• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: MONDROS MÜTAREKESİ DÖNEMİNDE RAUF BEY

1.19. Mütareke Sonucunda İşgallerin Başlaması

Rauf Bey, mütareke ile ilgili iyimser temennilerde bulunsa da işgaller başladığında Calthorpe’un teminatsız mektubunun işe yaramayacağını görmüştür. Hâlbuki mütareke imzalanır imzalanmaz, 31 Ekim de İngiliz hükümeti tarafından Calthorpe’a gönderilen talimatla; İstanbul’un işgal edilmeyeceğine dair herhangi bir güvencenin verilmemesi istenmiş ve durumun vehametini Türk zihniyetine ancak böyle bir işgalle hatırlatabileceklerini bildirmişlerdi158. İngilizlerin bu talimatı, Rauf Bey ve İzzet Paşa’nın

157 Orbay, Siyasi Hatıralarım, c. I, s. 200

41

o zamanki iyimserliğine nazaran, Mondros’ta sergiledikleri diplomatik oyundan farklı değildi. Zira mütarekenin imzalanmasının üzerinden çok geçmeden İtilaflar, memleketi işgallere başlamışlardı.

İlk olarak 7 Kasım 1918’ de Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın kontrolündeki Musul işgal edildi. 13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan 61 parçalık filo İstanbul Limanına gelerek, meclis binası ve padişahın oturduğu Dolmabahçe Sarayı önünde demirledi. İçlerinde 3500 kişilik askerle karaya çıkmak ve boğazlara yerleşmek için talimat bekliyorlardı. Bunlar olurken Amiral Calthorpe ise İstanbul’a İngiliz Yüksek Komiseri olarak tayin edilmişti159. Böylelikle Mütareke müzakerelerinde, Calthorpe’un yazdığı şahsi mektubundaki Yunanlıların İstanbul’a girmeyeceğine dair vaadi gerçekleşmemiş, İtilaf donanmasına Yunan filosu da katılmıştı.

Mustafa Kemal Paşa da aynı gün Yedinci Ordu’nun eski komutanı olarak İstanbul’a gelmişti. İtilaf filosunu görünce “Geldikleri Gibi Giderler!” sözleriyle işgallere karşı tavrını göstermiştir. İstanbul sokaklarının düşman askerleri ile dolu olduğunu, Boğaziçi’nin toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlıları ile örtülü olduğunu, birçok İstanbulluların, ancak ekmek ve yiyecek almak için evlerinden çıktıklarını ve yolda hakarete uğramamak için ezilip büzülerek yürüdüklerini belirtirken, ‘Koskoca İstanbul, yüzbinlerce insanı ile sesi kısılmış bir halde’diyerek İstanbul’un o zamanki hazin halini tasvir etmiştir160.

Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanı d’Esperey ise, İstanbul’a girdiğinde, azınlıkların gösterileri ile 21 parça top atışı ve mızıka sesleriyle karşılanmıştır. Sirkeci’den Beyoğlu’na kadar beyaz bir at üzerinde adeta Türklerden İstanbul’u tekrar aldıklarını gösteren bir edâ ile gösterişli bir yürüyüş yapmıştı. Dolmabahçe Sarayında oturacağını söyleyerek padişahın oradan çıkarılmasını istemiştir161.

Fransız generale karşı tepki, 9 Şubat 1919’da Hadisat Gazetesi’nde çıkan Süleyman Nazif’in siyah çerçeve içine alınan Kara Bir Gün yazısında dile getirilmişti. Fransız generalinin dün İstanbul’a girişi münasebetiyle bir kısım vatandaşlar tarafından icra olunan nümayişin Türk’ün ve İslam’ın kalbinde müebbeden kanayacak bir ceriha açtığını, aradan asırlar geçse de bugünkü hüzün ve idbarımızın şevk ve ikbale münkalib olsa bile

159 Türk İstiklal Harbi, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, ATASE Yay. Ankara, 1999, c.I, s.60

160 Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, s. 98

42

bu acıyı hissedeceğini ve bu hüzün ve tesiri evlat ve ahfadımıza nesilden nesile ağlayacak bir miras ter edeceğini belirttikten sonra şöyle bitirmiştir:

Mevcudiyet-i milliye ve lisaniyyelerini bizim uluv-ı cenabımıza medyun olan bir kısım halkın hay ü huy-ı şemâteti ile matem-i muazzezimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. Buna müstehak değil idik diyemeyiz. Müstehak olmasaydık bu felakete duçar olmazdık…”162

Azınlıkların faaliyetlerini ve kışkırtmalarını rapor eden Polis Müdüriyet-i Umumîsi’nden Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen telgrafta ise; “Rum ve Ermeni Patrikhanelerin teşvikleriyle, bazı ermeni cemaati gençlerinin kışkırtmaları ile Avrupa kamuoyuna Türk ve İslam ahalisinin kendilerine baskı uyguladıklarını gösterir faaliyetler içinde bulunarak, Türk zaptiyesinin müdahalesinden de masun bulunduklarından, bu eşhasın siyasi ihtiras ve şahsi garezlerle hareket etmelerinin engellenmesine dair tedbirlerin alınması gerekliliği”163 bildirilmiştir.

Ayrıca aynı Polis Müdüriyetinden, bu minvaldeki içerikle padişaha gönderilen telgrafta ise

Pâyitahttaki Hristiyanların hayatı tehlikede ve daima zulüm ve tazyik altında bulunduğuna dair Avrupa efkâr-ı umûmiyesinde bir fikir hâsıl etmek maksadıyla Rum ve Ermeniler tarafından muntazam bir program dahilinde yapılan tahrikat bir çok şekillerde cereyan ettiği gibi nazar-ı kanunda haiz oldukları şekl-i ruhanîden bit-tecerrüt Hükümet-i Osmaniye’nin aleyhinde birer merci-i millî-i siyasî hükmünü iktisab etmiş olan Ermeni ve Rum patrikhanelerinin teşvikiyle Fransız ve İngiliz polisi kayıt olunan ve mikdârı binlere baliğ olan gayr-ı müslim gençlerin İngiliz ve Fransızlardan gördükleri itimadı sû-i istimal ederek bütün faaliyetlerini İslâm ve Türk ahalinin tahkir ve tazyik ve tahfifine hasr etmek ve içlerinde pek çok sabıkalı ve mahkûm eşhas bulunmakta olduğundan ve sevahil-i mütecavire vapurlarına konulan bombaların Rumlar tarafından vaz edildiği muhakkak iken bunlara karşı mezkûr polislerin bir şey yapmayacakları tabii bulunduğundan…164 azınlıkların kışkırtmalarından bahsedilerek, bu hususlarda İngiliz ve Fransız mümessilleri ile teşebbüse geçmek padişahın takdirine bırakılmıştır.

Azınlıkların taşkınlıklarına karşı Hükümet ise, azınlıkları, İngiliz Yüksek Komiserliğine şikâyet etmekten başka bir şey yapamamıştır. Gelen cevap ise daha vahimdir: “Savaşta yenildiniz, ateşkes anlaşmasına göre yükümlülüğünüzün her bir zerresini yerine

162 Hadisat, 9 Şubat 1335/1919, s.1

163 BOA, DH.KMS, 49-2/25

43

getirmedikçe, bize olan şikâyet yazılarınız kabul edilmeyecektir.”165 Azınlıkların faaliyetleri yine devam etmiş, hükümet cenahında da mütarekenin gerektirdiklerine teslim olunarak mukadderata boyun eğmekten başka çare düşünülememiştir. Rauf Bey ise işgallere karşı şaşkınlıkla şöyle diyecektir:

Calthorpe, daha bir ay evvel bana kati teminat vermiş olduğu halde şimdi Dolmabahçe önünde demirlettiği Averof da İstanbullu Rumlara ziyafetler çektiriyordu. Farklı vazifelerle uzun zaman aralarında bulunarak her hallerini yakından görüp, ağırbaşlılıkları, dürüstlükleri ve bilhassa ahde vefakârlığıyla bildiğim İngilizler bunlar mı idi? Böylesine bir aldanışı, kendi kendime bir türlü izah edemiyorum166.

Ayrıca Mütareke şartları ile ilgili, Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilali adlı kitabında; Rauf Bey’in mütareke şartlarının uygulanma şeklini görerek, vicdan azabı çektiğinden şüphe edilmediğini ve memleketin kurtarılması uğrundaki hizmetlerinin hatasını örtmeye bol bol yettiğini belirtmişti167. Bu cümledeki vicdan azabı ve hatasına dair düşüncesini ise Rauf Bey, Feridun Kandemir’e şöyle bahsetmiştir: Birader benim hatam ne? Mütarekenin uygulanma şekli ise şahsen buna nasıl mani olabilirdim? diye ifade etikten sonra, Bahriye nazırlığından çekildikten sonra mütarekenin uygulanma şeklinin berbat edildiğini ve Babıâli’nin devamlı İtilaf Devletlerine boyun eğerek her isteklerini yapması kendilerinin vazifeden çekilmesine sebep olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte sonradan mütarekeye imza atmasından dolayı vicdan azabı duymadığını şöyle dile getirmiştir:

“Burada şahsıma taalluk eden bir hata ve vicdan azabı göremiyorum. Ortada ancak dünyaya fiilen hakîm, muazzam düşman kuvvetleri karşısında yenilme talihsizliği vardır. Elbette bu durum karşısında muzdarip olup kıvrandım, çareler aramaya başladım. Ancak hata ve vicdan azabı bahis mevzu değildir.168

Rauf Bey mütarekeyi imzalamış olsa da işgallerden sonra İngilizlerin gerçek yüzünü görmüş ve tepki olarak Milli Mücadele saflarında yerini almıştır.

165 Selvi, Milli Mücadelede İlk İşgaller İlk Direnişler, s. 34-37

166 Orbay, Siyasi Hatıralarım, c.I, s.227

167 Selek, Anadolu İhtilali, s.148

44