• Sonuç bulunamadı

Kurumlararası Rekabet ve Bürokratik Uyumsuzluk

SSCB’NİN ÇÖKÜŞÜNDEN RUSYA’DA ONTOLOJİK GÜVENLİK ARAYIŞINA 1990’LAR

2.3. Rusya’da “Beden”in Ehliyetini Kaybetmesi

2.3.3. Kurumlararası Rekabet ve Bürokratik Uyumsuzluk

Rusya, yukarıda da ayrıntılı olarak incelendiği üzere, daha en başından itibaren farklı grupların güç mücadelesine sahne olmaktaydı. Rusya’nın tarihine, kültürüne, kimliğine ve dünya üzerindeki yerine ilişkin temelden çatışan yaklaşımlara sahip olan gruplar arası bu rekabet, devletin kurumsal işleyişinde aksaklıklara ve hatta çatışmalara neden oldu. Zira ülkenin ve devletin genelini kapsayan güçlü bir anlatı ve güçlü bir liderlik söz konusu değildi.

Bu bağlamda, çatışan anlatıların kurumsal bir çatışmaya dönüşmesi ilk olarak Eylül-Ekim 1993’te gerçekleşti. Şok terapi ve devamında yaşanan kaos ortamında gücünü arttıran reform karşıtı gruplar, özellikle parlamentoda güçlü bir desteğe sahipti.

Yeltsin, 1 Eylül 1993’te, parlamentoda güçlü bir desteğe sahip olan ve reform karşıtlığı ortak paydasında komünistlerle birlikte hareket eden Devletçi çizgideki Başkan Yardımcısı Rutskoy’u görevden aldı. Rutskoy bu kararı tanımadığını ilan etti. Bunun üzerine Yeltsin, 21 Eylül’de yetkisi dışına çıkarak parlamento Yüksek Sovyet’i feshetti.

Parlamento da Yeltsin’i görevden azlettiğini, yeni bir hükümet oluşturulduğunu, başkan olarak Rutskoy’u, savunma bakanı olarak Vladislav Açalov’u ve güvenlik bakanı olarak da Viktor Barannikov’u atadığını ilan etti (Shapiro, 1993). Kendi savunma bakanı Graçev’in ve ordunun üst kademesinin tam desteğini alan Yeltsin, 3-4 Ekim tarihleri arasında parlamentoyu tanklarla kuşatarak ele geçirdi ve “isyancı” vekillerle birlikte

Devlet Başkanı Yardımcısı Rutskoy’u ve Yüksek Sovyet Başkanı Hasbulatov’u tutuklattı (Onay, 2002: 110).

Liberal demokratik değerleri anlatılarının merkezi unsuru olarak konumlandıran Batıcılar açısından parlamentonun anayasaya aykırı olarak feshedilmesi ve hatta askeri güç kullanılarak ele geçirilmesi paradoksal bir durumdu. Batıcılar bir yandan halkın iradesini önceleyen liberal demokrasinin değerleri etrafında kurguladıkları bir anlatıyı hakim hale getirmeye çalışıyor bir yandan da ordu marifetiyle parlamentoyu işgal edip anayasaya aykırı olarak meclisi feshediyorlardı. Bu durum, anlatısı ile bedensel eylemleri birbiriyle çelişen şizoid bir bireyin yaşadığı travmanın bir benzerini Rusya’nın yaşamasına neden oluyordu.

Anlatı ile bedensel yapılanmanın ve eylemlerin birbiriyle çelişmesi 3-4 Ekim’deki krizle sınırlı kalmadı. Krizden zaferle ayrılan Yeltsin, yılın son ayında gerçekleşen referandumdan da elini güçlendirerek çıktı. 12 Aralık 1993 tarihinde gerçekleştirilen parlamento seçimleri, aynı zamanda yeni anayasanın da oylanıp kabul edildiği bir seçimdi. Yeni anayasa ile Rusya’da Yeltsin konumunu daha da güçlendirdi.

Zira yeni anayasa, devlet başkanına hükümetin iki kez güvenoyu alamaması durumunda parlamentoyu feshetme, parlamentodan geçen kanunları reddetme, iç ve dış politikaya yönelik tüzükler hazırlama, parlamentoyu devre dışı bırakarak resmi kararlar alabilme, kuvvet komutanlarını, yüksek yargı mensuplarını ve merkez bankası başkanını atama yetkisi vermişti. Böylece “Yeltsin, Avrupa’nın en güçlü lideri olmuştu.” (Onay, 2002:

112).

1993 Anayasası güçlü bir başkanlık rejimi ortaya çıkardı. Bu haliyle rejim liberal bir demokrasi görüntüsü vermekten uzaktı. Bu durumu Macar araştırmacı Tamas Krausz şu şekilde resmetmiştir: “Rus başkanlık gücü, şüphesiz, belirgin bir otoriter rejimdir ve Yeltsin, Reagan ve Thatcher’den daha fazla Pinochet’ye yakın durmaktadır”

(Kagarlitsky, 2002: 106). Dahası Yeltsin, eline geçirdiği güç sayesinde kendi iktidarını

korumak adına devletin kurumsal bütünlüğüne zarar verecek şekilde adımlar attı.

Sovyet sonrası dönemin yarattığı bunalım dönemi, çok sayıda rütbeli subayı rahatsız ediyordu. Askerlerde ortaya çıkan bu hoşnutsuzluğun bir darbeye dönüşmesi kaygısını taşıyan Yeltsin, askeri birlikleri teçhizat ve maddi olarak kısıtlı tutmaya gayret etti.

Hatta İçişleri Bakanlığı bünyesinde kendisine bağlı 29 bölük ve 15 tugaydan meydana gelen, mevcudu kara kuvvetlerinin asker sayısından daha fazla olan bir silahlı kuvvet oluşturdu. Dahası, başkanlık korumalarının sayısı da 50 bine çıkartıldı (Kotz & Weir, 2012: 400-401). Silahlı kuvvetlere alternatif bir silahlı örgütlenme, devletin bedensel bütünlüğüne zarar veriyordu. Zira bir Rus subayına göre Rus ordusu, kendi iç çatışmaları arasında bölünmüş bir “kutuplaşmaların ordusu” görüntüsündeydi (Thomas, 1995: 533). Bunun da en belirgin sonucu yukarıda belirtilen Birinci Çeçen Savaşı’nda ortaya çıkmıştı. Yeltsin, Rusya’yı Batılı bir demokrasi halinde yeniden ayağa kaldırmayı savunurken kısa süre içerisinde diktatörlük rejimleriyle birlikte anılır bir başkanlık gücünü eline aldı. Bu durum, reformcu Batıcıların üretmeye çalıştıkları anlatının inandırıcılığını zedeliyordu.

1996 yılında ikinci kez Başkan seçildikten sonra Yeltsin’in sağlık durumunda meydana gelen kötüleşme, Rusya açısından ayrı bir bedensel yetersizlikti. Kendi liderliğinde Rusya’nın bunalımdan bunalıma sürüklenmesi Yeltsin’in alkol alışkanlığını daha da arttırdı. Hatta Yeltsin’in alkol bağımlılığı skandallara neden olacak boyuta ulaştı (Tellal, 2010: 195-196). Aşırı alkol tüketimi ve stres neticesinde 1996 seçimlerinden sonra Yeltsin’in daha önceden var olan kalp rahatsızlığı daha da arttı.

1996’da iki kez kalp krizi geçiren Yeltsin, Kasım 1996’da by-pass ameliyatı olmak zorunda kaldı (Baker, 1996). Yeltsin, kalp ameliyatından sonra ilaçlara bağımlı ve günde ancak birkaç saat çalışabilir hale geldi (Primakov, 2008: 427).

Dahası, sürekli hastaneye yatmak zorunda kalan Yeltsin, görevini sıklıkla ihmal ediyordu. Bu nedenle Ruslar arasında “Başkanla görüşmek için Kremlin yerine

hastaneye gitmek gerekiyor” şeklinde şakalar yapılmaya başlandı (Onay, 2002: 118).

Primakov (2008: 412) da başbakanlığı döneminde devletin çeşitli kurumlarından kendisine gelen raporlar aracılığıyla Yeltsin’in Rusya’nın karşı karşıya olduğu tehlikeli toplumsal ve siyasal şartlarla mücadele edebilecek bir iradesinin bulunmadığına inanmaya başladı. Bobo Lo’ya (2002: 2) göre Yeltsin’in hasta ve yorgun hali, Rusya’nın -19. yüzyıldaki Osmanlı Devleti’ni anımsatan bir tabirle- “Avrasya’nın hasta adamı” haline gelmesi ile örtüşmekteydi. Aslında Yeltsin’in şahsında ve hastalığında sembolleşen şey, Rusya’nın hasta ve bitkin haliydi.

Yeltsin’in bedeniyle paralel şekilde devlet sistemi de etkili ve ehliyetli bir şekilde çalışmıyordu. Aralarında oligarkların da bulunduğu ve “Aile”19 olarak anılan Yeltsin’in yakın ekibi ülke yönetimini kendi ellerine geçirdiler (Primakov, 2008: 427).

Bu dönemde devlet, kurumsal ve bürokratik işleyiş bir kenara bırakılarak kişilerin inisiyatifleri doğrultusunda işletildi. Bunun en bariz örneğini Yeltsin kendisi vermektedir. 1996 başkanlık seçimlerinin ardından oligark Potanin ekonomiden ve planlamadan sorumlu başbakan birinci yardımcılığı görevine atandı. Potanin, ekonomiye ilişkin kararları kendi bankası Oneksim Bank’ta alıyor ve bunları yirmi dört saat içinde uygulamaya koyuyordu (Yeltsin, 2001: 84). Devlet oligarkların oyuncağına dönüşmüştü (Başlamış & Deprem, 2018: 152).

Devletin en önemli bedensel eylemlerinden biri olan ekonomik faaliyetlere ilişkin makro kararlar, devletin kurumlarında değil, piyasada faal olan bir bankanın içinde alınıyordu. Dolayısıyla devletin ekonomi alanındaki eylemleri, vatandaşların genelinin değil, o kararı alanların lehine sonuçlar doğuruyordu. Bu durum, Rus toplumunun çoğunluğunu ekonomik bir kaosun içine sokarken bir avuç insanı da

19 Yeltsin yönetiminde “Aile” diye tanımlanan grubun üyeleri olarak Oligark ve Güvenlik Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Boris Berezovski, Yeltsin’in basın sözcüsü ve sonra Başkanlık Yönetimi Şefi Valentin Yumashev, Yeltsin’in imaj danışmanlığını da yapan küçük kızı Tatyana Dyaçenko, Yumashev’den sonra Başkanlık Yönetimi Şefliğine gelen Aleksandr Voloşin öne çıkmaktaydılar (Lo,

dünyanın sayılı zenginleri arasına yerleştirdi. Bütün önemli kararların finans sermayedarlarınca alındığı bu düzeni Kryshtanovskaya ve White (2005: 294), devlet mülklerinin değil, bizatihi devletin özelleştirildiği bir düzen olarak yorumlamışlardır.

Kısacası Yeltsin döneminde devletin bedeni, devlet adına değil, başka aktörler adına işledi.

Yeltsin’in hastalıklarının neticesinde devletin işleyişine bir grubun hakim olmasına ve bu durumun yarattığı sorunlara tepki olarak Batıcılara karşı Duma’daki ve Federasyon Konseyi’ndeki gruplar harekete geçtiler. 14 Ekim 1998’de Federasyon Konseyi “Tüm Rusya Protesto Eyleminin Sonuçları Üzerine” başlık bir tasarıyı ele aldı.

Tasarıda, “Boris Yeltsin’in devlet başkanlığı görevinde kaldığı her gün, Rusya’nın devletliğine bir tehdit vardır” denildikten sonra çözüm olarak Yeltsin’in “gönüllü olarak ve geri dönülmez biçimde istifasını vermesi” önerildi (Yeltsin, 2001: 184). Bölge liderlerinin oyuna sunulan bu karar tasarısı sadece bir oy farkla reddedildi. Ayrıca kasım başında Duma’da “Rusya Federasyonu Devlet Başkanının Sağlığının Tıbben Belgelenmesi” isimli bir kanun tasarısı görüşmeye alındı. Tasarı sadece beş oy farkla reddedildi ve böylece Yeltsin, kendi tabiriyle, komünistlerin elinden kıl payı kurtuldu (2001: 184).

Ayrıca 1998 yılında Duma içinde Yeltsin’e yönelik bir Yüce Divan Komisyonu oluşturuldu. Bir yıldan fazla çalışan komisyon, Yeltsin’e yönelik beş büyük suç isnat etmekteydi: Ordunun çökertilmesi, Belovezkaya anlaşmaları20 ve BDT’nin oluşturulması, 3-4 Ekim 1993 olayları, Çeçen Savaşı’nda ülkeyi rezil etmesi ve özellikle Rus halkının soykırımı21 (The Guardian, 13 Mayıs 1999). Yeltsin’in beş ayrı suçtan yargılanmasına ilişkin oylama 13 Mayıs 1999’da Duma’da yapıldı. Fakat oylamadan bir gün önce Yeltsin, Duma’nın desteklediği Başbakan Primakov’u görevden alarak yerine

20 SSCB’yi ortadan kaldıran ve yerine BDT’yi kuran anlaşmalar.

Sergey Stepaşin’i önerdi. Bu hamle, Duma’ya yönelik bir mesaj mahiyetinde oldu ve Duma Yeltsin’i görevden azledemedi (Aslund, 1999: 75).

Kurumlar arası uyumsuzluğum çatışma noktasına geldiği Rusya’da devletin etkili, ehliyetli ve istikrarlı bir eylem ortaya koyma kabiliyetinin olması beklenemezdi.

Farklı anlatıların motive ettiği farklı kurumlarca bir o tarafa bir bu tarafa çekiştirilen devlet, nihai olarak olduğu yerde kalmakta ve içe doğru çökmekteydi. Bu durumu bir uzman “…fraksiyonlara bölünmüş bir kabine ve sık sık birbirlerinin ayağına basan bir sürü karar alma mecii, Rusya’yı bir o yöne, bir bu yöne sevk etmektedir” şeklinde tasvir etmiştir (Onay, 2002: 124). Dolayısıyla Rusya için trajik olan, Sovyet sisteminden dönüşümün, özgürlük ve işlerliği olan kurumsal bir yapı meydana getirmekten ziyade zafiyete düşen bir devleti ortaya çıkarmış olmasıdır (Tsygankov, 2014: 97). Bu trajedi, Rusya’nın 1990’lardaki ontolojik güvensizliğinin temelini oluşturmuştur.