• Sonuç bulunamadı

Allah adını kullanarak, Allah diyerek bir şeyler söylemek için başladılar.

Allah dediler, peygamber dediler, Kur'ân dediler, âyet, ibadet dediler.

Allah adına anlattılar, din adına anlattılar.

Emirler koydular, yasaklar koydular, korkular koydular.

Oysa niyetler farklıydı.

Onlar da duyduklarını Allah adına aktarıyordu.

Arkadaki asıl niyeti çözemedik.

Kur'ân'ın mesajını anlayamadık.

Kur'ân'da yüzlerce; düşünün, akledin, araştırın, gözlemleyin, tefekkür edin, tezekkür edin, şâhit olun gibi uyarılar vardı.

Düşünmek dinden çıkmaktır dediler.

Düşünmek Allah'ı inkâra götürür dediler.

İbadet etmeyen öldürülür dediler.

Sen ne bileceksin dediler.

Sen ne anlayacaksın dediler.

Gavslar bilir, evliyalar bilir, mürşitler bilir dediler.

Oysa Kur'ân; anlayasınız, düşünesiniz, akledesiniz diye âyetleri sunduk derken, bize düşünmeyi Allah'ı inkâr diye öğrettiler.

Din adına, Allah adına, Allah diyerek aldattılar.

Fâtır Sûresi 5: "Ve lâ yegurrennekum bi Allâh el garûr"

Meâli: " Ve aldatıcılar sizi Allah diyerek aldatmasın"

Âyetini hep okuduk ama uyanamadık.

Bizi Allah ile bağladılar, Kur'ân ile bağladılar, sünnet diyerek, hadis diyerek bağladılar.

Korkuttular, Allah emri dediler, sorgulamadan yap dediler.

Allah adıyla aldattılar.

Allah kadını dövün der mi? Diye düşündük.

Allah'ın emri dediler, Kur'ân'da var dediler.

"Darabe" kelimesini dövmek diye öğrettiler.

“Öyle mi acaba” diye düşünürken bile korktuk.

Böyle düşünmekle, Kur’ân kelimelerini incelemekle “Allah'ı inkâr mı ediyoruz, dinden mi çıkıyoruz acaba” diye tedirgin olduk.

Allah, kadını neden dövün demiş olabilir ki?

Bir hikmeti mi var acaba? Diye düşündük.

“Bu doğru olabilir mi?” Diye düşünürken, çekindik.

Nisâ Sûresi 34. âyetdeki "Darabe" kelimesini dövmek diye çevirmek doğru muydu? Diye düşündük araştırdık.

Korkumuz bizi bırakmadı ama yinede düşündük, çünkü aklımıza gönlümüze yatmıyordu.

Oysa darabe kelimesi: Vurgulamak, isabet, darbe, sarsmak, vurmak, kendine getirmek, ortaya koymak, çıkarmak, hakikati göstermek, hakikati sarsıcı şekilde ortaya koymak, gibi anlamlara geliyormuş, araştırınca anladık.

İbrâhîm Sûresi 45: ”Ve darabnâ lekum” ” Size hakikatleri vurguladık.”

Tâ-Hâ Sûresi 77: “Fe edrib lehum” ”Onlara hakikatleri vurgula.”

Oysa dabere kelimesi; vurmak, dövmek değildi, vurgulamaktı.

Hakikatleri vurgulamak, hakikatleri delillerle ortaya koymaktı.

Allah adıyla aldattılar, Allah diyerek aldattılar.

Kadınları dövün, ikişer üçer dörder alın, istediğiniz zaman boşayın dediler, onların rûhu yoktur dediler.

Altı yaşında kız çocukları ile evlenebîlirsiniz dediler.

İstediğiniz kadar cariye alın dediler.

Bunlar Allah'ın sözleri, dediler.

Allah'ın sözleri olabilir miydi bunlar?

Allah adıyla aldattılar, Allah diyerek aldattılar.

Allah'tan korkun dediler.

Oysa Kur'ân, Allah sevgisinden bahseder.

Korku şeytanın dostlarına aittir, der.

Â’lî İmrân Sûresi 175- “Şeytani hallerde olanlar ancak kendi dostlarını korkuturlar.”

Allah adıyla aldattılar, Allah diyerek aldattılar.

Namaz kılmaz isen, oruç tutmaz isen, hacca gitmez isen kâfir olursun dediler.

Oysa Kur'ân bizlere ibadetlerin şekli yönünü değil, kâlbi yönünü tarif etti.

Sâlat'ın derin mânâlarına işaret etti.

Salât (Bakara Sûresi 43 ve birçok Sûrede)

Salâtı ikâme (Nisâ Sûresi 103. Bakara Sûresi 110) Salâtı vustâ (Bakara Sûresi 238)

Salâtı dâimûn (Meâric Sûresi 23) Salâtı sâhûn (Mâûn Sûresi) Kada salât (Nisâ Sûresi 103) Salâtı hafizun(Meâric Sûresi 34) Tayr salât (Nûr Sûresi 41)

Musalli (Bakara Sûresi 25, Mâûn Sûresi) Sallî (Âl-î İmrân Sûresi 39)

Salâh (Nahl Sûresi 119) Salavât (Bakara Sûresi 238)

Secdenin, kıyamın, rükû'nun mânâsal boyutlarına işaret etti.

Cümle varlığın her an secde halinde olduğuna işaret etti.

Neydi varlığın secdesi?

Her an olmakta olan secde neydi?

R'ad Sûresi 15- “Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tavan ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl.”

Meâli: “Göklerde ve yerde olan ne varsa, istese de ve istemese de ve onların gölgeleri dâhil, sabah, akşam hiç durmadan Allah’a secde ederler. “

Allah adıyla aldattılar.

Sadaka'yı, fitre'yi, zekâtı hep para yardımı olarak öğrettiler.

Oysa sadaka: Doğru olan, gerçek olan, sadık olan, dosdoğru hareket eden, demekti.

Allah rızası için sadaka, Allah rızası için, Allah hakkında doğru bilgi verir misin, demekti.

Oysa Fitre: Fâtır kelimesinden geliyordu.

Fâtır, Fâtara, Fıtrât, İftâr, Fıtır, Fitre aynı anlamlar taşıyan kelimelerdi.

Oysa zekât, zekâ kelimesinden geliyordu, temizlenmek demekti.

A'lâ Sûresi : "Kad efleha men tezekkâ."

Meâli: “Cehalet hallerinden temizlenen kimse ise kurtuluşa erer."

Allah adına aldattılar.

Kurban kesmeyi hayvan kesmek diye öğrettiler.

Oysa Kurban; "Kurb" kökünden geliyordu, yakınlık demekti.

Kâf Sûresi 16: “Ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.”

Meâli: “Biz ona şah damarından daha yakınız.”

Oysa kurban; hayvan kesmek değildi, kendi hayvaniyetini kesmekti, kendine varlık nispet etmekten vazgeçmekti.

Allah'a olan yakınlık sırrına ermekti.

Allah adıyla aldattılar.

Kur'ân'ı, kitap olarak öğrettiler.

Âyeti, Mushâfta yazılan yazı olarak öğrettiler.

Sûreyi, Mushâfta başlıklar olarak öğrettiler.

Oysa Kur'ân; tüm kâinatı kitap bilmekti, tüm kâinatı okumaktı, kurulu bir nizam olan kâinatı incelemekti.

Oysa âyet; her varlıkta ki sonsuz işaretlerdi, delillerdi.

Oysa sûre; sûretlerimizdi, tensel bedenlerimizdi, varlığın sûret yönüydü, bedenlerde olan okunacak yöndü.

Sünnet'i Hazreti Muhammed'in sünneti, yaşamı diye öğrettiler.

Oysa sünnet; "Sünnetullâh" kelimesinden geliyordu.

Allah'ın sünneti, yeryüzünde Allah'ın işleyişi demekti.

Güzel gönüllü Hazreti Muhammed, bu yolda ne güzel örnekler sunmuştu.

Onun için Mushâfta" Onda, sizin için güzel örnekler vardır" diye bildirilir.

124.000 peygamber geldi, hepsi erkek, kadından peygamber olmaz dediler.

Rical kelimesini erkek diye öğrettiler.

Oysa Resûl, Nebî boyutunda cinsiyet olmazdı.

Kölelik cariyelik vardır, dediler.

Oysa Kur'ân; kölelik cariyelik yoktur, der.

Kişi ve tüm varlık sadece Allah'ın kuludur.

Kulun kula kulluğu, yani köleliği yoktur.

Hep Allah adına, din adına aldattılar.

Masumdu çünkü gönüller, Allah deyince hemen inanıyordu.

Zaten şeytanın asıl amacı, Allah diyerek kandırıp kendine şan, şöhret, saltanat kurmaktı.

Masum gönüllerden kendine saltanat kurmaktı.

Râhman, râhim, cemâl, celâl, hamd, şükür, bismillah, Resûl, Nebî, melek, iblis, şeytan ve yüzlerce kelimeyi, hep başka anlamlarda anlattılar.

Düşünmeyin inanın dediler.

Düşünürseniz Allah'ı inkâra gidersiniz, dinden çıkarsınız dediler.

Oysa Allah'a hiç şâhit olamamıştık, Din nedir hiç bilememiştik.

Oysa, düşünün dedi Kur'ân düşünün.

Şâhit olun, şâhit olmadan inanmayın,

Bir ilim ifade etmeyen şeyin ardına düşmeyin, Tefekkür edin,

Size anlatılan her şeye inanmayın,

Atalardan gelen bilgilere hemen inanmayın, araştırın, Cümle varlık âyettir,

Aradığınız tüm hakikatler varlığın bizzat kendisinde, Kendinizi bilin,

Düşünmeyenin, akletmeyenin imanı olmaz,

"Aldatıcılar sizi Allah diyerek aldatmasın" dedi.

Bu yazı da sizi aldatmasın.

Gerçek, ancak ve ancak sizin şâhit olduğunuz, gördüğünüz, kokladığınız, en ince noktasına kadar ilmi olarak tanıdığınız, aslına ulaştığınız, gönlünüzün tattığı alandır.

Başkalarının söylediği değil, kitapların yazdığı değil, sizin tanıştığınız, bildiğiniz, şâhit olduğunuz alandır.

Ezanda günde yirmi defa okunan "Eşhedü" buna işaret eder.

Bizler aktarılan her bilginin, aslını bilmediğimiz müddetçe, sorgulamadığımız,

araştırmadığımız, düşünmediğimiz, şâhit olmadığımız müddetçe, aldatıcılar bizi Allah adını kullanarak aldatmaya devam edecektir.

Kimseye değil sözümüz.

Kimsenin inancına, ibadetine yoktur bir sözümüz.

Kendi gönlümüz iledir muhabbetimiz.

Kendimizedir sözümüz.