• Sonuç bulunamadı

LACLAU’NUN YAKLAŞIMI

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 38-46)

1. POPÜLİZMİN ORTAYA ÇIKTIĞI TARİHSEL ANLAR

1.1. POPÜLİZM KAVRAMINA YAKLAŞIMLAR

1.1.2. LACLAU’NUN YAKLAŞIMI

31

32 Buna göre popülizm sınıf bölünmelerinin üzerindeki bir bölünmeyle karakterize olmaktadır. Halk ve güç bloğu arasında yaşanan bu ayrım, “üretim ilişkilerine değil de belirli bir sosyal formasyonu meydana getiren hakimiyetin ideolojik ilişkilerine dayanan bir zıtlıktır” (2015: s.163). Bu zıtlık ilişkisi sınıflar arasındaki savaşıma benzer şekilde,

“popüler demokratik mücadelenin” alanını oluşturmaktadır. Laclau tarihsel olarak bu ilk analizinde halk kavramını “sınıftan kaynaklanmayan bir çelişkinin kutbu olarak”

(2015: 167-168) tanınır ve bu çelişkide halk kavramının zıttı olarak Devlet kavramını ileri sürer. Laclau’nun tarif ettiği popüler demokratik mücadele alanı diğer ideolojilerle birlikte ele alınabilmektedir. Laclau’ya göre, “popülizm, popüler-demokratik çağırmaların, hâkim ideolojiyle ilgili olarak sentetik-muhalif bir tarzda sunumundan ibarettir” (2015: 171). Laclau’nun tezine göre popülizm tam olarak bu noktada ortaya çıkmaktadır. Laclau’nun popülizm tanımında kilit bir öneme sahip olan “halk” kavramı, herhangi bir sınıfsal özne tarafından tamamen içerilememektedir. Çünkü “ideolojik alanda yapılanmanın hiç tamamlanmadığı ve sınıf mücadelesinin aynı zamanda ideolojik mücadele olarak ortaya çıkabildiği belirli bir boşluk her zaman mevcuttur”

(2015: 197). Laclau aynı zamanda halk ve sınıflar arasında diyalektik bir ilişki olduğunu da öne sürmektedir. Örneğin sınıflar, “hegemonyalarını, söylemlerinde halkı birleştirmeden savunamazlar”, popülizm de “bu eklemlenmenin bir sınıf söz konusu olduğunda ortaya çıkan ve hegemonyasını savunmak için güç bloğuna bir bütün olarak karşı koymak isteyen” spesifik bir formdur (2015: 198). Popülizmin en yüksek anına sosyalizmde rastlanır çünkü sosyalizmde halk ile sınıflar arasındaki diyalektik de nihai anına ulaşmaktadır (Laclau, 2015: 199).

Laclau’nun 1977’deki ilk konumuna değindikten sonra, aradaki farklılaşmayı görebilmek adına 2005’te aldığı pozisyona değinilecektir. Laclau’ya göre popülizm,

33

“karizmatik bir önderlik altında belli bir tür otoriteryanizm ile kaynaşmış politik hak eşitliğini ve sıradan halk için evrensel katılım talebi gibi çatışan öğeleri içerir” bir konuma yerleşmiştir (2018: 1). Halka ve ulusa düşman olan dar bir elit zümrenin karşısında halkın çıkarlarını savunur. Laclau’nun bu tarihsel anlamdaki ikinci konumlanışında artık bir külliyata sahip olan popülizm literatüründeki başlıca isimlerden yararlandığı görülmektedir. Örneğin Canovan’ın 1981 yılında yaptığı popülizmin tarımsal bir hareket olmaya eğilimli olduğu yönündeki görüşünü ele alarak

“endüstriyel bir sistemin yoksul çevresine aidiyetinin farkında olanlar arasında görülen türden bir harekettir; bu anlamda endüstrileşmeye bir tepki olarak anlaşılabilir”

ifadelerini kullanmaktadır (Laclau, 2018: 25). Bir diğer örnek ise Worsley’in popülizmi komünizm, faşizm, milliyetçilik gibi özelliklerle karşılaştırılamaz olarak görüp, “ideolojik göstergesi oldukça farklı hareketlerde mevcut olan politik kültürün bir boyutu olarak kabul” etmesine katılmasıdır (Laclau, 2018: 28). Laclau, bu eserinde söylem, boş gösteren, hegemonya ve retorik kavramlarına önem atfettiğini dile getirmektedir.

Laclau için, halk kavramının önemi değişmemiştir. Laclau, popülizmin ortaya çıkması için üç süreç tarif etmektedir.

Laclau’nun bahsettiği üç süreçten ilki popülizmin halkının, iki dikatomik kampa bölünme sonrası popüler olan tarafından inşa edilmesi gerektiğidir. Laclau,

“popülizmde kendini bütünle eşitleyen parçalar” bulunduğunu ifade etmektedir.

Laclau’nun bu yeni konumlanışında ise buzdağına benzettiği “talepler” önemli bir yer arz etmektedir. Popülizmin ortaya çıkmasını gerektiren koşullardan ikincisi

“karşılanmamış talepler”dir. Üçüncü koşul ise bu taleplerin birleşmesidir. “Başlangıçta yalıtılmış olan talepler toplumsal dokunun farklı noktalarında ortaya çıkarlar ve popüler öznelliğe geçiş, bunlar arasında eşdeğerlik bağı kurmayı gerektirir”, bu yalıtılmış

34 talepler daha sonra kitleselleşmeye başlamaktadır. Bu kitleselleşme, bireysel taleplerden popüler taleplere geçiş şeklinde de özetlenebilir. Popülizm siyasal alanı basitleştirir ve bir dikatomiye indirger. Popülizmin akıbeti iki antagonistik kamp arasında çizilen politik sınıra bağlıdır. Eğer bu sınır çökerse popülizm fikri de bununla birlikte çökecektir. Bu iki kampa bölünüş süreci halkın “politik rejimin egemeni” olduğu ve “iktidar seçkinlerinin” halkın taleplerini karşılayamaması sonucu onlara ihanet ettiği düşüncesinden yola çıkmaktadır. Talep ile kimlik inşası eş zamanlı olarak seyretmektedir. Talepler popülerleştikçe bireyler arasında bir eşdeğerlik bağı kurulmaya ve ortak payda oluşmaya başlar. Bu eşdeğerlik bağına yol açan ise, “bütün bireysel taleplerinin kendi bireysellikleri içinde aynı baskıcı rejime karşı olmalarından”

ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak halkın inşası, “yalıtılmış, heterojen taleplerden, politik sınırların oluşturulması ve iktidarın antagonist bir güç olarak söylemsel kuruluşunu içeren global bir talebe eşdeğerlikler üzerinden geçişi gerektirir” ve ortaya çıktığında ise sadece iktidarın karşıtı olmaktan fazlası olacaktır (Laclau, 2005: 68-71). Diğer yandan ise halk inşası sürecinde, “güçsüzler” önemli bir yere sahip olacak ve Marksist anlamda lümpen proletarya kategorisi genişleyecektir. Böylece halk, bir sosyal kategori haline gelecektir. Laclau’nun bu konumlanışında önemli bir yere sahip olan diğer bir kavram ise “lider”dir. Özetle Laclau, popülizmden bir hareket tipini değil, politik bir mantığı anladığını dile getirmektedir. Bu popülist mantıklar, “mantıklar toplumsal olanın kurumuyla ilgilidir, toplumsal taleplerden ileri gelir ve bu anlamda her toplumsal değişimin sürecine içkindir.” Taleplerin karşılandığı bir ortamda popülizmin ortaya çıkamayacağını belirten Laclau temsil krizinin de popülizmin ortaya çıkışında önemli bir yeri olduğunu dile getirmektedir. Laclau bitirirken, popülizmi siyasetle eşleştiren bir konum almaktadır. Bunun sebebi olarak ise iki kavramın da, antagonistik bir bölünme

35 yarattığını ve talepler sonucunda ortaya çıktığını göstermektedir (Laclau, 2018: 117, 136, 158).

Cenk Saraçoğlu (2017) tarafından dikkat çekilen Laclau’nun iki yaklaşımı arasında göze çarpan ilk ayrımın 1977 yılındaki kavramlaştırmasında Marksizm’e daha yakın konumlanırken, 2005’teki konumlanışında bu noktadan uzaklaşması olarak gösterilebilir. 1977’deki ilk konumlanışın Marksizm’e daha yakın olduğunun tespitini Taggart da yapmaktadır. Taggart’a göre (2004: 22), “Laclau (1977) popülizmin çelişkili ve anlaşılması güç görünen doğasını güçlü bir biçimde ele alan, Marksizme bağlı bir popülizm kuramı ortaya koyar”. Laclau’ya göre toplum, “kısmen üretim sürecindeki çelişkilerin yansıması olan, toplumsal güçler arasındaki çelişkiye bakarak açıklanmalıdır” (Taggart, 2004: 22-23). Dolayısıyla toplumlar sınıfsal çatışmaları meydana getirmektedir. İkinci kavramlaştırmada Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından ortaya çıkışından sonra güç kazanan post-marksist akıntıya kapılan Laclau’nun popülizmi siyaset kavramının kendisiyle eşitlediği görülebilir. Laclau ikinci konumda sınıflar ve halk arasında ilk konumlanışında tarif ettiği diyalektiği görmezden gelerek halka daha fazla önem atfetmektedir. Laclau’nun ifade ettiği bu popülist mantık gerek sol gerek de sağ hareketliliklerde vücut bulabilmektedir (Saraçoğlu, 2017). Saraçoğlu (2017: 1084), Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine isimli eserinde yaptığı “popülist akıl ya da popülist mantığın marjinal ve münferit olmaktan ziyade bir bütün olarak siyasetin kendisine içkin olduğunu; popülizmin muğlaklığının esasında toplumsal gerçekliğin muğlaklığına koşut olduğu” şeklindeki kavramlaştırmanın önceki eserlerinden adeta bir kopuş niteliğine sahip olduğu yorumunda bulunmaktadır. Moffitt bu ayrımı Laclau ve Mouffe tarafından en başta hegemonya kavramına verilen önemin daha sonra popülizme geçtiğini söyleyerek belirtmektedir (2016).

36 Manuel Anselmi, Laclau’nun geç dönem post-Marksist konumlanışına ilişkin olarak çatışmanın halk ve yönetici sınıflar arasında gerçekleşeceğini söyler (2017). Laclau’nun popülizm kavrayışında sınıflar, ideolojiler arasındaki farkları yıkıp tek bir halk kimliği tarif etmektedir. Laclau en baştaki Marksizm algılayışına zıt olarak bu kimliğin bir aksiyona ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir (Hawkins vd., 2017). Başka bir dizi popülizm çalışmacısı da, Laclau’nun post-marksist niteliği yönünde ortaklaşmaktadır (bkz. Zamanero ve Bonet, 2018).

Laclau’nun popülizm yaklaşımınıChantal Mouffe’un görüşlerinden ayırmak zordur.

Mouffe ve Laclau birçok eserlerini birlikte kaleme almışlardır ve popülizm anlayışları oldukça benzeşmektedir. Mouffe’a göre,Laclau Popülist Akıl Üzerine’de popülizmi,

“toplumu iki kampa bölen politik sınırları inşa etmek ve ‘iktidar sahiplerine’ karşı ezilenleri/kaybedenleri seferber etmek için başvurulan söylemsel bir strateji olarak”

tanımlamaktadır (2017: 22-23). Mouffe “Sol Popülizm” (2017: 23) adlı eserinde Laclau’nun tanımından hareket ederek, “Popülizm bir ideoloji değildir. …siyasi bir rejim de değildir. Zamana ve mekana göre çeşitli biçimler alabilen bir politika yapma yöntemidir ve çeşitli kurumsal işleyiş alanlarıyla uyumludur” ifadelerine yer vermektedir. Yine bu eserde Mouffe, popülizmi post-demokrasi kavramıyla birlikte ele almaktadır. Mouffe’a göre popülizm, halk ve kurulu düzen arasında bir zıtlık inşa etmek suretiyle ortaya çıkmaktadır (2005: 51). Mouffe ve Laclau tarafından ortaya konulan bu genel tanımlamanın “Gramsci’nin hegemonya kuramıyla Frankfurt Okulu’nun toplumsal ikilemler ve bunların medya araçlığı ile kontrolü üzerine yaklaşımlarından”

oluştuğu iddia edilmiş; böylece popülizmin “güçlü bir lider ile çok sınıflı bir hareket”

haline geldiğini ifade edilmiştir (Zamanero ve Bonet, 2018: 77).

37 Ranciere, Laclau’nun popülizm kavramlaştırmasında önemli bir yere sahip olan “halk inşası” tanımına ilişkin olarak, “halk kavramını yeniden kazanmak ve onu kavramsal olarak yeniden değerlendirmek istiyorlar, bilhassa Laclau’nun popülizm üzerine teorilerinden hareketle” ve “Halk, nüfus kitlesi değildir: Halk bir inşadır. Halk yoktur, söylemlerle ve eylemlerle bina edilir” demektedir (2017: 7). Anselmi benzeri bir noktaya dikkat çekerek, Laclau’nun popülizme boş gösteren değeri atfettiğini belirtmekte ve yarattığı yarılmanın sembolik olduğunu dile getirmektedir (2017). Özalp de popülistlere göre halkın “çoğunluğunu işçi sınıfının oluşturduğu ve çıkarları sermaye sahiplerinin çıkarlarıyla karşıtlık içinde olan toplum kesimlerinin toplamı anlamına değil, popülist söylem aracılığıyla inşa edilmesi gereken bir kimliğin taşıyıcıları anlamına” geldiğini ifade etmektedir (2018). Sonuç olarak halkın politik bir aktör olarak inşası elit kimliğine muhalefeti içermektedir.

Baykan Laclau’nun ikinci konumlanışını ele alarak “popülizmin bir ideoloji ya da dünya görüşü olarak anlaşılamayacağını, daha doğru yaklaşımın popülizmin bir ‘toplumsal mantık’ olarak anlaşılması olduğunu iddia etmektedir. Çok basite indirgeyerek anlatmak gerekirse Laclau’ya göre popülizm farklı taleplerin kaynaştırılarak antagonistik (uzlaşmaz karşıtlık) bir biçimde düşman bir öteki ile ilişki içine sokulduğu her siyasi müdahalenin adıdır ve Laclau’ya göre her siyasi sıfatını hak eden müdahale popülist olmak zorundadır” demektedir (2019: 15-16).

Gülçin Özge Tan Laclau’nun ikinci konumlanışındaki post-marksist hattışu şekilde ele almaktadır:

“Onlar (Mouffe ve Laclau) için artık Marksizm’in nihai olarak komünizmi kurmak için başvurduğu sınıf analizi ve kapitalist tarihsel ilerleme yorumu, yeni toplumsal formasyonda sürdürülemezdir. Solun kimlik siyasetine yönelerek

38 ekonomik eşitsizliklere karşı verdiği mücadele alanını terk ettiği eleştirisiyle, sınıf savaşına dönülmesine dair çağrıları, bugünün dünyasına uyumlu bulmayan düşünürler, solun yeni hareketlerine önem atfetmektedirler. Bu bağlamda çözümü, farklı tahakküm biçimlerine karşı verilen mücadeleler arasında eşdeğerlilik zinciri yaratmada görürler: cinsiyetçilik, ırkçılık ve cinsel ayrımcılığa karşı mücadeleler ve çevre mücadeleleri, yeni bir sol kanat hegemonik projede işçilerin mücadeleleriyle eklenmelidir. Mouffe ve Laclau’nun Hegemonya ve Sosyalist Strateji ile başlattıkları post-Marksizm ve radikal demokrasi tartışmasının devamını Laclau, Popülist Akıl Üzerine isimli kitabında sürdürmüş;

bu kitabında sınıf faili yerine ‘halk’ı koyarak solun sorunlarına teorik bir çözüm üretmeye çalışmıştır. Sınıfsal çelişkilerin yanı sıra sınıfa denk gelmeyen farklı çelişkilerin de olabileceği fikrinde olan Laclau, hakim sınıfa dahil olmayan, bu anlamda iktidar bloğunun karşısında yer alan ‘halk’ın hegemonya ile inşa edilmesi ‘popülizm’ ile teorize eder. Bu anlamda Laclau, popülizm ile solun, geleneksel siyasal hedeflerini ikame edebileceği yeni bir teori geliştirmiştir”

(Tan, 2019: 109).

İncelenen yaklaşımlar altında popülizmi anlamlandırma noktasındaki en sağlıklı yaklaşımın onu bir strateji/politik bir mantık olarak gören Weyland ve Laclau’nun yaklaşımları olduğu söylenebilir. Bu noktada Mudde ve Kaltwasser tarafından popülizmin “ince bir ideoloji” olarak görülmesi yaklaşımından uzaklaşılmaktadır. Fakat yine de Mudde ve Kaltwasser’in popülizmi bir başka ideoloji tarafından kullanılması noktasında bir yakınsama olduğu görülecektir. Ancak popülizme yaklaşımlar birbirlerinden farklılık gösterse de her yaklaşımın popülizmi anlamlandırma noktasında kattıkları göz ardı edilmemelidir. Bu açıdan popülizmi en derinlemesine inceleyen

39 Laclau’nun popülizmi anlamlardırmada karşılanmamış taleplere ve antagonizmi öne çıkarması önemli bir yer tutar. Diğer önemli nokta Moffitt’in performatif yaklaşımıdır.

Bu yaklaşımın kattığı en önemli nokta liderin performansına, giyim kuşamına, konuşma tarzına çektiği dikkattir. Latin Amerika popülizmlerini anlamak noktasında popülizmin bir strateji olarak kullanılması, talepler ve antagonistik yarılmanın yanı sıra liderin performansı da önemli bir yer tutar. Ben de bu çalışmada popülizmi halkı iki antagonistik kampa bölen, karşılanmamış talepler etrafında şekillenen, mevcut düzene karşı çıkan ve genellikle karizmatik liderlik tarafından temsil edilen diğer siyasi ideolojilere eklemlenen bir siyasal strateji olarak ele alacağım.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 38-46)