• Sonuç bulunamadı

3.3. Oidipus Kompleksi

3.3.3. Lacan’a Göre Oidipus Kompleksi

Lacan, Freud’un Oidipus kompleksine dair kendi yaklaşımını ortaya koymuştur. Ona göre, insan kişiliği, 0 ile 6-8 ay arasını ifade eden birinci evre; 6-8 ay ile 3,5 yaş arasını kapsayan ikinci evre; 3,5-6 yaş arasında görülen üçüncü evre olmak üzere üç evrede yapılanır. Lacan, Oidipus kompleksinin, “ayna evresi” ismini verdiği ve imgesel düzen olarak gördüğü ikinci evre ve simgesel düzen olarak gördüğü üçüncü evrede gerçekleştiğini düşünür (Lacan, 2017: 260).

Lacan’a göre bebek, ilk kez aynada kendini görünce aynaya yansıyan imgeyi sevinçle karşılar. Aynadaki imge, bebeğin ideal (ideal-özne-ben) imgesidir. Aynada, çocuğun kendi bakışıyla gördüğünden daha fazla olan bir görüntü vardır. Ne var ki çocuk, henüz bu görüntünün kendisine ait olduğunu anlayacak akli seviyede değildir. Çocuk için görüntünün bütünü önemlidir. Kişinin kendi imgesini de içeren mekânın görsel kompozisyonu olan bu bütünlüğü Lacan, “imago” (görsel imge) olarak adlandırır. Bu evrede bebek, kendi beden imgesinin bütünlüğü olarak gördüğü imagosunu kazanmaya yönelir (Lacan, 2017: 265-267).

Lacan’ın bahsettiği aynanın sadece gerçek anlamıyla düşünülmemesi gerekir. Ayna aynı zamanda metaforik bir anlam da taşır. Buna göre bebek için annenin ya da bakım verenin gözleri de bir ayna işlevi görür. Annenin, çocuğun imgesine gösterdiği ilgi, çocuğu nasıl gördüğü ve adlandırdığı kişiliğin gelişiminde temel bir rol oynar. Bu bağlamda, Lacan, kişinin kendini, kendinden yansıyan bir imgeden

dolayımlayarak, başka bir deyişle, bir başkası tarafından yansıtılan imge aracılığıyla oluşturduğunu düşünür (Lacan, 2017: 220-248). Bu bağlamda ayna evresinde çocuk, bu bütünsel imge ile özdeşim kurar. Özdeşleşme, kişinin, bir imgeyi benimsediği zaman meydana gelen dönüşümdür. Bebek, özdeşleşim kurduğu imgeyi kendisi olarak düşünür, böylece “öteki” ile özdeşleşmiş olur (Lacan, 2017: 225-236).

Çocuğun imagosunun en temel kişisi annesidir. Çocuk annesini çok sever, annesiyle bütünleşmeyi, annesinin her şeyi olmayı arzular. Bu noktada Lacan’ın ünlü sözünü anmak yerinde olacaktır: “Sevmek esas olarak sevilmeyi istemektir” (Lacan, 2017: 267). Annesini bunca seven çocuk onun tarafından da çok sevilmek ister. Ne var ki, annesinin arzusu kendisinde değildir. Çocuk, bu durumda annenin arzu ettiği şeye sahip olmak ister (Lacan, 2017: 267-268).

Lacan, arzuyu öznede ya da ötekinde eksik olan şeylerin dışa vurumu olarak görür. Anne de kendisinde eksik olan fallusa sahip olmak ister. Lacan, fallus ile erkek cinsel organını ifade etmekle birlikte fallusu ruhsal bir zeminde yeniden adlandırmıştır. Fallus, Lacan’a göre, simgesel bir düzenin, bir dilin ürünüdür. Böylece fallus, arzuya ilişkin sembolik bir anlam kazanır. Çocuk bu durumda, annesinin arzusu olan fallus olmak ister. Yani, kişinin arzusu, annenin dediği, ima ettiği, anlam olarak ortaya koyduğu şeydir (Lacan, 2017: 232). Lacan’ın bir diğer tanınmış ifadesi bu durumu özetler niteliktedir: “İnsanın arzusu ötekinin arzusudur” (Lacan, 2017: 224-228). Anne, sözleriyle fallusa sahip olanın baba olduğuna işaret eder. O ana kadar anne ile çocuk arasında var olan ilişkiye böylece “Babanın Adı” dâhil olur (Lacan, 2017: 278).

Lacan’ın yaklaşımında kastrasyon, Freud’un iğdiş edilme korkusu olarak kastettiği gibi bir cinsel organ üzerinden değil, simgesel bir tasarı üzerinden ilerler. Lacan’ın Oidipus kompleksinde baba, gerçek bir kişi olmaktan çok, simgesel bir kişiliktir. Bu simgesel düzende baba “Babanın Adı” ve “Babanın Yasası” (ensest yasağı yasası) olarak kendini gösterir. Çocuğun geleceğinin bağımlı olduğu şey de babanın devreye soktuğu yasasıdır (Lacan, 1994: 60).

Buna göre sembolik yasa yani Babanın Yasası ile hem annenin fallusa sahip olma arzusu hem de çocuğun anne için fallus olma arzusunu kastre edilir. Tura, Lacan’ın kastrasyon yaklaşımını şöyle aktarır:

Burada söz konusu olan tamamen simgesel bir kastrasyondur. Yani kastratör baba sadece simgesel bir babadır, annenin söyleminde yer alan bir üçüncüdür, Babanın Adı’dır. Böylece çocuk ilk kez simgesel bir yasa ile karşılaşır. Bu yasa, ailenin temeli olan ensest yasağı yasasıdır […] Babanın Yasası fallus olarak çocuğu anneden kastre eder; anne ile dolayımsız ilişkiye son vererek çocuğu kültürün dünyasına bağlayacak olan Oidipal özdeşleşme sürecini başlatır. (Tura, 2017: 186)

Annesiyle ilişkisi, Babanın Yasası ile engellenen çocuk, arzusunu “Babanın Adı” ile yeni biçimlere yönlendirir. Lacan, Babanın Adı dediğinde, kişi olarak babanın kendisinden değil, gösterenlerinden bahseder. Yani babalığın özünde biyolojiyi aşan, kudret ile ilişkilendirilen ideal bir nitelik vardır. Babanın Adı “ideal bir imge” olarak “sembolik fallus”u gösterir. Lacan, göstereni, “Bir öznenin bir başka gösteren için ifade ettiği şey” olarak tanımlar (Lacan, 2017: 219). Bu durumda, Babanın Adı’nın her özne için, bulunduğu kültüre, topluma, geleneğe göre değişebileceği söylenebilir. Babanın Adı, kimisi için güç, makam, para, otorite olabilirken kimisi için bilgi, kültür, sanat gibi pek çok farklı anlama işaret edebilir (Lacan, 2017: 180).

Lacan’ın Oidipus kompleksinin son aşamasında ise çocuk, fallus simgesi karşısındaki konumunu belirler ve cinsel kimliğini edinir. Tura’nın ifadesiyle, “Demek ki Oidipal dönem boyunca çocuk, babanın gerçekliğini simgeselleştirerek, yani babanın metaforuna, Babanın Adı’na ulaşmakla başladığı süreci Babanın Yasası’na tabî olmayı kabul ederek tamamlar ve kültürel bir ‘özne’ kimliği kazanır” (Tura, 2017: 187).

Kısaca söylemek gerekirse, Lacan’a göre, Oidipus kompleksi simgesel bir karmaşadır. Bu karmaşada, gerçek bir babaya ihtiyaç yoktur. Baba, kültürel olarak verilmiş konumun anlamını taşıyan adı ve yasası ile mevcuttur. Burada önemli olan

annenin söylemiyle çocukta Babanın Adı’nı oluşturmasıdır. Anne, Babanın Yasası’na yönlendirerek çocuğu kültürel alana dâhil etmiş olur. Bu durumda çocuk, Babanın Yasası’na tabi olarak kültürel bir özne durumuna gelir.