• Sonuç bulunamadı

linde salınelernek isteyebilir). Sokrates çirkindi, kendi deyimiyle kur

bağa yüzlüydü; ama büyük bir çekime sahipti, genç erkekler (Platon da dahil) onun çekimine kapılıyordu. Sonuçta, sağında oturan Kli­

nias ile Sokrates oradalar. Euthydemus ve Dionysodorus onları fark

eder, onlara bakar, yeniden birbirlerine bakarlar, yine onlara bakar

I N S A N L AR i l N S A N L l KTAN Ç l K A R M A K

ve nihayet diğerlerine yaklaşırlar; Euthydemus Klinias'ın sağına ve Dionysodorus ise Sokrates'in soluna oturur. Solcrates iyi günler di­

ler ve Dionysodorus ile Euthydemus'u Klinias'a takdim eder: "Onlar bilge adamlardır: Savaş hakkında bir general olacak kadar şeyi, tüm taktikleri, bir orduya nasıl komuta edileceğini, tam zırhla nasıl sava­

şılacağını bilirler; aynı zamanda kendilerini mahkemede savunmayı da bilirler."

Dövüş öğretmenleri daha önce de vardı; etkinlik zamanla meslek­

leşmişti. Mahkemeler eski kurumlardı.

İlyada'

da Akhilleus'un ünlü kalkanı üzerinde bir mahkeme sahnesi de tasvir edilmişti (Kitap

18,

s.

503).

Suçlananlar -genellikle askeri meselelerde- kendilerini şahsen savunmalıydı. Avukatları yoktu. Fakat daha deneyimli insanlardan tavsiye alırlardı. Bu tavsiye etkinliği de yavaş yavaş profesyonelleş­

mişti. Sokrates, Dionysodorus ve Euthydemus'un savaş sanatında ve mahkeme davalarında profesyonel danışmanlar olduklarını biliyordu ve Klinias'ı da bu yönde bilgilendirmişti.

Ama "buna burun kıvırdılar; birbirlerine baktılar ve güldüler;

Euthydemus dedi ki: 'Artık bu meselelerle ilgilenmiyoruz - onları sa­

dece yan gösteriler olarak görüyoruz."'

Sokrates, "beni şaşırtıyorsunuz", dedi, "eğer böyle büyük konular yan gösteri olmuşsa asıl şovunuz çok iyi olmalı; öyleyse, gökler adına, bu şovun ne hakkında olduğunu anlatın!"

"Erdem, Sokrates! Ve onu dünyadaki başka herkesten daha hızlı ve daha iyi öğretebileceğimize inanıyoruz!"

Gerçekten de erdem, hem Protagoras gibi önemli hem de önemsiz sofıstler tarafından öğretilen konulardan birisiydi. Sokrates, Eythyde­

mus ve Dionysodorus'u sanatlarını göstermeye davet eder: "Bu genç adamı, Klinias'ı, bilgeliği sevmesi ve erdemli davranması gerektiğine ikna edin!"

Bu konuşmalar esnasında Euthydemus öne doğru eğildi; olanları duymayı ve Klinias'a yakın olmayı isteyen Ktisippos onu artık göre­

miyordu. O da ayağa kalkıp Klinias ve Sokrates'in hemen önüne geç­

ti. Diğerleri, Euthydemus'un ve Dionysodorus'un takipçilerİnİn yanı sıra Klinias'ın hayranları da aynı şekilde Sokrates, Klinias, Euthyde­

mus ve Dionysodorus'un etrafını sardılar. Durumu bir tahayyül edin;

B I L I M I N T I RA N L I G I

gözünüzde canlandınrsanız sadece bu diyalog değil, aynı zamanda antik Atina' daki kamusal yaşamın ufak bir parçası hakkında da fikir sahibi olacaksınız. Euthydemus gösteriye başlar.

"Şimdi, Klinias," der, "öğrenenler kimdir, bilge olanlar mı yoksa cahil olanlar mı?"

Bu büyük bir soruydu (Sokrates anlatmaya devam eder). Çocuğun yüzü kızardı ve şüpheyle bana baktı. "Yüzünü asma, sevgili Klinias;·

dedim, "bir erkek gibi cevap ver."

Tam o zaman Dionysodorus bana doğru eğildi ve ağzı kulaklarına varan bir gülümsemeyle kulaklarıma fısıldadı: "Şimdi dikkat et Sok­

rates - çocuk ne yanıt verirse versin, reddedilecek."

Çocuğu uyarma şansun yoktu, çünkü çocuk Dionysidorus konu­

şurken hemen yanıtını verdi ve bilge olanların öğrendiğini söyledi.

Euthydemus, "Öğretmen dediğiniz insanlar vardır, değil mi?"

diye devam etti.

Klinias onayladı.

"Öğretmenler öğrenene öğretir; mesela müzik hocası ve gramer hocası senin ve diğer çocukların öğretmenleriydi ve siz öğrendiniz değil mi?"

"Evet," dedi.

"Elbette, öğrenirken öğrenmekte olduğunuz şeyleri henüz bilmi-yordunuz?"

"Hayır," dedi.

"O zaman bu şeyleri bilmezken bilgeydiniz?"

"Kesinlikle değil," dedi.

"Bilge değilseniz, o zaman cahil miydiniz?"

"Evet."

"O zaman siz çocuklar, bilmediğiniz şeyi öğrenirken cahildiniz, değil mi?"

Çocuklar başlannı salladılar.

"O zaman cahil öğrenir, benim sevgili Klinias'ım, senin sandığın gibi bilgeler değil."

Bunun şef ve koronun durumuna benzediğini söyleyerek sinyali de vermiş oldu ve Euthydemus, Dionysodorus ve takipçileri

neşele-INSANLAR! INSANLI KTAN ÇlKARMAK

nip gülrneye başladı. Sonra çocuğun nefes almasına bile izin verme­

den Dionysodorus devreye girdi ve "ne oldu, benin sevgili Klinias'ım, gramer hocası sana ders verirken?" diye sordu. "Çocukların hangileri öğretilen şeyleri öğrendi - cahiller mi bilgeler mi?"

"Bilge olanlar," dedi Klinias.

"O zaman, bilge olanlar öğrenir, cahil olanlar değil ve az önce kar­

deşime yanlış cevap verdin."

Sonra gerçekten de

iki

adamın maiyetleri gürültülü, uzun kahka­

halar atarak, onların bilgeliklerini alkışladı. Fakat geri kalanlarımızın hepsi donakalmıştı ve ne diyeceklerini bilmiyorlardı.

Bu küçük sahnenin çeşitli ilginç özellikleri vardır. Birinci olarak, orta yaşlarda mesleklerini değiştirmiş

iki

adam söz konusudur - "er­

dem" öğretmenleri olmuşlardır. İkinci olarak, onların repertuvarının bir kısmını, yani paradoks sonuçlara yol açan argümanları gösterir.

Argümanlarla karşılaşanlar donakalıp ve ne diyeceklerini bileme­

mişlerdi". Böyle argümanlar sadece eğlence amaçlı kullanılmazdı.

Bir mahkemede kullanıldığında karşı tarafın üstesinden gelebilirdi.

Üçüncü olarak, bizatihi bu tehlike bazı sofistlerin meseleyi detaylı ele almasını sağlamıştır: Bunu yaparken, geçerli ve geçersiz akıl yürütme arasındaki aynmıyla bugün mantık olarak bilinen şeyin temelini at­

tılar. Dördüncü olarak, paradoksların kamu önünde tartışıldığını ve tartışmanın ilgili bir izleyicisi olduğunu öğreniyoruz: İnsanlar mantık meseleleriyle ilgiliydi. Karanlık Çağlar denilen zamanlarda bile, bazı Azizler muhaliflerle tartışmalar düzenlemiş ve bu tartışmaları üstün akıl yürütmeleriyle kazanmışlardı. Ama şimdi, bir paradoksun orta­

sındayız.

"Benim sevgili Ktisippos'um- yalan söylemenin gerçekten müm-kün olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Gökler adına evet - ya da ben çatlağım."

"Önermeyi yaparak mı yapmayarak mı?"

"Yaparak," diye yanıtladı (yine Sokrates konuşuyor -

gymnasiu­

m

un bekleme odasında kaldığında ne olduğunu aktarıyor).

"Bu durumda - önermeyi dile getirdiğinde, gerçekten söylediğin­

den başka bir şey hakkında konuşmuyor mudur?"

B I L I M l N T I R A N L I G I

"O zaman, demek ki hakkında konuştuklan şey diğer şeylerden biraz farklı bir şeydir."

"Elbette."

"Bu nedenle, önermeyi yaparken onun hakkında konuşuyor."

"Evet."

"Şimdi, o zaman, onun hakkında konuşurken, onu olduğu gibi belirtir ve hakikati mi söyler?"

"Evet", dedi Ktisippos, "ama bu açıklamalarda bulW1an, yani Euthydemus, şeyler hakkında onların oldukları gibi konuşmuyor."

"O zaman," diye devam etti Euthydemus, "olmayan şeyler elbette yoktur!"

"Yoktur."

"Ve olmayan şeyler hiçbir yerde olamaz."

"Evet."

"O zaman herhangi birinin, kim olduğu önemli değil, olmayan şeyler hakkında bir şeyler yaparak onları hiçbir yerde olmayan şeyler yapması mümkün müdür?"

Ktisippos, "hiç sanmıyorum," dedi.

"Güzel; konuşmacılar halk önünde konuştuğW1da - hiçbir şey yapmazlar mı?"

"Ah hayır - onlar bir şeyler yapıyor."

"Eğer yaparlarsa, aynı zamanda yaratırlar mı?"

"Evet."

"O zaman konuşmak hem yapmak, hem de yaratmak mıdır?"

Evet, der.

"O zaman", dedi, "kimse olmayan şeylerden söz edemez, yoksa onları var kılmış olur

[

... ]" vb. Benzer bir şekilde Euthydemus ve Di­

onysodorus birisiyle çelişmenin mümkün olmadığını saVW1urlar.

İlk

taraf söyleyeceğini söyler, ikinci taraf söyleyeceğini söyler, iki şey bir­

birinden farklıdır, her birisi kendi konusu hakkında konuşur - hep­

si budur. Ortada yanlış görüşler yoktur, çünkü herkes söyleyeceğini söyler - işte bu kadar. Bu argümanların zemini Protagoras tarafından değiştirilmiş bir Pannenides'tir. Pannenides'e göre olmayanı söyleye­

mezsin - olmayanı söylemek hiçbir şey söylememekle aynıdır. Her du­

rumda sofistler bu zorlukların mahkemelerde, kamusal tartışmalarda

I N S A N L A R I I N SA N L I KTAN Ç l KA R M A K

ortaya çıkmasını sağlayan ilk kişilerdi ve zaman içerisinde yavaş yavaş