• Sonuç bulunamadı

Batı ile Doğu Arasında Bir Orta-Yol Anlatısı: Devletçiler

SSCB’NİN ÇÖKÜŞÜNDEN RUSYA’DA ONTOLOJİK GÜVENLİK ARAYIŞINA 1990’LAR

2.2. Rusya’nın “Kim”liği Sorunu: Rakip Anlatılar Arasında Kaybolan Ülke

2.2.3. Batı ile Doğu Arasında Bir Orta-Yol Anlatısı: Devletçiler

Orta Konumdakiler (Zarakol, 2012: 267), Merkezciler (Hopf, 2005: 234) ya da Ilımlı Muhafazakarlar (Arbatov, 1993: 12) olarak da adlandırılan ve Sovyet sonrası Rusya’nın kimliğinin şekillenmesi sürecinde anlatı üretimine katılan üçüncü grup da Devletçiler idi. Devletçi anlatıya sahip olanlar, iki zıt noktadaki Batıcılar ile Medeniyetçiler arasında, orta yolu temsil etmekteydiler. Devletçi anlatıya sahip olanların önceliği, Rusya’nın tekrar büyük bir güç olarak uluslararası alana çıkabilmesiydi. Bu bağlamda, büyük güç olabilmek için Batıcılar Batı ufkunu, Medeniyetçiler kendi özgün ufuklarını işaret ederken, Devletçiler “büyüklüğe giden her yolu kabul etmekteydiler” (Hopf, 2005: 234). Dolayısıyla Batıcılar Batı-dışına, Medeniyetçiler de Batı’ya kategorik olarak karşı çıkarken Devletçiler her iki istikamete de kapılarını açmaktaydılar. Güç dengesi içerisinde, Rusya’nın çıkarlarının ve statüsünün korunması karşılığında Batı ya da Doğu ile her türlü ilişki, Devletçiler açısından mümkün görülmekteydi. Bu manada Medeniyetçilerin ve Batıcıların temel motivasyonu normatifken Devletçilerinki pragmatikti.

Devletçiler Rusya’yı genel olarak, Medeniyetçilere benzer şekilde, hem Batı’dan hem de Doğu’dan farklı özgün bir medeniyet olarak tanımlıyorlardı. Buna rağmen Rusya’nın Batı ile tarihsel bağlarının daha kuvvetli olduğuna vurgu yaparak Batıcıların söylemlerinin bir kısmını paylaşıyorlardı. Rusya’nın önde gelen entelektüellerinden olan ve çeşitli resmi ve sivil kurum ve kuruluşlarda görev alıp danışmanlık yapan ve Devletçi anlatının sembol isimlerinden olan Sergey Karaganov, Rusya’yı Petro’dan

Rusya’nın tam anlamıyla bir Avrupalı kimliğe sahip olmadığını, Avrupa içerisinde kendine özgü özellikleri olan bir ülke olduğunu ileri süren Karaganov, Rusya’yı

“Genişletilmiş Avrupa”nın bir parçası olarak değerlendiriyordu (White & Feklyunina, 2014: 106). Karaganov’un “Genişletilmiş Avrupa”nın bir parçası olarak tanımladığı ve hem Batı’ya benzeyen hem de Batı’dan farklı diyalektik bir kimlik atfettiği Rusya’yı, diğer Devletçiler daha çok Batı ile Doğu, Asya ile Avrupa arasında bir “köprü” (Smith, 1999: 487) ya da “tampon” (Zarakol, 2012: 267) olarak tanımlıyorlardı. Devletçiler, kıtaları birbirine bağlayan, özgün ve zengin bir medeniyete ait olmanın gereği olarak bir yandan Medeniyetçiler gibi Sovyet geçmişi idealize ediyor, diğer yandan da Batıcılar gibi vatandaşlığa dayalı sivil bir Rus kimliği tanımlaması yapıyorlardı (Hopf, 2005:

234).

Devletçilerin Sovyet geçmişini idealize etmelerinin nedeni sosyalist düşünceye sahip olmaları değil, Sovyetleri Rusya tarihinin şanlı geçmişinin bir parçası olarak görmeleriydi. Bu nedenle Devletçiler açısından Sovyetlerin yıkılışı travmatik bir olaydı.

Öte yandan Devletçilerin ajandasında, Medeniyetçilerin amaçladığı gibi SSCB’yi askeri güç kullanarak yeniden ayağa kaldırmak bulunmuyordu (Arbatov, 1993: 13). 1990’lar Rusyası’nda Devletçiler, SSCB’yi yeniden diriltmekten ziyade onun gibi uluslararası alanda etkili ve büyük güç olan bir Rusya inşa etmeyi amaçlıyorlardı.

Rusya’nın yeniden büyük bir güç olarak var olabilmesi için Devletçiler, Batı’yla bütünleşmek ya da Batı’ya kökten karşı olmak gibi tek yönlü tutumları reddediyorlardı (Chafetz, 1996: 679). Bu gruba göre gerek coğrafi gerekse de tarihi olarak hem Doğu’ya hem de Batı’ya temas eden Rusya’nın kendine özgü bir patikada ilerlemesi ve öncelikli olarak da kendi çıkarlarına yönelik davranması gerekiyordu. Bu bağlamda Rusya, coğrafi imkanlarını, ekonomisini ve askeri gücünü artırmak için kullanmalıydı.

Uluslararası ortamı anarşik bir yapıda gören Devletçi anlatının temsilcileri, Rusya’nın

gerek Doğu gerekse Batı ile olan ilişkilerinde pragmatik ve güç dengesini sağlamaya yönelik davranması gerektiğine inanıyorlardı (McNabb, 2016: 44).

Devletçiler, Batıcı siyasal elitin savunduğu demokrasi ve piyasa ekonomisini kategorik olarak reddetmediler. Hatta Devletçilerin önemli bir kısmı Rusya’nın yeni dönemde güçlü bir şekilde var olabilmesi için demokratik bir sistemin ve piyasa ekonomisinin gerekli olduğunu savundular. Fakat Devletçileri bu konuda Batıcılardan ayıran en önemli nokta, bu dönüşüm sürecinin usulüne ilişkindi. Batıcılar, demokratik ve kapitalist dönüşüm sürecini hem çok hızlı hem de Batılı devlet ve uluslararası kurumların yönlendirmesiyle gerçekleştirmeyi savunmakta ve uygulamaktaydılar.

Devletçiler ise bu dönüşümün hem aşamalı ve zamana yayılarak devlet denetiminde gerçekleşmesini hem de Batı’yı rol model alarak değil, Rusya’nın kendi özgün koşullarına uygun yürütülmesini savunuyorlardı.

Devletçilerin bu düşüncesini temellendiren en önemli etkenlerden biri, Rusya’nın özgün benliğinin ve varoluşunun ötekinin içinde erime kaygısı taşımalarıydı.

Liberal demokrasinin ve kapitalizmin küresel yayılma sürecine girdiği bir dönemde Rusya’nın tarihsel ötekisinin etki alanına girmesi, ötekinin nesnesi haline gelmeyi de beraberinde getirebilecekti. Zira Sovyet sonrası dönemin ilk yıllarında Devletçi anlatıyı temsil eden en önemli platform olan “Sivil Birlik10” Rusya’nın, IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere Batı’dan gelen telkinlere göre hareket etmemesi gerektiğini, zira bu güçlerin sanayi altyapısını yıkarak ülkeyi zayıflatmaya çalıştıklarını ileri sürüyordu (McFaul, 2001: 166). Devletçi kesim, Batı’nın hiçbir çıkarını, Rusya için feda etmeyeceğini ifade ederek, Rusya’nın kontrolsüz bir şekilde Batı’nın yönlendirmesine girmemesi gerektiğini savunuyordu (Arbatov, 1993: 13). Dahası, Batı ile iyi ilişkileri desteklemekle birlikte bu yakınlığın Rusya’nın kendi “etki alanında … bağımsız bir

10 Sivil Birlik (Grajdanskiy Soyuz) 1992 yılının sonlarına doğru, Halkın Temsilcileri Kongresi içindeki irili ufaklı Devletçi partilerin bir araya gelmesiyle Arkadi Volski liderliğinde kurulan ve sanayi ve

büyük güç” olarak varlığına zarar vermemesi gerektiğini vurguluyorlardı (Arbatov, 1993: 13).

Batı’nın küresel hakimiyetini ilan ettiği bir dönemde, liberal demokratik bir dönüşüm geçiren Rusya’nın Batı tarafından yutulmaması için çok-kutuplu bir sistemin desteklenmesi gerektiğini düşünen Devletçiler, Doğu ile Batı arasında köprü olan Rusya’nın Hıristiyan, İslam ve Budist coğrafyalar arasında istikrarın sağlayıcısı olduğunu, Moskova’nın bu misyonu yerine getirebilmesi için rutine dönüşü, bir başka ifadeyle, büyük güç statüsüne tekrar sahip olmayı savundular. Devletçiler, Asya ve Avrupa gibi iki büyük kıtada konumlanmış olan Rusya’nın, Batı ile koşulsuz bir ittifaktan ziyade, onu dengeleyecek işbirliklerine girmesini ve bu bağlamda Çin ve Hindistan gibi ülkelerle yakınlık kurmasını savundular (O’Loughlin vd.,, 2005: 331).

Yeltsin’in Başkan Yardımcısı Aleksander Rutskoy, parlamento Yüksek Sovyet’in Başkanı Ruslan Hasbulatov, milletvekilleri Rus Demokratik Partisi lideri Nikolay Travkin, Sanayi Birliği’nin ve Sivil Birlik’in lideri Arkadi Volski, Sosyal Demokrasi Partisi lideri ve Parlamento Anayasa Komitesi Başkanı Oleg Rumiantsev, Parlamento Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Yevgeniy Ambartsumov ve Başkanlık Danışmanı Sergey Stankeviç Devletçi anlatının sözcülüğü yapan kişilerdi (Arbatov, 1993: 12). Siyasi elitlere ilaveten, savunma sanayi, ordu ve güvenlik birimleri içerisinde de çok sayıda kişi de Devletçi anlatıyı savunuyordu (Tsygankov, 2016: 100). Ayrıca, Sergey Karaganov ve Başkanlık Konseyi üyesi de olan Andranik Migranyan11 gibi entelektüeller de bu ekibe düşünsel anlamda destek verdiler (Arbatov, 1993: 12). Bütün bu isimlerin yanında Devletçi anlatının en fazla öne çıkan ismi, 1991-1996 arasında Dış İstihbarat Servisi Başkanı, 1996-1998 yıllarında Dış İşleri Bakanı ve 1998-1999’da da Başbakan olarak görev yapan Yevgeni Primakov oldu.