• Sonuç bulunamadı

1.1.1. İman ve İman Esasları

1.1.1.3. Kutsal Kitaplar

İslamda iman esaslarından biri de kitaplara imandır. Kitaplara iman, “suhuf” ve dört kitaba imanı içine alır. Suhuf, o günkü yazı imkanlarıyla tespit edilen tabletler, levhalar, çeşitli malzemeden yapılmış sahifelerdir. Suhuflardan sonra büyük kitaplar gelmiştir. Bunlardan Hz. Mûsâ’ya “Tevrat”, Hz. Dâvûd’a “Zebur”, Hz. Îsâ’ya “İncil” ve Hz. Muhammed’e “Kur’ân-ı Kerîm” verilmiştir. (Tümer ve Küçük, 1993: 310)

Kur’ân, Allah tarafından Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, okunmasıyla ibadet edilen, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı mûciz bir kelâmdır. ( Birışık, 2002:383)

Divanda Kur’ân-ı Kerîm dışındaki diğer kutsal kitaplar zikredilmemiştir. Şâire göre hiç kimsenin bir benzerini söyleyemeceği güzellikteki Kur’ân ayetlerini indirerek, onu yeryüzünde yüksek bir makama ulaştıran Allah’ın (c.c.) bu mücizesini gören şuarâ zümresinin dilleri tutulur.

Gökden inzâl idüp zemîne kelâm

Sühanı eyledi bülend-makâm M. 1/2

“Gökyüzünden yeryüzüne kelâmını indiren (Allah), sühânı yüksek bir makama ulaştırdı.”

Buldı i‘câz-ı nazmı hadd-i kemâl

“Ayetlerinin, tertip ve düzeninin benzerini yapmaktan başkalarını aciz bırakan olağanüstülüğü, bütün şairleri lâl eyledi.”

Kur’ân, beyitlerde mushaf adıyla da karşımıza çıkmaktadır. Beyitlerde genel olarak sevgilinin güzelliği ve fal ile ilgili olarak işlenen mushafta görünen harfler güzelliğin unsurları olurlar. Sevgilinin kaşı râ harfi, (G. 536/6) alnı bir rahmet ayetidir. ( G. 504/4, G. 536/6, G. 461/5)

Âyet-i rahmet gibi göster cebînün ‘âşıka

Mushaf-ı hüsnünden eyle her birin ferhunde-fâl G. 461/5

“Âşığa, Allah’ın bir ayeti gibi olan alnını göster ki her bir aşık güzellik mushafından (nasibini alsın) mutlu olsun.”

Saba rüzgarı gül mushafının yapraklarını karıştırarak orada sevgilinin güzellik ayetini aramaktadır. Beyitte mushaf, gül yaprağına teşbih olunur.

Ey Yûsuf-ı cemâl arar hüsnün âyetin

Evrâk-ı mushaf-ı güli karışdurup sabâ G. 13/3

“Ey Yûsuf yüzlü güzel sevgili! Gül mushafının yaprağını karıştıran sabâ rüzgarı (senin) güzellik ayetini aramakta.”

Mushafla ilgi kurulan bir başka unsur ise sevgilinin yanağındaki hattıdır. Sevgilinin yanağındaki ayva tüyleri, âşığın gönül sayfasında mushaf hattı yerine geçer.

Hatt-ı mushaf yirine itdi karâr

Safha-i dilde hatt-ı ‘ârız-ı yâr M. 2/4

“Sevgilinin yanağındaki ayva tüyleri gönül sayfasında Kur’an hattı yerine geçti.”

Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm beyitlerde fal açma ve niyet okuma gibi kavramlarla birlikte kullanılmaktadır.32 Bu tür fallarda Kur’ân-ı Kerîm açılarak karşılaşılan ilk ayetin ilk harfinin Kur’an’ın hangi âyetlerine delâlet ettiği belirtilerek bu âyetlerin mânalarının fala

esas alınması söz konusudur.33 Âşık baktığı falları hayra yormasa sevgilinin semtine adım atamayacağını söylemektedir. Fakat gönül mushafını her açtığında elif harfinin görünmesiyle kendinde cesaret bulur. Kur’ân falında elif harfi hayırdır, sevinç haberidir, talih ve bahtın açıklığına delâlet etmektedir.34 Edebiyatımızda ise genellikle elif, düzlüğü, dikliği ve inceliği itibariyle sevgilinin boyu veya kendisidir. (Çelebioğlu, 1998: 608)

Mushaf-ı sînemi açdukça elifdür görinen

Kûyına ‘azm idemem bir niçe fâl eylemesem G. 516/6

“Eğer (baktığım) falları hayra yormasam semtine uğrayamazdım. Çünkü gönül sayfamı her açtığımda elif harfi görünüyor.”

Hâletî, gerek iktibas gerekse telmih yolu ile sûre ve âyetlere de beyitlerinde yer vermektedir.

Sûreler ve Âyetler

Azmî-zâde Hâletî birkaç beyit ve kıta dışında sûre ve âyetleri fazla kullanmamıştır. Dîvânda, sûrelerin isimleriyle; âyetlerin de ibareler ya da kelimeler halinde iktibas yoluyla kullanıldığı görülmektedir. Âl-i İmrân, Nûr ve Duhân sûreleri isimleriyle; iktibas yoluyla kullanılan sûreler ise ihtiva ettikleri âyetler münasebetiyle karşımıza çıkar. Âl-i İmrân35

İmrân, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Meryem’in babasının adı olarak geçmektedir. İmrân kelimesinin aslının İbrânîce Amram olduğu söylendiği gibi Süryânîce’den geldiği de ileri sürülmektedir.

Âl-i İmrân sûresinin 35. âyetinde İmrân’ın36 karısının doğacak çocuğu rabbe adadığını ve ona Meryem adını verdiğini bildiren kısımdan ve Tahrîm sûresinde (66/12) “İmrân kızı

33 Bkz. Mustafa Uzun, “Fal-nâme”, TDVİA, c.12, 1995, s.141-145

34 Bkz. Yusuf Ziya Sümbüllü, “İlm-i Tefe’ül ve Tefe’ül-nâme (Kur’ân falı) Üzerine Bir Değerlendirme, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Vol.1, No.2, 2008, s.383-391

35Âli İmran sûrei celilesi Medinei Münevverede nazil olmuştur. İki yüz âyeti kerimeyi havidir. İmran, Musa Aleyhisselâm ile Harun Aleyhisselâmm ve hemşirelerinin pederidir. Bu muhterem zatlara ve onlara evlât ve ahfadına (Âli' İmran), bu mübarek sûreye de âli imran sûresi denilmiştir. Çünkü bu sûre-i celilede onların ahvaline dair malumat verilmiştir. Kendilerini âli imrandan sayan, fakat onların tarikini bırakıp şirk küfrüne sapan kimseleri ikaz ve irşat için bunların nazarı dikkatleri celbedilmiştir. Bu sure Cenâb-ı Hakkın vahdaniyetini ve kutsi vasıflarını bildirmektedir. Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerîm’in Meali Âlîsi ve Tefsiri, 1. Cilt, İstanbul, s. 316

36 Kur’an’da adı geçen İmrân’ın kim olduğu hususunda İslâm âlimleri tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür. Mukātil, “İmrân ailesi” ifadesindeki İmrân’ın Mûsâ ve Hârûn’un babası olup şeceresinin Hz.

Meryem” ifadesinden anlaşıldığına göre İmrân ailesinden maksat Hz. Meryem ile oğlu Îsâ’dır. (Harman, 2000: 232) Âl-i İmrân sûresi dîvânda Hz. Meryem ve Hz. Îsâ sebebiyle geçmektedir. Şiirde, Âl-i İmran sûresinde Hz. Îsâ’nın Allah tarafından Hz. Meryem’e verilen nefesin eseri olduğu ifade edilir.

İ‘câz-ı kef-i Kelîm-i İmrân

Âsâr-ı dem-i Mesîh-i Meryem Kt. 63/3-4

“Hakkında ayet indirilen İmran mucizesi Meryem’in Mesîh’inin nefesinin eseridir.”

Şâir bir beyitte, “İnkar edenlere de ki: Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp

cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır/döşektir!” (Âl-i İmrân 3/12)37 ayetinden iktibas yoluyla bahseder. Şâir, sultan III. Mehmed’in savaşlardaki başarısını övdüğü bir beyitte şunları söyler:

Tutup cân gûşı fermân-ı cihâda

Bırakdun düşmeni bi’se'l-mihâda M. 8/11

“Cihad fermanını cân kulağıyla dinleyip düşmanı o kötü döşeğe bıraktın.”

Nûr38 ve Duhân39

Ya‘kūb’a dayandığını söylemekte, Kelbî ise Meryem’in babası ve Hz. Süleyman’ın soyundan olduğunu nakletmektedir (Kurtubî, IV, 63). Ancak aynı adı taşıyan sûrede Âl-i İmrân ile alâkalı olarak anlatılanlar dikkate alındığında İmrân’ın Hz. Mûsâ’nın değil Hz. Meryem’in babası olduğu anlaşılır. Zemahşerî, Âl-i İmrân hakkında bilgi verirken bunların, İmrân b. Yashur’un çocukları Mûsâ ve Hârûn veya İmrân b. Masan’ın kızı Meryem ile oğlu Îsâ olduklarına dair rivayetleri naklettikten sonra bu iki İmrân arasında 1800 yıl bulunduğunu belirtir ve âyetteki İmrân’ın Hz. Meryem’in babası olduğunu kaydeder. Harman, Ömer Faruk, “İmrân”, TDVİA, c. 22, 2000, s. 232

37 Âyet-i kerîmenin gerek Mekke müşrikleri gerekse Medine’deki yahudiler hakkında indiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Müşriklerle ilgili rivayetlerden birine göre, bu ayet inince Hz. Peygamber Bedir Savaşı günü müştriklere mağlup olacaklarını ve ahirette cehenneme sevkedileceklerini bildirmiştir. http://mushaf.diyanet.gov.tr/tefsir (Erişim Tarihi: 27.10.2015)

38 Tümüyle Medîne’de inmiştir. Hicret’in beşinci yılının son aylarında Beni Müstalik gazvesinden döndükten yaklaşık bir ay sonra pasajlar hâlinde indirilmeye başlamıştır. Tamamı 64 ayettir. Adını 35. ayetindeki “Allah göklerin ve yerin nurudur.” ayetinden almıştır. Mehmet Zeki Duman, “Nûr sûresinin 35. Âyetinin Tefsir ve Te’vili Bağlamında Allah’ın İnsana Dört Hidayeti: Fıtri Din, Akıl, Peygamber ve Kitap”, Usûl İslam Araştırmaları, 3 (3), s. 7.

39 Kur’ân-ı Kerîm’in kırk dördüncü sûresi. Mekke devrinin sonlarında muhtemelen Zuhruf sûresinin ardından ve Câsiye sûresinden önce nâzil olmuştur. Sûre, ismini onuncu âyette geçen ve “duman” anlamına gelen duhân kelimesinden almaktadır. Emin Işık, “Duhan Sûresi”, TDVİA, c.9, İstanbul, 1994, s.548

Divan şiirinde sevgilinin yüzü ve yanağı nûr; saçı zulmet olarak tasavvur edilir. Buna göre Hâletî dîvânında Nûr ve Duhân sûreleri de beyitlerde sevgilinin yüzü, yanağı ve saçı için bir benzetme unsuru olarak kullanılmıştır.

Hâletî’nin, gazelinde andığı sevgilinin yanağı, saçı ve güzel yüzü sanki Nûr ve Duhân sûrelerinden alınan birer âyettir. (G. 347/5)

Ol ruh u ol zülfi yâd idüp gazelde Hâletî

Âyet-i Nûr u Duhânı kıldı gûyâ muktebes G. 345/5

“Hâletî, (sevgilinin) yanağını ve saçını gazelinde zikrettiğinde sanki Duhân ve Nûr sûrelerinden birer ayet iktibas olundu.”

Sevgilinin yüzü ve saçı aynı zamanda kazâ kâtibinin (Allah) Nûr ve Duhân sûrelerinden iktibas olunan iki ayetidir. Sevgilinin yüzü Nûr sûresine, saçı ise Duhân sûresine benzetilmektedir.

Rûy u mûyun iki âyetdür ki Münşî-i kazâ

Eylemişdür sûre-i Nûr u Duhân'dan muktebes G. 346/3

“Kazâ kâtibi, iki (ayrı) âyet olan yüzün ve (üzerindeki) tüyleri, Nûr ve Duhân sûrelerinden iktibas etmiştir.”

Hâletî, Nûr ve Duhân surelerini bir arada andığı 80 numaralı kıtada, kelime anlamı çerçevesinde “nûr” kelimesini “gün, güneş”; “duhân” kelimesini “akşam, gece” manasına işaret ederek tevriyeli olarak kullanır. (Kt. 80)

Kutsal kitaplar başlığı altında incelediğimiz bu bölümde, Hâletî’nin, Kur’ân-ı Kerîm dışında diğer semavi kitaplar üzerinde durmadığı görülür. Kur’ân ise genel olarak sevgili ile ilgili tasavvurlarda benzetme unsuru olarak kullanılmıştır. Ayrıca çok fazla kullanılmamakla birlikte telmih ve iktibas yoluyla kullanılan bazı sure ve ayetler gerçek anlamlarının yanı sıra benzetilen olarak da kullanılır. Aşağıda telmih ve iktibas yoluyla işlenen ayetler ve bulundukları sureler verilmiştir.

Dîvânda isimleriyle anılan sûreler dışında ihtiva ettikleri âyet sebebiyle söz konusu edilen sûreler de bulunmaktadır. Allah (c.c.), Bakara sûresi 22. âyette “Rabbiniz ki, sizin için yeri döşek, göğü bina kılmıştır; gökten su indirmiş, bununla sizin için rızık olarak çeşitli

ürünler çıkarmıştır; artık siz de bile bile O’na eş ve ortaklar koşmayın.” Buyurmaktadır. Hâletî, Allah’ın (c.c.) yağmuru yeryüzüne indirip bütün ağaçları meyve yüküyle donattığını ifade ettiği bir beyitte bu ayeti hatırlatır.

Nutfe-i ebri eyleyüp nâzil

Kılar eşcârı mîveden hâmil M. 1/12

“(Allah), bulutlarda (biriken) suyu yeryüzüne indirip bütün ağaçları meyve yüküyle yükler.”

Yine birkaç beyitte Hâletî, “ Kün fe yekün (ol der, o da oluverir)”40 ayetinden iktibas yoluyla bahsetmiştir. (K. 16/7, K. 12/45) Şâir, veziriazam Nasuh Paşa adına yazdığı kasidenin medhiye bölümünde, ondan övgüyle bahseder.

Hem zemîn ü hem zamâna virdi revnak devleti

Böyle bir resm itmedi nakkâş-ı kâh-ı kün-fekân K. 39/16

“Varlığı, zemin ve zamana güzellik kattı. Öyle ki, kün fekân sarayının (dünya) nakkaşı daha önce böyle bir resim çizmemiştir.”

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) din meclisini aydınlatan kandile benzetildiği bir beyitte telmih yoluyla “Ey Peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağrıcı ve etrafı aydınlatan bir ışık olarak gönderdik” mealindeki Ahzab suresi 45-46. ayetlere işaret edilir.

Oldı ol şeb-çerâg-ı mahfil-i dîn

Halka-i cem‘-i enbiyâya nigîn M. 3/11

“Enbiyâ halkasının mührü; din meclisinin çerâğı oldu.”

40 Kur’ân’da, Allah bir şeyin olmasını isterse, “kün feyekün” (ol der, o da hemen oluverir)” deniyor. Bu ifade Kur’ân’ın Bakara: 2/117, Âl-i İmrân: 3/47, 59, En’âm: 6/73, Nahl: 16/40, Meryem: 19/35, Yâ-sîn: 36/82 ve Mü’mîn: 40/68 ayetlerinde geçmektedir. Edebiyatımızda çok sayıda örneği bulunan bu söz, ediplerimiz tarafından, Kur'an'daki muzarı çekimi (geniş zaman), maziye (geçmiş zaman a) dönüştürülerek, “kün-fekân” şeklinde kullanılmıştır. Mehmet Yılmaz, Edebiyatımızda İslami Kaynaklı Sözler, Enderun Kitapevi, 1992, İstanbul, s. 98

1.1.1.4. Peygamberler

Dîvânda; tüm peygamberler yer almamakta sadece Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. İsmâil, Hz. Ya‘kûb, Hz. Yûsuf, Hz. Mûsâ, Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman, Hz. Yûnus, Hz. Hızır, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed olmak üzere on üç peygamberin ismi geçmekte ve bu peygamberler çeşitli özellikleri ve mucizeleri ile ele alınmaktadır.

Hz. Âdem

İslam inancına göre Hz. Âdem (a.s.) ilk insan ve ilk peygamberdir; künyesi “Ebu’l-Beşer (insanlığın ilk atası)’dir”. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayetinde ve yine birçok hadislerde Hz. Âdem’in çeşitli durumlarından bahsedilir41. (Aydemir, 1996: 19)

Hz. Âdem (a.s.) Ebu’l-Beşer olduğu için “Âdem” kelimesi “insan” yerine de kullanılır. Âdem kelimesi, divanda yer aldığı şiirlerde de en çok bu manada ele alınmıştır.42

Âdem ‘aceb mi devlet-i dünyâya kanmasa

Mümkin midür ki kimseyi sîr-âb ide serâb G. 74/6

“Serabın, kimseyi suya doyurması mümkün olmadığı gibi insanoğlunun da dünya hayatına kanmaması hayret edilecek bir şey değildir.”

Şâir ayrıca, sevgilinin saçının parlaklığının insanı kendinden geçirmesini “aklını almak” deyimiyle anlatır.

Kılsa çeşmün pür-‘arak keyfiyyet-i bezm-i şarâb

‘Aklın alur âdemün zülfünde olan âb u tâb G. 75/1

“Şarap meclisinin keyfiyyeti, gözlerini yaşlara boğsa, saçının berraklık ve parlaklığı insanın aklını başından alır.”

Ebû Dâvûd’un Sünen’indeki Kitâbü’l-Melâhim şu hadisle başlar: “Allah her yüzyıl başında (dönümünde) dini yenileyecek bir kişiyi (yahut kişileri) bu ümmete gönderecektir

41 Bakara:2/30, 31, 33, 34, 35, 37; Âl-i İmrân: 3/33, 59; Mâide: 5/27; A’raf: 7/11, 19, 26, 27, 31, 35, 172; İsrâ: 17/61, 70; Kehf: 18/50; Meryem: 19/58; Tâ-Hâ: 20/115, 116, 117, 120, 121; Yâ-Sîn: 36/ 60 ...

42 M. 3/2,8; M. 4/58, M. 5/4; K. 26/36; Msd. 8/VI; Kt. 49,102; T. 3/1; G. 15/2, G. 24/1, G. 34/4, G. 134/1, G. 154/3, G. 168/5, G. 193/4, G. 239/3, G. 260/1, G. 317/3, G. 406/3, G. 450/3, G. 522/2, G. 531/1, G. 618/1, G. 623/3, G. 634/7, G. 637/1, G. 730/3, G. 807/5, G. 856/4, G. 862/7; Mt. 515, Mt. 575; Müf. 595

(Ebu Davûd, Mişkât.1/82 , K. Melahim, Bab 1, Hadis no: 4291). (Ünal, 1992: 261) Hâletî, Zekeriyya Efendi’nin vefatına düştüğü tarihte bu hadise iktibas yoluyla işaret eder.

Gelür her yüz başında dîni bir tecdîd ider âdem

Velî böyle müceddid binde bir ancak düşer hakkâ T. 2/4

“Her yüzyıl başında dini tecdîd eden bir kişi gelir. Fakat, doğrusu böyle bir müceddid bin yılda bir ancak gelir.”

Hâletî, sevgilinin beninden bahsettiği bir beyitinde, Hz Âdem’i (a.s.) yasak meyveyi43 yiyerek cennetten kovulması sebebiyle söz konusu eder. Şair, Hz. Âdem’in (a.s.) şeytana kanıp cennetten kovulmasına neden olan dâne (buğday) ile sevgilinin beni arasında ilgi kurar.

Hâl-i rûy-ı yâr-veş bir dâne-i merdüm-firîb

Gelmemişdür ‘âleme tâ devr-i Âdem'den beri G. 818/2

“Sevgilinin yanağındaki ben gibi insanları aldatan bir (ben) tanesi, Hz. Âdem (a.s.)’den beri dünyaya gelmemiştir.”

Beyitte Hz. Âdem (a.s.), ilk insan olması yönüyle de ele alınmış ve mübalağa yoluyla ilk insandan bu yana böyle bir hadisenin kimsenin başına gelmediği ifade edilmiştir. Âdem kelimesi, Hz. Âdem’in (a.s.) cennetten kovulmasından bahseden bir beyit dışında diğer bütün beyitlerde insan anlamında kullanılır. Şâir, Hz. Âdem’in insanların atası olmasından dolayı, “âdem” ismini bu manada kullanır.

Hz. Nûh

Hz. Nûh (a.s.), Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde diğer peygamberlere oranla geniş bir şekilde tanıtılan ve “ülü’l-azm” olarak isimlendirilen beş büyük peygamberden biridir. Kur’an’da yirmi sekiz sûrede hakkında bilgi verilmiş ve kırk üç yerde ismen

43 Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde bu ağacın ne olduğu , adı, cinsi, reng, v.s. hakkında her hangi bir beyan ve açıklama yoktur. Buna rağmen tefsirler bu konuda şu bilgileri ihtiva etmektedirler:

1. “İlim” yani hayrı ve şerri bilme ağacı idi. 2. “Üzüm asması” idi.

3. “Ağaç cinsi” idi. 4. “Buğday” idi.

5. “Sünbüle (başak)” idi...

zikredilmiştir. Kur’an’ın yetmiş birinci sûresi onun adını taşır ve baştan sona onun tevhid mücadelesini anlatır. (Harman, 2007: 226)

Kur’an’da Hz. Nûh’un (a.s.) yaşıyla ilgili olarak: “Andolsun ki biz Nûh’u kendi kavmine gönderdik de o 950 yıl onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tûfan kendilerini yakalayıverdi. Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık (Ankebût 29/14-15)”. Buna bağlı olarak, ömrünün uzunluğu şairler tarafından bir mazmun olarak kullanılmıştır. (Onay, 2004: 386)

Yalnızca iki beyitte ismi zikredilen Hz. Nûh (a.s.), ömrünün uzunluğu ve de inşa ettiği gemi sebebiyle birlikte anılır. Bir beyitte şair, gönül gemisini Hz. Nûh’un (a.s.) gemisine benzetmekte ve ömrünün uzunluğuna işaret etmektedir.

Miyân-ı bahr-i gamdan keşti-i dil rûzgârıyla

Kenâra çıkmak olur bir gün ammâ ‘ömr-i Nûh ister G. 262/3

“Gam denizinin ortasından gönül gemisinin rüzgârıyla bir gün sahile çıkmak mümkün ama Nuh (a.s.) ömrü gibi uzun bir ömür ister.”

Diğer beyitte ise, “ayyaş rindin, Hz. Nûh’un (a.s.) ömrüne gıpta etmesine gerek yok. Zîrâ, öyle bir an gelir ki bulduğu bir kadeh şarabın sevincinden bin yaşar” şeklindeki ifadesiyle şair, Hz. Nûh’un (a.s.) ömrünün uzunluğuna telmihte bulunarak şarap kadehini de tufanda sığınılan gemiye benzetmektedir.

N'ola olmazsa ‘ömr-i Nûh'a reşki rind-i mey-hvârun

Dem olur bin yaşar bulsa eger bir zevrak-ı bâde G.765/5

“Ayyaş rind, Hz. Nûh (a.s.)’un ömrüne gıpta etmeseydi ne olur? An gelir bir kadeh şarapla (sevincinden) bin yaşar.”

Divan’da yer alan iki beyite baktığımızda her iki beyitte de Nuh peygamber ömrünün uzunluğu ve gemisiyle birlikte anılır.

Hz. İbrâhim

Hz. İbrâhim (a.s.), Kur’ân-ı Kerîm’de isminden ve muhtelif kıssalarından çokça bahsedilen peygamberlerden biri olup “Halîl, Halîlullah ve Halîlürrahman” sıfatlarıyla da anılır. (Aydemir, 1996: 57)

Divanlarda yer alan çeşitli manzumelerde Hz. İbrâhim’den (a.s.) sıkça bahsedilmiştir. Şairler onu ve başından geçen olayları bir remiz olarak kabul ettiklerinden anlatmak istediklerini Hz. İbrâhim (a.s.) hakkında teşekkül etmiş mazmunlar aracılığıyla ortaya koymuşlar, telmih, teşbih gibi söz sanatlarından da faydalanarak ifadelerini kuvvetlendirme yoluna gitmişlerdir. Ayrıca Allah’ın emri üzerine oğluyla birlikte Kâbe’yi inşa etmesi, oğlu İsmâil’i kurban etmeye teşebbüsü sebebiyle kurban ve sünnet olmayı başlatan kişi olması, mancınıkla ateşe atılması (mancınık-ateş), ateşin onu yakmaması (nâr-nur), düştüğü yerin cennet bahçelerinden bir gül bahçesi haline dönüşmesi ve oradan soğuk bir su kaynaması (âteş-âb) vs. gibi motifler telmih yoluyla zikredilmiştir. (Uzun, 2000: 273)

Azmî-zâde Hâletî dîvânında, Hz. İbrâhim’den ateşe atılması ve ateşin onu yakmayarak ona karşı serin ve selametli olması sebebiyle bahsedilir. Beyitlerde Hâlîl ismiyle anılmaktadır. Halîl, Hz. İbrâhim’in (a.s.) diğer adı olduğu gibi, halis dost manasına da gelir. (Onay, 2004: 279) Şair, bir beyitte Hz. İbrâhim’in (a.s.) ateşe atılmasına telmihen, sevgiliden gelecek olan selamın, ayrılık ateşini gönül dostu için bir gül bahçesine dönüştüreceğini söyler.

Hicr âteşi Halîl-i dile gül-sitân olur

Ey Hâletî gelürse eger yârdan selâm G. 530/5

“Ey Hâletî! Eğer sevgiliden selam gelirse ayrılık ateşi gönül dostuna bir gül bahçesi olur.”

Şair, Hz. Muhammed (s.a.v.) adına yazmış olduğu na’tında da Allah’ın (c.c.), yakıcı ateşi Hz. İbrâhim’e (a.s.), onun yüzü suyu hürmetine serin ve selametli kılıp bir gül bahçesine dönüştürdüğünden bahseder. (M. 3/9)

Hz. İbrâhim (a.s.), Babil halkını imana davet için görevlendirilmişti. Bu halk krallarına, putlara, güneş, ay ve yıldızlara taparlardı. Bayram günlerinde kestikleri kurbanları mabetlere götürerek putların yanına koyarlardı. Yine bir bayram günü, Hz. İbrâhim (a.s.) hasta olduğu bahanesiyle ahaliden ayrılıp puthaneye gitti. Daha sonra yanında getirdiği baltayla bütün putları parçaladı. (Dikmen ve Ateş, 1981: 209) Hâletî, bu hadiseye telmihte bulunduğu bir beyitte, İbrâhim Paşa’yı küfre karşı verdiği mücadele ve isim benzerliği sebebiyle Hz. İbrâhim’e benzetir.

Bugün deyr-i cihânda bütleri sınmazdı a‘dânun

Eger kim olmasaydı nâmı İbrâhîm Pâşâ'nun K. 23/1

“Düşmanın cihân tapınağındaki putları, bugün İbrâhim Paşa’nın nâmıyla kırıldı.”

Hz. İbrâhim (a.s.), beyitlerde Kâ’be’yi inşâ etmesi ve sofrasının bereketi sebebiyle de söz konusu edilir. Kâ’be Allah’ın evidir. Dolayısıyla kutsaldır. Dîvân şiirinde gönlün de kutsiyeti bakımından kâ’be’ye benzetilmetesi söz konusudur. Hâletî, Vezîr-i azam İbrâhim Paşa için yazdığı bir kasidede, adalet ve ihsan sofrasının tüm âlemi kuşatmasının Hz. İbrâhim’in (a.s.) Kâ’be’yi inşâsı gibi gönülleri yapmakla mümkün olabileceğini ifade etmektedir.

Gönüller Ka‘besin yap dem-be-dem hvân-ı Halîl-âsâ

Çekilsün bezm-i ‘âlemde simât-ı ‘adl ü ihsânun K. 23/32

“Adalet ve ihsan sofranın, Hz. İbrahim’in (bereketli) sofrası gibi tüm âleme serilmesini istiyorsan önce gönül Kâbe’sini inşa et.”

Halîlu’r-rahman olan Hz. İbrahim (a.s.), “Halîl” ismiyle üç beyitte anılır. Bunun dışında doğrudan ismi zikredilmez. Bu beyitlerde Hz. İbrahim (a.s.) ateşe atılması ve ateşin ona karşı selametli oluşu, Kâbe’yi inşa etmesi, halkının putlarını kırması ve sofrasının bereketi özellikleriyle anılır.

Hz. İsmâil

Hz. İbrâhim’in (a.s) oğlu ve Kur’ân’da adı geçen büyük peygamberlerden biridir. Hz. İsmâil’in ismi Kur’ân-ı Kerîm’in sekiz suresinde 12 yerde44 çeşitli nitelikleriyle zikredilmektedir. (Aydemir, 1996: 69)

Hz. İsmâil (a.s.) Türk edebiyatında doğumundan başlayarak çocukluğu, gençliği ve peygamberliği gibi yönleriyle ele alınmış, özellikle annesi Hâcer’le birlikte Mekke’de bırakılması, burada zemzemin fışkırması, babası İbrâhim tarafından Allah’a kurban

44 Bakara: 2/125, 127, 133, 136, 140; Âl-i İmran: 3/84; Nisa: 4/163; En’am: 6/86; İbrahim: 14/39; Meryem: 19/54; Enbiya: 21/85; Sad: 38/48.

edilmek istenmesi, buna razı olup sabır göstermesi ve Kâbe’nin inşaatında babası ile beraber çalışmasından bahsedilmiştir. (Uzun, 2001: 80)

Hz. İsmâil (a.s.) yalnız bir beyitte, babası Hz. İbrâhim (a.s.) tarafından Arafat’ta kurban edilmek istenmesi ve buna razı olduğu hadise üzerine ele alınır. Hâletî, beyitte kendi nazmını överek Kemâl-i Isfahânî’nin dahi yazdıklarının karşısında kendini feda edeceğini ifade eder.

Kemâl-i Isfahânî görmiş olsa şâhid-i nazmum

Reh-i ‘ışkında İsma‘îl-veş olurdı kurbânı K. 33/37