• Sonuç bulunamadı

Hac ve Hac İle İlgili Kavramlar Hac Hac

1.1.2. İbadet ve İlgili Kavramlar

1.1.2.4. Hac ve Hac İle İlgili Kavramlar Hac Hac

Hac sözlükte “kastetmek, yönelmek” anlamına gelen bir kelimedir. Fıkıh terimi olarak ise hac, “Mekke şehrindeki Kâbe'yi ve civarındaki kutsal sayılan özel yerleri, özel vakit içinde, usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer menâsiki yerine getirmek” demektir. Bunların hepsine birden hac törenleri anlamında “menâsikü'l-hac” denir. (Karaman vd., 2004: 514)

Tek bir beyitte karşımıza çıkan hac farizası divanda dini açıdan ele alınmaz. Beyitte âşıklar, aşk haccı için yola çıkan bir kervan üzere tasavvur edilir.

Kârvân-ı hacc-ı ‘ışkun haste vü dermândesin

Yokdur örter basdurur illâ meger rîk-i revân G. 551/6

“Aşk haccının kervanında (yol alanlar içinde) hasta ya da aciz birisi yoktur. Çünkü (çölün) akıp giden kumu bütün (hastalıkların) üzerini örter.”

Tavaf

Sözlükte “bir şeyin çevresinde dönmek, dolaşmak” anlamındaki tavâf kelimesi fıkıh terimi olarak usulüne uygun şekilde Kâbe’nin etrafında dönmeyi ifade eder. Kâbe sol tarafa alınarak Hacerülesved hizasından başlanıp aynı noktada tamamlanan her dönüşe “şavt” ve yedi şavta tavaf adı verilir. (Karaman vd., 2004: 528)

Sevgilinin semti âşık için en kutsal mekanlardan biridir. Divan şiirinde de âşık her daim sevgilinin mahallesini tavaf eder şekilde tasavvur edilir.107 Tavâf, divanda bir kıta bir

gazel olmak üzere iki yerde geçer. Şâir, 108 no.’lu kıtasınında Hızır’ın (a.s.) sevgilinin semtini tavaf etmesi için âb-ı hayattan abdest alması gerektiğini söyler. Hatta felek dahi sevgilinin semtini tavaf etme şerefine erecek olsa mutluluktan Keyvân’ı âzâd edebilir.

Ka‘be-i kûyun tavâf itseydi çerh-i köhne-sâl

Şâd olup Keyvân'ı âzâd eyliye şükrânesi G. 828/2

“İhtiyar felek, semtinin Kâbe’sini tavaf etseydi, mutluluktan bir şükran göstergesi olarak Satürn’ü serbest bırakırdı.”

Beyt-i ma‘mûr, Kâ’be

Türk edebiyatında Kâbe, ilk inşasından başlayarak Hz. Âdem’den itibaren çeşitli peygamberlerin hayatıyla ilgisi açısından ele alınmış, bunlar arasında Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil ve Hz. Muhammed’in peygamberlik dönemleri üzerinde özellikle durulmuştur. Kâbe’den bahsedilirken tenâsüp ve tedâîler dolayısıyla Hacerülesved, Zemzem Kuyusu, altın oluk, makām-ı İbrâhim, Safâ ve Merve gibi mekânlar; ihram, tavaf, sa‘y gibi Kâbe’ye mahsus kıyafet ve davranışlar; telbiye ve ziyaret duaları ile hacca dair âyet ve hadisler zikredilmiştir. Kâbe edebî eserlerde Kâbetullah, Kâ‘be-i Muazzama, Kâ‘be-i Ulyâ, Beytullah, Beytü’l-atîk, Beytü’l-harâm, Beytü’l-ma‘mûr, Harem-i şerif gibi adlarla yer almıştır. (Uzun, 2001: 23)

Hâletî, beyitlerde Beyt-i ma’mûr, Kâ’beteyn ve Kâ’be isimlerini kullanır.108 Beyt-i ma’mûr, yedi kat göğün üstünde ve arşın altında bulunan ve meleklerin devamlı tavaf ettikleri yerdir. Kâ’be ise beyt-i ma’mûrun yeryüzündeki eşidir. Beyt-i ma’mûr ile Beytullah olarak da anılan Kâ’be, biri semâda biri yeryüzünde olarak aynı hizada bulunmaktadırlar. Beyt-i ma’mûr, semâ ehli melekler için tavaf yeridir. Beytullah ise, birinci derecede insanlar için tavaf yeridir. (Dikmen ve Ateş, 1981:119)

Bir beyitte beyt-i ma’mûr ile fuzelânın gönlü arasında benzerlik kurulur. (K. 18/31) Bundan başka şâir, III. Mehmed’in annesi adına yapılan kasrın tamamlanması üzerine

Veger namâz kılursam kaşuñ hamı mihrâb Ahmedî, (G. 61/5) Bâkıyâ ister isen kalbe safâ virmek eger

Ka’be-i kûyına var döne döne eyle tavâf Bâkî, (G. 231/5)

108 M. 5/9; K. 9/7, K. 11/12, K. 23/32, K. 27/17, K. 28/28, K. 40/6; Kt. 113; G. 115/3, G. 240/5, G. 370/1, G. 382/3, G. 383/2, G. 798/3, G. 828/2, G. 880/5, G. 890/2.

yazdığı bir tarih beyitinde, bu kasrın beyt-i ma’mûr gibi âbâd olması dileğinde bulunur. Beyt-i ma‘mûr burada övülenin kasrı için benzetme unsuru olarak ele alınır.

İtmâmına bu kasrın oldı tamâm târîh

Âbâd ola İlâhî mânend-i beyt-i ma‘mûr T. 6/5

“Ey Allah’ım (c.c.)! Tamamlanmasına tarih düşülen bu kasr beyt-i ma’mûr gibi âbâd olsun.”

Kâ’be İslâm’ın en kutsal mekanı iken, sevgilinin mahallesi de âşıklar için kutsal bir yerdir. Kâ’be kutsiyeti dolayısıyla, âşığın en kutsal mekanı olan sevgilinin semti için benzetilen olur. (G. 383/2, G. 828/2) Sevgilinin semtinin Kâ’be’sinde dolaşan gönül perişan olsa da (G. 798/3) her gece sevgilinin semtinin hasretiyle yatağa girer ve rüyasında Kâ’be’yi görür.

Hasret-i kûy-ı nigâr ile yatup Hâletiyâ

Her gice düşde gönül Ka‘be-i ‘ulyâyı görür G. 240/5

“Ey Hâletî! Gönül, her gece sevgilinin semtinin hasretiyle uykuya dalıp rüyasında o mübarek, yüce Kâbe’yi görüyor.”

Müslüman olmayanlar Kâ’be’nin yabancısı (ağyâr) durumunda olduklarından oraya giremez ve her hangi bir işiyle vazifelendirilmezler. Âşığın bir diğer vazifesi ise sevgilinin semtinin haremini rakiplerden korumaktır. Fakat bu durumun aksi bir beyitte şâir, ağyârı kavuşma haremine sokan, fakat kendisini orada barındırmayan sevgiliye sitemde bulunur.

Agyârı harîm-i harem-i vasluna korken

Kûyunda n'içün Hâleti-i zârı komazsın G. 646/5

“Ağyârı, kavuşma hareminin harîmine koyarken, şu ağlayıp inleyen Hâletî’yi semtinde neden barındır mıyorsun?”

Kâ’be’nin doğu köşesinde tavafın başlangış ve bitiş noktasını belli eden Hâcerü’l-esved bulunur. Arapça’da “siyah taş” gelen Hâcerü’l-esved, Hz. İbrâhim tarafından Kâ’be’nin inşası sırasında tavafın başlangıç noktasını belirlemek için yerleştirilmiştir. (Öztürk,

2010: 26) Divanda ayrıca sevgilinin semti için benzetilen olan Kâ’be’de bulunan Hâcerü’l-esved de sevgilinin Ka‘be-i kûy’unun kara taşı olarak düşünülür.

Seng-i siyâh-ı Ka‘be-i kûyın mihekk ider

‘Uşşâkun itse sîm-i sirişkin ‘ayâr çerh G. 115/3

“Felek, âşıkların gümüş gibi akan gözyaşının saflık derecesine baksa, semtinin Kâbe'sinin siyah taşını mihenk taşı yapar.”

Kâ’be, bir yerde sevgilinin yüzü için benzetilen olur. Kâ’be yüzlü sevgilinin hayali her an gözlerinde olan âşığın göz çemberlerinin (gözbebeği) karardığını görenler, bu durumun bir tür göz hastalığından kaynaklandığını düşünürler ve âşığa şüphe ile yaklaşırlar.

Ey Hâletî bu çenber-i şeb-gûn-ı çeşmüme Bâ‘is remed sanup n'içün eylerler iştibâh Ol Ka‘be-i cemâl hayâli gözümdedür

Olur mı çekmemek ana bir perde-i siyâh Kt. 113

“Ey Hâletî! Göz çemberimin kararmasının sebebini remed sanıp benden şüphelenirler. O yüzü Kâbe gibi olanın hayali gözümdeyken ona siyah bir perde çekmemek olur mu?”

Kâ’be duvarının dört tarafına örtü asılması, eski bir gelenek olup ilk defa ne zaman uygulamaya geçildiği kesin olarak bilinmemektedir. (Öztürk, 2010: 34) Yukarıdaki kıtada geçen “perde-i siyâh” tamlamasının tevriyeli bir şekilde kullanıldığı görülür. İlk anda temel anlamına uygun olarak kullanılan “perde-i siyâh” tamlaması, sevgilinin hayaliyle kararan göz çemberleri olarak düşünülür. “Perde-i siyâh” tamlamasının, diğer anlamı, mısralarda gizlenen, örtülü anlamı düşünüldüğünde ise Kâ’be’nin siyah örtüsünü çağrıştırır.

Kureyşliler 605 yılında Kâ’be’yi inşa ederken tavanda biriken suların akması için bir oluk koydular. Kâ’be’nin oluğu ilk defa Emevi halifesi I. Velid’in emri ile Mekke valisi Hâlid B. Abdullah tarafından altınla kaplatılmasından sonra altın oluk adıyla anılmaya başlar. (Öztürk, 2010: 30)

Kâ’be’nin diğer bir önemli kısmı olan altın oluk (zer-nâv-dân) âşığın üzerinden gözyaşı akan sararmış yüzünü temsil eder ve âşığın teni Kâ’be’nin altın olukları için benzetme unsuru olur.

Yol itdi Hâletî seyl-i sirişküm rûy-ı zerdümde

O yârün Ka‘be-i kûyında ten zer-nâv-dân oldı G. 880/5

“Hâletî, gözyaşı selimin sararmış yüzümde bıraktığı iz sebebiyle tenim sevgilinin semtinin Kâbesindeki altın bir oluk oldu.”

Hz. Ebubekir (a.s.), Hz. Ömer (a.s.), Hz. Osman (a.s.) ve Hz. Ali (a.s.), Peygamber efendimizin (s.a.v.) ölümünden sonra İslam’ın en büyük önderleri olmuştur. Hâletî, Kâ’be’yle ilgili olarak sevgili ve âşık üzerine yaptığı benzetmelerin yanı sıra, Resulullah’ın (s.a.v.) halefi olan dört halifeyi, Kâ’be’nin dört köşesi gibi düşünür.

Her birisi olup Resûl'e halef

Buldılar rükn-i Ka‘be gibi şeref M. 5/9

“Her biri Allah’ın (c.c.) Resûl’ünün (s.a.v.) halefi olup Kâ’be’nin bir köşesi gibi şeref buldular.”

Kâbe, beyitlerde sevgilinin yüzü ve mimari yapılar için bir teşbih unusuru olarak yer alır. Divan şiirindeki genel kullanıma uygun olarak Hâletî de sevgilinin semtini Kâbe olarak düşünmüş ve âşığın her gece büyük bir hasretle rüyasında gördüğü bir yer olarak tasavvur etmiştir. Kâbe’nin üzerinde bulunana Hacerü’l-esved, altın oluk ve siyah örtüsü de beyitlerde üzerinde durulan teşbih unsurlarıdır. Hacerü’l-esved, sevgilinin semtinde bulunan kara taş; Kâbe’nin siyah örtüsü âşığın ağlamaktan kararan göz çemberleri; altın oluk da âşığın gözyaşından dolayı sararan yüzü olur. Rakip ise sevgilinin haremine girerek kutsal bir mekanı kirletir.

Kurban

İnsanlık tarihi tetkik edildiği zaman görülür ki kurban, insanlıkla başlamış109, gaye yönünden farklı olmakla beraber, bütün dinlerde ve devirlerde ortak unsur olarak devam

109 Kur’ân-ı Kerîm, kurban müessesesinin Hz. Âdem’in (a.s.) çocuklarıyla birlikte başladığını haber verir: “Onlara Âdem’in (a.s.) iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Hani onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban takdim etmişlerdi ve ikisinden birininki kabul olunmuş, öbürününki kabul olunmamıştı... (Mâide:5/27).” İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi- Kütüb-i Sitte-,Akçağ Yayınları, c.4, s.521.

edegelmiştir (Feyizli, 1993: 61). Kur’ân-ı Kerîm, “ Her ümmet için, Allah’ın (c.c.) kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık... (Hac: 22/34)” âyet-i kerîmesinde, ilâhi dinlerdeki kurban ibadetinin varlığına işaret etmektedir.

Beyitlerde, Kâ’be sevgilinin mahallesi olarak düşünüldüğü için âşıklar da sevgilinin kapısında sıra sıra yatan kurbanlık olur. Sevgilinin kapısında cansız bir şekilde yatan âşıklar, adeta Kâ’be’de kesilen kurbanlar gibidir. (G.370/1) Âşık, aşk padişahı olan sevgilinin bir kez olsun gönül şehrine girmesi karşılığında can koyununu aşk kurbanı etmeye hazırdır. (G. 376/1) Fakat sevgili asla bir kurban ile yetinmez. (G. 732/3) Sonunda da cevr kılıcıyla âşığın canını alan sevgili, kurbanı (âşığı) iyice boğazlamadan bırakmaz.

Tîg-i cevriyle alur ‘âşıkun âhir cânın

Nîm-bismil komaz ol şûh-ı cihân kurbânın G. 601/1

“O dünya güzeli (sevgili), sonunda cevr kılıcıyla âşığın cânını alır ve kurbanını iyice boğazlamadan, yarı kesilmiş halde bırakmaz.”

Kurban, ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan demektir. Kurbanı yalnız Allah rızası gözeterek kesmek gerekir. Fakat bunun dışında halk arasında alna kurban kanı sürmek, bir evin temeli için kurban kesmek, türbeye kurban kesme vb. uygulamalara da rastlanmaktadır.

Kurban kesilince kimin nâmına kesilmiş ise alnına bir parmak kan sürmek adettir. (Onay, 2004: 330) Aşağıdaki beyitte yeni doğan çocuğa kesilen kurbanı da (akika kurbanı) hatırlatarak bu adete vurgu yapılmıştır. (Kaya, 2010: 179)

Nev-şüküfte gonce gûyâ tıfl-ı nev-resdür ki çerh

Bülbüli kurbân idüp kor alnına bir katre kan G. 662/3

“Yeni açılmış gonca, feleğin, bülbülü kurban edip alnına kan sürdüğü küçük bir çocuktur.”

İslam dinine aykırı uygulamalardan biri de bir binanın temeli için kurban kesme hadisesidir. Hâletî, aşağıdaki beyitinde bu uygulamaya da işaret eder.

Kâşâne-i cevr olmaga ol şâha mübârek

Çak vaz‘-ı esâsında beni eyledi kurbân G. 570/2

“Sitem sarayı o padişaha (sevgiliye) mübarek olmasın. Çünkü (o sarayın) temelinde beni kurban etti.”

Hâletî’nin, divanda halk ağzında sıkça kullanılan, bir kimse veya bir şey için kendini feda etmek anlamına gelen “kurban olmak, yoluna kurban olmak” deyimleri de beyitlerde yer verdiği unsurlar arasındadır.110

Hâtırumdan çıkmıyor en son kemân ebrûlarun

Bana ur bârî hadeng-i cevri kurbân oldugum G. 537/4

“Kurban olduğum, cevr okunu hiç olmazsa bana vur. Çünkü senin o yay gibi kaşların hiç aklımdan çıkmıyor.”

Kurbanın, beyitlerde âşık için benzetme unsuru olarak mecazi anlamda kullanıldığı görülür. Bununla birlikte, kurban bayramında Kâ’be’de kurban kesilmesi, kurbanın boğazlanması; alna kurban kanı sürme, temele kurban kesme gibi adetlerle birlikte “kurban” ile oluşturulan bazı deyimlere yer verilir.

1.1.3. Mübarek Gün ve Geceler 1.1.3.1. Berât Gecesi

İslam dininde kutsal kabul edilen gecelerden biri olan ve Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan gece, Berât gecesidir. Bir adı da nişan olan ve ilk devirlerde biti ve misal de denilen berat, bir memuriyete tayin, bir gelirden tahsis, bir şeyin kullanılma hakkı, bir imtiyaz veya muafiyetin verildiğini gösteren ve padişahın tuğrasını taşıyan belgeye denir. (Kütükoğlu, 1992: 472)

Divanda yalnız bir beyitte zikredilen Berât kelimesi tevriyeli bir kullanıma sahiptir. Leyl kelimesinin gece anlamını taşıması ve dolayısıyla siyah renkle münasebeti sebebiyle leyle-i Berât sevgilinin saçı için benzetilen olur. Kaşları ise güzellik fermânına çekilen emsalsiz bir tuğradır.

Menşûr-ı hüsne kaşları tugrâ-yı bî-misâl

Zülf-i siyâhı oldı anun leyle-i Berât G. 102/4

“(Sevgilinin) kaşları, güzellik fermanına (çekilen) emsalsiz bir tuğra, siyah saçı da bir berât gecesidir.”