• Sonuç bulunamadı

Ünlü Yunan uzmanı Gilber Murray bize bir ipucu verir. Antik tanrılar, yerel tanrılardır. Yerel bir tepede veya yerel bir tapınakta bu­

lunurlardı ve yöreye göre değişen özellikleri vardı. Bazen farklı yer­

lerde aynı isme sahip tanrılar vardı. Dodonalı bir Zeus vardı, bir de Olyrnpos Dağı'nda bir Zeus vardı.

Yunanlar seyahate çıktıklarında yerel tanrılarını da arkalarında bırakırdı, en azından öyle görünüyordu. Bu da bir sorundu. Özel tan­

rınız olmadan güvende olmazdınız. Öte yandan yerel tanrılarına bazı açılardan benzeyen bazı açılardan benzemeyen tanrılada karşılaştılar.

Doğal olarak, sadece benzerlikleri vurguladılar, hatta belki de sadece benzerlikleri fark ettiler ve farklılıkları göz ardı ettiler. Onların

yü­

zeysel ve unutkan

oldukları söylenebilir - yerel tanrılarının kendileri­

ne has özelliklerini kısa süre sonra unutuyorlardı. Ayrıca onların bu kendine has özelliklerden

soyutlama yaptıkları

da söylenebilir. Her durumda, sonuç aynıydı. Tanrıların gücü artıyordu -artık yerel tan­

rılardan daha fazlasıydılar- bireysellikleri ise kayboluyordu- şimdi yerel tanrılara göre daha eksiklerdi. Yabancı -Perslilerin veya Mı­

sırlıların tanrıları gibi- tanrılada tanışma farklılıkları daha da eritti.

Tanrılar giderek daha büyüdüler; güçlü ama yüzden yoksun orospu çocukları oldular.

Şimdi "felsefecilerin" nasıl hevesli bir şekilde bu kolektif yüzeysel­

lik ve unutkanlığa katıldığını görmek ilginçtir. Dahası, her şeyi tersi­

ne çevirdiler. Onlara göre, özgül olanların dışlanması kayıp değil ka­

zançtı; bu durum insanları kısa süre sonra "hakikat" veya "gerçeklik"

diye isimle ndirdikleri şeye daha da yaklaştırdı. Felsefeeller bu nedenle felsefi olmayan ve unutkan selefierinin girdiği yoldan devam etmekle kalmamış, onu argümanlar adını verdikleri davetiyelerle donatmış ve sadece değişen görüşlerle değil, şeylerin doğasıyla ilgilendiklerini id­

dia etmişlerdi. Ksenophanes'in Homeros'taki tanrılada dalga geçmek

B I L I M I N T I R A N L I G I

için kullandığı argümanların bazılanndan zaten bahsetmiştirn. Şimdi onları size daha birebir sunayım:

Fakat ölümlüler tanrıların doğarak yaratıldıklarını,

kıyafetler giydiklerini, sesleri ve ayrıca bir biçimleri olduğunu düşün ür.

Fakat eğer sığırlar veya aslanlar veya atların da tıph insanlar gibi elleri olsaydı;

eğer elleriyle boyayıp çizebilseler ve böylece resimler yapabilselerdi

-o zaman tanrılarını çizen atlar da tanrı -olarak at

çizerdi; ve sığırlar da bize sığır resimleri ve heyketleri verirdi;

dolayısıyla her birisi tanrıları kendi yaradılışiarına benzer resme­

derdi. Etiyopyalı tanrılar - kalkık burunlu ve siyah Trakyalılar - mavi gözlü ve sanşın [eksik)

Bunlar Diels-Kranz numaralandırmasında 14, 15, 16. parçalardır.

İşte bazı modern yazarların bu satırlar hakkında söyledikleri. Beş ciltlik bir Yunan felsefesi tarihi yazmış olan Guthrie, "yıkıcı eleşti­

riden" söz eder.5 Mircea Eliade Ksenophanes'in "keskin eleştiri"sini6 över ve Ksenophanes'i kendisinin (elbette, minör) öncülerinden biri olarak gören Karl Popper, fragınanları "tanrılar hakkındaki Yunan hikayelerinin tanrıları insan gibi temsil ettiği için ciddiye alınamaya­

cağının keşfi"7 olarak okur.

Ama ciddiye alınamayacakları ve Ksenophanes'in satırlarının bu gerçeği açığa çıkardığı doğru mudur? Yanıt duruma göre değişir. Me­

seleye tarihsel olarak baktığımızda, "yıkıcı eleştiri"nin zaten girilmiş olan unutkanlık yolunun bir uzantısı olduğunu görürüz. Dolayısıyla Ksenophanes'i -bugün moda olduğu biçimiyle- "yaratıcılığı" veya rnucitliği için övmenin pek anlamı yoktur. Diğer yandan, bazı insan­

ların unutkan olmarnaya karar verdiğini; tanrılarının anısını özenle koruduklarını ve onlarla diğer ülkelerdekiler arasındaki farkları dik­

kate aldıklarını varsayalım. Bu durumda, kabile tanrılanyla ve bu ger­

çeğin farkında olan mürninlerle karşı karşıyayız demektir. Ama şimdi

DOGANıN B E R E K E T I

"eleştiri" denilen şey, bu insanların inançlannın doğru bir tarifi ha­

line gelir. "Evet", diye Ksenophanes'e cevap verebilirler, "haklısınız.

Tanrılanmız gerçekten de kabile tannlarıdır, bizi gözetirler ve bize benzerler - ne de olsa, onların biçiminde yapılmışız!

Ve hayvaniara gelince;

onların da kendi tanrılan olduğu ve sanatçılar olarak, onlara kendi şekillerini verecekleri fikrini abes bulrnuyoruz." Hem, tanrıla­

rın farklı insan şekillerinde ve farklı yüz özellikleriyle resmedilmele­

ri onların insandışı varlıklar olduğunu savunmak için kullanılamaz.

Tıpkı büyük bilim insanlarının resimlerinde siyah, beyaz, Asyalı ve Hintli yüzler olmasının bilim insanlarının insandışı varlıklar olduğu­

nu göstermemesi gibi. Her durumda, Ksenophanes'in argümanı yal­

nızca siz tanrıların olmadığına, sadece soyut ilkelerin var olduğuna zaten ikna olmuşsanız işe yarar. Fakat o zaman da zaten bu argümana ihtiyacınız yoktur.

Hikayeyi burada keseyim ve size Nobel Ödüllü Czeslaw MHosz'un bir şiirini okuyayım. Milosz Aklı ve Felsefe'yi övüyor. Onun şiiri mo­

dern bir entelektüelin, hatta bir şairin, az önce tarif ettiğim antik, felsefe güdümlü yüzeysellik hakkında ne düşündüğünü gösterir. Şiir ayrıca, Aklın güçlerinin, en önde gelen savunucularından bazıları ta­

rafından nasıl kullanıldığını da gösterir. Bu güçler yüzeysel, eksik bil­

giye dayanan ve insani olmayan fikirleri yüceltmek için kullanılırlar;

bir yandan da bu fikirterin savunucularına temiz bir vicdan ve abartılı bir kendini beğenmişlik sağlarlar.

İşte şiir (şiiri MHosz'un kendisi İngilizceye çevirmiştir):

BÜY Ü

İnsan aklı güzeldir ve yenilmez;

ne demir parmaklıklar, ne dikenli tel, ne kitapları tekrar hamura dönüştürmek, ne de sürgün cezaları üstesinden gelemez.

Dilde evrensel fikirler tesis eder S

ve Hakikat ve Adalet' i

büyük, yalan ve baskıyı ise küçük harflerle yazması için elimize kılawzluk eder.

Yukarıda olması gereken neyse onu

ait

olduğu yere koyar.

umutsuzluğun düşmanı ve umudun dostudur. 1 O

B I L I M I N T I R A N L I C !

Yahudi'yi Yunan'dan, köleyi ise dünyanın mülkünü yönetmemiz için bize sunan efendiden ayırmaz.

Bırpalanmış sözcüklerin kirli ahenksizliğinden

sade ve saydam sözcükler biriktirir. 15 Güneşin altındaki her şeyin yeni olduğunu söyler, geçmişin taş­

ıaşmış yumruğunu açar.

Güzel ve çok gençtir Philo-Sophia

ve şiir, İyi'ye hizmette onun müttefiki. 20 Daha dün Doğa onun doğumunu kutluyordu.

Haberlerini dağlara tek boynuzlu bir at ve bir yankı getirmişti.

Arkadaşlıkları muzaffer olacaktır, sınırları yoktur.

Düşmanları yıkımı kendilerine getirdiler.8 25

Bölgesel olmayan Aklın hasımlanndan "dünyanın mülkünü yönet"(meye)

( 1 1)

"hırpalanmış sözcüklerin kirli ahenksizlikleri"

( 14),

yani demokratik tartışma olmadan niyetlenenler "Yıkım"

(25)

tehdidi altında. "Y ıkırn" gerçekten de Batı uygarlığının genişleme rotasında olan tüm küçük ve iyi uyum sağlamış toplumları, "hırpalanmış söz­

cüklerle" haklarını savunmaya çalışmalarına rağmen, ortadan kaldır­

mıştır. Öte yandan Nobel aklı pek de "yenilmez"

(1)

sayılmaz: Pey­

gamberler; satıcılar; politikacılar; işkenceye, tecavüze ve cinayete me­

yilli savaşçılar aklı ayaklannın altında çiğnerken, aklın sözde dostları da kendi emellerine uydurmak için onu çarpıtırlar. Geçmişin bilimleri bizleri kullanışlı ve korkunç armağanlara boğmuştur - ama tek bir de­

ğişmez ve "yenilmez" failliğe bile başvurmadan. Bugünün bilimleri iş dünyası ilkelerine göre işleyen ticari işletmelerdir - insan genom pro­

jesi ve Texas süper çarpıştmcısının finansmanı hakkındaki sıkı pazar­

lığı hatırlayın. Büyük kurumlardaki araştırma Hakikat ve Akıl tarafın­

dan değil, aksine en çok getirisi olan moda tarafından yönlendirilir ve bugünün Büyük Zihinleri de giderek artan bir şekilde para neredeyse oraya yönelmişlerdir ki, bu da uzun bir süre için askeri araştırmalar demekti. Üniversitelerimizde öğretilen "hakikat" değil, nüfuzlu okul­

lann görüşleridir. Jean Amery'nin keşfettiği gibi, Hitler'in hapishane­

lerinde insanı ayakta tutan en güçlü kuvvet Akıl ya da Aydınlanma de­

ğil (İncil' e veya Marx'a) sıkı bir inançtı.9 "Büyük harflerle"

(6)

yazılan

"Hakikat" bu dünyada öksüzdü, hiçbir gücü veya etkisi yoktu ve

iyi ki

D O G A N I N B E R E K E T I

de öyleydi; çünkü Milosz'un bu isimle övdüğü yaratık yalnızca en sefil

köleliğe yol açabilirdi. Farkı görüşlere kadanamaz - bu

tür

şeyleri "ya­