ile Hint-Avrupa dillerinin ortak kökenli olduğu sonucuna varmıĢtır. Buna kanıt olarak; XVIII. asra kadar, Sibirya‟da bal arısı bulunmadığını sunmuĢtur. Anayurt için ise; Ġdil-Kama havzasını göstermiĢtir. Ancak, burada yabani bal arısı ile yaban balının bulunması ve Fin-Ugor dillerindeki arı-bal kelimelerininse, Hint-Avrupa kökenli olmasının ortaya çıkması sonucu, F. T. Köppen‟in tezi çürümüĢtür. Daha sonra Macar dilci, P. Hajdu aynı metotla, Ural dillerindeki müĢterek ağaç isimlerinden

189 Bahsi geçen bilim insanları Ģunlardır: M. A. Castrén, F. J. Wiedemann, E. Molnár.

190 Biyocoğrafya: Akraba dillerde yahut çoğunluğunda müĢterek bulunan etimolojileri, net olarak açığa çıkmıĢ, hayvan ve bitki adlarından yola çıkarak bahsi geçen dönemde anayurt florası ile bitki örtüsünün karĢılaĢtırıldığı bilim dalıdır.

191 Ġlk olarak F.T. Köppen (1834-1907) biyocoğrafya yöntemini kullanmıĢtır. 192Tüzel, agt., s. 14.

hareket ederek, Urallıları orman kuĢağı193na dâhil etmiĢ ve ladin194

lerin bolca bulunabildiği bir tayga195ya oturtmuĢtur. Bu taygada ladine ek olarak, Sibirya çamı

(pinus sibirica), lariks (larix), karaağaç (ulmus) ve köknar (abies) da bulunduğunu bildirmiĢtir. Anayurt için ise; kesinlikle Sibirya‟nın doğusunda olabileceğini, zira batısında, bu ağaçların; Holosen196

dolayısıyla ortaya çıktığını iddia etmiĢtir. Bu bağlamda P. Hajdu, Ural anayurdunu; ĠÖ. 6.000-4.000 yılları arasında, Ob ile Peçora ırmaklarının kaynak noktasına, ĠÖ. 3.000 yılında ise; Peçora ve Kama ovalarına yerleĢtirmiĢtir. Arkeolojik bulgularla da bu araĢtırmayı destekleyen araĢtırmacılar, Ġ. Fodor ve N. Chernetsov burada, ĠÖ. 3.000 yılından daha eski kalıntılar bulunmadığını, buna sebep olarak ise; iklim koĢullarının zorlaĢması dolayısıyla, Ural‟ın batısına geçilmesini göstermiĢtir.197

ÇalıĢmalarına biyocoğrafyaya ek olarak, polen testlerini ve tarihsel botaniği de dâhil ederek bir ilke imza atan G. László; araĢtırmacı Trubeckoj‟un „temas teorisi‟nden hareketle, ana dil ve soy ağacı teorilerinin gerçekliğini reddetmektedir. O‟na göre bu durum; ancak Paleolitik çağın sonunda, Avrasya‟daki üç ayrı toplumun (Hint-Avrupa, Ural, Altay) birbirleriyle bağlantı kurulamayacağı ve araya teması engelleyecek geniĢ ve boĢ arazilerin girmesi halinde mümkün olabilmektedir. G.

193

Orman kuĢağı: Birden fazla ormanın oluĢturduğu geniĢ ormanlık alandır.

194 Ladin: Pecea olarak adlandırılan bir çam olan bu ağaç, Kuzey yarımkürede yaygın olarak görülen türün genel adıdır.

195 Tayga: Yakutça taĭgá olarak yazılan kelime orman anlamına gelir. Genel anlamıyla ormanların kapladığı dağa denir. Kuzey yarımkürede yer alan bu ormanda iğne yapraklı soğuğa dayanıklı ağaçlar bulunur. Aynı zamanda Türk mitolojisinin de önemli bir unsuru olan tayga Türk destanlarında; kara tayga (kara ormanlık dağ), boro tayga (boz orman) Ģeklinde sıkça geçmektedir. Ancak Anadolu Türkçesi‟nde bu tabir yok olmuĢ, unutulmuĢtur bk. Pervin Ergun, “Altay Destanlarında Tayga, Kutlu Ve Kutsuz Ağaçlarla Ġlgili Terimler Üzerine”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S. 27, Ankara 2009 (Bahar), s. 76.

196 Holosen: Antik Yunanca „Tamamen YenileniĢ‟ anlamına gelen ve günümüzden yaklaĢık 10.500- 10.000 yıl önce geç buzul döneminin son bulduğu çağa denir. Bu dönemde atmosfer günümüzden daha ılımandır, iklim ve bitki örtüsü de buna göre ĢekillenmiĢ, buzullar kutup bölgelerine çekilmiĢtir bk. Murat TürkeĢ, “Ġklim DeğiĢiklikleri: Kambriyen‟den Pleyistosene, Geç Holosen‟den 21. Yüzyıl‟a”, Ege Coğrafya Dergisi, 22/1, Ġzmir 2013, s. 15-19; Ġbrahim Atalay, “Kuvaterner‟deki Ġklim DeğiĢmelerinin Türkiye Doğal Ortamı Üzerindeki Etkileri”, Türkiye Kuvaterner Sempozyumu (2-5 Haziran), İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Yayınları, Ġstanbul 2005, s. 124-125; Atilla Çiner, Mehmet Akif Sarıkaya, “Buzullar ve Ġklim DeğiĢikliği: GeçmiĢ, Günümüz ve Gelecek Glaciers and Climate Change: Past, Present and Future”, Türkiye’de İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Enerji, Ed. Volkan ġ. Ediger, Ġstanbul 2013, s. 32-33.

László, o çağın insanlarının ulaĢabildikleri her alana rahatça yayılabildiğini, bunu da, arkeolojik buluntuların kanıtladığını savunmuĢtur.198

G. László‟ya ek olarak belirtmeliyiz ki, polen, arı, bal ve süt gibi kelimelerin, bir dilde kullanılması; o dil mensuplarının, bahsi geçen iklim bölgesinde yaĢadığı yahut o maddenin tarım-hayvancılığını yapması ile açıklanmamalıdır. Bunun, ticaret dolayısıyla öğrenilmiĢ olması da muhtemeldir. Söz konusu kelimelerin tarihselliği; buzul çağlarından daha sonraya, ticaretin de yapıldığı bir çağa dayanıyor olabilmektedir. Örneğin; iklim koĢullarının elveriĢsizliği sebebiyle, kendi bölgelerinde yetiĢmediği için, satın alınan ağaç türleri, pekâlâ ticaret dolayısıyla da bir dile dâhil olabilir. Yahut arıcılık yapmayan bir toplum, ticaret yaparak bal elde edebilmektedir. Ġnsanoğlu, var olduğu günden, bugüne ticaret yapmaya devam etmiĢtir. Bunu, günümüzden farklı düĢünmek ya da kelimeleri ticaretten bağımsız, yek buzul çağlarına tarihlendirmek, yanlıĢ bir telakkidir. Zira geçmiĢte ticaret yolları; kullanılan tekniklerin geliĢmemiĢ olması dolayısıyla daha uzun zaman alıyordu, ancak bu, ticaret yapılmadığı anlamına gelmemelidir. Yine ticaret yapılmamış olsa bile, az önce değindiğimiz G. László‟nun görüĢündeki gibi; o çağın insanları, ulaĢabildiği her yere, kolaylıkla yayılmıĢtır. Bu ve Karl Max‟ın; insanlık tarihinin, daimi surette, sanayi ve ticaret (takas yöntemi) tarihi bakımından incelenmesi hususundaki görüĢü199

de değerlendirilecek olursa, kelimelerin, ticaret vasıtasıyla Macar (Fin-Ugor) diline girmiĢ olduğu muhtemel görünmektedir. Böylece, kanıtlandığı düĢünülen Fin-Ugorluk meselesinin, daha ciddi kanıtlara ihtiyacı olduğu savunulabilir. Ayrıca günümüzde, ülkemizde yetiĢtirmediğimiz, ancak ticaret vasıtasıyla öğrendiğimiz birçok kelime mevcuttur. Hatta bunlardan bazılarını, kendi ülkemizde de yetiĢtirmeye baĢlamıĢ bulunmaktayız: Hindistan cevizi, ananas, avokado, altın çilek, goji berry, jing seng ve bir süs bitkisi olarak birçok ağacın türünden dönüĢtürülen bonsai ağaçları bunlardan birkaçıdır. ġimdi bu kelimeler, dilimizde mevcut diye, ürettiğimiz ya da çok öncesinde, bunların üretildiği coğrafyada yaĢadığımız anlamına mı gelmelidir, yoksa kısaca ticaretten kaynaklandığını mı algılamalıyız? Buradan yola çıkarak bir dilde bulunan

198 Tüzel, agt., s. 15-16.

199 Nejat Bozkurt, “Ticaretin Felsefesi, Tarihçesi Ve Etikle Olan Sıkı Bağına ĠliĢkin Bazı Saptamalar”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Dergisi, S. 2, Ġstanbul 2002, s. 156-157.

biyocoğrafi bir kelimenin, kronolojik olarak yüzlerce yıl eskiye tarihlenmesi; o maddenin üretildiğine dair en net kanıt olmadığı iddia edilebilir. Bu bağlamda araĢtırmacıların biyocoğrafya vasıtasıyla, Fin-Ugor bağlantılı Macar menĢeine ulaĢması olanaksız görünmektedir. Nitekim G. László‟nun yukarıda ele aldığımız görüĢündeki gibi, o çağın insanı ulaĢabildiği her yere kolaylıkla yayılmıĢtır.

B. Fin-Ugor Birliği Dönemi

Ural birliğinde yaĢanan çözülmeler sonucu, Fin-Ugor dönemine geçilir ve Fin-Ugor anayurdu için; 1950‟li yıllara kadar, Avrupa‟da olduğu görüĢü hâkimdir. 1943 yılında, L. Ligeti‟nin makale kitabında, anayurt için; Ural Dağının batısı veya doğusu olduğuyla ilgili iki zıt görüĢ ortaya çıkmıĢtır. Bunlardan Ġ. Fodor‟a göre; anayurt Ural‟ın batısına geçmemiĢ, Köppen ise; batısında yer almaktadır.200

Yine çağın, karaağaç ve kayın türü kelimelerine ve buluntulardaki kızak gibi nesnelere bakılmıĢtır. P. Juhász; Ural‟ın her iki yakasına da yayılmıĢ olduğunu belirtmiĢ, ĠÖ. 2.500-2.000 yılı civarında, Kama ile Ġdil havzası ve Ob-ĠrtiĢ nehirleri dolaylarına yayıldıklarını belirtip, yine bitki ve hayvan adlarından yola çıkarak, Fin-Ugor anayurdunun 61-55. kuzey-güney paralelinden öteye sarkmadığını öne sürmüĢtür. Ġ. Fodor, Fin- Ugor toplumları arasında yaĢanan çözülmelerle anayurdu, ĠÖ. 2.000 yılı dolaylarında, arkeolojik kalıntıların da ıĢığında;

a) Ġdil-Kama (Kama‟dan Baltık‟a kadar),

b) Kama-Ural (Kama Nehri‟nden Ural Dağları‟nın doğusuna kadar), c) Sibirya‟nın Batısı olmak üzere, üç ana bölgede toplar.201

ĠÖ. 2.000 yılı dolaylarında Ugorları oluĢturan Batı Sibirya kolu, ĠÖ. 1.500 yılı dolaylarında ise diğer iki kol olan Kama-Ġdil ve Kama-Ural arasında, çözülmeler yaĢanmıĢ bu ise; günümüzdeki Fin-Ugor halklarının oluĢumunun önünü açmıĢtır. Bunlardan; Kama-Ġdil kolu Fin, Ural kolu Perm ve en erken dönemde ayrılan Batı Sibirya kolu ise, Vogul, Ostyak ve Macarların atalarından müteĢekkildir.202

200 Tüzel, agt., s. 16-21. 201 Tüzel, agt., s.21. 202 Tüzel, agt., gös. yer.

C. Ugor Birliği Dönemi

ĠÖ. 2.000 yılı civarında, yani bronz çağında, Ugor çağı baĢlamıĢ, A. Bartha‟ya göre; Hindistan, Ortadoğu ve Amerika‟nın orta bölümünde çoktan (ĠÖ. 3.000 yılında) üretime dayalı ekonomi sistemine geçilmiĢtir. Ġ. Fodor‟a göre ise; bundan 2.000 yıl öncesinde, ĠÖ. 5.000 yılında, üretime dayalı ekonomi, çoktan ileri bir düzeye ulaĢmıĢ ve Aral civarında, ĠÖ. 3.000 yılında Kelteminar kültürü baĢlamıĢtır. Üretimin baĢlaması, Ugorlar‟da ĠÖ. 2.000 yılını bulmuĢtur.203

Üretime dayalı ekonomi sisteminin, ĠÖ. 2.000 yılı dolaylarında baĢladığı konusunda olduğu gibi, Ugor anayurdunun tespiti hususunda da net bir bilgi mevcut değildir. Fin-Ugor iddiaları ile benzerlik gösteren, Ural‟ın doğusu ile batısı tartıĢmaları burada da sürmüĢtür. Ġ. Fodor; Uralların batısında olduğu iddiasına, Fin- Ugor ailesinden, Vogulların XIX. asırda, Ural‟ın Avrupa tarafında yaĢamıĢ olduklarını kanıt sayarken, ĠÖ. 3.000-1.000 yıllarına ait arkeolojik buluntular, bu iddiayı haksız çıkarmaktadır. Ancak Ġ. Fodor bu görüĢe, ĠÖ. 3.000 yılında Vogulların, Ural‟ı aĢıp Kama‟ya geçmelerine hiçbir engel olmadığını, 1930 yılı dolaylarındaki arkeolojik kazıların, Ugor anayurdu hususundaki iddiasını desteklediği görüĢündedir.204

Ġ. Fodor, Ugorların tamamının ya da büyük bir bölümünün, ĠÖ. 1.500 yılı dolaylarında, Altay dağlarından Ural nehrine kadarki bölüme yayılmıĢ olan Andronovo205 kültürü206nde olduğunu iddia etmiĢtir. Bu kültürü; doğuda Tomsk‟daki bozkırlarda Samoyedler, orta kısımda Eski Ġranî dilli toplumlar ve kuzeyde ise, Uralların güneyinden Tobol ve ĠrtiĢ ırmaklarını içine alan kısımda, Ugorlar oluĢturmaktadır. Bilim insanlarının, Türk kültürü olarak andığı Andronovo Kültürü‟nü, Türkleri içine almadan anlatan Ġ. Fodor, Macarları; bu üç gruptan Ugor bloğuna dâhil edip, Tobol ile ĠrtiĢ havzalarını, Ugorların bu dönemde yaĢadığı bölge

203 Tüzel, agt., s. 22. 204

Tüzel, agt., s. 23. 205

Andronovo: Sibirya‟da, Minusinsk‟in kuzeyinde, Açinsk yakınında bir köy adı, o bölgedeki Orta Bronz Devrine (ĠÖ. 2.000 yılı) verilmiĢtir Tüzel, agt., s. 24‟ten naklen.

206 Andronovo Kültürü: Bu kültür çevresi daha ĠÖ. 2.000 yılı ortalarında bile epey geniĢ bir alana yayılmıĢ, sınırları doğuda Baykal gölü ile Selenga ırmağına, batıda Sibirya‟dan Don nehrine, güneyde Tanrı Dağları‟na, güneybatıda Harezm‟in güneyi ve Kazakistan‟a kadar ulaĢmıĢtır. At ve koyunun baĢlıca beslenme türü olduğu bu kültür, zamanla güçlenerek Moğolistan‟ın güneyi, Çu havalisi ve Çin‟in Ordos bölümünü de etkisi altına almayı baĢarmıĢtır bk. Ġbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ġstanbul 2004, s. 52.

olarak ele almaktadır. Oysa Türkler; ĠÖ. 3.000 yılından sonraya tarihlenmeyen kurganlardan ulaĢılan iskeletler ve Rus antropologların çalıĢmalarıyla ortaya koyduğu sonuçlara göre; Andronovo İnsanı207 olarak adlandırılır208. Bu bilgi baz alındığında, “Bu tarihlerde Türkler neredeydi?” sorusu akla gelmektedir. Klasik Macar Tarihçiliği anlayıĢının, burada da devreye girerek bir Türk bağlantısını yok saymaktan öte, Türkleri doğrudan görmezden geldiğini iddia etmek, herhalde yerinde olacaktır.

A. Bartha, Andronovo-Ugor münasebetini Ģüpheli bulurken, Ob-Ugorları üzerinde, bir Andronovo tesirinin olabileceğini belirtmiĢtir. Fakat tesirin, Ugor Çağı‟nda meydana gelmesinden ve mevcut verilerin yetersizliğinden kaynaklı, Macar ırkının, Andronovo kültürüyle bir bağlantısı olmadığını savunmaktadır.209

Muhtemelen A. Bartha, Andronovo-Macar bağlantısını; Andronovo kültürünün Türklerle bağlantısı ve bu bağlantının, ırkî açıklamalarda, Türk kapısını aralaması ihtimali dolayısıyla, inkâr etmiĢtir.

A. Rona-Tas ise; Ugor anayurduyla ilgili, Ġ. Fodor‟un iddiasının tam aksini savunmaktadır ve Ural Dağları‟nın batısını göstermektedir. A. Rona-Tas, salt Ugor- Türk bağlantısını savunmak için ortaya atılan, Ugor Anayurdu Batı Sibirya’dadır tezini kati surette reddetmiĢtir.210

L. Ligeti de; A. Rona-Tas gibi; Čusovoj, Ufo ve Belaya‟nın aĢağı taraflarına yani Ural Dağları‟nın batısına konumlandırmıĢtır.211

G. Nemeth; Ġdil Nehri‟nin kıvrıldığı alanın doğusunda yaĢadıklarını;

M. Zsirai; önce Ural Dağları‟nın Avrupa tarafında, daha sonra Ural Dağları‟nda yaĢadıklarını ve ardından da güneye ormanlık arazilere yerleĢip atı, hayatlarına dâhil ettiklerini;

J. Deér Fin-Ugor anayurdunu; Ġdil‟in orta havzasına yerleĢtirirken, Ugorları, önce Ġdil Nehri‟nin kıvrıldığı alana, sonra Ural Dağları‟nın doğusunda bulunan Tobol, Ġsim, Ġrtis ve Ob nehirlerinin bulunduğu bölgelere yerleĢtirir.212

207 Bahaeddin Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1984, s. 3-14, 47-49, 196. 208

Ayrıntılı bilgi için bk. Kafesoğlu, age., s. 50-53. 209 Tüzel, agt., s. 23-24.

210 Tüzel, agt., s. 24. 211 Tüzel, agt., gös. yer.

Ġ. Fodor; iklimsel değiĢmelerin yoğunlaĢtığı ĠÖ. 2.000 yılı dolaylarında, Ugorların, güneye göç ettiğini ve burada avcı-toplayıcı hayat tarzından, tarım ve hayvancılığa geçmiĢ olduklarını iddia etmiĢtir. Bir süre sonra, iklim elveriĢli hale gelince, bozkır kabilelerinin de Ugor bölgesine yayılmaya ve burada kültürel etkileĢimin artmasını sağlayacak uygun ortamın oluĢtuğunu belirtmiĢtir.213

Ġ. Fodor‟a göre; yerleĢik kültürü benimseyen Macarların, Andronovo kültürüyle büyük bir benzerliği vardır ve bu benzerlik; Ugorların, Andronovolu olmasından kaynaklanmaktadır. Buna göre; nehir kenarlarında yaĢayan Andronovo insanları, evlerinin duvarlarını bağdadî214

yöntemiyle inĢa etmiĢlerdir. Önceden balıkçılık yapıyorken, sonraları tarım ve hayvancılığa geçmiĢlerdir. Özellikle hayvancılıkla uğraĢan Andronovolularda, her kabilenin belli bir otlağı bulunmaktaydı. Hayvanları; yazın otlaklarda beslerken, kıĢın yerleĢim alanlarında besliyorlardı. Bu nedenle kıĢın, hayvanların yem ihtiyacını karĢılamak için tarıma baĢlamıĢlardır.215

Madencilik hususunda Fin ve Perm kavminin, Ugorlara nazaran daha fazla verisi bulunmaktadır. Madeni ilk eĢya, ĠÖ. 3.000 ile 2.000 yılları arasına tarihlenmektedir. ĠÖ. 1.500 yılları civarına tarihlenen bronz, mızrak, bıçak ve kılıç kınlarına rastlanmıĢtır. A. Bartha ise; bahsi geçen kılıç ve mızrak kalıplarının, Uralların batısında da yer aldığını belirtmiĢ ve buna ek olarak, eğer Andronovolulara, Ugorlar da dâhilse, bu; Ugorların Ural Dağları‟nın batısına yayıldığı anlamına gelmektedir.216

212

Tüzel, agt., gös. yer. 213 Tüzel, agt., s. 25.

214 Bağdadi: AhĢap duvarların sıvama biçimlerinden biridir. Bağdadî sistem adı verilen bu sıvama sistemine göre 2-2,5 cm geniĢliğinde, 1,5-2 cm kalınlığında ve 150-400 cm uzunluğundaki ahĢap çıtalar, 2-3 cm aralıklı olacak Ģekilde yapının iskeletine çakılır. Ardından sönmüĢ ve suyundan ayrılıp süzülmüĢ kireç ve kıtık ya da çamur ve kıldan oluĢturulan harç ile sıvanır. Yapının kaba sıvasını oluĢturan bu sıva kuruduktan sonra ince iĢçilik gerektiren son aĢamaya geçilir ki bunda da 0,5-1 cm kalınlığında titizlikle uygulanan son sıva yapıĢır. Geleneksel Anadolu evlerinde de kullanılan bu yapı ve yapıya uygun sıva yöntemine Bağdadî (taĢıyıcı sistemi yatay çıtalarla güçlendirilmiĢ yapı) sistemi denir bk. Sevgen Perker, “Sistem YaklaĢımı Bağlamında Bir Girdi Ve Sistem Olarak Geleneksel Anadolu Konutu”, NWSA-Engıneerıng Scıences Journal, C. 7, S. 2, Ankara 2012, s. 564; Feray Ziyneti Yaman, “Geleneksel AhĢap Yapılarda Kullanılan AhĢap Yapı Elemanlarının Uzun-Dönem Performansı – Giresun Zeytinlik Mahallesinde Örnek Yapı Ġncelemesi”, İstanbul Teknik Üniversitesi

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul 2007, s. 10. 215 Tüzel, agt., s. 25.

Ugor çağının Macar tarihi için en önemli özelliği; Ugorların atı, yaĢamlarına dâhil etmiĢ olmalarıdır. Buna delil olarak ise; Ugor menĢeli diller olan Vogul, Macar ve Ostyak dillerindeki, atla alakalı kelimeler gösterilmektedir.217

1930‟lu yıllarda yapılan araĢtırmalar, Macar dilindeki at ve at kültürüyle alakalı birçok kelimeyi, Ugor Çağı‟na götürmektedir. 1930‟lu yıllara kadar, Macarların atı ve at kültürünü, Türklerden öğrendiği savunulmaktaydı. Bu tarihten sonra tartıĢmalar, yeni bir boyut kazanmıĢtır. G. Barczi; “lö (at)” kelimesini, doğrudan Türkçe‟ye dayandırmaktadır. Buna delil olarak da; medenî Ob Ugorlarının, at yetiĢtirmemesini göstermektedir. Ancak, 1930 yılı sonrasında, Ob Ugorlarında at kültürüne rastlandığı yönünde bir hipotez ortaya atılmıĢ ve bu hipotez, gün geçtikçe daha fazla taraftar bulup, yeni delillere dayandırılmaya baĢlamıĢtır. Ġlk veri, arkeolojik buluntulardan gelmiĢ ve Ob Ugorlarının geçmiĢte de at yetiĢtirdiği, bulunan kemiklerle ortaya çıkarılmıĢtır. Böylece Ob Ugorlarının, ĠÖ. 1.800‟lerde at yetiĢtirip, ĠÖ. 1.500‟lü yıllarda ise atı, binek olarak kullandığı kanıtlanmıĢtır.218

P. Hajdu da at kültürünün, dıĢardan edinilmediğini, bilhassa Ob Ugorlarında bulunduğunu savunmuĢ, buna; folklorik Ģiirleri dayanak göstermiĢtir. P. Hajdu‟ya

Benzer Belgeler