• Sonuç bulunamadı

MÜSLÜMAN KİMDİR, GERÇEKTEN MÜSLÜMAN MIYIZ İslâm nedir, Müslümanlık nedir?

Yaşantımızda İslâm üzere mi yaşıyoruz?

Hâl ve davranışlamızla, yaşantımızla, çevre ilişkilerimizle, gerçekten İslâm üzere mi yaşıyoruz?

Dil ile, bir kez kelimeyi şehadet getirmekle, Müslüman olunur mu?

Yoksa Hazreti Muhammed'le bir dönem kapandı mı?

Kâlbî cihetle Müslüman olan, Hazreti Muhammed ve ona yakın olan, az sayıda olan kişiler miydi?

Bir dönem onlarla kapandı mı?

Dil ile ikrar kâlb ile tasdik dediğimiz hakikat nedir?

Hucurât Sûresi 14: “Kendi inançlarından gelenler: Biz iman ettik, dediler. Henüz iman etmediklerini anlat. Lâkin teslim olduk, desinler. İman henüz kâlblerinize girmedi.”

Kâlb ile tasdikten amaç: İmân ve İslâm şuuru, yaşantısına yansımış olma durumudur.

Yani hâl, hareket ve eylemleriyle yaşantısında, İslâm şuurunu göstermiş demektir.

Önce İslâm ve Müslüman kelimelerini inceleyelim:

İslâm kelimesi Arapça "ُِمَلاْس:Slam, Seleme” kökünden geldiği söylenirse de İslâm kelimesinin Hazreti Âdem’e kadar gittiği de söylenir.

Slam "ُِمَلاْس, İslām ملاسإ"

Slam; Sin, Lamelif, Mim harfleriyle yazılır.

İslām ملاسإ kelimesinin ise başında"Elif" harfi vardır.

Bu her bir harf neyi sembolize eder, ne anlamlarda kullanılmıştır, çok iyi araştırmak gerekir.

Tüm araştırmalar şunu gösteriyor ki İslâm: Barış, huzur, selâmet, sulh, anlamına gelen bir kelimedir.

Müslüman da: Barış ve huzur veren, selâmet içinde olan, zarar vermeyen, kavga etmeyen, çevresine huzur veren kişi demektir.

Hep savaş, yağma, öldürme dönemlerinde ortaya çıkan bir kelime olan “İslâm”kelimesi, savaş ve yağmalara karşı çıkan Resûl ve Nebî’ler, “İslâm” kelimesini insanlığa sunmuşlardır.

Peki, bizler gerçekten Müslüman mıyız?

Müslüman: Barış ve huzur üzere olan, selâmet üzere olan, zerre kadar zarar vermeyen, hep çevresine huzur sunan kişi anlamında ise acaba bizler böyle miyiz diye sormak gerekir…

Kur'ân başından sonuna kadar, kâinatı okumayı, araştırmayı, anlamayı tavsiye eder.

Ve "Salih amel"de olmayı emreder.

Yani iyi çalışmalarda olmayı, iyi insan olmayı, kimseye zerre kadar zarar vermemeyi emreder. Yani "İslâm" şuuruna ulaşmayı ve o şuurda yaşamayı emreder.

Şimdi hepimiz kendimize soralım: Ben Müslüman mıyım?

Müslümanlığın vasıflarını hayatıma geçirdim mi?

Müslüman kimdir?

Kur'ân şöyle tarif ediyor:

Kâinatı okuyan, inceleyen, varoluşu ve var edeni anlayandır.

Allah hakikatine erendir.

Kulluk şuuruna ulaşan, o şuurdan asla ayrılmayandır.

Allah'a güvenendir

Allah'ın adaleti üzere hareket edendir.

Karamsarlığa, ümitsizliğe kapılmayan, kapılsa da hemen Allah'a sığınandır.

Hâl ve yaşantısı "İslâm" üzere, yani çevresine huzur veren, herkesle barışık yaşayan, kavga halinde olmayandır.

Anne babasına öf bile demeyen, yakınlarına yardım için koşandır.

Kibirli olmayan, kendini büyük görmeyendir.

Bölücülük, arabozuculuk içinde olmayandır.

İnsanların ardından dedikodu yapmayan, onları çekiştirmeyendir.

Kimini küçük görüp, kimini yüce görmeyendir.

Kimseyi kırmayan, bağırmayan, kavga etmeyen, bilmişlik içinde olmayandır.

Dünya malı, mülkü, şanı, şöhreti için yaşamayan, bir makâma gelmek için düzen içine girmeyen, insanları kullanmayandır.

Birilerinin hakkını yemeyen, malını mülkünü çalmayandır.

İnsanların sıkıntılarında, samimi olarak hiçbir beklentiye girmeden onlara yardım koşandır.

İnsanları inançlarına, ibadetlerine göre ayırmayan, onları inançlarını ibadetlerini hor görmeyen, onları cehennemlik görmeyendir.

İnsanlara kötü lakaplar takmayan, ayıbını aramayandır.

İnsanlarla alay etmeyen, hatalarını aramayan, özelini araştırmayandır.

İnsanlara güler yüzlü davranan, onların hâl, hatırlarını sorandır.

Tartıda, alıp vermede dürüst davranandır.

Otoriteye çıkar için yakın olmayandır.

Devlet yönetiminde Halk’ın çıkarlarını koruyan, kendi şahsi çıkarı için koşmayan, rüşvet yemeyen, bahşiş bile kabul etmeyendir.

İnsanlar için ve çevresi için koşan, bir şeyler üreten, bir şeyler keşfeden, insanların yaşamlarını kolay kılan, onlara hep faydalı olan, hiçbir beklenti içinde olmadan yardım edendir.

Evet, Kur'ân başından sonuna kadar Müslüman olmanın vasıflarından bahseder.

Kur’ân’dan bazı örnekler vermek gerekirse:

Hûd Sûresi:

Sabredenlerdir.

Dosdoğru hak yolunda çalışanlardır.

Dünya hayatını süsünü, yani makâm şan, şöhret peşinde olmayanlardır.

İftira atmayanlardır.

Yalanları aktarmayanlardır.

Ölçüyü ve tartıyı tam olarak yerine getirenlerdir İnsanların mallarının karşılığını eksik vermeyenlerdir Çalmayanlardır

Birbirine kötü isim, lakaplar takıp çağırmayandır.

Kimsenin arkasından çekiştirmeyendir, dedikodusunu yapmayandır, gizli yönlerini, hatalarını araştırmayandır.

Birbirine yardım için koşandır.

Kendi bildiğinin inadında durmayandır.

Aslı olmayan şeylere inanmayandır.

Lokmân Sûresi:

Her an Hakk’a bağlılık şuuru üzere hareket edendir.

Temizlenme içinde olup, kendilerindekini paylaşanlardır.

Sonlarının geleceğini bilerek yaşayanlardır.

Bilgisi olmadığı şeyler hakkında konuşmayanlardır.

Kibirlenmeyenlerdir.

Kimseyi ve hiçbir varlığı küçük görmeyenlerdir.

Varlığının sahibini bilip teslim edenlerdir.

Allah'a ait nitelikleri kendine nispet etmeyenlerdir yani asla şirk içinde olmayanlardır.

Anne, babasına her zaman minnettarlık içinde olanlardır.

Hep iyi haller içinde yaşayanlardır.

Hep hakikatlere arif olmaya çalışıp hakikatleri inkâr etmeyenlerdir.

İnsanlara suratını asmayandır.

Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyendir.

Büyüklenme, övünme halleri olmayandır.

Hep tevazulu bir şekilde hareket edendir.

Konuşurken sesini yükseltmeyendir.

Asla kendi çıkarına göre hareket etmeyendir.

Her an saygı içinde olanlardır.

Dünya hayatına aldanmayandır.

Mâide Sûresi

Verdiği sözü yerine getirenlerdir.

Hep yararlı haller içinde olanlardır, zerre kadar da olsa zarar vermeyenlerdir.

Varoluş araştıranlar, hep hakikatler peşinde olanlardır.

Hep fenalardan uzak duranlardır.

Fedakârlıktan vazgeçmeyenlerdir.

Gösteriş peşinde olmayanlardır.

Kan dökmeyenlerdir.

Kötülük için yardımlaşmayanlardır.

İyilik üzere yardımlaşanlardır.

Zerre kadar da olsa düşmanlık içinde olmayanlardır.

Öfkeyle hareket etmeyenlerdir.

Vurup zarar vermeyenlerdir.

Bozup dağıtmayanlardır.

Fakir bırakmayanlardır.

Sıkıntılar, kederler vermeyenlerdir.

Gereğinden fazla yemeyenlerdir, içmeyenlerdir.

Büyü, fal gibi asılsız şeylerle uğraşmayanlardır.

Adalet üzere hareket edenler hiç adaletten ayrılmayanlardır.

Asla çalıp çırpmayanlardır.

Rum Sûresi

Varlığın suretinde kalmayandır.

Ümitsizlik içinde olmayanlardır.

Huzur dolu, sevgi dolu, merhamet dolu hallerle hareket edenlerdir.

Dinin, Allah’a ait olduğu şuuruyla yaşayanlardır Tevhîd üzere yaşayanlardır.

Dini bölen kimselerden olmayanlardır.

İnsanları Dine göre ayırmayanlardır.

İnsanları tarikatlere, mezheplere, cemaatlere bölmeyenlerdir.

Benim inancım doğru senin ki yanlış demeyenlerdir.

Kendi inancıyla böbürlenmeyenlerdir.

A’râf Sûresi

Şeytani hallere uymayanlardır

İblislik halinde yani varlığın dış suretine bakmayanlardır.

Asla kibirlilik içinde olmayandır

Hep iyi halle güzel haller içinde olanlardır

Kimsenin ırzına namusuna tasallut etmeyenlerdir.

Haddi aşmayanlardır.

...

...

Evet, şimdi hepimiz kendimize soralım biz gerçekten bu âyetleri yaşantımıza uyarladık mı?

Biz gerçekten bu emirlere uygun mu yaşıyoruz?

Biz gerçekten Müslüman mıyız?

Yoksa sadece lafzında kaldık, kâlbî bir yaşantı içine giremedik mi?

Müslüman kelimesinin telaffuzunda kaldık da, kâlbî bir şekilde imanî ve İslâmi boyuta geçemedik mi?

Evet, telaffuzda kaldığımızda, yani dil ile ikrarda kaldığımızda iman etmiş, Müslüman olmuş sayılır mıyız?

Mesela günde bin kez doktorum desem, doktor olabilir miyim?

Elbette olamam.

Doktorluk eğitimini almadan, o eğitimi başarı ile geçmeden ve hayata yansıtmadan yani hasta tedavi etmeden doktor olunamaz.

İşte dil ile ikrar kâlb ile tasdik de böyle bir şeydir.

Dilimizle istediğimiz kadar Müslümanım diyelim, yaşantımızda bunu göstermediğimiz müddetçe Müslüman olamayız.

Evet, yazmaya gönlüm varmıyor, ama yazmam gerektiğini de biliyorum.

Müslümanlık dediğimiz bir devir, Hazreti Muhammed ve Ehl-i Beyt sonrası kapandı diye düşünüyorum.

Hepimiz, dünya malı, makâmı, şanı şöhreti peşine düştük.

İbadetlerimizi bile nefsimiz için yapıyoruz, yani cennete varmak, cehennemden korunmak için yapıyoruz.

Bedenimizin derdine düştük, sahibini anlayamadık, ona teslim olamadık.

Evet, hepimiz kendimize soralım:

Ben gerçekten Müslüman mıyım?

Ben İslâm şuuruna ulaşabildim mi?

O şuuru yaşantıma geçirebildim mi?