ve kuşkuya yer bırakmaksızın tesis ettiğini söylemek istediğinde bu
meselenin dilin ve tüm fenomenlerin müphemliği hakkında ne ima
ettiğini hatırlayın.
B I L I M I N T I R A N L I G I
SORU: Ben ilk
gün
bize yönelttiğiniz soruya geri dönmek istiyorum. Epik şairler, Aiskhylos'un tragedyası
vb.
tarafından ifade edilen tek-tip dünya görüşünü baltalayan ilk felsefecilerin yol açtığı Kültürel Devrim'den söz ettiniz. Soru, Kültür Devrimi'nin iyi mi kötü mü olduğuydu. Sanırım iyi olmadığı konusunda hepimiz hemfikiriz
[ .
..]
elbettebu bir soru - bir konwn. Eğer iyi olmadığını kabul edersek, kayıp birliği, kayıp uyumu yeniden kazanmak için bir yol aramalıyız. İşte bu yol -bu günlerde aklıma gelen bazı düşünceleri ifade edecek olursam- felsefe yo
luyla olamaz (kabaca söylersek, felsefeyi bugünlerde kullandığımız gibi bir soyutlama olarak alıyorum); çünkü felsefe insan yaşamı ve etkinlik
lerinin duygular, hisler, deneyim (neden olmasın) gibi diğer yönlerine karşı önyargılı bir şekilde akıl ilkesi temelinde birliği teşvik eder.
Aiskhylos'un tragedyası daha iyi bir çözüm sunar ve önerir gibidir;
diyalektik bir birlik aracılığıyla çatışmaların, kopukluğun üstesinden ge
lir ve asla statik olmayan diyalektik bir dengeye ulaşır. Yapmak istediğim değerlendirmelerden birisi bu.
Dün bilimsel teorilerin, bu teoriler tarafından ima edilen dünya gö
rüşünü (ontolojiyi) kabul etme wrunluluğu hissetmeksizin sırf yararlı öngörü, teknolojik uygulama
vb.
için araçlar olarak kabul edilebileceğine dikkat çektiniz. Aslında genellikle çalışmalarım sırasında kendimi bu bakış açısını payiaşırken bulurum; ama bugünlerde aklıma takılan, kafaını kanştıran bir sorun var. Bu bilimsel bilgi (ne de olsa, tıpkı diğer tüm insan etkinlikleri gibi yaşamlanmızın bir parçasıdır) ve dünya görüşleri (yaşarnlanmızın parçası olmanın yanı sıra insan üretimidir) arasındaki bir tür ayrılığı, kopukluğu kabul etmek anlamına gelmez mi?
Bilimin dünya görüşünü kabul etmemiz gerektiğini söylemiyorum.
Belki de işlerin tersine, yani dünya görüşünün bilimi etkilernesiyle yü
rüdüğünü tahayyül etmek daha tercih edilir ve daha gerçekçidir. Fakat belki de ikisinin diyalektik yeniden bileşimi yönünde bir girişimde bulu
nuimalı diye düşünüyorum.
Bir diğer deyişle, bilim insanlarını kölelerimiz olarak görme önerisi beni pek tatmin etmedi.
V
e belki de felsefeyle, zavallı felsefeyle ilgili olarak da benzer değerlendirmelerde bulunulabilir; onu bir kenara fırlatıp atmak bana biraz abartılı görünüyor.
Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
D O C A N I N B E R E K E T I
FEYERABEND: Başlangıç olarak, felsefecilerin birleştirici ilkelere ilgilerinin ve Platon'un tragedya eleştirisinin kötü şeyler olduklannı söylemezdim. Platon'un eleştirisi Aristoteles'in harika metnine yol açmıştı
ki,
harika her şey gibi onun da iyi ve kötü etkileri olmuştur.Bilim ve şiirin aynlmasına dair ise, bir kere, bu konular birbirle
rinden ayndır, uzun zamandır da öyledir.
Antik Yunan zanaatkarlar diğer yurttaşların bilmediği şeyleri -ev inşa etmeyi, mücevher yapmayı, şifacılığı- biliyorlardı. Bu tür uzmanlar her kültürde ve her dönemde bulunurlar. Antik Mısır' da, Babil' de, Çin' de varlardı. Soru, bu grupların toplumsal konumlarının ne olduğudur?
Yunanistan' da pek çok zanaatkar köleydi. Hepsinin kölelikten şikayetçi olduğu söylenemez. Özgür insanların aksine savaşa gitmek zorunda değillerdi. Aristophanes'te bir yerlerde savaşçılar savaştan yorgun şekilde geri dönerler
ki,
bir de ne görsünler? Zengin ve mutlu köleler alenen sokaklarda zenginlikleriyle gösteriş yapıyorlar.Aiskhylos ve Aristophanes köle değillerdi; yine de oyun yazarlığı yetenekleri nedeniyle sıradan yurttaşlardan da farklıydılar: Bu açıdan diğer insanlardan aynlıyorlardı. Ne var
ki,
Platon için burılar sadece yararsız değil aynı zamanda tehlikeliydi - onlan kusursuz toplurnundan dıştamak istiyordu. Sorun şu: lanaatkarlar veya tragedya yazarları gibi özel insanlan bir toplumla kaynaştırmanın en iyi yolu nedir? Mo
dern devletler bağlamında - bilim insanlaona nasıl yaklaşılmalıdır?
Bu problemin nihai bir çözüme kavuşturulabileceğini sanmıyo
rum. Bugün akademik özgürlüğe benzer bir şeyimiz var. Öğretim üye
leri tarafından yapılan araştırma ve eğitim kendileri tarafından değer
lendiriliyor, dışandaki kururnlar tarafından değil. Pek çok entelektüel akademik özgürlüğü temel bir hak ve toplumun geri kalanı tarafından uyulacak kutsal bir buyruk olarak görür. Ama bu saçma bir tavırdır.
Bu sözde "hak" bazı prensterin bilim insanlarını Kilise'den korumak istedikleri özel tarihsel koşullarda ortaya çıkmıştır. O dönemde Kilise düşünsel yaşamın önemli bir kısmının denetimini elinde tutuyordu ve bir karşı kuvvete sahip olmak önemliydi. Bugün şartlar tam tersine döndü; şimdi bilimsel gövde gösterisine karşı bir kuvvete ihtiyacımız var. Hem prensterin modası geçti; kiliseler, en azından Batı
ülkelerin-B I L I M I N T I R A N L J Ci i
de, eski güçlerinin çok azına sahipler ve krallıkların yerini demokra
siler, cwnhuriyetler aldı. Bir demokrasi önemli meseleleri halka veya seçilmiş temsilcilerine bırakır. Eğitim önemli bir meseledir; büyük vergi gelirlerinin nasıl harcandığı da. Günümüzde biyoloji dersinde İsa'nın Bakire Doğumu öğretisinin işlenmesi ne kadar yersiz ise aka
demik özgürlük de toplumun geneli içinde o kadar yersizdir. Bilim insanları ya devlet memurudur -devlet üniversitelerindekiler- ya da özel sektör çalışanlarıdır. İlkinde, önce devlete karşı, ikinci olarak ise sadece kendi çılgınlıklarına karşı yükümlülükleri vardır. İkinci du
rumda, çalıştıkları sektördeki programlara, eğilimiere ve modalara uyum sağlamaları gerekir. Etraftaki insanları fıkirlerini kabııl etmeye ikna edebilirler - ama uğraşmaları gerekir; sadece tuhaf sembollerle karatahtayı doldurabildikleri için kendilerine kıılak asılmasını garan
ti edemezler. Hakikat ve yöntem hakkında kendi fikirleri olabilir ve kendilerinden çok emin olabilirler. Sonra bu fikirler hakkında kitap
lar yazar ve sokak köşelerinde onlardan söz ederler - bazı insanların söylediği gibi (biraz iyimser bir şekilde, bence), burası özgür bir ülke.
Fakat onların bu fikirleri gençlerin kafalarına başka her şeyi dışiaya
rak tıkmalarına izin vermek ve zorlu meselelerde onların önerilerine diğer önerilere göre öncelik vermek eşit ölçüde aptalca olacaktır.
Şimdiye kadar, toplwnda özel insanların rolü hakkında konuş
tum. Onların imtiyazları olmalı mı, yoksa onlara da geri kalan herkes gibi davranılmalı mı ve icatlarıyla ne yapılacak? Bir başka sorun da fi
kirlerinin toplumun geri kalanıyla nasıl ilişkilendirileceğidir. Örneğin bilim ve din arasındaki ilişki ne olacaktır? Yine benim yanıtım buna duruma göre karar verilmesi gerektiğidir, bu konuda nihai bir karar verilemez. Hem, fikir üreticiler zaten sorun· üzerinde çalışmaktadır - hatta ezelden beri bunun üzerinde çalışıyorlar. Dolayısıyla önerim sadece bir başka öneri olur, yeni bir şey olacağını pek sanmıyorum.
Tüm
yapabileceğiniz, ne yapıldığına en rahat ve sizi en tatmin edecek şekilde bakıp kendi düşüncenizi oluşturmanızdır.SORU: Başlangıçta görünüşte özdeş kavramları birleştirmenin çok tehlikeli olduğuna dikkat çektiniz. Bazen bu bir yüzeysellik so
nucudur ve birçok farklı tekil yön yitiriür. Mesela atomcıılııktan söz
D O G A N I N B E R EKETI
edelim; çeşitli dönemlerde kanıtlanmış ve çürütülmüş bir teoridir ve dolayısıyla Demokritos'un atomculuğunun yirminci yüzyıl atomcu
luğuyla bir ilgisi vardır.
FEYERABEND: Bir ilgisi vardı, gerçi çok az vardı. Bağlantı öğesi sistemlerin parçalan olduğu ve bütünün davranışının parçalar için geçerli yasalarla açıklanabileceği varsayırnıdır. Farklılık ise modern atomların veya daha doğrusu, temel parçacıkların Demokritos'un atomlanndan farklı olması ve çözülüp parçalara ayrılan sistemde söz konusu parçaların önceden var olduklarının varsayılamamasıdır.
4. DERS